Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
07 Ocak 2012, 21:19

"Tarihin Sonu" Tezinin de Sonu Geldi

Oğuzhan Müftüoğlu ile özel röportaj

"Tarihin Sonu" Tezinin de Sonu Geldi - Birgün

 
 
Oguzhan Müftüoglu ile özel röportaj:


'Sosyalizme Dogru Yürüyüsün Hiz Kazanacagi Bir Dönemin Baslangicindayiz'

'Tarihin Sonu' tezleriyle birlikte ilan edilen 'yeni dünya düzeni' kapitalizmin krizi ile birlikte ciddi anlamda sarsiliyor. ABD merkezli kriz, Avrupa'yi etkisine alarak derinlesiyor. Bunun karsisinda ise Avrupa çapinda direnis hareketleri de gelismeye basladi. Içine girdigimiz bu yeni dönemi nasil degerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu kriz dalgasinin serbest piyasa tanrisina inananlarin kesin iflasi demek oldugunu hatirlatmak gerekiyor. Çünkü ABD ve Avrupa ülkelerinde gelisen kriz küresellesme sürecinin serbest piyasa yönelimlerinden kaynaklanan bir kriz olarak ortaya çikti. Sermayenin sinirsiz (serbest piyasa) egemenligine dayali yeni düzeninde kaçinilmaz olarak ortaya çikan ücretlerin düsmesi, issizlik ve talep yetersizligi yasanan krizin gelismesinde önemli bir rol oynuyor. Buna karsi toplumsal tepkilerin, direnislerin gelismesi de kaçinilmazdi. Bu gelismeler bize toplumsal dinamiklerin sinif mücadelesi disindaki mecralara kaydigi bir dönemin de sonunun gelmekte oldugunu gösteriyor. Dolayisiyla bu krizin bir bakima “tarihin sonu” tezlerinin de sonu oldugunu söyleyebiliriz.

Bu kriz nedeniyle artik kapitalizmin sonunun geldigi seklinde yorumlar yapiliyor.
Tarihsel olarak, daha dogrusu objektif kosullar bakiminda kapitalizmin sonunun geldigi elbette dogrudur, ancak bu sonucun öyle kolayca, yasanan krizlerin bir otomatik sonucu olarak kendiliginden gerçeklesmesi de beklenemez. Söyledigim gibi bu krizi daha çok serbest piyasa kapitalizminin insanligin ulasabilecegi en son ve en mükemmel sistem oldugu seklindeki tezlerin sonu olarak görmek ve insanligin sosyalizme dogru yürüyüsünün yeniden hiz kazanacagi bir dönemin baslangici olarak görmek daha gerçekçi bir degerlendirme olur. 21. yüzyilin sosyalizmi kapitalizmin bu sekilde kirilip bükülmelerle sürdürülmeye çalisilacak bu “yeni dünya düzenine” karsi mücadeleler içinde gelisecektir.

Ortadogu'da 'Tahrir Meydani'nda baslayan isyan dalgasi soldan bir kesimce de 'devrimler süreci' olarak adlandirildi.
Ortadogu ülkelerinde yasanan kitlesel direnisler bu ülkelerde çok uzun süredir devam eden rejimlere karsi birikmis hakli tepkilerin bir sonucu. Ancak orada yasananlar gerçek bir örgütlülükten ve öncülükten yoksun halk hareketlerinin ne kadar hakli bir temele sahip olsalar bile emperyalist güçler tarafindan nasil kolayca yönlendirilebildigini gösteriyor. Libya, Suriye ve Misir’da gelisen muhalefet hareketlerinin nitelikleri ortadadir. Özellikle Ortadogu gibi bir bölgede kapitalist dünya ile iliskileri ve emperyalist politikalari dikkate almayan hiçbir degerlendirmenin saglikli ve dogru sonuçlara ulasmasi mümkün degildir. Müslüman Kardesler'in iktidarina yol açan gelismelerin devrimci bir süreç olarak degerlendirilmesi ortadaki gerçeklere pek de uygun düsmüyor.

'Biz Ona Devrim Diyorduk' kitabiniz var. Son dönemde özellikle Avrupa'daki direnislerin ardindan 'devrim de artik eskisi gibi olmayacak' seklinde 'iktidarsiz devrim' analizleri yapiliyor. Bu yeni hareketlerin 'devrimci niteligi' olarak 'anti-iktidarci' yanlari gösteriliyor.
Bu tür ‘postmodern’ söylemler bana çok anlamsiz geliyor. Siniflar ortadan kalkmadan ve ortada kendi karsitlarini yok etmek için gücünü her alanda sonuna kadar kullanan iktidarlar varken muhalifler adina ‘anti-iktidarciligi’ savunmak ne anlama geliyor? Siz onu görmezden gelseniz bile sinifli toplumlara ait yasalar islemeye devam edecektir. Binlerce yillik sinif mücadeleleri tarihinin gerçeklerinden kaynaklanan bilimsel sosyalist dünya görüsünün bulaniklastirilmasindan baska bir sey degil bu. ‘Iktidar’in kötülüklerinden kurtulmak istiyorsaniz egemen sinifin elinden iktidar gücünü almak sinirlandirmak için mücadele etmek zorundasiniz. Aksi halde ‘iktidarci olmayan’ kitle hareketleri sonuçta sistemin kendisini sürdürebilecek geçici çözüm yollari bulmasindan baska bir sonuç vermeyecektir.

Bu süreçte Türkiye Bati tarafindan 'rol model ülke ve model ortak' olarak öne çikariliyor. Bu süreci nasil degerlendiriyorsunuz?
Uzunca bir süredir Türkiye AKP iktidari altinda hizla Müslüman Arap ülkeleriyle iliskilerini güçlendirme politikalarina yönelmis durumda. Türkiye’nin yüzünü batidan doguya çevirmesi bazen bir “eksen kayma” tartismalarina da konu oluyor. Bu gelismeler uzun süredir Amerikan ideologlari tarafindan BOP çerçevesindeki analizlerde ön görülen bir gelismeydi. Müslüman dünyanin liderligini üstlenen bir Türkiye’nin, 11 Eylül’den sonra Müslüman dünya ile bati arasindaki olusan kopuklugu giderecek bir köprü olarak görülüyor. Büyük enerji kaynaklarina sahip Müslüman Arap ülkelerinin Küresel Kapitalizme eklemlenmesi için “hem ilimli Islamci, hem de demokratik” bir model olmasindan söz ediliyor. Tayip Erdogan’in Arap ülkelerindeki bir Halife edasiyla sasaali karsilanmalari üstüne yürütülen propaganda kampanyalarinin amaci da bu olsa gerekir. Burada sirasi gelmisken hatirlatmadan geçmeyelim; CIA Türkiye Masasi eski sefi G. Fuller, 7-8 yil önce yazdigi bir kitabinda T.C.’nin halifeligi kaldirmasinin yanlisligindan dem vurup, Arap dünyasinin Türkiye’nin halifelik gibi bir dini liderligine ihtiyaci oldugunu anlatiyordu. Su siralarda yandas medyada halifelik tartismalarinin yapilmaya baslamasi hiç de bosuna degil.

Bu konu “iç dinamik, dis dinamik” kavramlari açisindan da tartisiliyor. Bu konuda ne düsünüyorsunuz?
Iç ve dis dinamik kavramlarinin bu günkü dünya kosullarinda bu kadar birbirinden kopuk olarak ele alinmasinin dogru olmadigini düsünüyorum.

Sermayenin uluslar arasilasma egiliminin bu kadar güç kazandigi ve emperyalizmin bir iç olgu haline geldigi bu günkü (küresellesmis) dünyada iç ve dis dinamiklerin birbirinden kesin hatlarla ayirmak dogru bir sey degildir.

Elbette AKP iktidarinin kurulusu ve bu dönem içinde ülkemizde meydana gelen degisim süreçleri, özellikle ulusalci bakis açilarinda gördügümüz gibi, yalnizca dis dinamiklere baglanarak, komplocu bir anlayisla açiklanamaz. AKP iktidari’nin gelisimini aslinda 12 Eylül dönemiyle birlikte baslayan uzunca bir süreç içinde bir iç mesele olarak izlemek mümkündür. Tabii Askeri Cunta’nin komünizme karsi dini tesvik ederek Islami akimlari güçlendiren uygulamalarinin ABD’nin yesil kusak politikalarina denk düsen bir politika oldugunu da unutmadan! Turgut Özal döneminde baslatilan Islami bankacilik sistemi, o zamana kadar daha çok orta ölçekli ticaret sermayesi özellikleri tasiyan Türkiye’deki Islamci sermaye kesiminin gelismesinde çok önemli bir rol oynamisti. Islamci akimlarin, özellikle cemaatçiligin doksanli yillarda kazandigi büyük ivmenin Islamci sermayenin kazandigi bu ekonomik güce paralel olarak gelistigi de ortada. AKP’nin neo liberal politikalari benimseyerek iktidara gelmesi de Islamci sermaye sinifinin küresel sermaye ile bütünlesme egilimlerinin bir ifadesiydi. Bütün bu gelismelerin “yenidünya düzeninin” özellikleriyle uyumlu ve ayni dönemdeki ABD politikaliyla örtüsen özellikler tasidigi da ortadadir.

Bu yüzden uluslararasi sermaye politikalarinin ve emperyalist politikalarin belirleyici rolleri göz önünde tutulmadan, yalnizca bir iç dinamik çerçevesinde degerlendirerek bütün bu gelismeleri bütün yönleriyle kavramak mümkün olamaz.

2. BÖLÜMÜ

Umudu büyütmek en çok devrimcilerin görevidir

»Referandum ve seçimlerde AKP'yi destekleyen sol liberal kesimlerden de son dönemde artan baskilar karsisinda

“AKP, Kopenhag Kriterleri’ni terk etti, Ankara Kriterlerine geri döndü” türünden degerlendirmeler yapiliyor. (Seçimlerin ardindan sizin BirGün'deki 'Bu Abluka Dagitilacak' yazinizda kullandiginiz 'sömürge tipi demokrasi' kavrami, Ahmet Insel tarafindan elestirilmisti. Insel, simdi 'AKP'nin otoriterizminden' dem vuruyor.)

Referandum sirasinda AKP’nin gönüllü destekçiligini yapan “yetmez ama evet” savunuculari için simdi artik söylenecek fazla bir sey yok. Bence mesela Ahmet Insel gibiler artik “emekli” olmali! Çünkü onlarin istedikleri ileri ve sivil demokrasi tastamam gerçeklesmis sayilir, yani arkadaslarin “misyonlari” tamamlandi!

Simdi AKP iktidarinin daha açik ve daha yogun baski politikalarina yönelmesinde bu çevrelerin de önemli bir sorumlulugu ve katkisi var. Referanduma sunulan anayasa degisikliginin yargiyi bütünüyle kontrol altina almak seklindeki amaçlari sadece sosyalist ve devrimci çevrelerce degil, ülkenin bütün akli basinda insanlari tarafindan bile açikça ortaya konulmusken, onlar “Hükümetin elini güçlendirelim, darbecilerden daha iyi hesap sorsun, militarizm tasfiye edilsin, ülke sivillessin” türünden safdil gerekçelerle iktidara destek oldular. Sadece iktidara destek olmakla da yetinmediler, bütün devrimci muhalefet güçlerini “darbeci ulusalci” diye yaftalamaktan da çekinmediler. O siralarda “bu yaptiklarindan dolayi bir gün utanacaklar” diye yazmistim. Simdi ortaliktaki bunca rezillik yasaniyorken onlarin bu durumdan sikâyetçi olmaya hiç haklari yok.

Burada referandumda uygulanan boykot politikalari hakkinda da birkaç sey söylemek istiyorum. Ben referandum sirasindaki boykot tavrini da hatali bir taktik olarak görüyordum. Çünkü boykot oylari sayim disi kalmasi nedeniyle, AKP iktidarina dogrudan bir destek vermemekle birlikte, referandum sonuçlarinda evet oylari göreli olarak artmis gibi görüntüye yol açacakti. Sonuçta öyle oldu ve boykot oylari hiç sayilmadigi için evet oylarinin yüzdesi yüzde ellilerin çok üzerinde gösterildi. Bu durum da genel seçimler öncesinde AKP lehine psikolojik üstünlük olusturulmasinda kullanildi. Ben bu durumun da AKP'nin bugünkü pervasizligina yol açan seçim basarisinda belirli bir katki saglamis oldugunu düsünüyorum. Gerekçeleri ve amaçlari belki tamamen farkliydi, ama simdi sonuçta karsimiza çikan bütün olumsuzluklarin acisini birlikte çekiyoruz.

»Özellikle seçimlerin ardindan AKP'nin artik yenilmesinin mümkün olmadigina iliskin toplumda bir duygu gelisti. Öte yandan AKP ve cemaat arasinda son günlerdeki gerilim 'ittifak çatliyor mu' sorularini gündeme getirdi.

AKP 28 Subat'in hemen arkasindan askerlerin ve ABD’nin açik destegini de arkasina alarak kuruldu. AKP iktidari oldukça genis bir ittifaklar manzumesine dayaniyor. Içerden Özal döneminden baslayarak ciddi bir gelisme saglayan Islami sermaye kesimleriyle, aralarinda birçok inanis ve kültürel farkliliklar tasiyan genis bir cemaat ve tarikat örgütlenmelerine dayanarak kuruldu. Disardan da uluslararasi sermaye güçleri ve özellikle Amerikan yönetimleri tarafindan destekleniyor. AKP iktidari yikilmazlik görüntüsünü her seyden önce buralardan aldigi destekle sagliyor.

Kendisine destek saglayan bu farkli kesimler arasinda, özellikle de “Cemaat”le bir takim çeliskiler her zaman olabilir. Bu çeliskilerin bir kopusa yol açmasinin aralarindaki çikarbirligini bozacak gelismelere bagli oldugunu düsünüyorum. Bugün böyle bir durum oldugunu söyleyebilmemiz için ortadaki bazi emare ve söylentiler disinda somut ve ciddi bir olgudan söz etmek mümkün degil. Ancak “ittifak” çatlasa bile, ortada baska bir alternatif yoksa ittifak, içindeki çatlak bir biçimde kapatilarak devam edecektir.

Bu yüzden bu gün ortadaki umutsuzlugun asil nedeninin AKP’nin “yenilmezliginden” degil, düzen içi de olsa bir alternatif yoklugundan kaynaklandigini söylemek daha dogru bir ifade olacaktir.

Bugün düzen içi bir muhalefet odagi olarak görülen sosyal demokrat cenahin (ilimli bir Islam cumhuriyetine dönüstürülmüs bir ülkede, hâlâ “birinci ve ikinci cumhuriyetçilik” tartismalari içinde!) bir alternatif çikarabilecegine sanirim kendi içlerinden bile inanan yoktur.

Bu yüzden sol açisindan yapilmasi gereken sey, kisa vadede kolay çözüm arayislarina kapilmadan, AKP tarafindan temsil edilen mevcut düzene karsi ciddi bir alternatif umudunu yeniden canlandirmak için kendi öz gücüne dayanarak mücadele etmekten ibarettir.

»Ülkemizde, dünyadaki gelismelere paralel olmasa da, degisik alanlarda toplumsal direnisler gelisiyor. Ancak bunlarin henüz bir güç olarak ortaya çiktigini söylemek de mümkün degil. Öte yandan toplumun genis kesimlerinin de bir arayisindan söz etmek de mümkün. Solun bugünkü durumunu nasil degerlendiriyorsunuz?

Evet, Türkiye’de degisik alanlarda gelisen direnislerin bütün olumlu yönlerine karsin ciddi bir düzen karsiti güç haline dönüsmedigi elbette dogrudur. Ancak bunlarin mücadelenin gelisme dinamikleri ve gelecegi hakkinda umut verici ipuçlari tasidigi da unutulmamali. Genel olarak solun ciddi bir düzen karsiti güç haline gelmemis olmasinin, yukardan beri tartistigimiz konularin yani sira, dünya çapinda yasanan süreçlerin toplumsal dinamiklerin sinif mücadeleleri disindaki etnik, dinsel mezhepsel mecralarda yogunlasmasina yol açan özelliklerinin de bir sonucu oldugunu unutmamak gerekiyor. Yukarda degindigimiz gibi, özellikle kapitalist Bati dünyasinda yasanan kriz dalgasina karsi gelisen hareketler, bu dönemin de sonuna gelindiginin bir isareti olarak görülebilir. Bu demektir ki artik, “sinif mücadeleleri bitti, devrimler çagi bitti” diyenlerin kendilerinin tarihin çöplügüne atilma zamanlari geliyor.

Bu yüzden simdi “AKP’nin yenilmezligini” falan bir yana birakmak ve gelecek için daha çok umutlu olmak gerekiyor.

Türkiye’nin en çok ihtiyaci olan sey bu umuttur ve en az politik tutarlilik kadar önemli olan hareketin bütünlügünü ve sürekliligini koruyarak bu umudu büyütmek de en çok devrimcilerin görevidir.

“ÖDP’nin Çati Partisi konusundaki tavri dogru”

»1980 sonrasinda sol içinde yogun ayrismalar yasandi. ÖDP’nin kurulusundan sonraki ayrismalar en çok sikâyet konusu yapilan konular arasinda yer aliyor. Birçok insanin soldan uzaklasmasi bu ayriliklara baglaniyor.

Türkiye solu 1980 sonrasinda dünyada yasanan gelismeleri 12 Eylül’ün bozucu etkileri altinda ve daginiklik içinde karsilamisti. Bir yandan yenilginin devrimci örgütler içindeki kadrolar arasinda yarattigi güvensizlik ve özgüven kaybi, diger yandan sosyalist sistemin dagilmasiyla birlikte daha etkin biçimde ortaya çikan postmodern ögretilerin, yeni liberal düsünüs biçimlerinin yarattigi kafa karisikligi ciddi bir ideolojik ve örgütsel parçalanmisliga yol açti. Bu nedenle solun, kapitalizmin küresellesme yöneliminin bir sonucu olarak dünyada ve Türkiye’de ortaya çikan gelismeler karsisinda etkin bir muhalefet gelistirmesi mümkün olmadi.

Bir kismina yukarda degindigimiz nedenlerle solun ciddi bir etkinlik gösterememis olmasi, egemen siniflar arasindaki milliyetçilik liberallik çatismasinda taraf olma egilimlerini güçlendirdi. Geçilen sürecin en çarpici yönlerinden biri kimi liberal aydinlarla birlikte solun bazi kesimlerinin Türkiye’nin bir ilimli Islam devletine dönüstügü bu yeniden yapilanma sürecinde bir tür yapi harci rolünü üslenmesiydi. Bu gelismelerin yansimasi solun bütün kesimlerinde yasanmakla birlikte, seksen sonrasinda genis sol-muhalefet kesimleri arasinda ciddi bir “birlik ve ortak mücadele” arayisinin ifadesi olarak kurulan ÖDP sürecinde daha çok olumsuz sonuçlara ve ciddi yarilmalara yol açti.

Çogunlukla sikâyet konusu olarak önümüze sürülen ayrismalar da hep böyle bir zemin üzerinden gelisti. Bu ayrismalari öznel nedenlere baglamak dogru bir sey olmaz. Örnegin, bu konudaki ayrim noktalarindan biri Ergenekon davasiydi. Bizim egemen güçler arasindaki çatismada (BirGün gazetesinin o günlerdeki “yesinler birbirini” basligiyla anilan) taraf olmama tutumumuz üzerine kiyamet koparildi. Oysa genel olarak egemen sinif klikleri arasindaki çeliskilerdeki bir nispi denge durumunun devami ayni zamanda nispi bir demokrasi ortaminin sürmesini de getirir. Tek basina hâkim olarak iktidarini pekistiren bir gücün daha baskici politikalara yönelmesi de kaçinilmaz olur. Simdi, geriye dönüp bakildiginda bizim tutumumuzun dogrulugunu görebilmek daha kolaydir. Bugün “Ergenekon” davasinin özünün, devletin ve ordunun eski soguk savas döneminde olusturulmus yapilarinin bugünkü yeni düzene uygun biçime dönüstürülmesinden ibaret bir konu oldugu çok daha açik olarak ortaya çikmis durumdadir. Oysa konuyu bir sivillesme ve darbeciligin tasfiyesi olarak, bir demokratiklesme olarak görenler, sadece bu gün nasil bir ileri demokrasi oldugu açikça görülen bir rejimin destekçisi olmakla kalmadilar, halkin aldatilmasina da ortak oldular. Oysa, devrimci politika her zaman gerçeklerin bütün yönleriyle açiklanmasini esas almalidir.

Ben solun bugünkü sorunlarinin temelini, geçilen süreçte yasanan ayrismalarda aramanin dogru bir sey olmadigini düsünüyorum. Her seyden önce yasanan olaylar karsisinda dogru ve saglam bir politik temele sahip olmayan bir devrimci hareketin basari sansi yoktur.

»Bir de son dönemde gündeme gelen Kongre Girisimi’ne iliskin tartismalar var.

Ben ÖDP’nin bu konudaki tutumunun dogru olduguna inaniyorum. Çok farkli toplumsal dinamiklere ve farkli programlara ve dünyada ve ülkede yasanan bütün önemli gelismeler konusunda bu kadar farkli görüslere sahip hareketlerin, bu sekilde kisa vadeli pragmatik gerekçelerle bir araya getirilmesinin dogru ve mümkün olmadigini, Kürt hareketiyle sosyalist hareket arasindaki dogru iliskinin de böyle kurulamayacagini düsünüyorum. Kürt sorununun çözümü açisindan ise, bagimsizliktan otonomiye, kültürel özerklikten yerinden yönetimlerin güçlendirildigi bir arada yasama biçimlerine kadar baris temelinde degisik çözüm arayislarinin tartisilabilecegi bir konuda bagimsiz bir devrimci hareketin güçlendirilmesinin çok daha gerekli olduguna inaniyorum.

Katilan çevrelerin kendilerine göre hakli nedenleri olabilir. Hangi gerekçelerle olursa olsun sonuçta herkesin tercihine elbette saygi duymak gerekir. Bu konuda konuyu sosyalist hareketin birligi çerçevesinden tartisan arkadaslarla polemik yapmak da istemiyorum. Sadece, örnegin ‘birlik sorununun küresellesmenin ‘küre’sindeki bütünlük manasiyla baglantisi çerçevesinde(!) itirazlar ileri sürerek ÖDP’nin kurulusuna katilmayan EMEP’li arkadaslarla, daha yakin zamanda “çogunlugun azinliga baski kurmasindan dem vurarak, azinlik haklarinin demokratik çogulculuk çerçevesinde korunmadigi gerekçeleriyle ÖDP’den ayrilan arkadaslarin kendi tutarliklari açisindan nasil bir ikna edici açiklamaya sahip olduklarini merak ettigimi itiraf etmek istiyorum.

Haberi Ekleyen: Ali Dursun

Bu haber 682 defa okunmuştur.

Paylaş

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Röportaj-Söyleşi

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi Dedesi rahmetli Mustafa Kul'un bayrağını taşıyor

Erdoğan'ın halifelik hayali Türkiye'yi tehlikeye attı!

Erdoğan'ın halifelik hayali Türkiye'yi tehlikeye attı! Ortadoğu'yu en iyi bilen gazeteci Hüsnü Mahalli, SÖZCÜ'ye konuştu

Cesur,Devrimci ve Çağdaş

Cesur,Devrimci ve Çağdaş TGB Başkanı Çağdaş Cengiz ile röportaj

Kılıçdaroğlu: AKP kaybedeceğini gördü

Kılıçdaroğlu: AKP kaybedeceğini gördü Kılıçdaroğlu provokasyonlar konusunda uyardı

Yıldırım Mayruk ülkeyi terk ediyor!..

Yıldırım Mayruk ülkeyi terk ediyor!.. Yıldırım Mayruk,Barbaros Şansal ile birlikte ülkeyi terk ediyor!..

GÖRELE ' DE HAVA DURUMU

GIRESUN

RÖPORTAJ

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi

ARŞİVLEN HABERLER

Arama
ssssssssssssssssssssssssssssssssssss