Karakter boyutu :
09 Ocak 2012, 22:45
Recep İhsan Eliaçık ile zor meseleler üzerine röportajKadınla ilgili birçok iddiayı İlahiyatçı Yazar Recep İhsan Eliaçık'a sorduk.
Recep Ihsan Eliaçik ile zor meseleler üzerine röportaj Kadina dönük siddet,cinsiyet ayirimi gündemdeki yerini koruyor.Islam’a isnat edilen kadinla ilgili birçok iddiayi Ilahiyatçi Yazar Recep Ihsan Eliaçik’a sorduk.Recep Ihsan Eliaçik Kimdir?
Recep Ihsan ELIAÇIK: Dünya dinleri arasinda ilk insanin yaratilisi ile ilgili baslica iki tasavvur bulunuyor. Ilki Yahudi-Hristiyan geleneginin ataerkil (erkek-egemen) tasavvuru, ikincisi de bazi uzak dogu din ve mitolojilerinde görülen anaerkil (disi-egemen) tasavvur… Bunlardan ilkine göre Tanri, ilk önce celal (güç, kudret) sifatinin bir tecellisi olarak “erkegi” (Adem) yaratmistir. Sonra onu yalnizliktan kurtaracak, gönlünü eglendirecek bir varlik gerekmis, bunun üzerine de, onun kaburga kemiginden bir parça alarak kadini (Havva) yaratmistir. Dolayisiyla aslolan erkektir; kadin onun süsü ve eglencesidir. “ATAERKIL” DÜSÜNCENIN KAYNAGI TEVRAT Bu anlayis Tevrat’ta aynen söyle geçer: “Tanri Adem’i topraktan yaratti ve burnuna yasam solugu üfledi. Böylece Adem yasayan varlik oldu… Sonra ‘Adem’in yalniz kalmasi iyi degil’ dedi, ‘Ona uygun bir yardimci yaratacagim.’ Derken Tanri Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, Tanri onun kaburga kemiklerinden birini alip yerini etle kapladi. Adem’den aldigi kaburga kemiginden bir kadin yaratarak onu Adem’e getirdi. Adem ‘Iste bu benim kemiklerimden alinmis bir kemik, etimden alinmis bir ettir’ dedi. Ona ‘kadin’ denilecek, çünkü o adamdan alindi.” (Tekvin; 2/7, 21-23). Adem kissasi, Tevrat’da geçtigi sekliyle erkegin (Adem’in) mutlak önceligini ve egemenligini öngörür. Görüldügü gibi Yahudi-Hiristiyan gelenegindeki yaratilis, erkek, kadin ve hayat tasavvuru gayet ataerkil ve karamsardir. MITOLOJILERDE “ANAERKIL” DÜSÜNCE Kimi eski din ve mitolojilerde ise “yaratilis miti” tamamen anaerkildir. Insanlarin topraktan dogusu disi dogurganliginin göstergesi olarak “tanriça” kavraminda belirir. Buna göre toprak, dogurganlik, verimlilik ve yaraticiligi ile disiyi simgeler. Hind kutsal metinleri Vedalar söyle der: “Topraga, annene dogru sürün” (Rig veda, x, 18, 10). Keza bu mitolojilere göre ana tanriça disi oldugu gibi, yarattigi ilk insan da disidir. Sümer teogonisine (tanrilarin dogusu) göre Tanriça Nammu “gök ve yeri doguran ana” ve “bütün tanrilari yaratan kadin ata” olarak tanitilir. Nammu “ezeli deniz” demektir. Tüm canlilarin yatagi olan “ezeli sular”, kadin dogurganligi ile özdeslestirilerek Tanriça Nammu seklinde ifade edilir. Bu yaratilis mitosunun kendi “anaerkil” düzenini de dogurdugunu görüyoruz. Bu düzende Anayer (matrilocation) kocanin, evlendikten sonra karisinin ailesinin yasadigi yere yerlesmesine dayali evlilik düzeni demektir. Bugün o dönemlerden kalma sosyal düzen Hindçini’nin bazi bölgelerinde hala devam eder. Topragin ve mülkün kadina ait olmasi, evin geçiminden kadinin sorumlu olmasi, kadinlarin dünürcü olarak erkek istemeye gitmesi, erkegin süslenerek “ana evinden” çikip kadinin evine damat gitmesi vs. Fakat zamanla bitki yetistirmeye dayali üretim düzeninin degismesi, toprak ve suyun dogal yaraticiligindan kaynaklanan üretim mekanizmalarinin yetersiz kalmasi, savaslarin artmasi, bina, tapinak, yol ve kanal yapimlarinin artmasiyla kas gücünün öne çiktigini ve tarihin sürekli kadinlarin aleyhine isledigini ve egemenliklerini büyük ölçüde kaybettiklerini görüyoruz. KUR’AN-I KERIM’DE KADIN TASAVVURU Kur’an’in, yukarida kisaca özetini verdigimiz ataerkil veya anaerkil yaratilis mitoslarini onaylamadigini görürüz. Keza zamanla adalet ve esitlik kimin aleyhine bozulmussa ondan yana seriatlar (hukuk vaazi) gönderildigini, Kur’an’in indigi çaga gelindiginde durum iyice kadinlarin aleyhine bozuldugu için, kadin-erkek iliskilerini düzenleyen ayetlerin tamaminin kadinlarin lehine, onlari korumaya ve haklarini iadeye yönelik oldugunu görürüz. Kur’an söyle der: “Ey insanlar! Sizi tek bir özden (nefs-i vahide) yaratan, ondan da iki es (zevc) yaratan, sonra ikisinden birçok erkekler ve kadinlar türetip çogaltan Rabbinizin bilincinde olun. Adini dilinizden düsürmediginiz Allah’in öfkesini çekmekten sakinin. Aile baglarini gözetin. Allah hepinizi görüyor.” (4/Nisa; 1) Öyle anlasiliyor ki ayet Tevrat’ta geçtigi gibi, Allah’in önce tek bir erkek yaratip onun kaburga kemiginden kadini yarattigini degil; her ikisini birden “tek bir özden” yarattigini anlatmaktadir. Yani: Ilk insan(lar) türünün simgesi olarak Âdem ve Havva’nin, karsi cinsler olarak tek bir özden “birlikte” varolmasi söz konusudur. Çünkü Kur’an israrla yaratilis söz konusu oldugunda “nefsi vahide” tabirini kullaniyor. Tek bir rahimden (özden) dogan biri erkek digeri kiz “yumurta ikizleri” bir fikir verebilir. Demek ki ilk yaratilan tek basina erkek veya kadin degil; her ikisinin de içinden çiktigi tek bir öz (nefs-i vahide) dir. Sonra bundan erkekler ve kadinlar çogalip türüyor. Ayette geçen “nefs-i vahide” deyimine Adem veya erkek demenin bir manasi olmadigi gibi “zevcehâ ibaresine de “Onun esi (karisi)” veya “Onun esi (kocasi) demenin de bir manasi yoktur. Bilakis bu “Ondan bir çift” manasindadir. Yani “Ondan (nefs-i vahideden) bir çift (zevc) yaratti.” Demek ki “Ondan ‘zevc’ini yaratti” dan maksat, Adem’den Havva’yi, Havva’dan Adem’i veya erkekten kadini, kadindan erkegi yaratti degil; “Ondan (nefsi vahideden) birbirine es olarak bir çift yaratti demektir. Nitekim ayette cümlenin devaminda erkek ve kadin tabirleri zaten ayri ayri kullaniliyor: “Sonra ikisinden birçok erkekler ve kadinlar türetip çogaltan…” (4/Nisa; 1). ERKEK VE KADIN AYNI “ÖZ”DEN YARATILMISTIR Demek ki insan yaratilisinin baslangici ne “ataerkil”, ne de “anaerkil” degildi. Allah ne güç ve kudret sifatlarinin (celal) tecellisi olarak önce erkegi, sonra da onun kaburga kemiginden kadini yaratmis, ne de güzellik ve letafet sifatlarinin (cemal) tecellisi olarak önce kadini, sonra da ondan erkegi döllenmeden üreme (partenogenez) yoluyla dogurtmustur. Bilakis celal ve cemal sifatlarinin her ikisi birden (ayni anda, hemdem, senkronik) bir sekilde tek bir insanlik özünde (nefs-i vahide) tecelli etmis ve erkek ve kadin ayni anda bu tek özden varlik sahnesine çikmistir. Yani “isin kökünde” denklik vardir. Tek bir rahimden (sevgi ve merhamet yuvasi) biri erkek, digeri kiz ikiz çocugun dogmasi gibi. Erkek ve kadin arasinda dengesizlik ve esitsizlik tarih sahnesine çiktiktan sonradir. Zamanla çesitli toplamlarda is ve üretim biçimleri veya sosyal sistemler kadinin aleyhine islemis ve esitsizlikler ortaya çikmistir. Allah da ilk dogustaki adalet ve esitlik durumunu saglamak için adaletin yolunu gösteren peygamberler göndermis, seriatlar (adaleti saglamaya yönelik hukuk düzenleri) vazetmistir. Bunlardan en sonuncusu da Kur’anla gelendir. Kur’an’in kadin-erkek iliskilerine yönelik hükümlerinin neden sürekli kadinlardan yana oldugu buradan anlasilabilir. Maksat ilk yaratilis anindaki denklik durumunu yeniden tesis etmek, onu bir toplumsal sistem dâhilinde tezahür ettirmektir. Hak ve adalet mücadelesi bunun için vardir. Kur’an kadini dövün diyor mu? KUR’AN’DA “KADIN DÖVME” ILE ILGILI AYETLER ELIAÇIK: Bu konunun geçtigi ayetler Kur’an’da söyledir: “Siddetli geçimsizlik yasadiginiz eslerinizle önce oturup konusun, olmazsa yataklarinda yalniz birakin, yine olmazsa bir müddet ayrilin. Barisip anlasirsa hala isi yokusa sürüp bahaneler aramayin. Yücelik ve büyüklük Allah’a mahsustur; bundan hiç süpheniz olmasin. Eger eslerin arasinin iyice açilip isin bosanmaya dogru gittigini görürseniz taraflarin ailelerinden birer hakem çagirin. Niyetleri gerçekten barismaksa Allah niyetlerini bosa çikarmaz. Allah her seyi biliyor, her seyi duyuyor; bundan hiç süpheniz olmasin…” (Nisa; 4/-34-35). Bu ayet kadinlari “dövmeyi” emreden ayet olarak bilinir. Yaptigim çeviride görüldügü gibi ayette geçen [ve'dribuhunne] ibaresi “Onlari dövün, vurun” yerine “Onlardan bir müddet ayrilin” olarak tercüme edilmistir. Çünkü kelime bu anlama da gelmektedir. Sözlükte kelime “vurmak, dövmek, yapmak, birakmak, ayrilmak, göstermek, etmek, eylemek, koymak” vb. birçok anlama gelir. Bu kelime Arapça’nin “aspirin” gibi neredeyse her derde deva bir sözcügüdür. Türkçe’deki etmek, eylemek veya Ingilizcedeki ‘get’ sözcügünü çagristirir. Ayette geçen “nusuz” ise “yükselmek, sismek, ortaya çikmak, meydana gelmek, ayaga kalkmak, normalin disina çikmak, isyan etmek, kari-koca birbirine karsi gelip kavgaya meydan vermek” demektir. Türkçe’de aile mahkemelerinde sikça kullanilan ve bosanma nedenleri arasinda sayilan “siddetli geçimsizlik” dedigimiz seyle ayni manayi çagristirir. Burada kadindan kaynaklanan siddetli geçimsizligin kastedildigi anlasiliyor. Görüldügü gibi ayette geçen darb ve nusuz sözcükleri Arap muhayyilesinde bu manalar etrafinda dönüyor. Keza (darabe) kelimesinin Kur’an’da “sefere çikmak, bir yerden bir süreligine ayrilmak, açmak, ayirmak” anlaminda kullanildigi yerler vardir: “Yeryüzünde ‘sefere çiktiginizda’ düsmanin üzerinize ani saldiri düzenlemesinden korkarsaniz, namazi kisaltmanizda bir sakinca yoktur” (Nisa; 4/101)… “Sonra Musa’ya söyle vahyettik: Kullarimla geceleyin yürü, onlara denizde kuru bir yol ‘aç’, yakalaniriz diye korkup kaygilanma.” (Taha; 20/77). Su halde “Kadinlari dövün” ayeti olarak meshur olan bu ayet, “Ikiser, üçer, dörder…” ayetinin evliliklerin giderek çogaltilmasini degil giderek azaltilmasini amaçlamasi gibi, kadin dövme olaylarinin terk edilmesini amaçlamaktadir… HZ. PEYGAMBER ESLERINE EL KALDIRMADI Hz. Peygamberin “Bütün gece, Muhammed ailesinin etrafinda her biri kocasindan sikâyet eden yetmis kadin dönüp dolasti. Hâlbuki sizler, o kadinlarini dövenlerin hayirlilariniz oldugunu göremezsiniz.” (Ibni Mace, Ebu Davud) hadisinden de anlasilacagi gibi, o dönemde de kadinlar dövülmektedir. Artan sikâyetler üzerine inen ayetlerde, dayak basta olmak üzere siddeti yegâne çözüm yolu görenler bu isten vazgeçirilmeye çalisilmaktadir. Zaten kadinlarini dövmekte olan, bu yüzden de kosup peygambere gelen ve bütün gece onun evinin etrafinda sikâyetlenen “magdur” kadinlar için, bir de gelen ayetlerde “Onlari dövün, dövmeye devam edin” denir mi? Olacak sey midir? Bu, Kur’an’in daima magduru koruyup kollayan ruhunu anlayamama vardir. Oturup konusmadan, bir müddet yatagini veya odasini ayirma gibi gayet insanî yöntemlere basvurmadan, tek bildigi “Karnindan sipayi basindan sopayi eksik etmeyeceksin” oldugu anlasilan o günkü Arap toplumunu medenîlestirmenin amaçlandigi apaçik ortadadir. Bu ayetten sonra ne gibi gelismelerin olduguna baktigimizda, bizzat Hz. Peygamber’in ömrü boyunca evli oldugu hanimlara tek bir kez bile el kaldirdigini göremiyoruz. Bir ara hanimlariyla sorun yasayinca önce onlarla konusmus, sonra yatagini ayirmis ve bir müddet (iki ay kadar) onlardan ayrilmistir. Sonra anlasma saglaninca tekrar dönmüstür. Ayete verdigimiz meal onun bu uygulamasina da dayanmaktadir. Yine ayette geçen (darb) kelimesine vurma manasi verilince, bunu yumusatmak için kili kirk yaran “utangaç” yorumlar yapildigini, sonunda bunun artik bildigimiz anlamda “evire çevire dövme” olmaktan çoktan çiktigini görüyoruz. Örnegin “Etki ve iz birakmayacak, kemigini kirmayacak, herhangi bir uzvunu çirkinlestirmeyecek, dürtmek ve benzeri sekilde olacak… (Kurtubi), pes pese ayni yere vurulmayacak, güzellik mahalli olan yüze vurulmayacak, kirk vurustan fazla olmayacak… (Safi), asla ölümüne sebebiyet vermeyecek, kamçi ve sopa ile olmayacak, bükülmüs mendil gibi bir seyle olacak…” (Razi) vs. Simdi ister istemez mantik su soruyu sordurur: Bir adam sinirli bir halde bunlara nasil dikkat edecek? Eger böyle olacaksa dövmenin caydiriciligi kalir mi? Bu, bir anlamda “dövmecilik oynama” gibi bir sey olur. Böyle yapmak yerine, kelimenin içeriginde zaten varolan “bir müddet ayrilma, ayri kalma” (bosanma degil, henüz bosanma yok) manasi verilmeye neden yanasilmiyor? Üstelik dövmenin hiç de hayirli bir sey olmadigini söyleyen yiginla rivayet ve görüs varken… Bizzat Hz. Peygamberin kendisi “bir müddet ayrilma” olarak uygulamisken… Hiçbir zaman hanimlarina tek bir “fiske” bile vurmamisken… BES ASAMALI ÇÖZÜM PLANI Su halde tipki evlenme, içki, zina ayetlerinin asama asama ve belirlenmis bir hedefe dogru gitmesi gibi, siddetli geçimsizlik yasayan ailelerin nasil tekrar anlasacagini düzenleyen bu ayet de, “kadinlarini döven” her hangi bir toplumu asama asama dövmeden vazgeçirip önce konusarak, anlasarak, ikinci olarak olmazsa (ev içinde) yataklari/odalari ayirarak, üçüncü olarak o da olmazsa bir müddet (evden) ayri kalarak, dördüncü olarak, oda olmazsa aile büyüklerinden hakemler devreye sokarak, besince olarak nihayet bosanmayi da bir yol olarak göstererek, onu da iki ile sinirlandirip üçüncü bir geri dönme hakki da vererek harika bir yol yordam gösteriyor. Bugün siddetli geçimsizlik yasayan bir ailenin arasini bulmak için devreye giren birisi, akl-i selim ile düsünse bundan daha güzel bir yol yordam bulabilir mi? Siddetli geçimsizlik yasayan aileler için yukaridaki “bes asamali çözüm plâninin” sadece Müslüman aileler için degil, bütün insanlik aileleri için evrensel çözümler önerdigini söyleyebiliriz. Zaten dünyanin neredeyse tüm medenî hukuk mahkemelerinde uygulanmaya çalisilan bundan baska bir sey midir?
CARIYELIK CAHILIYENIN DEGERIDIR ELIAÇIK: Cariye o günkü Arap toplumunda vardi fakat Islam’da yok. Ayni sey “kölelik”, “çok eslilik”, “kadini dövme”, “kadini erkegin kaburga kemiginden yaratilmis bilme” vs. için de geçerlidir. Bunlar Kur’an’in indigi toplumun yaygin gelenekleriydi. Sahabenin çogu da bunlari yapiyordu. Fakat Kur’an böylesi bir topluma hitabederek dönüstürücü bir islev üstlendi. Kadinlarin durumunu iyilestirmeye yönelik birçok reform baslatti. Fakat Arap toplumunun o günkü yapisi buna direndi, hala da direniyor. Örnegin Islam’da cariyenin oldugu söyleniyor, yanlis… Köleligin kaldirilmadigi söyleniyor, yanlis… Kadinin dövülmesinin emredildigi söyleniyor, yanlis… Çok esliligin tavsiye edildigi söyleniyor, yanlis… Bütün bunlar Kur’an’in daima magduru ve mazlumu koruyup kollayan ruhundan bihaber yaklasimlardir. O günkü toplumda magdur kadinlardi, o halde Kur’an’in bütün kadin-erkek iliskilerini düzenleyen ayetleri magdur olan kimse ondan –o toplumda kadinlar- yanadir. Bu benim için bir tefsir ilkesidir ve hiç sastigini görmedim. Cariyelik de böyledir. KUR’AN’DA CARIYELIKLE ILGILI AYETLER Kur’an’da geçen “meleket eymanuhum” kavramini “cariyeleri” olarak yorumlayanlar yaniliyorlar. Bu kavramin cariye manasina yorulmasi hem beyhudedir hem de Kur’an’in ruhundan habersiz olmak manasina gelir. Su halde birçok meal ve tefsirde “cariye” olarak yorumlanan bu kavrama baktigimizda “Sag ellerinizin sahip oldugu” anlamana geldigini görürüz. Bu deyimle iki mana kastediliyordu: 1. Veli, sahitler vb. mesru sartlari yerine getirerek nikâh sahibi olmak Yani ister hür ister esir böyle “mesru nikâh sahibi olmadan” hiç kimseyle evlilik iliskisine girilemeyecegi anlatilmak isteniyor. Çünkü “Sag elin sahip oldugu” deyiminden maksat nikâh mülkiyeti veya nikâh sahibi olmaktir. Zira bu tabir henüz savas ve esir kadin ele geçirmenin söz konusu olmadigi Mekke dönemi ayetlerinde de geçmektedir (70/30). Bu kavramin maksadi insanlari zinadan menetmek ve yeni bir nikâh bulunmaksizin veya eger kadin memluke (esir, köle) ise nikâh sahibi olmaksizin onlarla cinsi temasta bulunmaktan men etmektir. Allah bunu “sag elin sahip oldugu” ile ifade etmistir. Çünkü “sag elin sahip oldugu” hem nikâh ile evlenilen kadinlar hem de mülk olarak sahip olunan kadinlar hakkinda söz konusudur. Demek ki savasta esir alinan kadinlar, mübadele (esir degisimi) veya serbest birakma söz konusu degilse, siyasi olarak esaret altinda olurlar fakat onlarla cinsel iliskiye girilemez yani “cariye” yapilamaz. Bunun için her normal kadinla yapildigi gibi ayrica nikâh kiyilmasi gerekir. Buna ise “es” denir. Islam vicdani her ne sekilde olursa olsun “nikâhsiz” iliskiye cevaz vermez. HZ. PEYGAMBER’IN CARIYESI YOKTU Bu çerçevede Hz. Peygamber’in iki tane cariyesi oldugu görüsü de dogru degildir. Çünkü bunlardan ilki Reyhane, Medine’deki Yahudi Kurayza kabilesine mensup bir hanimdi. Bu kabile ile yapilan savas sonunda esir düstü. Hz. Peygamber Reyhane’yi önce serbest birakti sonra da evlenme teklif etti. O da kabul edince nikâh kiyarak evlendi. Mariye ise babasi Iranli, annesi Yunan Misirli Hristiyan bir hanimdi. H. 7 yilda Hz. Peygamber’in Islam’a davet mektubuna bir yazi ile karsilik veren Misir Krali tarafindan gönderilmisti. Hz. Peygamber’in Reyhane’ye yaptigini ona da yaptigi anlasiliyor. Çünkü Kur’an içlerinde Mariye’nin de oldugu Hz. Peygamber’in hanimlarindan ayirdetmeksizin “Ey peygamber esleri” diye bahseder. Baska bir tabir kullanmaz. Mesela su ayette adi geçen hanim Mariye idi. “Ey peygamber! Eslerini memnun etmek için Allah’in serbest biraktigi seyi niçin kendine yasakliyorsun? Allah çok bagislayicidir, sevgi ve merhamet kaynagidir. Allah yeminlerinizi bir çözüme baglamayi istemektedir.” (Tahrim; 66/1-2). Eger Mariye cariye olsaydi, onu kendine haram kilma (tahrim) söz konusu olmazdi. Bu nedenle birçok müfessirin bunun bir bosama (talak, zihar) olup olmadigini tartistigini görüyoruz. Tahrim, talak, zihar vs. ise nikâh sorumlulugu altindaki “esler” için geçerlidir. Buradaki es ise Hafsa, Aise ve Zeynep ile ayni statüde olan Mariye idi. Dahasi Mariye, Hz. Peygamber’in tek erkek evladi olan Ibrahim’in annesiydi. Cariye statüsünde olmasi bu açidan da mümkün degildir. Genellikle “cariyeleri” diye çevrilen deyimin geçtigi ayetlerin meali, bu durumda, örnegin Muminun suresinin girisinden örnek verelim söyle olmak icab eder: “Onlar iffetlerini koruyanlardir. Yalnizca esleri yani mesru sekilde sahip olduklari ile birlikte olanlardir. Çünkü bu ayiplanacak bir sey degildir. Kim bunun ötesini ararsa, onlar da haddi asanlardir.” Ayet “Yalnizca esleri veya cariyeleri ile birlikte olanlardir.” degil; “Yalnizca esleri yani mesru sekilde sahip olduklari ile birlikte olanlardir” manasina gelmektedir. Su ayet ise, esir alinarak köle yapilan ve böylece evlilik disi nikâhsiz cinsel iliski kurulabilen kadin demek olan “cariye” uygulamasina yol olmadiginin apaçik delilidir: “Hür mümin kadinlarla (muhsanât) bir yuva kurmaya güç yetirecek durumda olmayanlariniz, savasta esir alarak sahip oldugunuz (ma meleket eymânukum) iman etmis kadinlari düsünebilir. Allah imaniniz ile ilgili her seyi biliyor. Iman edenler artik birbirinin can yoldasidirlar. Su halde onlari namusuyla yasamalari sartiyla, ailelerinden izin alarak ve mehirlerini vererek nikâhlayin.” (Nisa; 4/25) Dikkate edin, düpedüz ailesinden izinli, mehirli, normal (mesru) evlilikten bahsediliyor. Rizasi olmadan, izin alinmadan, mehir verilmeden, nikâh kiymadan, sirf savasta elime esir düstü diye kadincagizi cariye yapmak bunu neresinde? Her seyden önce bu Kur’an’in ruhuna ve vicdanina ters. Peki, bugün bir savas olsa ve Müslümanlarin eline erkek ve kadinlardan olusan yüzlerce, binlerce esir düsse, özellikle kadin olanlarina ne yapmak lazim gelir? GELENEKTE CARIYELIK UYGULAMASI ELIAÇIK: Eskiden (ihya çaglari) üretilen cariye fikhina göre; ganimet olarak askerlerin mülküne birer ikiser verilip cariye yapilirlar. Ancak bu rastgele ve kuralsiz bir sekilde de olmaz. Cariyenin önce hamile oldugunun anlasilmasi için bir ay bekletilir. Cariyeye sadece efendisi dokunabilir. Efendisinden çocugu olursa artik baskasina satilamaz ve efendisi ölürse azat edilir. Efendisinden baska birisiyle evlendirilirse cinsel haklari evlendigi adama geçer ve fakat mülkü efendisinde kalmaya devam eder. Hür eslerdeki dört siniri cariyelerde gözetilmez. Eger efendisinden çocugu olmazsa alinip satilabilir. Cinsel iliskide kullanilmalari için askerlere rasgele dagitilamaz. Bunlar geçmis çaglarda (ihya çaglarinda) üretilen ve esir kadinlarin asama asama topluma kazindirilmalarini amaçlayan iyilestirilmis kölelik hukukudur. En azindan Roma veya Sasani kölelik uygulamasindan daha insafli oldugu söylenebilir. Ancak bu uygulama kendi döneminde olumlu islevler görmüsse de artik bir anlami kalmamistir. Kur’an’in öngördügünün bu oldugunu söylemek de mümkün degildir. Bu konuda geçmis çaglar boyunca üretilen fikih, Kur’an’in runuhu yakalamaktan uzaktir. Müslümanlar, tarihin ve insanligin kendilerinden bekledigini yapmamislar, ellerindeki Kitap’in gerisine düsmüslerdir. Hadi iyi niyeti elden birakmayalim; o günkü insanlik sartlarini asmaya güçleri yetmemistir. KUR’AN’IN “RUHUNU” VE “VICDANINI” ESAS ALAN ISLAM’DA CARIYELIK YOKTUR Ancak bugün öyle degil. Onlardan dahi iyi bir noktadayiz ve cesur olmamizi gerektirecek birçok sebep var. Bugün yeniden üretilecek (insa çagi) fikhinda bunun adi “savas esirleri hukuku”dur. Buna göre bugün bir savas olsa ve Müslümanlarin eline erkek ve kadinlardan olusan yüzlerce esir düsse sunlar yapilir: Güvenligi saglanmis korunakli bir yerde bekletilirler. Ganimet olarak görülemezler. Esir alan askerlere dagitilamaz, hiçbiri köle ve cariye yapilamaz. Evli olanlarin evlilikleri devam eder. Esir düstü diye ailesinden veya esinden zorla koparilamaz, hangi dine göre kiyarsa kiymis olsun nikâhi feshedilemez. Her türlü kötü muamele, angarya, iskence, tecavüz, cinsel taciz yasak olur. Misafir muamelesi görürler. Ya esir mübadelesi karsiliginda serbest birakilirlar. Ya fidye veya tazminat karsiligi saliverilirler. Ya örnegin, lisan belletme, teknoloji ögretme, meslek kazandirma vs. karsiligi üçer beser serbest birakilirlar. Içlerinden kendi istekleri ile evlenmek ve Müslüman toplumda yasamak isteyen olursa, kendi rizasiyla, ailesinin izni alinarak (hatta çagrilarak) ve mehirleri tastamam verilerek bekârlarla telli duvakli, davullu zurnali bas göz edilip serbest birakilirlar. Ya da hepsi bir meydana toplanir, etkili, dokunakli ve gayet centilmen bir hitapla; insanliga ne getirmek istedigimizi, niçin savastigimizi, hürriyetin ve adaletin insanlik açisindan önemini, Islam’in sevgi ve merhamet dini oldugunu, kendimizi diger din ve ideolojilerden ayiran farkin ne oldugunu, neye hizmet için var oldugumuzu anlatilir ve kayitsiz sartsiz hepsini yurtlarina, yuvalarina göndererek serbest birakiriz. Kur’an’in, Bedir esirleri uygulamasinda, daha sonralari da Hz. Ali’nin Suriye esirlerine yönelik hitabesinde ifadesini bulan Kur’an’in “ruhunu ve vicdanini” esas alan bir fikih çagimizda kanaatimce böyle olmak icap eder. Geçmiste Bizans’in ve Sasani’nin köleci düzenlerine ve saray cariyelerine kendini kaptiranlar, ne yazik ki Islam’in hürriyet ve adalet iklimini çoraklastirmis, vicdanini kurutmus, insanlikta estirdigi o muazzam rüzgâri içten kirmis, üstelik bunun farkina bile varamamislardir. Zihnini ve ufkunu eski (ihya) çaglarinda donduran birçogumuz, hala farkinda olmadigi için geçmisin cariye hukukunu asamamaktadirlar. Hâlbuki her çagin fikhi o çagda üretilir, o çagi yasayanlarca üretilir.
KUR’AN’DA BASÖRTÜSÜ ILE ILGILI AYETLER ELIAÇIK: Kur’an’da konuyla ilgili ayet sudur: “Mümin kadinlara da söyle, bakislarini sakinsinlar, irzlarini ve namuslarini korusunlar. Görünmesi zarurî olan yerler disinda cinsel cazibelerini sergilemek için açilip saçilmasinlar. Basörtülerini yakalarinin üzerine salsinlar.” (Nur; 24/31) Burada basörtüsünden mi, omuz örtüsünden mi, atkidan mi, saldan mi, eger basörtüsünden bahsediliyorsa onun bastan çikarilip omuzlardan asagiya örtülmesinden mi, yoksa basla beraber omuzlardan asagiya örtülmesinden mi, neden bahsediliyor? Ayetten anladigimiza göre, demek ki o günkü toplumda; 1. Bakislarini sakinmayan, Ayette “basörtülerini” diye çevirdigimiz “humuruhinne” kelimesi HAMR kökünden gelir ve tam anlamiyla “basörtüsü” manasina gelir. Çünkü Arap bunu “bas ile ilgili” yerlerde kullanmaktadir. Örnegin basi döndürüp karistiran, akli örten, sarap, içki (hamr), bas döndüreni satan, sarapçi (hammâr), basi döndürme, akli örtme yeri, saraphane (hammâre), içkinin verdigi bas agrisi (humâr), basi beyaz koyun (muhammera mine’s-siyâh) demis Arap… Demek ki (himâr) kelimesinin en önemli özelligi “bas” ile ilgili olmasidir. Nitekim bu ayetler basi açikligin yaygin oldugu bir topluma inmis degildir. O günkü toplumda degil kadinlar erkekler bile, kimisi sicaktan, kimisi Arap örfünden zaten baslarini bir sekilde örtmektedirler. Yani erkek kadin hemen hiç kimse “basi açik” dolasmamaktadir. Sarik, kaftan, tül, renkli bez vs. baslarina bir seyler dolayip sararak veya alarak disari çikmaktadirlar. On bin nüfuslu Medine’de yasayan Yahudiler, Evs ve Hazreçliler, Muhacirler vs. disaridan bakildiginda üstlerinde “bas”larinda bir takim örtüler olan insanlardir. Fakat özellikle kadinlarda bu örtü, örtünmek amaciyla degil, daha da çekici ve egzotik olmak amaciyla, “azini açip azini kapatir” tarzda olmaktadir.
ELIAÇIK: Dikkat edilirse “Basörtüsü takin, basinizi örtün” denmiyor da “Basiniza aldiginiz o örtüleri boyunlariniza, omuzlarinizdan asagiya da salin” deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadinlarinin basörtülerini arkadan baglayarak, omuzlarini ve gögüslerine kadar boyunlarini açikta birakmalariydi. Böyle daha çekici olacaklarini düsünüyor olmalilar… Buradan “Basörtüsü degil, boyun örtüsü emrediliyor” diye bir sonuç çikarmak, isi yokusa sürmek ve anlamamak için diretmekten baska bir sey degildir. Çünkü Kuran’in çogu emri zaten böyledir. Yani ayetler çogunlukla “yürürlükteki durum” üzerine gelir ve onu düzene sokar. Örnegin, “Cuma namazi kilin” demez de, “Zaten kilmakta oldugunuz o cuma namazi var ya, iste onun için çagrildiginizda alisverisi birakin” der. Yine örnegin, “Namaz (salât) diye bir sey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama baslatin” demez de, “O yapilmakta olan namaz (salât), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, iste onu siz Allah için yapin” der. Yine örnegin, “Dörde kadar evlenin” demez de, “O onar, on beser evlenip de geçindirmek için yetimin malina el uzatmaya kalktiginiz esleriniz var ya, iste onlari dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksizlik yapmaktan korkuyorsaniz böylesi daha iyidir” der. Demek ki bu tür ayetler yürürlükteki duruma müdahale etmek, yanlis taraflarini düzeltmek, islahat yapmak amaciyla gelmektedir. Düzelttigi sekliyle de kalici emre dönüstürmektedir. KUR’AN’DA BASÖRTÜSÜ VARDIR Basörtüsünün de böyledir. Yani denmek istenen; “O zaten takmakta oldugunuz basörtüleriniz var ya, iste onlari asagiya dogru da salin, basiniza toplayip da boynunuzu, omzunuzu, gögsünüzü, sirtinizi açikta birakmayin” demek olur… Ilginçtir, kadinlarin o günkü giyim tarzi bugün Fransizca’dan Türkçe’ye geçen “dekolte” kelimesi ile ayni manayi çagristirmaktadir. Çünkü dekolte Fransizca’da boynu açikta birakan giysi (decollete) demek. Bu sözcügün kökü Latince’de boyun (col, collum) kelimesinden geliyor. Türkçe’ye de geçen, boyunda tasinan (koli), boyna sarilan (kaskol), boyuna takilan (kolye) kelimeleri de bu kökten… Anlasilan o günkü kadinlar saçlarini arkadan baglayacak sekilde basörtüsü ile örtüyorlar, omuzlarini, gögüslerine kadar boyun kisimlarini gayet “dekolte” bir kiyafetle açikta birakiyorlardi. Bugünün tabirleri ile “derin gögüs ve sirt dekoltesi” ile dolasiyorlardi. Iste ayette bu tarz örtünmenin bir anlaminin olmadigi beyan ediliyor. “Örtünecekseniz dogru dürüst örtünün. O baslariniza taktiginiz basörtüsünü sirt ve gögüs dekoltenizi tamamlayan bir aksesuar olarak degil, örtünmenin mantikî sonucu olarak iyice asagiya salin, boynunuzu, gögsünüzü, sirtinizi örtecek sekilde yakalarinizin üzerinden salin ki örtünmüs olasiniz…” denmek isteniyor. Hz. PEYGAMBER ve ÇOKEVLILIK
KUR’AN ÇOK ESLILIGI EMRETMEMISTIR ELIAÇIK: Hz. Peygamber Kur’an emrettigi için çok eslilik yapmadi. O günkü Arap örfü öyle oldugu için diger birçok sahabenin de yaptigini yapti. Kur’an’in indigi toplum çokesliligin (poligami) yaygin oldugu bir toplumdu. Dünya toplumlarina baktigimizda genellikle orta ekvator kusaginda yasayan toplumlarda bu çok görülmektedir. Örnegin kuzeye dogru gittikçe bunun azaldigini görüyoruz. Bir de bu daha çok saltanat ve zenginlik kültürü ile ilgili gelismistir. Onlarca kadinsiz, cariyesiz bir saltanat dünyada neredeyse yok gibidir. Kanaatimce Kur’an çok esliligi emretmemis, hatta ruhsat da vermemistir. Çok esli bir topluma azaltma yönünde çagri yapmistir. Ruhsat sikisina verilir. Bu konuda ruhsat olmasi için toplumda tek esliligin hüküm sürmesi ve bu konuda bir sikintinin ortaya çikmis olmasi gerekir. Bu sikintinin ortadan kaldirilmasi için de ikiser, üçer, dörder evlenebilirsiniz denmis olmasi gerekir. Hâlbuki Kur’an’in indigi toplum zaten çokesliligin hüküm sürdügü bir toplumdur. Üstelik bu çokeslilik birçok sikinti dogurmaktaydi. Iste çokeslilige ruhsat diye bilinen ayetin bu durumu düzeltmeyi amaçladigini görüyoruz. Bu azi çogaltma degil; çogu aza indirme yönünde bir düzeltmedir. Çünkü magduriyetin dolayisiyla da sikintinin ortaya çikmasina neden olan tek eslilik degil, tam tersi çok eslilikti. KUR’AN’DA ÇOK EVLILIK ILE ILGILI AYETLER Söyle ki: Arap erkekleri çokeslilik yapiyordu. Sahabeler de bildikleri bu yoldan giderek çok esli evlilikler yapiyorlardi. Özellikle Uhut gibi savaslardan sonra ortada kalan dul kadinlarla evlenmisler ve böylece 10- 15 hanimi olan olmustu. Üstelik bunlarin yanina anne ve babasi olmayan yetimleri kendilerine kalan miraslarla birlikte almislardi. Bir taraftan hanimlari arasinda, diger taraftan “Nasil olsa artik bizim evladimiz sayilirlar” diyerek yetimlerin malina el uzatma konusunda adaletsizlikler ortaya çikmaya baslamisti. Çünkü bu kadar çok hanimi geçindirmede zorluk çekmeye baslayinca, yanlarindaki yetimlerin mallarindan alip onlara harcamayi düsünmeye basladilar. Iste ayet bunun üzerine geldi ve söyle dedi: “Yetimlere haksizlik yapmaktan korkuyorsaniz hoslandiginiz kadinlardan dörder, üçer, ikiser evlenin. Eger haksizlik yapmaktan korkuyorsaniz tek, ya da sahibi oldugunuz esir kadinlardan birisi ile evlenin. Bu, (eslerinizi) artirip çogaltmama (ilâve yapmama) bakimindan daha iyidir.” (Nisa; 4/3) Yani o kadar çokesli olmayin; dörde, üçe, ikiye, hatta teke indirerek evlenin. Böyle yaparsaniz hem esler arasinda haksizliklara neden olmaktan, hem de onlari geçindirmek için yetimlerin malini haksizca yiyor olmaktan kurtulmus olursunuz. Böyle yapmak sizin için daha hayirlidir denmek isteniyor. Burada Kur’an’in odaklandigi konu erkeklerin tek esle nasil yetinecekleri sorunu degildir. Zaten öyle bir sorun da yok çünkü indigi toplumda neredeyse tüm erkekler çokesli. Kur’an’in odaklandigi ve öncelik verdigi konu haksizlik yani adalet meselesidir. Kadinlara ve yetimlere haksizlik yapilmaktadir ve onun behemehal giderilmesi gerekiyor. Yani Kur’an ruhunu harekete geçiriyor. Artirmaya yönelik ruhsat da yok, dörtle sinirlandirdigi da yok. Bilakis azaltma, bire kadar indirme var. Su halde çok eslilik ayeti diye bilinen bu ayet, günümüzde, tek eslilere degil çok eslilere hitap etmektedir. Muhatabi çok esli olanlardir. Tek esli olanlar zaten amaci tahakkuk ettirdiklerinden ayetin muhatabi degildirler. Kaldi ki “Aralarinda asla adaleti saglamaya güç yetiremeyeceksiniz” ayeti ile de güç yetirilemeyenin (teklif-i mala yutak) emredilmeyecegi ilkesi geregince erkekler için teklif (çok eslilik) düsmüstür. Bugün hala çokesliligin hüküm sürdügü kisi ve toplumlar varsa ayetin muhatabi onlardir. Demek ki Hz. Peygambere halen evlenmis olduklari hariç bir daha evlenmek veya evlendiklerini degistirmek yasaklaniyor. Ayete geçen “meleket eymanukum” tabiri “Su an mesru nikâh sahibi olduklarin hariç” anlaminda kullaniliyor ve “Cariyeler hariç” manasina gelmiyor. Yani Peygamberimize o an evli olduklari hariç bir daha evlenme veya evlendiklerini degistirme kapisi kapatiliyor. Eslerine de o öldükten sonra baska bir erkekle evlenme kapisi kapatiliyor. Mesela Hz. Aise Peygamberimizden sonra ölümüne kadar 46 yil kimseyle evlenmemistir. Bunun ne demek oldugu ve ne yapilmaya çalisildigi üzerinde üzerinde iyi düsürmek gerekir. Biz buradan sunu anliyoruz: Ilahi irade Kur’an’in indigi toplumda hüküm süren çokeslilik uygulamasindan rahatsizlik duymaktadir. Çünkü bunun birçok haksizliga kaynaklik ettigini görmekte ve azaltma yönünde yönlendirme yapmaktadir. Peygamberimizin ve diger çokeslilerin evliliklerine müdahale ederek yönlendirmesi bunu gösteriyor. Burada sayinin ne oldugu önemli degil, önemli olan azaltma veya en azindan daha fazla çogaltmama yönünde bir yönlendirmenin yapilmis olmasidir. Bu demektir ki Kur’an en fazla yüz yila yayilan bir sosyal reform planliyordu. Feodal ve ataerkil bir toplumdan, o toplumun dilini ve kültürünü kullanarak daha adaletçi ve esitlikçi bir toplum çikarmayi tasarliyordu. Düsünülen tüm reformlarin 23 yila sigmasi mümkün olmadigindan bunu bir sürece yaymisti. Ben bunun en fazla yüz yil olabilecegini düsünmekteyim. Çünkü köklü reformlar zaman ister. Fakat bu akamete ugradi ve devam ettirilemedi…
Hz. AISE 19 YASINDA EVLENDI ELIAÇIK: Genç kizlik çaginda idi. Akil balig yasina gelmisti. Aybasi görmeye baslamisti. Bunun kaç yasinda olduguna dair degisik rivayetler var fakat bunun en azindan böyle oldugu kesin. Bir de söyle bir sey var: O günkü Araplarda malum, kadinin adi yok. Öyle ki kadin akil balig oldugu zaman dogmus sayiliyor ve yasi o andan itibaren sayiliyor. Bu durumda Hz. Aise Peygamberimizle evlendiginde 8. yasindaydi demek akil balig olali, aybasi görmeye baslayali 8 yil olmustu demekti. Bu durumda 12-13 yasinda akil balig oldugunu farz edersek 19-20 yasinda olmus olur.
KADINLAR CUMA NAMAZINDAN MUAF DEGILLER ELIAÇIK: Kur’an’da kadinlarin Cuma namazindan muaf tutuldugunu göremiyoruz. Bu sonraki çaglarda kimi müçtehidler tarafindan gelistirilmis bir içtihattir. Peygamberimiz döneminde kadinlar Cuma ve bayram namazlarina katiliyorlardi. Uygulama bu yönde.
MIRAS ADALET UYGUN DAGITILIR ELIAÇIK: Cahiliye döneminde hiç pay alamiyorlardi. Kur’an onlarin da mirastan pay alacaklarina hükmetti. Ben bunu, kadinin durumunu düzeltmeye yönelik reformlardan birisi olarak görüyorum. Aslolan varisler arasinda kimin ihtiyaci çoksa ona daha fazla vermektir. Bugün, üç kardes oldugunu düsünelim. Erkekler yüksel tahsil görmüs, hali vakti yerinde, evi, arabasi olan isadamlari olsun. Tek kiz kardesleri var o da dul. Kocasi ölmüs, kocasindan kalan bir seyi yok ve 5 çocugu ile ortada kalmis. Evi, arabasi, isi, maasi hiçbir seyi yok. Mirasi nasil bölüstürürsüz? Adalete uygun olan nedir? Kadina iki, erkeklere bir hak verirsiniz! Kur’an’in ruhu bunu gerektirir. Çünkü maksat magduriyeti ortadan kaldirmak, ezileni koruyup kollamaktir. Hz. Ömer’in ögrettigi de budur.
ELIAÇIK: Bu borçlanma ile ilgili konudadir. Kur’an’da 7 yerde sahitlik ile ilgili düzenlemeler var, orada bu sartlar kosulmuyor. Bunu, konunun uzmani, isinde içinde olan bir, konunun uzmani olmayan, isin içinde olmayan ve fakat sahitlik yapmak durumunda da olan iki kisi olarak anlamak icap eder. Bu durumda öyle haller olur ki olaya göre konunun uzmani, isin içinde olan bir kadina karsilik, uzmani olmayan ve isin içinde olmayan ve fakat sahitlik yapmak durumunda da olan iki erkek de olabilir. Bu tür ahkâm ayetlerine söyle bakmak gerekir. Bunlar birer ilk örnek olsun diye verilmektedir. Maksat adaletin nasil saglanacagini örneklemektir. Mesela el kesmek, sopa vurmak gibi cezalarla denmek istenen sudur: Can, mal, irz ve namus aleyhine islenen suçlar basta olmak üzere özellikle temel haklara yönelik suçlari cezasiz birakmayin, caydirici cezalar uygulayin… Sahit bulundurmaktan maksat da su olur: Uygulayacaginiz bu cezalari ispatlayin, kanitsiz, delilsiz kimseye suç isnat etmeyin. Tanik, delil, itiraf, DNA testi vs. mutlaka ispat ve kanit arayin…
TEMEL KRITER EHLIYET VE LIYAKATTIR ELIAÇIK: Kur’an’da bunu yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmuyor. Kadinin devlet baskanligi yapamayacagina dair ileri sürülen rivayetler tartismalidir. Kur’an’da bir göreve gelmek için gereken temel kriter ehliyet ve liyakattir. Kadinlik durumu yaratilistan bir ehliyetsizlik ve liyakatsizlik degil. Ehliyet ve liyakat sonradan kazanilan ve kaybedilen bir sey. Erkekte yumurtalik, kadin da sperm yok. Biri eksiklik ise digeri de eksikliktir. Hepimiz bir yönüyle eksigiz yani.
ELIAÇIK: Kadinin, Kur’an’in indigi toplumda feodal ve ataerkil toplum yapisi geregi geri planda olmasi, dahasi Kur’an’in böylesi bir topluma hitap ederken feodal ve ataerkil bir dil kullanmis olmasi, mesajinin da feodal ve ataerkil bir mesaj alacagi anlamina gelmez. Bilakis Kur’an’in hitabi tarihsel ve fakat mesaji evrenseldir. Bu konularda verdigi evrensel mesaj; içsel bir dönüsümü hedefleyerek yasanan sartlari asma yönündedir. Bu durumda kadinlar o günkü toplum yapisi geregi öne çikamadi, mesela namaz bile kildiramadi diye, kiyamete kadar bu böyle olacak denemez. Kadinlarin namaz kildirmasi nüsuk degildir. Yani ritüele dayali ibadetlerin nasil yapilacaginin hep öyle olacak sekilde Allah ve Peygamberi tarafindan açiklanmasi degildir. Bir sey nüsuk ise yani namaz, oruç, hac, kurban gibi ibadet-i mersumeye dâhilse açiklandigi ve gösterildigi sekilde yapilir. Indigi çagda nasilsa sonra da öyle olur hep. Kadinin namaz kildirmasi böyle bir nüsuk degil, sosyal bir durum. Kadin devlet baskani da olur, namaz da kildirir, cumaya da, bayram namazlarina da katilir, cehren Kur’an da okur… Islam’in kadina bakisi, Araplarin, Türklerin ve Farslarin kadin algisiyla sinirli olmak zorunda degildir. Kadin ile erkegin neler yapamayacagi Kur’an’da bellidir. Mesela nikâhsiz iliski yasaktir. Nikâhliyken de aybasi halinde cinsel iliski yasaktir. Ben esas olarak kadin ile erkek arasinda dagitici adalete yani kanun /Tanri önünde esitlige inanirim. Ahirette erkegin sorumlu olup da kadinin sorumlu olmadigi ne var? Adam öldürme, hirsizlik, yolsuzluk, yalan, zina, iftira, içki, zulüm, zorbalik vs. hangisi? Namaz, oruç, hac, zekat hangisi? Sirf kadin oldugu için hangisinden muaflar? Mesela hayvanlar muaflar degil mi? Çünkü insan türü degiller. Teklif bakimindan ilahi nazarda insan türünü kadin erkek diye ayirmak yok…
ISLAM HEP MAGDURDAN YANA OLMUSTUR ELIAÇIK: Az önce dedigim gibi toplumlarin örfüne ve sosyolojisine bagliyorum. Örf ve sosyoloji hadis adiyla sözellesmis. Buradan, Müslüman toplumlarin zaaflarini, asamamisliklarini okuyoruz. Her hadisi peygamber gerçekten söylemis diye bir sey yok. Hem erkek fitne degil mi? Asil fitneyi kim çikariyor? Bugün milyonlarca kadini kim kötü yollara düsürüyor? Üzerlerinden kim çalistirip zengin oluyor? Angaryaya kim çalistiriyor? Kadin bunlari kendi kendine isteyerek mi yapiyor? Bir zalimin eline düsmüs, o zalim de genellikle erkekler olmuyor mu? Kadin erkek için fitneyse, erkek de kadin için fitne degil mi? Fitne, kadin ya da erkek fark etmez, bedenimizde kanin damarlarda dolandigi gibi dolanan seytandir; içimizdeki kötülük dürtüleridir. Son alarak ben suna inanmaktayim: Eger bugün ayet gelse ezilen ve magdur olan kimse onu koruyup kollayacakti. Daha önce inenden bunu anliyoruz. O halde çözüm bekleyen konularda temel mantigi bunun üzerine kurmaliyiz. Su an dünyaya bakin kim magdur? Kim mazlum? Kim eziliyor? Buradan ilahi iradenin bugün inse ne yönde tecelli edecegini çikarabilirsiniz. Insa çagi fikhinin isleyis mantigi budur.
Haberi Ekleyen: Ali Dursun Bu haber 1388 defa okunmuştur.
|
YAZARLAR
VİDEO GALERİ
GÖRELE ' DE HAVA DURUMUARŞİVLEN HABERLERArama |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||