KURTULUS SAVASI’NIN ÖRTÜLÜ IDEOLOJISI: LAIK CUMHURIYET _ Sinan MEYDAN
Atatürk, Kurtulus Savasi’nda iki temel politika izlemistir.
Bu politikalardan görünür olani, vatani isgalden kurtarip tam bagimsizligi saglamayi amaçlayan “Dogu Politikasi“dir.
Dogu Politikasi da iki baslidir.
1. Sovyet Rusya’ya yönelik olan “Bolsevik Politikasi“,
2. Iç ve dis Islam dünyasina yönelik olan “Islami Mesruiyet Politikasi“…
Atatürk’ün Kurtulus Savasi yillarinda bu politikalara es zamanli olarak ancak örtülü biçimde yürüttügü ikinci bir politika ise kurtulusun ardindan kurmayi planladigi çagdas ulus devlete yönelik “Laik Cumhuriyet Politikasi“dir.
Dolayisiyla “Atatürk, Kurtulus Savasi’nda baska, sonrasinda baska politikalar izledi!” seklindeki iddia tamamen gerçek disidir.
Gerçek sudur: Atatürk, Kurtulus Savasi’nda ve sonrasindaki devrimler sürecinde iki temel hedefe; tam bagimsizliga ve çagdaslasmaya/muasirlasmaya yönelik “akilci” politikalar izlemistir. Her iki süreçte izlenen stratejiler ile ulasilmak istenen amaçlari birbiriyle karistiranlar, Kurtulus Savasi’ndaki Atatürk ile devrimler sürecindeki Atatürk’ün “çok farkli” oldugunu ileri sürüp “Ama Hangi Atatürk” diye kitaplar bile yazmistir! Ancak dikkatli bir gözün kolayca görebilecegi gibi Kurtulus Savasi’ndaki Atatürk ile devrimler sürecindeki Atatürk amaçlari, idealleri bakimindan aynidir.
Burada gözden kaçirilan nokta sudur: Atatürk’ün 19 Mayis 1919’da Samsun’a çikarak baslattigi mücadele (Milli Mücadele/Istiklal Harbi/Bagimsizlik Savasi/Kurtulus Savasi, adina ne derseniz deyin) sadece düsmani yurttan atma mücadelesi degildir, ayni zamanda bir çagdaslasma mücadelesidir.
Çogu kez gözardi edilmesine ragmen Atatürk, laik cumhuriyetin temellerini, Islami rengi çok belirgin olan, bu Kurtulus Savasi yillarinda atmistir. Örnegin, 23 Nisan 1920’de tekbirlerle, dualarla, kurbanlarla açilan TBMM, 24 Nisan 1920’de “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur” biçiminde kararlar almistir. Yani, açilisi görünürde Islami olan Meclis, bir gün sonra örtülü olarak laik cumhuriyete yönelik kararlar almistir. Bu incelikli politika TBMM’deki milletvekillerinin benimsedigi bir politika degildir. Bu politika tamamen Atatürk’ün düsünüp uyguladigi bir politikadir. Çok muhafazakâr bir mecliste bu ince politikayi yürütmek çok kolay olmamistir. Örnegin tekbirlerle, dualarla, kurbanlarla açilan o mecliste Atatürk’ün halife/padisahi devre disi birakip ulusal egemenligi ön plana çikarmayi amaçlayan teklifi çok tartisildiktan sonra -halife/padisahin da kurtarilacagi- sartiyla ancak kabul edilmistir. Su kadarini söylemeliyim ki, Atatürk’ün en yakin silah arkadaslari bile Kurtulus Savasi’nin emperyalizme karsi bir bagimsizlik mücadelesi olmasinin ötesinde ayni zamanda sultan/halifeye karsi ulusal egemenlik, geri kalmisliga karsi bir aydinlik mücadelesinin ilk basamagi oldugunu görememistir.
Demem o ki, Kurtulus Savasi’nin açik/görünen politikasi daha çok Islam veya Islamcilik olmasina karsin, ayni Kurtulus Savasi’nin gizli/örtülü politikasi ulusal egemenliktir.
Ulusal egemenlik ise laik cumhuriyete yönelik çok güçlü bir hazirliktir.
Dolayisiyla Kurtulus Savasi -hep göz ardi edilmesine karsin- aslinda iki cepheli bir savastir. Isgalci düsmani Anadolu’dan çikarmak için açilan ulusal bagimsizlik cephesinin disinda bir de sultan/halife düzenine, dinsel monarsiye karsi açilan ulusal egemenlik cephesi vardir. Birinci cephe açik/görünür, ikinci cephe gizli/örtülüdür. Dolayisiyla Kurtulus Savasi aslinda ayni anda hem ulusal bagimsizlik hem ulusal egemenlik savasidir.
Atatürk, Kurtulus Savasi’nin bu iki amacini 1927’de Nutuk‘ta “Ulus egemenligine dayanan tam bagimsiz yeni bir Türk devleti kurmak” seklinde ifade etmistir.[1] Atilla Ilhan’in dedigi gibi aslinda “Devrim, anti-emperyalist Kurtulus Savasi’yla es zamanli yürütülmüstür“.[2]
Atatürk, Samsun’a çiktiktan sonra nerdeyse attigi her adimda Türk Devrimi‘nin altyapisini hazirlamistir. Amasya Genelgesi’nde, Erzurum Kongresi’nde, Sivas Kongresi’nde, TBMM’nin açilisinda ve alinan ilk kararlarda, 1921 Anayasasi’nda hep “ulusal egemenlige”, halkin iradesine vurgu yapmistir. Ulusal egemenlige, halkin iradesine vurgu yapilmasi demek Osmanli sultan/halifesinin otoritesinin artik taninmamasi demektir.
Yüzyillardir kendini “Allah’in yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultan/halifenin otoritesini tanimayarak “egemenligin kayitsiz sartsiz milletin” oldugunu belirtmek demek ise dine dayali monarsik devlet düzeninin yerine laik cumhuriyete gidildiginin çok açik isaretidir.
Atatürk, bütün bir Kurtulus Savasi’ni bir millet meclisiyle “milli kararlara” dayanarak yürütmüstür.
Atilla Ilhan‘in dedigi gibi “Siz Osmanli ülkesinde ‘milli kararlara dayanmak’, ‘mesrulugu’ bunda aramak ne demektir? bilir misiniz? Padisahi ve halifeyi silmek, hiçe saymak demektir! Mustafa Kemal, Amasya Tamimi’nden itibaren Osmanli mesrulugunu reddetmis, tarihsel mesrulugu önemsemistir. Buysa ihtilalin ta kendisidir.“[3]
TBMM’nin, 24 Nisan 1920 tarihli “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur” karari, 20 Ocak 1921 tarihli Teskilat-i Esasiye Kanunu’ndaki “Egemenlik kayitsiz sartsiz milletindir” karari ve 1 Kasim 1922 tarihli “saltanatin kaldirilmasi” karari ile Mustafa Kemal, gizli/örtülü olarak laik cumhuriyetin tüm alt yapisini hazirlamistir. Dolayisiyla laik cumhuriyetin alt yapisi Kurtulus Savasi’nda hazirlanmistir, dersek abartmis olmayiz.
Prof. Dr. Suat Sinanoglu’nun daha 1963’te yaptigi su tespit çok dogrudur: “Asker Mustafa Kemal’i begenip devlet adami Kemal Atatürk’ü reddedenlerin görüsünün tam aksine bu eski düzeni temelinden yikmak isteyen ihtilalci niyet ve irade 19 Mayis 1919’dan birkaç gün sonra, anlayanlar için, açikça tezahür etmek firsatini bulmustur.” Sinanoglu, Atatürk’ün Türk milletini “bir medeniyetten baska bir medeniyete geçirmek” istedigini, bu mücadelenin “düsmanla giristigi mücadeleden daha çetin bir mücadele” oldugunu belirterek aslinda Atatürk’ün “Ilk hedefi Akdeniz degil Cumhuriyet, nihai hedefi ise Türk toplumunu çagdas medeniyetin seviyesine ulastirmak olmustur.” demistir. Sinanoglu’na göre “Bu sebeple Atatürk muharebe meydanlarinda istilaci Bati ordulari ile dövüsürken içeride eski medeniyete karsi o ayni Bati’nin fikirlerini büyük bir azimle müdafaa etmistir.“[4]
Hindistanli Prof. Mohammad Sadiq da Türk laikliginin kaynagini Kurtulus Savasi’ndan aldigini belirtmistir. Kurtulus Savasi’nin kisa zamanda sultan/halife karsiti bir mücadeleye dönüsmesi ve sultan/halifenin ideolojik mirasini reddetmesi ile laik cumhuriyetin temelleri atilmistir. Sadiq’a göre “Kurtulus Hareketi baslangicindan itibaren degisim ile duraganlik, yeniden dogus ile gerileme, ilerleme ile gericilik, laik canlilik ile dinsel uyusukluk arasindaki bir mücadele izlenimi vermistir.(…) Kurtulus Savasi’nin ruhu milli irade kavramidir (…) Milli iradenin siyasal ifadesi olan ulusal egemenlik düsüncesi asil olarak laik bir kavramdi. Osmanli Müslüman egemenlik kavraminin temeli olan ümmet anlayisina taban tabana zitti. Ulusal egemenlik düsüncesi halkin iradesine yani halk inkilabina dayali bir demokratik, siyasal düzeni kastediyordu. (…) Halk iradesi laiklige dogru atilan bir adimi ifade eder, çünkü dinsel dogmalardan degil zamanin siyasal gereklerinden dogmustur. Halk iradesi düsüncesi böylece laiklesme sürecini hizlandirmistir. Laiklik, kurtulus hareketinin en dayanikli mirasi olarak ortaya çikmis ve sonraki degisime kendi damgasini vurmustur. ” [5]
Atatürk, Kurtulus Savasi’nin gizli/örtülü hedefine, laik cumhuriyete yürürken çok dikkatli hareket etmistir. Büyük bir çogunlugu muhafazakâr milletvekillerinden olusan bir mecliste ve toplumda yeri ve zamani gelmeden ne laiklikten, ne cumhuriyetçilikten söz etmistir. Padisah Vahdettin‘in ihanetlerinin farkinda olmasina karsin belirli bir süre -bazi gizli oturumlar hariç- açikça bunu dile getirmemis, hatta tam tersine amacinin halife/padisahi kurtarmak oldugunu belirtmis, daha Erzurum Kongresi günlerinde Mazhar Müfit Kansu‘ya gelecekte cumhuriyeti ilan edecegini söylemesine karsin, strateji geregi cumhuriyet sözünü hiç kullanmamis, anayasaya “Devletin dini Islamdir” maddesinin konulmasina ve meclisin dinsel nedenlerle “içki yasagi” gibi birçok kanun çikarmasina bile sessiz kalmistir. Dolayisiyla Atatürk, Kurtulus Savasi yillarinda sessiz ve derinden yürüttügü laik cumhuriyet hedefini adeta özenle örtüp gizlemistir. Atatürk, o zaman neden böyle bir yola basvurdugunu sonradan Nutuk’ta söyle ifade etmistir: “Ulusal savasin tam amaci yurdu dis saldiridan korumak oldugu halde bu savasin basariya ulastikça ulus iradesine dayanan yönelimin, bütün ilkelerini ve sekillerini evre evre bugünkü döneme degin gerçeklestirmesi olagan ve kaçinilmaz bir tarih akisi idi. Bu kaçinilmaz tarih akisini gelenekten gelen aliskanligi ile hemen sezinleyen padisah soyu ilk andan baslayarak ulusal savasin amansiz düsmani oldu. Bu kaçinilmaz tarih akisini ilk anda ben gördüm ve sezinledim. Ama bastan sona bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açiga vurmadik ve söylemedik. Ileride olabilecekler üzerine çok konusmak giristigimiz gerçek ve maddesel savasa bos kuruntular niteligi verebilirdi (…) Basari için pratik ve güvenilir yol her evreyi vakti geldikçe uygulamakti. Ulusun gelismesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de öyle yaptim“.
Ancak Atatürk, Kurtulus Savasi’nin örtülü/gizli hedefi durumundaki “laik cumhuriyet”e yönelik çalismalarinda maalesef yalniz kalmistir. Kurtulus Savasi’nin açik/görünen hedefi durumundaki bagimsizlik yolunda ona destek olan en yakin arkadaslari bile is örtülü/gizli hedefe; laik cumhuriyete gelince ona karsi gelmislerdir. Atatürk, Nutuk‘ta bu gerçegi söyle ifade etmistir: “Milli Mücadele’ye beraber baslayan yolculardan bazilari milli hayatin bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarina kadar gelen gelismelerinde kendi fikir ve ruhlarinin kavrama sinirlari bitince bana direnmisler ve muhalefete geçmislerdir. Ben milletin vicdaninda sezdigim büyük ilerleme kabiliyetini bir milli sir gibi vicdanimda tasiyarak yavas yavas bütün topluma uygulamak mecburiyetinde idim.” Bu nedenle Türk Devrimi, “Milletin vicdaninda sezdigi büyük ilerleme kabiliyetini bir milli sir gibi vicdaninda tasiyan” Atatürk’ün eseridir. Atatürk olmasaydi, Kurtulus Savasi’nin gizli/örtülü ideolojisi durumundaki “ulusal egemenlik” kavraminin o ortamda yavas yavas büyüyüp Kurtulus Savasi’nin hemen sonrasinda laik bir cumhuriyete dönüsmesi olanaksizdir.
Bu nedenle Atatürk’ün önderligindeki Kurtulus Savasi‘ni ve sonrasindaki Türk Devrimi’ni birbirinden bagimsiz, birbirinden ayri süreçler olarak degil, birbirine bagli, hatta iç içe geçmis ve birbirini tamamlayan süreçler olarak görmek ve bence her ikisini birlestirip “Türk Bagimsizlik ve Aydinlanma Savasi” diye ifade etmek gerekir.
Sinan MEYDAN
Dipnotlar
[1] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk/Söylev, 5. Bas., Ankara 2006, s. 19.
[2] Atilla Ilhan “Hangi Atatürk”, Atatürkçülük Nedir, Istanbul, 1981, s. 225.
[3] age, s. 227.
[4] Suat Sinanoglu, “Türk Inkilabinin Üniversal Degeri”, Cumhuriyet, 4 Ekim 1963. Atatürkçülük Nedir, Istanbul, 1981, s. 189,190
[5] Mohammad Sadiq, Türk Devrimi, Türkiye’de Ideolojik Degisime Bakis, Istanbul, 2013. s. 186, 187.
Bu yazı 2745 defa okunmuştur.