"O sözünü sadece vezin ve kafiye ile tertib etmiyor....O sadece insani insaniyyet,cahili cahilliyet,sairi sairriyet olarak görmüyor...O sadece hakikati tasvir etmiyor...O sadece askla hüzün bulmuyor...O kâinata sadece ilahi suretinde bakmiyor...O,Ashab-i Simal olmaktan da korkmuyor...Onun özelligi; kendisi...Özdemir Ince sizlerle..."
HÜLYA OKUR- HABERX
“ADNAN MENDERES ILE AKRABAYIZ”
Çakir’in kizi Fatma Hanimin torunu,Kizdigi zaman,size ‘Namkör’ diyen bir annenin,aranizda kaf dagi oldugunu söylediginiz babanizin içinden dogup geldiniz.Esiniz Ülker Hanima varincaya kadar nasil bir Özdemir yetisti içinizde?
Benim hayatim,standart bir Türk insaninin hayati degildir.Ben üst üste gelecegime dönük,zihinsel bir hayat da yasiyordum. Mesela 11 yasinda fabrikada isçilik yapiyordum, bir yandan da Orhan Kemal’i okuyordum. Orhan Kemal’in, ‘Cemile’ adli romani ile kendi hayatim arasinda bir iliski kuruyordum. Hatta Orhan Kemal ile ilgili bir kitap çikacak, benden bir yazi istediler, yazinin basligi:”Cemile’deki hayatim(ben)” Benim Mersin kentini kuran ailelerden birisidir. Çakir’in kizi Fatma, 1875’te dogdu, büyük ihtimalle Mersin ile yasit. 1890’da evlenmis. Tahmini tarihler bunlar. Halalarimin, amcalarimin, babamin yaslarindan hesap ediyorum. Bizim aileye Çakirlilar denir. Musul’dan gelmistir, bir asirettir. Osmanli Araplari memnun etmek için, bizim aileyi, Musul’dan, Anadolu’ya sürmüs, üçe bölmüs, bir kismi Mersin’e gelmis, bir kismi Karadeniz’e gönderilmis(onlarin soyadlari Çakiroglu’dur) Onlarla temasimiz oldu. Bir bölümünü de Aydin’a göndermis. Adnan Menderes’in çiftliginin adi, ‘Çakirbeyli’dir. Çünkü onlarin da bizim asiretten akrabalarimiz oldugu söylenir. Ama benim onlarla herhangi bir temasim olmadi, o yüzden bizim bildigimizi onlar biliyorlar mi, bilmiyorum. Babaannemin babasi Mustafa Bey, Mersin’in Çavuslu Köyünde oturan bir adam. Ve vergi müstelzimligi yapiyor. Vergi müstelzimligi demek, devlet adina vergi toplayan, bu verginin bir kismini kendi cebine atan, üst tarafini da devlete veren kisi demek. Osmanli böyle vergi toplardi.
“ÜNLÜ ESEK DAVASI”
Çakir’in kizi Fatma, bir gün ahirda çalisan bir seyis görüyor, asik oluyor ve babasina, “Baba bu oglani bana al” diyor. Peki kizim, diyor, seyisi kizina aliyor. Tabi bu yakisiksiz bir sey ama Çakiroglu Mustafa Bey, böyle bir sey yapar. E tabi, damadini ahirda çalistiracak degil, yeni kurulan Mersin’de bankalar açiliyor, Misir’dan, Suriye’den Araplar geliyor, ticaret baslamis, Levantenler gelmis…orada bir han açiyor. Han dedigimiz; esek, katir, develerin geldigi yer. Orada is sahibi oluyor. Erkek kardesleri kiziyor tabi. Mersin’de Tirmil denilen bir tepe var, babaannemin oradaki tarlalardaki payina karsilik, bir esek veriyorlar. Yillarca süren bir dava oldu o. Çok ünlüdür, ‘Essek Davasi’. Ve babaannem, Çakir’in kizi Fatma olarak bilinir. Efsane bir kadindir. Ben kendisini görmedim ama o beni görmüs. Hiç fotografi da yok. Babam bu kadinin 4.çocuk, 1902 dogumlu. Tahsilli, terbiyeli bir adamdir, Noter bas katipligi yapiyormus o zamanlar. Ailenin bir kismi zenginlesiyor, bir kismi zenginlesmiyor, benim babam zenginlesmeyen kismindan. Annem ise, Toros Dagi tepesinde, Demirisik diye bir köyden. Babamla annemin evliligi ise söyle olmus: Babam bekar, kumar oynuyor, içki içiyor…diyorlar ki:”Bu herif evlenmeyecek buna bir tane kiz bulalim” Bunun üzerine Kevser halamin kocasi, Koca Çizmeli Ormanci Ahmet Efendi bir gün Demirisik köyüne gidiyor, dedem CHP döneminde, bu köyün muhtari ve imami. Kizi begeniyor(Nasibe) evleniyorlar. Benden önce Ugur diye bir kardesim var, ölmüs, ondan sonra dogan benim. Mersin’de ilkokula gittim, yazili seyler okumaya basladim, ve okumaya ortason sinifta basladim, Dostoyevski, Tolstoy…Mersin’den, Ankara’ya geldigim zaman, kimse bana, su kitabi oku diyemedi çünkü hepsinden daha fazla okumustum.
“ISLAM ILE HIÇBIR ZAMAN ÇATISMADIM”,
“BIR TANRI, KULLARINA KIZGIN SAÇ ÜZERINDE NAMAZ KILDIRMAZ”
Çocuklugunuzda, Mersin Stadyumu’nun bir bekçisi varmis, sizi ne zaman görse ‘Türk müsün, Müslüman misin?’ diye sorarmis.‘Türküm!’ dediginiz zaman, ‘Müslüman degil misin?’ diye bastirirmis. Müslümanligi alt kimliginizde tasidiniz mi? Dininizle ilk çatismayi nasil ve ne zaman yasadiniz?
Ben, Müslümanlikla, Islam’la hiçbir zaman çatismadim. Oldugu gibi kabul ettim, o kendi yolunda kaldi, ben kendi yoluma gittim. Bana ailem ne ögretilmesi gerekiyorsa, hepsini ögretti ama hiçbir hurafeye inanmadim, çocuklara denilirdi ki:”Öbür dünyaya gidince gavurlar kizgin saç üzerinde namaz kilacak” Buna hiçbir zaman inanmadim. Bir Tanri, kullarina kizgin saç üzerinde namaz kildirmaz, katranin içine atmaz. Ben Islam ile hiçbir zaman çatismadim. Ben Islam’i din olarak kabul etmisim, eger bir çatismam varsa, Müslüman oldugunu iddia eden insanlarladir. Yoksa bir bireyin herhangi bir din ile çatismasi budalaliktir. Hiçbir zaman derin olarak inanmadigim için, inançsiz olmanin gerilim ve bunalimini da yasamadim. Bizim Türk edebiyatinda öyle bir sey yoktur ama Bati edebiyatinda inançli olup, inancini yitiren bir yigin kahramanin bunalimlarini okursunuz,, bizde öyle bir sey yok, Tanri’ya inanip da, Tanri’dan vazgeçen, koyu Müslüman olup da, Müslümanliktan vazgeçip, dinsiz ve ateist olan herhangi bir kahramanin, trajedisini veya iç bunalimini anlatan hiçbir sey yasamadim.
“TÜRKIYE’NIN %1’I BILE ISLAM DININI BILMIYOR”
“DEDEM IMAMDI AMA CEHENNEME GIDECEKSIN GIBI HURAFELER ÖGRETMEDI”,
“BEN HASTALARI IYI EDERIM”
Türkiye’de sorun su; insanlar Kuran’i Türkçe okumadiklari için, içinde ne yazdigini bilmiyorlar, haldir haldir ezberliyorlar, yalan yanlis telaffuz ediyorlar, ne anlama geldigini bilmiyorlar. Mesela Kuran-i Kerim okunurken, aglayan kadinlar görürsün ama okunan ayet miras üzerinedir veya aybasli kadinlara yanasmayin, dedigi yerdir. Oradaki uhrevi ses onlari etkiler. Türkiye’de, Kuran-i Kerim’i ve Islam dinini bilen adam, %1 ihtimali bile yoktur. Çünkü Imam Hatip mezunlari da, Ilahiyat Fakültesi mezunlari da Arapça bilmezler. Aralarindan ender bazilari vardir, onlar gerçek anlamda bilirler, digerleri Arapçasini ezberlemistir, Türkçesini de ezberlemistir, nereye neresi denk düser onu da bilirler, güldür güldür ayet okurlar, sanirsiniz ki biliyor, ezberden ibarettir. Eger Türkiye’de, Kuran-i çocukluktan itibaren Türkçe okumus olsak, o zaman inanan insanlar, gerçekten inanan insan olur, zaman içinde tereddüde girerlerse o zaman bunalima girerler. Anlamadigi sey için nasil tereddüde düssün? Hikaye bundan ibarettir. O hocalarin bir tanesi, Arapça, “Kapiyi kapat” bile diyemezler. Bunu neye göre söylüyorum, Arap dünyasinin en büyük entelektüelleri benim arkadasim. Onlara soruyorum, onlar söylüyorlar bana. Mesela Hürriyet Gazetesinde yazdigim itiraz yazilarinda okuyanlar beni din alimi sanirlar, benden fetva almaya kalkisirlar, bunu gördüm. Dedem imamdi, bir iki sey ögretti ama dindar bir çocuklugum yoktur. Ama onun disinda” Cehenneme gideceksin” seklinde hurafe ögretmedi. Babam, fevkalade güzel Kuran okurdu, çünkü egitiminden geçmisti, babam da bana baski yapmadi. Ayrica bizim aile Ocak’tir, Saman töresine göre. Ben hasta iyi ederim. Çocuk hastalari bana getirirlerdi, ben kaçardim.
Siz de çocuklugunuzda çok hastalik geçirmissiniz, Beyin Hummasi, paratifa, dizanteri vs…Esek arilari sokmus, 5 kez ölüm tehlikesi atlatmissiniz.
Benim hiçbir hastaligim yoktur ama hasta oldugum zaman ölüme kadar giderim. Kalbim, akcigerim vs hiçbir yerim hasta degildir.
“TÜRKIYE’DEKI SAIR DURUMUM SALLANTIDADIR”,
“NAZIM’DAN SONRA EN ÇOK ÇEVRILEN BIR ADAMIM”
1956 yilinda Ankara’ya gittiniz, “Edebiyat ve sanat dünyasi” na resmen girdiniz. 60 yildir bu isin içindesiniz. Bu dünyanin size dar geldigi veya sizi içine almadigi hissine hiç kapildiniz mi?
Italya’da bir kitabim yayinlandi geçen ay. “Cielo, Il Cielo” (Gök, Gökyüzü) adiyla. 200 sayfayi askin. Oradaki seçme siirlere antoloji derler, bir kitap çevrildigi zaman adiyla anilir ama 5-6 kitaptan seçmeler yapildiysa, ona antoloji denir. Benim 1954 ile 2008 arasinda yazigim siirler arasindaki bir seçmedir. Ben o siirlerin hiçbirini atmadim, çevirmenimi serbest biraktim. Benim 17 yasinda yazdigim siirle basliyor ve o siir, 2012 yilinda yazilan siirlerden daha çagdas. O bakimdan Ankara da, Türkiye de her zaman bana dar geldi. 20 yasindan itibaren. Beni almadilar mi? Almamalari zordu ama hiç biriyle bir dostlugum olmadi, kimse beni bir yere buyur etmedi, mecbur kaldilar. Çünkü yazdiklarim ilgi çekiyordu, dünyaya açiktim, zamanla dünya edebiyatini ve siirini, Türkiye standartlarinin üstünde bildigim anlasildi, sonra Paris’te egitimim sürdü(1965-1966) ama su anda bile benim Türkiye’deki sair durumum sallantidadir. 10 kisiye sorsaniz, çogunluk oy alma ihtimalim gayet zayiftir ama suanda Avrupa’da ve dünyada, Nazim’dan sonra en çok çevrilen bir adamim. Her ne kadar ‘Nazim’dan sonra en çok begenilen’ diye bir laf varsa da…
“NAZIM HIKMET ILE ÖYKÜNMEDIM”
Evet “Cielo, Il Cielo” nun yayinevi sahibi(Giuseppe Goffredo ) tanitiminda sizi, “Nâzim Hikmet’ten sonra en çok begenilen ozan olarak gösterdi. Sizin iddianiz neydi ne oldu?
O uyduruyor. Yok böyle bir sey, yayinevinin abartisi. Nazim’dan sonra gelmek gibi bir iddiam yok. Ben hep sunu derim: “Kübali Sotomayor 2 metre 40 santim yüksek atlamissa, senin 2 metre 12 santim ile Türkiye’de, Ortadogu ve Balkanlar’in en iyi yüksek atlayicisi olmanin hiçbir kiymeti harbiyesi yoktur!” 20 yasinda da benim rakibim, Shakespare’di, dünyanin en büyük yazarlari benim rakibimdi, Türkiye’deki hiç kimseyi kendime rakip görmedim, Nazim’i hoca gördüm, ögrenecek sekilde okudum ama pesinden gitmedim, Nazim’a katiyen öykünmedim. 20 yaslarimi bazi arkadaslarim çok güzel anlatabilirdi, mesela Niya Ziyalan, Yilmaz Güney…Bir de esim Ülker bilir tabi.
“SAIRLERIN ITIBARLARI SATISLA ORANLI DEGILDIR”
Evet edebiyattaki degismez ölçütünüzden bahsettiniz ama bizim Türk siirindeki iddiamiz nedir? Türk siiri öldü mü?
Yok canim. Bir yigin sair var, siirleri okunuyor. Fransa’da bir yigin adam, Nobel alir, romanlari milyonlar satar…Ama edebiyatçi dedigin zaman, simgeler ve doruklar hep sairlerdir. René Char gürüll gürül satmamistir, ama birçok çok satan, ödüller alan romancilardan çok daha önemlidir Fransiz edebiyatinda. Örnegin Saint-John Perse, Nobel ödülünü aldigi yil (1960) ayni yil yayinlanan kitabi 65 tane satti. Ölçü baskadir, sairler az satsalar da itibarlari satisla oranli degildir, çok daha itibarlidirlar. Romancilardan da, diger yazicilarin tamamindan da önemli insanlardir.Durum Avrupa’da da, ABD’de böyledir.Güney Amerika’da zaten böyle. Allen Ginsberg’in, Pablo Neruda’nin, Lorca’nin, Ahmet Arif’in itibari kimde var?
“NEZIP FAZIL, TÜRK SIIRINE HIÇBIR YENILIK GETIRMEMISTIR”,
“NEZIP FAZIL ÖNEMLI BIR SAIR DEGILDIR”,
“SAG TARAFTAN ÖNEMLI SANATÇI ÇIKMASI ZORDUR”
Ama sizin önemini azalttiginiz, minimize ettiginiz biri var, Necip Fazil. Onu siradan bir manzumeci olarak görüyorsunuz, Ve denge saglamak için Nâzim Hikmet’le birlikte ananlari da elestiriyorsunuz. Peki onun ölçüsü nedir, yani halkin teveccühünü kazanmasi veya ölümsüzlesmesi ne anlama geliyor?
Benim uyguladigim nesnel poetik ölçülere göre onun hiçbir önemi yoktur. Nazim Hikmet, 20. Yüzyilin en önemli sairlerinden bir tanesidir, sadece Türkiye’de degil, dünyada. Komünist oldugu için derler, hiç ilgisi yok, bir yigin komünist sair vardir Türkiye’de ve dünyada, hangisi Nazim Hikmet düzeyinde kabul görüyor?. Niçin Nazim Hikmet ile Necip Fazil mukayese edilmez? Necip Fazil, Türk siirinin o zamanki mevcut olanaklarini iyi kullanmis; vezni iyi kullanmis, kafiyeyi iyi kullanmis, hiçbir yenilik getirmemistir. Durdugu yerde kendi kabiliyeti ile mükemmellestirmistir, ses olarak. Bazi ilginç siirleri de vardir. Bildigim kadariyla dünyanin herhangi bir diline çevrilmemistir. Çünkü çevrildigi zaman siradan bir sair oldugu ortaya çikar. Nazim Hikmet’i herhangi bir dile çevirdigin zaman, o siirde, o kültürde olmayan renkler, sesler, düsünceler, duygular çikar. Nazim Hikmet, Türk siirini bir yerden alip bir yere getirmistir, ayni zamanda dünya siirini de oraya getirmistir. Mesela durup dururken hiç kimse, insana büyük sair muamelesi etmez. Nazim Hikmet’in çagdaslarina bakalim, Fransa’da Aragon. Aragon’a göre Nazim Hikmet dünyanin en büyük sairlerinden biridir, Güney Amerika’da Pablo Neruda, Neruda’ya göre, Nazim Hikmet çaginin en önemli sairlerinden biridir. Neruda kadar önemli bir sair vardir Nicolas Guillen, ona göre de Nazim Hikmet dünyanin en büyük sairlerinden biridir. Yannis Ritsos’a göre Nazim, Homeros’tan sonra en büyük sairlerinden biridir. Görüyorsun dünyanin en büyük sairleri, Nazim’i kendi ayarlarinda görüyorlar, bir kismi da kendilerinden önde görüyor. Ölçü budur. Ilkin sairi, sairler kabul edecek, sonra evrensel sairler onun degerini kabul edecek. O deger kabul edilmedikten sonra hiçbir kiymeti harbiyesi yoktur. Ben bunu söyleyince sagcilar küplere bindi, aleyhimde yüzlerce yazi yayinlandi ama gerçek budur. Ne yazik ki, Nezip Fazil önemli bir sair degildir, ondan sonra gelen Sezai Karakoç, o da sanildigi kadar önemli degildir. Sag taraftan önemli sair, sanatçi çikmasi son derece zordur, çünkü Tanriyi, dini, kutsali yargilayamazlar. Diledikleri kadar konulara açilamazlar. Bana ‘Kaldirimlar’i, “Otel odalarini” örnek gösterecekler ama sagin ‘Saman Sarisi’ni yazmis bir sagci Müslüman yazar yoktur, ‘Memleketimden insan manzaralari’ni yazmis sagci bir yazar yoktur, yoktur oglu yoktur. ‘Memleketimden insan manzaralari’ dünya siirinde büyük bir biçimsel denemedir, onun tek benzeri; Pablo Neruda’nin, “Cantos General”i… Ezra Pound’un da Kantolar’i var. Nazim, “Memleketimden Insan Manzaralari” bence ondan daha iyidir, kantolarda, metinler arasi iliski vardir, alintilar vardir, Çince ortograflar vardi, çok avangarttir, bir ucu anlamsizliga kadar gider.. Nazim, içeriginin durmadan gelistigini hissettigimiz bir metin yazmistir. Herkes agzi açik okuyor Nazim’i.
“KURAN ÇAGA UYGUN YORUMLANMAMISTIR”,
“ARAP BAHARI BAHAR DEGIL ZEMHERIDIR.”,
“ARAP BAHARI, SELEFI DÜSÜNCEYI IKTIDARA GETIRIYOR.”
“Müslümanlar neden çaga uyumsuz?” basligini birkaç gün sonra degistirdiniz ve “Neden Müslümanlar çaga uyumsuz?” yaptiniz. Bu Müslümanlarin çaga uyumunun mümkün olmayacaginin ikrari miydi? Müslümanlar arasindan bütün dünyanin imrenecegi insanlarin çikmadigini düsünmek niye?
Müslümanlarin trajedisi için Hülagü’nün, Bagdat’i yikip, kütüphaneleri yerle bir ettigi söylenir, bir de Endülüs Emevi Devletinin, Katolik krallar tarafindan yikilip, Müslümanlarin Fas’a kaçmalarindan itibaren gerilimeye basladigi söylenir hatta Arap entelektüellerinin büyük bir kismi, Araplarin geri kalmasini Osmanli devletine baglarlar. Bu çok yaygindir. Irak’li, Suriye’li, Misir’li aydinla konustugunuz zaman, “Bizim ekonomik, kültürel yönden geri kalmamizin nedeni, Osmanli’dir” derler. Ayni seyi Magrepliler söylemez. Çünkü onlar daha çagdas, daha kafalari açiktir. Dünyayi çok daha iyi tanirlar. Din alimlerine göre, Emevi Devletinin kurulmasi Kuran’i dondurmustur. Bir metni çaga uygun bir sekilde yorumlamazsaniz oldugu yerde kalir. Ve siz o bulundugunuz yerde tutar. Araplarda Islami düsüncenin donmasinin sebebi, Emevilerdir. Hiçbir yoruma izin verilmemistir, halbuki Hiristiyanlar dinlerini yorumlamislardir, çagdaslastirmislar. Öte yandan bir de ekonomik sebepler var. Arap devleti baslangiçta gelisti çünkü fethe dayaniyordu, fetih ekonomisi vardi, gittigi yerden zenginlikleri alip memleketine getiriyordu, bu ebediyen böyle gitmez, çünkü belli bir noktada zayiflamaya basladigin zaman fetih yapamazsin, soygun yapamazsin, elalemin yarattigi zenginlikleri çalamazsin, o yüzden oldugun yerde saymaya baslarsin. Osmanli da bu yüzden yerinde saydi. Ve 20. Yüzyilin baslarinda yok oldu. Simdi Araplar diyorlar ki:” Ya biz ne diye böyle olduk, ne güzel Peygamber zamaninda ilk dört halife zamaninda çok zengindik, bilimde ileriydik” Neden geri kaldiklarini bir türlü bulamiyorlar. O zaman düsünüyorlar, “Biz geri kaldik çünkü bir zamanlar zengin oldugumuz dönem, Islam’in ilk dönemi idi, o zaman tekrar zengin olabilmemiz için Islam’in o haline dönersek, biz tekrar zengin, otorite ve egemenlik sahibi olabiliriz” Yani gelecegi geçmiste ariyorlar. Buna ‘Selefi anlayisi’ denir. Selefilik, bugünkü Sudi Arabistan’in din anlayisidir. Müslüman kardeslerin din anlayisidir. El Kaide, selefidir.
“AKP, SELEFI YÖNE GIDIYOR”
Ve su anda Arap Bahari denen, bahar falan degildir, zemheridir. Arap Bahari, selefi düsünceyi iktidara getiriyor. Misir’da, Libya’da, Tunus’ta selefiler yani Müslüman kardesler iktidara geldiler, bugün Suriye’de olan kavga, selefi Müslüman kardeslerin iktidara gelmesi için yapilmaktadir. Ve bu uluslar arasi sermeyenin ve emperyalizmin ürünüdür. Türkiye’nin örnek alma ihtimalleri yoktur, o palavradir. Çünkü Türkiye’de zaten ilimli Islam denen devrim, AKP'nin iktidara geldigi 2002’de gerçeklesmistir, o bakimdan Türkiye’de o tür bir devrim olmaz, AKP'nin karsi devrimi 2002’de gerçeklesti. Simdi AKP, Araplarla birlesecegi selefi yöne dogru gitmekte. Arap Müslümanlarin en büyük özelligi, batinin ürünü olan teknolojiyi satin alip kullanmalaridir. Bir düsünce üretemezler, bulgu yapamazlar, çünkü bilimsel düsünce ile hiçbir alakalari yoktur, Türkiye de simdi o yoldadir.
“OSMANLI PADISAHLARININ BÜYÜK KISMI DELIDIR, SARHOSTUR”
Gelecegi geçmisinde aramaya baslayacak yani?
Tabi. XIV. Louis’de, Napolyon’la övündügünü duydunuz mu? Ben duymadim. Ingilizler de, Elizabeth ile övünmüyorlar. O bir tarihsel gerçektir, geldi, yapmasi gerekeni yapti. Osmanli padisahlarinin yarisindan fazlasi delidir, yarisindan fazlasi cahildir, büyük bir kismi alkoliktir, hiçbir seyden anlamazlar. Deli Ibrahim’i ne diye Ata seçmiyorlar da, Fatih’i seçiyorlar, Deli Ibrahim diye de bir gerçek var.
“FRANSIZ GRAMERINI, FRANSIZLARDAN DAHA IYI BILIRIM.”
Paolo Coelho’nun ünlü Simyaci’sini Türkçeye çevirirken, “Ezan”i sarki, “Minare”yi kule olarak çevirmeniz bir çok kesim tarafindan elestiri konusu olmustu. Siz oradaki Ispanyol delikanlinin tabirini esas alsaniz da, dinimiz açisindan bir hassasiyet göstermediginize pisman oldunuz mu?
Ne diye hassasiyet gösterecegim? Hiç bilmediginiz bir dinde tören yapilsa, bu törende bir yigin alismadiginiz hareketler olsa, bunun ne oldugunu bilebilir misiniz? Genç bir çocuk Kuzey Afrika’da bir kente geliyor, bir kule görüyor. Kulenin tepesinde biri sarki gibi bir sey söylüyor. Gördügü seye kule diyor, minarenin minare oldugunu nereden bilecek adam? “Kuleye çikti birisi sarki söylüyor” diyor. O sarki diyor, bizim çocuklar da zaten ögrenmeden önce “cami sarkisi” derler. Ondan sonra “Yere yumuluyorlar, kafalarini egiyorlar” diyor, tanimliyor. Zaten romanci öyle yazmis. Romancinin yazdigini ben ne diye yorumlayayim?
Yani insiyatif kullanamaz miydiniz? Kullanacak olsaniz da, kullanmazdiniz gibi geliyor bana.
Hayir, kullanmam. Beni elestirenler, Fransizca bilgisiyle vurmaya çalistilar. O kadro benim Hürriyet’te yaziyor olmami, büyük bir tehlike olarak gördüler. Onlar Fransizca bilmez, benim hata yapma ihtimalim yok. Ben Sorbonne ‘da okudum. Yüksek gramer okudum, siradan bir Fransizca bilen bir adam degilim. Fransiz gramerini, Fransizlardan daha iyi bilirim. Mesela, Paris’ten yazdim: “Mini etekli kizi yaktilar” dedim, “Vay böyle bir sey olmaz” dediler, beni madara etmek istiyorsaniz, Fransiz polisinin kayitlarina bakarsiniz.
“KURAN’DA BILEREK SAPTIRILMIS AYETLER VAR”
Sizin “Kuran insan kelamidir, bu bilimsel olarak kanitlanmistir, müminler de buna inanmalidir” sözlerinize bir hop çeken Ahmet Hakan, sözlerinizi teolojik çerçeveyle bagdastiramadigini yazmisti. Kuran’da öncelikle neyi esas aliyorsunuz?
Ben Islam teologu degilim, Islam alimi degilim, Islamcilardan ve standart din adamlarindan kazik yememek amaci olan, merakli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandasiyim. Fransizca’dan, Ingilizce'den okuyorum, Türkçe’den okuyorum, karsilastiriyorum ve bakiyorum ki, bilerek saptirilmis ayetler var saptirmalar birbirine ekleniyor ve özgün Kuran’la hiçbir iliskisi olmayan metinler var. Mesela türban meselesi 14. Yüzyilda o Türkçe ile çevrilmis bir Kuran vardir. Molla Fenari’nin yaptigi söylenir. Çevirmenin adi Muhammed Bir Hamza. Çeviri 1978 yilinda Kültür Bakanligi tarafindan yayinlandi. Orada harika bir çeviri vardir, çünkü adam hiçbir sahtekarlik yapmamis. Toplumu kontrol etmek isteyecek kaygilari yok, Kuran’in gerçeklerini saklamak gibi bir niyeti yok. Günümüzde sakliyorlar, kadini baski altina alabilmek için öyle oldugunu söylüyorlar. Mesela Kuran, kadinin cinsel organi ne ise onu öyle söylüyor. “Memelerini örtsünler” diyor, “Baslarini örtsünler” demiyor çünkü baslarinda zaten örtü var. Niye var o örtü? Günesin ve çölün kumlarina karsina, çöl ahalisinin ortak takisi. Müslümanlar, Yahudiler, Hiristiyanlar, puta tapanlar….bütün dinlerin insanlari, kadinlari, erkekleri onu takiyorlar, fakat kadinlarin memeleri açik. Don giymiyorlar. Kuran diyor ki, “O basiniza taktiginiz seyi salin da, memeleriniz görünmesin” bunu ziynet diye çeviriyorlar, ziynet degil ki o.
“AHMET HAKAN’I MUHATAP ALMAM”,
“ÇETIN ALTAN’IN ÇOCUKLARININ YAZILARI PAÇAVRADIR”,
“AHMET VE MEHMET ALTAN’IN ÖMRÜ 15 GÜNDÜR”
Ben Ahmet Hakan’la konusmam, muhatap bile almam. Benim anlayisima göre, bir gazetede yazan yazarlar kendi aralarinda sürtüsmezler. Açikça sürtüsmezler, atismazlar, bir araya gelirler, tartisirlar. Bir kere ben adini anmadan gönderme yaptim, ertesi günü yazdi, “Benim adimi neden vermiyor? Vermem, ben gazeteci degilim, yazarim. Gazeteci ile yazar arasinda büyük fark vardir. Köse yazarlarinin çoguna bakin, yazi isleri toplantisinda ne konusuyorlarsa haberini yaziyorlar, dis isleri bakani sunu demis, bunu demis, olur mu onu yaziyorlar, niye olmaz onu yazmiyorlar. Yorum yok. Ben edebiyat yazariyim, yazarim. Benim bütün yazdiklarin kitap haline geldi, 6 tane kitabim var. bir edebiyat yazarinin, gazetede yazdigi yazilari kitap haline getirmesi, ciddi cesaret ister. Çünkü benim edebi kimligimi yok edebilir. Ahmet Hakan, ölüp gittigi zaman 15 gün sonra unutulacaktir, yazar olarak hiçbir sey kalmayacaktir geriye, bugün gazetede yazanlarin %99’u yazmadiklari zaman, 15 gün içinde unutulurlar. Oktay Akbal unutulmaz, Çetin Altan bile unutulmaz. Bak ‘bile’ diyorum. Ama ogullarinin hepsinin ömrü 15 gündür, yazilari paçavradir.
“HÜRRIYET GAZETESININ, YILMAZ ÖZDIL’DEN SONRA EN ÇOK OKUNAN YAZARIYIM”
2 Ocak 2000'de Hürriyet Pazar ile baslayan hikayeniz yakin zamanda sona erdi. Cüneyt Özdemir, yazilariniz okunmadigi için isinize hakli olarak son verildigini yazmisti. Okunmayan bir yazar oldugunuzu düsünüyor musunuz, öyle ise bunu neye baglarsiniz?
Hürriyet Gazetesinin, Yilmaz Özdil’den sonra en çok okunan yazari benim. Yazilarin altindaki ‘Tavsiye et’ rakamlarina bakin, Yilmaz Özdil 2500 dolaylarinda dolasir, ben 200-300 bazen 1000-2000 dolaylarina çikarim, diger yazarlarin hepsinin 50’den azdir. Ikincisi, 2-3 yil önce Yurtsan Atakan yazdi, en çok referans verilen yazarlarin üçüncüsüyüm, benden öncekilerin ikisi de televizyona çikiyor, arada 3-4 sayi fark var, digerlerinin hepsi nal topluyor. Ciddi bir arastirma yapilsa, ben su anda Türkiye’nin en etkili yazarlarindan biriyim, ona cevap vermeye bile degmez. Benim ilkin adam yerine almam lazim. 10-15 kere beni televizyon programina davet etti, her seferinde reddettim ve niçin reddettigimi anlamiyorlar. Nazli Ilicak’a bir gün dedim ki:”Siz benim biyografimi iyi bilmiyorsunuz, ben Türkiye televizyonlarini kuran 10 kisiden biriyim ve o ekibin beyniyim, yaptiginiz meslegi kuran adamlardan biriyim, bir kere ne için davet edildigimi hepinizden daha iyi bilirim, diyorsunuz ki gel düsüncelerini savun, benim savunulacak düsüncem yok, yazilarimda karar veririm, yazarim, itham ederim, gerisi okurlara kalmistir, tek basina çikarim televizyona, 4-5 kisi çikip bilmedikleri konularda laf eden adamalarla bir arada bulunmam” Simdi Türkiye’de “Kürtler bölünsün mü, bölünmesin mi” diye tartismalar oluyor. Bunu tartisabilecek adam olabilmek için, Anayasa Bilgini olman lazim ve devletler hukukunu bilmen lazim. 25-30 yasinda gazeteci bir kizin çikip çen çen edecegi isler degildir bunlar, ciddi islerdir. O yüzden çikmam.
“%51 TÜRK HALKI BENI ISIMDEN ATTI”,
“HÜKÜMET, HÜRRIYET GAZETESINI ELE GEÇIRMEK ISTIYOR”
Peki Hürriyet ile yollarinizi ayirma gerekçeniz neydi? Zamani mi geldi?
Ulusal Kanal'da benimle birlikte Rahmi Turan söylüyor. Hükümet bizleri istemedi. Aydin Beye, 3,5 milyar dolarlik ceza verdiler, gazeteyi ele geçirmek için yaptilar, ondan sonra Aydin Bey mecbur kaldi, bizleri sirayla göndermeye. Ben Hürriyet gazetesinin aleyhinde tek satir söylemedim, yazmam, sükran duyarim çünkü bana 12,5 yil katlandi, kendimi ifade etme olanagi verdi. Ve beni tatmin edecek kadar da tazminat verdi. Beni hükümet atti, hükümete oy veren %51 Türk halki beni isimden atti. O %51 AKP’ye oy vermeseydi, iktidara gelemezdi, Aydin Beye baski yapamazdi, Aydin Bey de bana ve öteki arkadaslara “Yollarimiz ayrildi” demezdi. Bana gelen mektupta:” Gazetemizin amiral gemisi olmasinda büyük katkilariniz vardir, tesekkür ederiz, ayin 1’inden itibaren yazilariniza son veriyoruz” deniyor. Hürriyetle iliskimi dedikodu malzemesi yaptirmam. O çocugun yaptigi terbiyesizliktir, onun agzinin payini verdiler. Ben 120 kitabi yayinlanmis, dünyada 20 dile çevrilmis, Mallarme Akademisi üyesiyim. Avrupa Siir akademisi üyesiyim, önünden geçemezler. Benim biyografim, adami pres gibi ezer. Türk edebiyatinda öyle bir biyografi yoktur kimsede. Söylemem ayip degil. Biyografimi okusalar ögrenecekler… Madem ki okuyup ögrenmiyorlar, ögretmek gerekir.
“BEN YALNIZLIGI SEÇTIM”
Son yazinizda, Tevhid-i Tedrisat Kanununa, “Türkiye’yi Lâiklestiren Yasalar”a sahip çikilmadigi için cumhuriyetçi kesime karsi bir veryansininiz var. Bu size sahip çikilmamasi karsisinda yasadiginiz kirginliginda bir yansimasi mi?
Yok, umurumda degil, bana kimse sahip çikamaz. Bana sahip çikarlarsa, özgürlügümü yitiririm, ben kimseye ihtiyacim yok. Ben hiçbir partiden, dernekten degilim, çok arkadasi olan bir adam degilim, ne yapiyorsam tek basima yapiyorum. Simdi aglasiyorlar, “Bunlarin hedefi cumhuriyeti, ilkelerini ve devrimlerini yok etmektir” diye mirildaniyorlar. Günaydin! Bunlari yok ettigi zaman Türkiye’nin sonu gelmistir” Benim o yazimdan sonra tevhidi tedrisat lafi geçmeye basladi. Kimse fark etmiyor benim yalnizligimi, ben bu yalnizligi seçtim çünkü kimseye güvenmem.
“TÜRKIYE, AKP’NIN ÇIZDIGI YOLDA GIDERSE YOK OLACAKTIR”
Beni isimden halk etti dediniz de… Seçim sonuçlarinin, %58'e %42 orani karsisinda, “%98’e %2 bile çiksa ben umudumu koruyacagim” demistiniz. Peki umutlarinizi ayakta tutan ne? CHP mi, sol mu, yoksa uyanmasini beklediginiz halk mi?
Hayir hiçbiri degil, dogrular. Bir toplum böyle yasayamaz. Yok olur . Yani Türkiye, AKP'nin çizdigi yolda, yoluna devam edecek olursa yok olacaktir. En kisa zamanda yok olacaktir. Mahvederler adami. Çagini kavramamis, bilimden uzaklasmis, egitimi hurafelere dayandiran, 4 yasindaki adama bütün hayat damarlarini yok edecek sekilde igdislestirilmis bir kusak, hiçbir sey üretemez. Köpek olur. Sevr’den, Osmanli’dan daha rezil olur. Çünkü Osmanli zamaninda Avrupa ve dünyanin Osmanli toplu ile mesafesi bugünkü kadar degildi. O zaman 100 metrelik bir mesafe varsa, bugün 100 bin kilometrelik bir fark var. Cumhuriyet bu açigi kapatmaya çalisti, çagdas insan yaratti. Ben 1936’da dogmus, laik okulda okumus bir insanim, dünya ile esitim. Dünyanin hiçbir yerinde asagilik duygusu hissetmedim.
“FETHULLAH’IN YETISTIRDIGI ADAMLAR, BATIDA KORKU IÇINDE TITRIYORLAR”
Halbuki AKP'nin yetistirdigi adamlar, Fethullah’in yetistirdigi adamlar, batida korku içinde titriyorlar. Sadece hizmet ediyorlar, kendi baslarina bagimsiz düsünme olanaklari yok. Ben 75 yasindayim, 85 yasina kadar kafamin çalisacagini düsünüyorum. 10 yillik bir sürecim var. Halbuki Hürriyet’ten uzaklastirilmasaydim, Vuslat hanima da söylemistim:”1 Eylül 2016’da gazetede yazmayi birakacagim” dedim. Niye, dedi. “80 yasina gelecegim, köyde oturacagim terasa, daglara bakarak, sarap ve pipo içecegim, okuyacagim 3-5 yazar olacak, müzik dinleyecegim” hedefim buydu.
“AYDINLIK’TA YAZACAGIM, TV PROGRAMI YAPACAGIM”
Peki o aradaki 5-10 seneyi nasil kapatacaksiniz?
Yok, yazmaktan vazgeçmeyecegim, bir gazetem olacak, Aydinlik Gazetesinde yazacagim, sözlesmeyi imzaladim. Bir de televizyonculuk yapacagim. Ulusal bir kanalda bir program yapacagim. Atilla Ilhan yapiyordu bir zamanlar, bana soru sorarlar anlatirim, seyirciler gayet merakla dinler, sesim çok iyi düsüyormus televizyona, diksiyonum da iyiymis, görüntüm de iyiymis, daha ne?
“HÜRRIYETE GELME SEBEBIM, YAZDIGIM POLITIK YAZILARDIR”
Hürriyet’te yazmaniz basindan beri elestirilmisti. Size göre, kimileri edebiyatçiliginizi tehlikeye attiginizi ileri sürmüs, kimileri fikra yazarliginizi edebiyatçiliginiza, edebiyatçiliginizi fikra yazarliginiza karsi kullanmisti. Peki bu hikayenin sonu istediginiz gibi bitti mi? Sonunda kimileri sevindirmis oldunuz?
Benim için yazilan elestiri yazilarinda en çok kullanilan, “Light” motifi. “Soyadi gibi Ince degil” Bir kere kullanir insan bunu, iki kere kullanmaz. Milan Kundera’nin bir lafi var: “Var olmanin dayanilmaz hafifligi”. Buradan bir yigin laf üretiyorlar. Bunlar siradan adamlardir. Size ne kardesim benim sairligim zarara ugrayacaksa? Benim sairligimi ne zaman degerlendirdiniz? Benim siirim hakkinda nerede yazi yazdiniz? Peki hangi hakla siirlerimi zayiflatacagini söylüyorsunuz? Bugün toplu siirlerimin 5’si yayinlaniyor, içinde yayinlanmis hiçbir siir yok. Okuduklari zaman akillari birbirine karisacak. Benim Hürriyet Gazetesine gelmemin sebebi, edebiyat dergilerinde yazdigim politik yazilardir. Hürriyet Gazetesinde ben yazmaya basladigim zaman 1000 sayfaya yakin, gazetede yazdigim yazilar benzeri yazilar içeren kitaplarim yayinlanmisti. Ve orada ele aldigim konular dün yazilmistir, eskimistir diye yirtip atamazsin, bugün yazmisim gibidir.
“HIÇ KIMSE BENIM SIIRLERIMI VE YAZILARIMI KARISTIRMASIN”
Haziran 1967’de, Arap-Israil 6 gün savasi hakkinda “Savas ve Baris” adli bir siir yazmistiniz. Ortadogu’nun gelecegini öngörmüstünüz bu herhalde sizin vasitanizla sairlerin, sanatçilarin gücünü ortaya koyan bir sey?
Elbette. Ben iyi mi yazdim, kötü mü yazdim bir sey demiyorum, bana 6 gün savasi sirasinda okudugum eserler ve izledigim dergiler isik tuttu. Mesela ben Le Nouvel Observateur dergisine o yillarda aboneydim. Bana gelirdi, okudugum yazilari bazen dergilerde yayinlanmis görürdüm, altinda bir köse yazarinin imzasi. Birde o dergide okudugumu hatirlarim. Hiç kimse benim siirlerimi ve yazilarimi karistirmasin, ben ne yaptigimi gayet iyi biliyorum. Yarina kalip kalmamak umurumda degil. Ancak sözünü ettiginiz o destansi siir Fransizcaya da çevrildi. Fransa’da yayinlanan ilk kitabimda yer aldi. Çok begenildigi için ondan sonra yayinlanan üç kitaba yol açti. Besinci kitap yolda Kasim 2012’de yayinlanacak.
Sadece sizin degil eserlerinizin de ölümsüzlesmesiyle ilgilenmediginizi hep söylüyorsunuz. Mehmet Yilmaz, Türk edebiyatina katkilarinizdan dolayi; siirleriniz, çevirileriniz ve kuramsal yazilarinizla, Türkçe konusulan bir dil olarak yasadigi sürece yasayacaginizi yazmisti. Siz ise kendi eserlerinize sahip çikmiyorsunuz?
Mehmet Beye çok tesekkür ederim. Bana yapilan büyük bir iltifattir. Ama benim amacim o degil.
“DANTE’NIN OKURU DA 50-100’Ü GEÇMIYORDU.”
Peki sizden sonraki nesil için bir sey ifade etmeniz gerekmez mi?
Onlar karar verecek. Italya’da yaptigim bir konusmada bana sizin gibi soru sordular. Bana, “Siir bu kadar gözden düsmüsken niye siir yaziyorsunuz?” diye sordular. Ben de dedim ki: ”Yaniliyorsunuz, siir her zaman gözden düsmüstü. Dante de benim durumumdaydi, Dante’nin okuru da 50-100’ü geçmiyordu. Bugün büyük kabul ettiginiz hiçbir sair öyle fevkelade okunan, gözde insanlar degillerdi. Zaman içinde kaldiklari için, degerli kabul ediliyor. Ha ben sunun için yaziyorum, bir gün benim yazdiklarima ihtiyaç duyacak bir kisi olabilir. Bir gün siirime ihtiyaç duyacak muhtemel bir kisi için yaziyorum. Bu numara degil. Sunu yazdim bir kitabimin önsözünde:” Ben yazarak mutlu oldum, baska bir is yapsaydim bu kadar mutlu olamazdim” Eger ben mutlu olurken bazi insanlari da mutlu ettiysem, yazarlik görevimi yapmisim demektir. Yoksa ben sairligimi, yazarligimi kullanarak televizyona çikarim, televizyon benim isim.
Evet TRT maceraniz var. Planlamaya alinmisken, o kurum kurulamadigi için Dis Haberlerde görev yaptiniz. Sonra da sizi çok mutlu eden bir ise girdiniz, Ankara Televizyonunda. Mesleki açidan aslinda bu anlamda bir tatmin yasadiniz?
Bütün yaptigim isleri sevdim ben. Isçiyken de, garsonken de, yedek subayken de…Çünkü hedefim, yaptigim isi iyi yapmak hatta herkesten daha iyi yapmak tutkusudur.
“ELBETTE BEN TASRALIYIM”
Iplik Fabrikasinda solculukla tanistiniz. Ben okuyarak degil, yasarak solcu oldum, dediniz. Aslinda Ismail Cem yillar önce sizi‘‘Tasrali solcu sair’’ cümlesiyle tanimlamis, siz de bunu övgü kabul ettiginizi yazmistiniz. Solculugunuz, tasrali yönünüzle nasil bir uyum içindeydi?
Ismail Cem, TRT Genel Müdürüyken dedigi seyleri ben yapmazdim. Ona öfkelenmistir. Çünkü televizyonculugu bilmiyordu. Durmadan tartismisizdir. Oradaki görevim itibariyle beni kaldirip atamaz. Planlama Müdürüyüm. Ve televizyonu bir yigin tasralinin çalistigi bir yer saniyordu. Haberciligin en iyileri oradaydi, harika bir kadrosu vardi ve bizim aldigimiz kadro, Ziya Öztan’lar falandi. Bana çok kizdigi için, ‘Tasrali, solcu sair” demistir. Elbette ben tasraliyim, Mersinliyim. Solcu olmaya gayret ediyorum. Ama onun bana solcu demeye hakki yok. Çünkü beni degerlendirecek durumda degil. Sair diyor, sairligimi de degerlendiremez. Bir tek tasrali oldugumu degerlendirebilirdi. Çünkü Mersin’de dogdum, liseyi orada okudum.
Hatta Orta ikinci sinifta iken, ögretmeninizin ikaziyla Mersinlice konusmayi biraktiniz.
Geleciyk, diyeciyk. Bayiliyorum.
"BIR MUVAZZAF SUBAYI BENDEN IYI SUBAY OLAMAZ"
1962’de yedek subaylik hizmetini Bornova’da yaptiniz. 12 Mart’ta, "Dünya Sorunlari" yayini yüzünden Sikiyönetim Komutanligi tarafindan gözaltina alinmaniz, 12 Mart 1971 Muhtirasi ile Balyoz hareketlerinin hedefi olmak, askeriyeye, orduya bakis açinizi nasil sekillendirdi?
Orduya bakis açim diye bir seyim yok benim, ön yargim yok. Ben yedek subayda çok iyi bir subaydim, hatta takdirname aldim. Bütün isleri iyi yapmak arzusunda oldugum ve yaptigim isten dolayi asagilanmak istemedigim için….Bir muvazzaf subayi, benden iyi subay olamaz. Mümkün degil. Çünkü; “Sen ne biçim insansin” denmesine tahammül edemem. Arkamdan konusulmasina tahammül edemem. O yüzden benim geçmisim piril pirildir. Hiçbir hatam yok neredeyse, hatalarim var ama ben bilirim.
"DARBELERIN TAMAMINA KARSIYIM"
Ordunun yaptigi islerin, darbelerin tamamina karsiyim. Çünkü sonuçta zarari benim inandigim ideolojiye olmustur, sola olmustur, sahsen bana olmustur. 12 Mart’ta yurt disina çikmam yasaklandi, yillarca yurtdisina çikamadim. Fransa’da, Fransiz radyo televizyon kurumunda bana kendimi televizyonculuk konusunda gelistirmem için, 2 yillik çalisma bursu vermislerdi. Gözaltina alindim, hapse girdim. Oglum küçük yaslardaydi. Hatta Nezihe Meriç’in ‘Tan’ diye olaganüstü bir hikayesi vardir. Benim gözaltina alinmami, Tan nasil algiladi? Tan, Amerika’da yasiyor. “Sana ve anneme bu muameleyi hos gören bir ülkede kalamam” dedi. Simdi Amerika’nin en büyük bilim adamlarindan biri. Kanser arastirmacisi. Harward MIT’de egitim gördü, simdi Miami’ye gitti.
"GAYRI MESRU KENAN EVREN'I KIMSE MAHKEMEYE VEREMEZ", "AKP, DARBE YASASINI DEGISTIRMEDI"
Efendim 28 Subat tartisiliyor, Güzel, tartisilsin. Ama biri çikip, 28 Subat öncesini, olaylarini andigi zaman, ‘Dur bakalim’ diyorlar. “Öyle oldugu zaman niye asker darbe yapiyor, birakin halk oyunu versin” diyorlar. Öyle sey olur mu? Bir kere 28 Subat’tan önce olanlar neydi ilk olarak onu degerlendireceksin. AKP'nin kapatilmasi davasini da, Anayasa Mahkemesinde gündeme getireceklermis. Mesela Kenan Evren’i mahkemeye veriyorlar, güzel! Gayri mesru Kenan Evren’i kimse mahkemeye veremez. Kenan Evren’den nefret ederim ama hukuk diye bir sey var. Adam darbe yapmis, darbesi mesru mu? kendine göre mesru. Çünkü iç hizmetin 35.maddesine göre “Ülkeni tehlikede gördügün zaman el koy” diyor. El koymazsa görevini ihmal olur. Birisi gelir, "Niye görevini yapmadin?” diye sorar adama. Ama bugüne kadar AKP de degistirmedi. Hala duruyor. Bir kisim adamlar, ona göre el koyabilir.
"HALKIN %92'SININ DE MAHKEMEYE VERILMESI GEREK"
Ne oldu Kenan Evren? Bir Anayasa yaptirdi, Anayasayi referanduma götürdü, bir maddesi de, “Beni de Cumhurbaskani olarak kabul ediyor musunuz?” du. Halkin %92’si oy verdi. Bu oyun anlami su: %92 oyla halk, Kenan Evren’in yaptigi darbeyi kabul etmistir. Onay vermistir. Anayasayi da kabul etmistir. Anayasa’da darbe de hukuken mesrudur. Eger Kenan Evren suçlu ise, ona oy veren %92 de suçludur, onlarin da mahkemeye çikartilmasi lazim. Halkin %92’sinin mahkemeye verilmesi gerek. Mantik budur. Mahkemenin isi adalet saglamaktir, geçmisle yüzlesmek degildir, intikam degildir. Hesaplasmanin yeri, TBMM’dir. Kenan Evren’i mahkemeye vererek ve cezalandirarak, “Demokrasi getirecegim” diyor. Bunlari yapmak hükümetin isi degil ki. TBMM’nin isi o degil. Adalet saglamak degildir. Televizyonda çikip konusuyorlar, bir tane hukukçu bile söylemiyor bunu.
"AKP, GAYRI MESRU KANUNLA GAYRI MESRU IKTIDAR OLACAK"
Demokrasi nedir, nasil saglanacak?
Kenan Evren sadece Anayasa mi yapti? Seçim kanunu yapti, Partiler yasasini yapti, %10 barajini koydu, YÖK’ü çikardi, Atatürk’ün vasiyetine göre kurulmus olan Türk Tarih kurumunu kapatti, yerine bürokrtaik bir sistem koydu. Sen, Kenan Evren’in yaptigi yasal islere karsiysan, ilk yapacagin is, onun yaptigi fevkalade tehlikeli yasalarin yerine demokratiklerini getirmek. Peki ne diye seçim yasasini degistirmiyorsun? Niye %10 barajiyla yine seçime gideceksin? Gayri mesru kanunla, gayri mesru iktidar olacaksin. Bunlari fark etmek lazim. Siradan bir gazete yazari bile bunlari anlayacak düzeyde degilse, o basina acinir. Ben aciyorum. Bana bazi Anayasa hukukçulari diyorlar ki, “Seni Anayasa’dan fahri doktor yapacagiz.” Anayasayi okursun, ögrenirsin. Benim yazdigim yazilar korkunç okumalara dayanir, bu yüzden basinda benimle kimse tartisamaz.
"SAGCILARLA TARTISMAM"
Tartisma girisiminde bulunan bir isim var aslinda, Ahmet Kekeç.
Ahmet Kekeç benimle polemik yapmiyor ki. Ahmet Kekeç’in bir iki yazisini okudum. Ahmet Kekeç ile tartisilmaz. Hakaret ediyor, küfrediyor, “Bilmiyor” diyor. O kule meselesini de çikaran o galiba. Fransizca bilmeden tutuyor beni elestirmeye kalkiyor. Onlarla tartismam, ne diye tartisayim? Bir kere sagcilarin hiç biriyle tartismam. Avuçlarini yalarlar, ben sol ile tartisirim.
Ahmet kekeç: “28 Subat’ta, 27 Nisan’da, Ergenekon kalkismalarinda, Kafes ve Balyoz girisimlerinde nerede oldugunu, kimlerle saf tuttugunu söylemiyor.” diye yazmisti.
Ne diye söyleyeyim? Yazilarima bakarlar. Bir, ben 2000’de basladim yazmaya. 28 Subat 2000’den önce oldu. Bu konularda ne düsündügümü neden merak ediyorlar?
Ama yine de 28 Subat ile ilgili çok önemli bir tespitiniz var: “28 Subat’in 99 zarari olmus ise 1 tane de faydali yani olmustur: Islamci cenaha demokrasi diye bir sey oldugunu hatirlatmistir”
Evet, demisizdir. Ahmet Kekeç degil sadece, onun gibi sagda bana laf atan onlarca yazar var. En sikistilari zaman bana ‘Cahil’ diyorlar. Bana cahil diyen bir adamla ben ne tartisayim. Ayrica ben ancak, solla tartisirim. Benim muhatabim solculardir, çünkü sagcilarla benim tartisacak hiçbir seyim yok. Ne din meselesini tartisabilirim, ne ahlak meselesini, ne Kuran’i, ne siiri, ne edebiyati…Benim sagla tartisacagim hiçbir sey yoktur. Çünkü onlarin söyledikleri kendilerince dogrudur, benim söylediklerim de bence dogrudur. Ben onlari yok sayarim. Solcu ve Cumhuriyetçilerle tartisirim. Bak, son yazimda Cumhuriyetçileri yerin dibine batirdim çünkü benim faydam ancak Cumhuriyetçilere olur, sola olur. Onlara faydam olmaz, onlar sadece bana küfrederler. Ben onlarla ayni mekanda bile bulunmam. Tanismak bile istemem.
"28 SUBAT IKTIDARININ NE YAPTIGINA DA BAKACAKSIN"
Peki 28 Subat’in yarari konusunda fikriniz sabit mi?
28 Subat, 28 Subat’i yapanlarin hatasi olarak kabul edilebilir. Yapmasalardi. Yalniz sunu unutuyorlar. Demokrasilerde bir siyasal parti Anayasaya ve yasalara göre iktidara gelir ve Anayasalar iktidarlarin uymasi gereken tartisilmaz kriterlerdir. Hiçbir hükümet o Anayasayi yok farz ederek, icraat yapamaz. Hiçbir siyasal parti istedigi gibi özellestirme yapamaz. Istedigi gibi özel hayata müdahale edemez, gezme ve dolasma özgürlügünü de yok edemez ama Anayasa’nin degismez maddelerine de aykiri is yapamaz. Eger 28 Subat müdahalesi olduysa, mevcut iktidarin bir kisminin ne yaptigina da bakacaksin. Anayasayi yok ediyor. 4+4+4, hem Anayasanin ilk 4 maddesine, hem de Anayasanin 174. Maddesine aykiridir. Anayasanin 174. Maddesi, devrim yasalarini savunur, degismezler adinda geçmez ama o da degistirilmezdir, referansi ilk 4 maddedir. Peki göz göre göre tevhidi tedrisat kanunu yürürlükte iken, nasil bunu yaparsin.
"LAIK DEVLETIN ÖNCE OKULU LAIKTIR", "LAIK OKULA DIN GIRMEZ"
Imam Hatipler, sadece Imam ve Hatip yetistirmek üzere kurulmustur. Onlarin fakültelere gitme hakki yoktur, örnegin avukat olamazlar. Çünkü laik devletin önce okulu laiktir. Çagdas ülkelerin tamami laiktir ve okullari laiktir. “Efendim Fransa’da Katolik okullari var” diyorlar. Katolik okullari var ama ta Napolyon zamaninda kalmistir. Mülkiyet meselesidir o. Mülkiyet, Katolik kilisesine aittir ama egitim laiktir, din ögretilmez, papazlar orada ders vermez, Adem ile Havva ögretilmez orada. Özel okuldur, özel statüdedir. O okullara Yahudiler gider, Müslüman Türkler gider, Müslüman Araplar gider ama adi, Katolik okuldur. Imam Hatip okullarina benzer bir okul yoktur Avrupa’da. En son, Küçük seminer denilen, Imam Hatiplerin dengi olan okuldan papazlar çikartildi ama Fransa’da 1975’te sonuncusu kapatildi, su anda laik liseler vardir, o lise mezunlari, teoloji fakültelerine giderler, orayi bitirirler, ondan sonra papaz olurlar, veya liseyi bitirdikten sonra özel kurslara giderler. Bunlarin hepsi Türkiye’de yalan söylüyor. Bunlarin aksini ispatlamak isteyen gider Fransa’ya, Katolik okullarinda katoligin ögretilip ögretilmedigini sorar. Mesela Avrupa’da Rum papaz okulu gibi bir okul yoktur. Onlar imam hatip okullarindan daha berbat. Imam hatip okullarini, liseye paralel bir egitim yolu olarak kullaniyorlar ve bu tevhidi tedrisata aykiridir, cumhuriyetin özüne aykiridir. Laik okula din girmez. Laik okulda dini egitim yapilmaz, din bilgisi verilir.
"28 SUBAT, RAYINDAN ÇIKAN ULUSAL EGITIMI CUMHURIYETIN RAYINA OTURTMUSTUR"
Sair Ataol Bahramoglu, "Evet 28 Subat'i destekledim. Asla pisman degilim. 28 Subat 1997'de askerler Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin ödemdeki iktidari tarafindan basta egitim olmak üzere yikilmasina, bozulmasina engel oldular" diye bir açiklama yapti.
Ataol dogru söylemis ama keske ‘Destekliyorum’ demeseydi. Çünkü desteklenmeye ihtiyaci yok. Çünkü 28 Subat hareketi, yolundan saptirilan ulusal egitimi, Cumhuriyetin rayina oturtmustur, rayindan çikmisti. Simdi her isi biraktilar, tekrar oraya döndüler, niye dönüyorlar. Söyle yapin, imam hatip okullarini cumhuriyet kurdu, amaci neydi, aydin okur yazar, dünyadan haberli, bir yandan da laik egitimden geçmis din adami yetistirmekti. Harika bir sey. Mesela Robert Koleji mezunlari ne kadar Ingilizce, Alman Lisesi mezunlari Almanca biliyorlarsa, sen Imam Hatip Lise mezunlarina Arapça ögret, Ingilizce, Fransizca ögret, dünyanin en iyi bilim adamlarini getir, onlari donat. Arapça bilmiyor onlar. Ben lisede Fransizca ögretmenligi yaptim, ne kadar ögretmeye çalissam da ögretemedim, hiç kimse lisede, yabanci dil ögrenmez. Niye ögrenmediklerini biliyorum ama konusma kapsamina uymaz. Imam, Arapça bilmiyorsa, Imam Hatip lisesi niye var? Amaç, Türkiye’deki gençleri hurafelerle igdis etmek. Kizlarin bilinçlerini yok etmek.
“BASKANLIK SISTEMI, DOGU TOPLUMLARINA UYMAZ.”,
“TÜRKIYE’DE BASKANLIK OLURSA BU PADISAHLIGA DÖNER”,
“BIZIM GELENEGIMIZ; CUMHURIYETTIR”
“Nasil olacagini bilmeden kendi adima baskanlik sistemine olumlu oy veremem.” demistiniz. Nasil olacagini bilmeniz halinde, Tayyip Erdogan’in Baskanligina razi misiniz?
Ben Baskanliga karsiyim. Sordugunuz sorularda, ilk defa söyledigim bir söze kusku ile baktim. Baskanlik, dogu toplumlarina uymaz. Suriye’deki adamin babasinin yerine geçtigini düsünsene…Azerbaycan’daki adam, babasinin yerine geçti. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde padisah gibi bir daha seçiliyor, bir daha seçiliyor. Rusya’da da olmaz Baskanlik. Putin geliyor gidiyor. Ruslar rahatsiz degil. Biraz özgür biraksalar umurunda olmaz. Kendine göre bir demokrasi anlayisi var. Ve Türkiye’de Baskanlik olursa bu padisahliga döner, parlamenter sistem fevkalade iyi bir sistemdir. Demokrasi de öyle göklere çikartilacak bir sistem de degildir, demokrasi olmasin da demiyorum, Türkiye’de hiç kimse ‘Cumhuriyet’ lafini kullanmiyor. Bizim gelenegimiz; Cumhuriyettir. Çünkü Cumhuriyet, demokrasiyi de içerir, laikligi de içerir, hepsini içerir.
“AZGIN LAIK OLMAK AYIP BIR SEY DEGIL”
“Azgin dinciler = Azgin laikler” hesabi Cumhuriyet’in ruhuna ihanet eden bir budalaliktir.” diyorsunuz.
Tabii… Çünkü azgin laikler, azgin dinciler ayni kategoride yer almazlar. Azgin laik olmak ayip bir sey degil ki. Aslinda “Azgin laiklik” bir zorlama. Azgin Islamcilik varsa azgin laiklik de vardir, olmali, zorlamasi… Laikligin sinirlari belli: Yasalarin referansinin din olmamasi, egemenligin halka ait olmasi, yasalarin meclis tarafindan çikartilmasi. Yasalarin referansinin din olmamasi, bilimsel düsünce olmasi..Azgin laiklik, bilime karsi degildir, özgürlüklere karsi degildir. Ama diyorsun ki, ben türban takacagim. Burada eczaci bir hanim var, basi örtülü, beni hiç rahatsiz etmiyor. Namaz kilanin namaz kilmasi beni rahatsiz etmiyor ama her geçen gün dincilerin etkisiyle Türkiye’de, insanlarin özgürlüklerini kaybettiklerini görüyorum. Ben 1950’nin Türkiye’sini de biliyorum, 2012’nin Türkiye’sini de biliyorum. 1950’nin Türkiye’si ile dünya arasinda büyük bir fark yoktu. Mesele bu. Ertugrul falan yaziyor, “Azgin laikçi=Azgin dinci” ayni sey degil.
“ÇOCUKKEN ÖGRETMENLERIN HELAYA GITMEDIGINI DÜSÜNÜRDÜM.”
Ama siz asiriliga kaçan her seye karsi oldugunuzu belirtmistiniz. Örnegin, “Atatürk içimizde” sloganina safça inanan bir çocugun Atatürk bogulmasin diye su içmemesini bir safta olarak dile getirmistiniz, “Çocuklar Haklidir” basligi ile.
O fevkalade güzel bir yazidir. O lafi, Baskin Oran söylemistir. Efendim okullarda Atatürk içimizde deniyormus da, çocuklar su içmiyormus, Atatürk bogulur diye. Peki bu adam 50 yasina geldiginde de ayni etkiyi tasiyor mu, hayir. Bir süre sonra diyor ki, “Atatürk içimizde” demek, bir metafordur, metafor oldugunu anladigini zaman derhal bundan vazgeçiyor ama dini hurafeyi ögrettigin zaman 90 yasina kadar onun etkisinde kaliyor. Aradaki fark bu. Ben de çocukken ögretmenlerin helaya gitmedigini düsünürdüm.
“ASIRI LIBERALLIK, ASIRI ISLAMCILIK KADAR TEHLIKELI DEGILDIR”
O belki de istisnai bir örnek ama Atatürk’ün ilahlastirilmasina, tabulastirilmasina ne diyeceksiniz? O da dincilik kadar kötü bir sey mi?
Hayir, o da begenilecek bir sey degil tavsar zamanla, tavsamistir. Ama dincilik kadar tehlikeli bir sey degil. Onu tartisabilirsin. Atatürk’ü tabu haline getiren bir adamla bu meseleyi güzel güzel tartisabilirsin, seni ölüme mahkum etmez, döneksin, vatan hainisin diyemez, anlatirsin, akli varsa anlar ama dini yobazla tartisamazsin. Atatürkçülük ile dinciligi ayni kefeye koymak saçmadir. Atatürkçülük, kravat takmak degildir. Mesela bir köylü Toroslar’dan, Mersin’e inmis, “E ne gördün?” demisler, “Ya demis, Atatürk dedikleri bir herifmis, grabet(kravat) dedikleri de bir çaput imis.” Hiçbir sekilde asiri dincilikle, asiri Kemalistligi yan yana koyamazsin, birisi dünyevi, öbürkü bilmem ne. Asiri Kemalizm, tehlikeli olur, her seyin asirisi tehlikelidir, asiri liberallik de tehlikelidir ama asiri liberallik asiri Islamcilik kadar tehlikeli degildir.
“LIBERALLERIN ÇOGU SAHIP OLDUKLARININ KAYNAGINI GÖSTEREMEZ”
Emperyal kapitalizmin kiralik askerleri, kökten dincilerin müteffiki olarak gördügünüz liberal aydincilari pek sevmediginizi yazmistiniz.
Her zaman yazmam onu. Yilda bir iki kere öyle sey yazariz, durmadan onu nakarat gibi tekrarlamam. Mesela parali asker lafi yanlis çeviridir. Parali Asker demek, para karsiligi askerlik yapan demektir, para karsiligi bir is yapana ücretli denir, kiraliktir. Parali asker degil de, kiralik askerdir. Ve liberaller çogunun su anda sahip olduklari maddi olanaklarin mesru kaynagini çogu gösteremez. Benim bankada biraz param var ama hepsinin bir kurusuna kadar maddi kaynagi bellidir. Ya gazeteden almisimdir, gazeteden zarf içinde maas almadim, çogu almistir. Ikincisi yayinevlerinden aldigim paradir. Baska hiç bir seyim yoktur. Ama gazetecilerin pek azi dikkat eder. Siz benim hayatimi incelemissiniz, bravo, bu kadarini beklemiyordum, bu yaptiginiz ise saygi duyuyorum. Benim gibi bir adamin geçmisini didik didik etmezler mi? Ben her zaman iktidara karsi olmusum, hiç kimseyle geçinmemisim, önümdekini isirmis, arkamdakini tepmisim. Yillar önce benim aleyhimde yazi yazan birine telefon açip, “Yahu sen bunlari yazdigin zaman ben Cannes Film Festivali’ndeydim. Böyle seyler olduysa da haberim yok” dedim, “Yok dedi, sen orada yapmissindir” bunun üzerine küfür ettim. Sonra 3-5 gün sonra bir sabah ise geldim. Adam odamda oturuyor. Odada Faruk Bayhan da var. Adam bana geldim, odamdayim, Faruk Bayhan yanimda idi, bana dedi ki, “Ben bu isten ekmek parami kazaniyorum, sen burada yaptigin islerle bana engel oluyorsun, çünkü sen bana buradan tüyo vermiyorsun, hangi programi Dallas’in yerine koyacagini söylemiyorsun, söylesen ben bunlari yazacagim ve gazetede itibarim artacak” -Ya nerede görülmüs bir iktidar sahibinin iktidarini paylasacagi?sen bana hiçbir sarkici kaziklayamazsin, sen bana hiçbir seslenme aktristini veya aktörünü tavsiye edemezsin, ben karar veririm ona. Ya dedi, senin kimseye borcun yok, meyhanelerde hir çikartmiyorsun, sarhos olmuyorsun, sarkicilardan sevgilin yok, ben seni nasil sikistiracagim, o zaman solculugun konusunda hikayeler uydururum, dedi. Adini vermiyorum, hala yazmaktadir.
“ERTUGRUL ÖZKÖK VE SEDAT ERGIN BANA YAKINLIK VE SAYGI DUYARDI"
Ertugrul Özkök mü?Galiba sizi ilk kesfeden o ayni zamanda.
Yok canim, Ertugrul benim kardesim gibidir.Tanisikligimiz eskidir. O Hacettepe’de asistandi ben Türkiye televizyonlarinda Planlama Müdürü idim. Ertugrul Özkök, Sedat Ergin yakinlik ve saygi duyarlardi bana. Ben 40 yasinda bir yetiskindim. Onlar taze delikanliydilar. Ertugrul kesfetmedi beni, bana kendimi ifade etmem için firsat verdi.
“HIÇ BIR ZAMAN RÜZGARA KAPILIP, SALLANMADIM”
Solcu oldunuz ama solu hiç kötüye kullanmadiniz saniyorum. Mao, Castro, Che gibi önder olmak, iktidari ele geçirmek gayesi içinde olmadiniz diyebilir miyiz? Düzeni degistirme gayretiniz olmasina karsin.
Düzenin degismesini her zaman istedim, halkça bir düzen olsun, insanlar mutlu olsun. Mehmet Fuat benim hakkimda yazdigi yazilarda, “Hiçbir zaman rüzgara kapilip sallanmamistir” der benim için. Çünkü bilmesi gereken kaynaklari, kaynaklarindan okuyordum.
“KURAN DEFORME EDILMISTIR”
Solla çok özdeslestiniz. O kadar ki, Kuran’in solcu ayetleri oldugunu iddia ediyorsunuz. Mâûn süresi, 17.ayeti gibi… Kuran’i sol tarafindan ele aldiginda daha mi inandirici sizce?
Hayir öyle bir sey söylemiyorum. Islamcilar, Islamin özüne ihanet ediyorlar. Toplumsal uyanisi engellemek, insanlari baski altinda tutmak için Emevilerden bu yana kutsal kitabin gerçek özünün üzerini örtüyorlar. Hep sagdan yorumluyorlar. Güney Amerika’daki sol teoloji konusunda yazdigim yazilarda Müslüman Sol Teoloji anlayisina sahip yazarlardan da söz ediyorum. Güney Amerika Latin Kilises’ne mensup özgürlük teolojileri var. Théologies de la libération. Su andaki Güney Amerika önderlerinin, baskanlarinin epeycesi bu sol teolojinin ürünüdür. Televizyona çikiyorlar, “Para biriktirmek, “kenz”, Islam’a aykiridir” diyorlar, bunu yazan yazarlar var ama statütonun sunni din adamlari bunlari derhal susturuyorlar. Hiçbir din, bir insanin bir insan tarafindan sömürülmesine izin vermez. Ha veriyorsa sonradan ilave edilmistir. Ne Hiristiyanlikta vardir, ne Kuran’da olmasi lazim gelir. Kuran’da en az Incil kadar olmasa bile deforme edilmistir, eklentiler vardir. Bunu dünyadaki Islam alimleri bile söylüyor. Peygamberin ölümünden 50-60 yil sonra Kuran derlendi. Neye göre derlendi? Bir kismi inek kemiklerinin üstüne yazilmisti, bir kismi da Kuran hafizlari vardi, onlarin kafasinda ne kaldiysa…Teyip mi vardi?
“ANA DILDE EGITIM DIYE BIR SEY OLMAZ”,
“AYRILMAK, MASA BASINDA OLMAZ, SILAH GÜCÜYLE OLUR.”
Kendinizi,” Siir ve edebiyat disinda kartezyen mantikli, rasyonel kafali bir adam” olarak görüyorsunuz. Kürt sorununun çözümü de saniyorum bu özelliginizde cevap bulamiyor?
Kürt meselesi gayet basit. Öyle atla deve degil. Ben hiç Kürt meselesinin özünü elestirmedim. Çikiyorlar, bildiri yayinliyorlar, bildirileri bastan asagi saçma. Bu gele gele ana dilde egitime geldi. Kardesim üniter bir devlette ana dilde egitim diye bir sey olmaz. Iki nedenle olmaz. Bir, Kopenhag kriterleri ana dilde egitim, demiyor. Diyor ki, “Türkiye, yerel dillerin özgürce ögrenilmesini engellerin kaldirilmasi için gerekeni yapar” ‘Kürtçe’ demiyor. Eger Kürtçenin ögrenilmesini engelleyen bir yasa varsa bunu kaldiracaksin. Kürtlerin, Kürtçeyi ögrenmek analarinin ak sütü gibi helaldir. Ben nasil Türkçeyi konusuyorsam, ögreniyorsam, onlarin da, Çerkezlerin de hakkidir. Fakat ana dilde ögretim demek ne demek kardesim? Fransizca ”enseignement de la langue maternelle” denir ki bu anadilin ögrenilmesidir ama “enseignement en langue maternelle” ya da “enseignement dans la langue maternelle” dediginiz zaman, ögretimin ana dilde yapilmasi demektir. Yani okul öncesinden, üniversite sonuna kadar doktoranin ana dilde yapilmasi demektir. Bu ancak resmi dille olur. Kürtçenin resmi dil olabilmesi için, ilkokulda, ortaokulda, üniversitede egitimin Kürtçe yapilabilmesi için, federe bir Kürt devleti kurulmasi gerekir.Nasil kuracaksin Kürt Federe devletini? Müzakere ile mi? Eger müzakere ile ise, ilk ögrenilmesi gereken anadilin ögrenilmesi (hakki) ile, anadilde ögrenim (hakki) arasindaki büyük farki ögrenmek olacak. Anadilin ögrenilmesi hakki, demokratik ve insani bir haktir. Anadilde ögrenim hakki istemek ise siyasal, politik bir tavirdir. Federal devlet, bagimsiz devlet isteyen, bunu açikça söylemeli. Anadili isin içine karistirmadan. Federe devlet oldugun zaman, bagimsiz devlet oldugun zaman ögrenimi zaten kendi dilinde yaparsin, keyif senin. Ama Irak özerk Kürt bölgesinde, üniversitelerde ögrenim dili agirlikli olarak Ingilizce ve Arapça, Kürtçenin Sorani lehçesi daha sonra geliyor.
Bunlara su tavsiyede bulundum bir yazimda: “Oturun pazarliga, katiyen asagidan baslamayin, yukaridan baslayin, bagimsizlik isteyin, bölünmek isteyin, vermezlerse vermeyenin iki yüzü kara, gidersin federasyona, federasyonu da vermiyorlar, inersin bir asagisina”Tabi bu ironik, birinci bölüm ironik degil, bugün de ona inaniyorum. Sadece ben, anadilde egitim istenmesine tahammül edemiyorum, “Ya kardesim bu ayrilik demektir, sen ana dilde egitim yerine ayrilmak istiyorum” desene. Herkes anlasin. Sana kimse ana dilde egitim hakki vermez. Bir de bu kismi girgir: ”Dagdakilerin ovaya indikleri zaman intibaki yapilsin” yani kaç yil dagda kaldiysa ona göre maas baglansin. Ayrilmak istiyoruz diyecekler. Ayrilmak, masa basinda olmaz. Ayrilmak silah gücüyle olur. Masa basinda Çek ve Slovekya’da oldugu gibi bir federasyon olursa olur. Suni olarak kurulmustur, bir süre sonra biz ayrilalim dediler. Zaten bütün düzenleri iki dildeydi onlarin. Ayrildilar gitti, Yugoslavya gayet kolay ayrildi çünkü Sirbistan’da Sirpçaydi, Makedonya’da Makedonya idi, Karadag’da Montenegro diliydi, egitim böyle yapiliyordu, hiçbir sey degismedi yalniz Makedonlar birden bire kendilerini yalniz hissettiler, Yugoslavya iken büyük bir devletin parçasiydilar, kendi basina kalinca küçücük bir ülke oldu. Bir de üniter devletin, federasyon oldugu görülmemistir. Bunun bir örnegi yok. Türkiye bunun ilk örnegi olsun diyorsaniz, bunu hukukçularla tartisacaksiniz. Türkiye bugünkü durumda Kürtlere ne verebilir? Genel demokratiklesmeden payini verir. Oranin kalkinmasi için haddinden fazla yatirim yapar, Kürtçe ögrenilmesinin önündeki bütün engeller kalkar, Kürtçe radyo-televizyon kurulur, kitaplar yayinlanir. Mesela Fransa’da Brötonca üniversitede ögretim dili degildir. Mahkemede .konusulmaz. Güney Fransa’da Baskça ve Oksitan diliyle konusulmaz mahkemede. Belediyeye Oksitan diliyle dilekçe veremezsin. Mesela Baskin Oran bu konularda bastan asagi yalan söylüyor.
“MEHMET ALI BIRAND, AVRUPA BIRLIGINE MUTFAK KAPISINDAN GIRER”
Peki ulusalci bakis açinizi da biraz irdeleyelim…. Mehmet Ali Birand, sizin için, “Uluslararasi iliskilerden pek anlamiyor. AB konusunu ve genel iliskileri sürekli komplo teorilerine dayanarak yorumluyor” diye yorumda bulunmustu. Size göre, Ulusalciligin her türlüsü ucuz mu?
Ben ulusalci degilim. Mehmet Ali’yi ciddi bir gazeteci olarak kabul etmem, ciddi bir entelektüel degildir, alt tarafi bir gazetecidir. Avrupa Birligine gidip, Avrupa Birligini ondan daha mi az anlayacagim? Belçika’da 3-5 sene oturmus, politikacilar taniyor. Ben de tanirim, istesem çok daha fazla tanirim. Avrupa’da ondan çok daha büyük itibarim var. Kartimin altina, Mallarme, Avrupa Siir Akademisi Üyesi yazdigim zaman Mehmet Ali’nin girmedigi bütün kapilardan ben girerim. Mehmet Ali ancak mutfak kapisindan girer, ben ana kapidan girerim.
“DARBE YAPMAYA NIYETLERI OLSA HAPSE GIRMEZLERDI”
“TSK’nin general ve amirallerinin yüzde onu gerçekten darbeci olsalardi, 14 Mart 2011 günü herhangi bir Balyoz durusmasi ol(a)mazdi.”diyorsunuz.
Olmazdi.
Yani yetenekli darbeciler degiller miymis?
Ya o anlama geliyor, ya da bunlarin hepsi palavra. Darbe yapmaya niyetleri olsa, hapse girerler mi? Dünyanin neresinde görülmüs? Bunlar emekliyken darbeye tesebbüsten yargilanmiyorlar, muvazzafken darbe yapmayi düsündükleri için yargilaniyorlar, düsünüp düsünmedikleri de belli degil. Ben Kartezyen mantikla düsünüyorum. 30-40 tane general….Genel Kurmay Baskani da içeride. Genel Kurmay Baskani ve dört tane Kuvvet Komutani bir araya gelir, emir kumanda zinciri içinde darbeyi yaparlar, örneklerini gördük. Ben inanmam. Ama belki çikacaktir ortaya, o zaman da “Bunlar yeteneksiz budala” derim.
“KENAN EVREN ILE BIRLIKTE ONA OY VEREN %92 DE YARGILANMALIDIR.”
Peki 28 Subat kapsaminda Aydin Dogan’in yargilanacagina ihtimal veriyor musunuz?
Bunlara karismam, ilgilenmem. Aydin Dogan’la Hürriyet’te yazmaya basladiktan on yil sonra 2010 yilinda tanistim. 28 Subat için hiç yazi yazmadim. Simdi yeni gazetemde bazi seyleri yazacagim. Kenan Evren ile birlikte ona oy veren %92 de yargilanmalidir. Bunu benden baska kimse düsünmedi, bunu yazarim, benim yazdigim konular, temeli olan, bilimsel konular olmali, 50 yil sonra da okunacak seyler yazmak istiyorum, bugüne taniklik eden. Ben gündemi izlemem, benim hazir yazilarim vardir, denk düser.
hulyaokur@haberx.com