HÜLYA OKUR- HABERX
"Bedenin, neyin üzerine insa edildigini hep düsünürdüm...Hayvanlarin bile teavüne kostugu o seyde ne oldugunu merak ederdim...Görmek, isitmek ve konusmak gibi vasiflarin atfedildigi varligi daha yakindan tanimak isterdim hep...O yüzden karsilasmamiz "Iste Insan" dedirtti bana. Yandigi halde müvazesini bozmayan, patlak vermeyen, yangin çikarmayan bir semavî lamba ariyordum kendime. Simdi bu lambaya siper olma sirasi sizde...Oguz Haksever sizlerle..."
“BIZIM SOY ISMIMIZ, AILE SOYADI DEGIL.”
Gaziantepli savci bir baba ve Karadenizli bir annenin çocugu olarak 1957 yilinda dünyaya geldiniz. Savciliktan, avukatliga, sonra tekrar savciliga dönmüs ve Avukatligi döneminde de Basyazarlik yapmis olan babanizin mutsuz oldugu tek dönem olan basyazarligi sirasinda dünyaya gelmissiniz. Bu kaderin aglarini örmeye baslamasi anlamina mi gelmis sizce? Babanizin kaçtigi meslege sizin yakalanmaniz ne anlama geliyor? Onun mutsuzlugu üzerine bir mutluluk yaratmis olarak mi gördünüz kendinizi?
Babam yazarliktan degil, serbest avukatliktan mutsuzdu. Babam, ögrenciliginden itibaren yazan birisi. Siirleri de var. Benim boynumun borcudur. Milli Kütüphaneden 1939 yillarinda, Gaziantep’te 3-4 dergide yayinlanan siirlerinin orjinallerini toparlamak istiyorum. Babamin 20’li yaslarina ait çok güzel siirleri, yazilari var. Babam belki yazar olsaydi çok daha farkli bir hayatimiz olurdu. Kader belki orada kendini gösteriyor. Avukatliktan memnun degildi çünkü soy ismi ile müsemma bir adamdi. Bizim soy ismimiz, aile soyadi degil. Babamin ailesi, baba tarafindan Antep’in, Cumhuriyet öncesi postacilari, anne tarafi da Yavuz’un Suriye seferinde, zafere katkida bulunmus bir komutanin soyundan geliyor, o taraf da, “Tuzcu” diye biliniyor.
“BABAM, ÜLKE TARIHINE GEÇMIS BIR DAVANIN SAVCISIDIR” ,
“BABAMIN YAZILARINI HALA SAKLARIZ”
Bugün Gaziantep’te çikan, Sabah Gazetesi, o zamanlar CHP’nin bir yayin organi. Adi da, ‘‘Gazi’ Sabah Gazetesini kuran, Anadolu basininin Seyh-ül Muharrem’i, Osman Tuzcu, babamin özbeöz dayisi. Osman Tuzcu o gazetede, mürettip. CHP, bu gazeteyi elinden çikartmak istiyor, o da talip oluyor. Fakat bir akil adam istiyorlar, tamamiyla ellerini çekmek istemiyorlar, akillarina babam geliyor. Babama diyor ki:” Birak Savciligi, gel gazetede basyazarlik yap, serbest avukatlik da yaparsin, iyi bir hukukçusun” Böyle söyleyerek, babamin aklini çeliyor ve Savciliktan aliyor. Mutsuzluk orada basliyor. Hukukçu olarak da basarili bir insan, diyebilirim çünkü aslinda kenarda kösede kalmis, ülke tarihine geçmis önemli bir davanin da savcisidir. “Senirkent davasi” Demokrat partililerinin nezdinde efsane haline gelmis iki olay vardir, gizli sayim ve açik oylamaya ragmen teslim etmedikleri bir sandik olayi ve Antalya’ya bagli Senirkent kazasinin köyünde bir baba Istiklal Savasi gazisi ve ogluna Demokrat Partili diye yerel Jandarma eziyet ediyor, sapkalarina isiyorlar, sirtlarina biniyorlar “bizi tasi” diyorlar vs…Ve babam CHP’li birisi olarak bunlara kamu davasi çikiyor ve mahkum oluyorlar, o savunmanin sararmis kitabi yillardir elimizde durur, “Senirkent Faciasi” diye geçer. Oradaki ifadelerine hayran oldum, bugün konustugumuz; insan haklari, düsünce özgürlügü gibi seyler var. Fakat dislaniyorlar, annemin anlattigina göre, Antalya Cumhuriyet Savcilarindan birisinin sirf CHP’li oldugu için, evinin suyunu kesiyorlar, galiba taslanma da oluyor, telefonunu kesiyorlar. Bunun bende çok enteresan bir anisi var, Menderes döneminin jinekolog doktoru, Mükerrem Sarol’un Özal döneminde, Demokrat Partinin itibarini iade etme çabalari vardi, beni de Yassiada’da yargilanmis, Istanbul’da yasayan eski Demokrat Partili isimlerle görüsmekle görevlendirdiler ve Mükerrem Sarol ile röportaja yollamislardi, adam boynuma sarildi, agladi. “Vay öyle mi sen o Savcinin oglu musun?” diye. Avukatlikta para kazanamadi babam, o yüzden sikinti yasadi ama yazarlik onun en mutlu dönemiydi, hala o yazilarini saklariz.
“ESIM MESLEGIMI HALA ALGILAYAMADI”
28 yasinda evlendiginiz esiniz, bir ögretmen. Sizin kendinizi gelistirmenizde, onun egiticiligin bir rolü oldu mu?
Yok. Olmadi. Ama hayat adina karsilikli yasanan bir durum bu ayni zamanda. Ama onun bir türlü benim meslegimi algilayamamasi gibi bir dönem yasadik. Hala devam eder. Bayram döneminde hangi gün yayin yapacagim diye listeye baktim, kara kara düsünüyorum, eve gidecegim ve o listeyi ona anlatacagim diye. Çünkü bayramda çalismami kabullenemeyecek. O babasinin hayatina alismis, sabah git aksam gel istiyor, halbuki ben sabah çikiyorum, Samsun’dan vs haberim yayinlaniyor. Karadeniz tarafim konusunda ondan çok sey ögrendim.
“OGLUMLA HAYATI IÇIÇE YASIYORUZ”
Size kattiklari bir tarafa birbirinize sundugunuz güzel bir armaganiniz var, 1986 dogumlu oglunuz. Onun için yerine getirdiginiz babalik görevinizi su sözlerle anlatmissiniz:” Sigarayi birakmadim, ama rol model olmayi hep gözettim. Büyüyünceye kadar yaninda sigara içmedim. Kendime bir seyi yasaklamadim, sadece yaptigim seyleri onun önünde yapmamaya çalistim.” Bu davranis sekli size nasil bir baba-ogul iliskisi sagladi?
Aramizda konusamayacak hiçbir sey yok. Kiz arkadaslari vs. Tabi ki en samimi arkadasi ile iliskisinden farkli ama yaygin baba-ogul iliskilerini göz önünde bulundurursaniz, hayati iç içe yasayan iki arkadasin hayati gibi algilayabilirsiniz. Zaman zaman bana posta da koyar. 6 Yasindan itibaren babasiz olmak, ciddi bir travmaymis. Çünkü ben, hep bir endise ile büyüdüm, “Ne yapacagim, ne olacagim?” diye. Sirtimi yaslayacak birisi yoktu. Bugüne bakiyoruz, oglum kendi hayatina yürütüyor, kimseye muhtaç degil ama basi sikisti miydi, ‘Alo’ diyecegi bir adam var.
“BEN BIR ÇOK INSANIN AGABEYIYIM “
O adam kendisine bir yol haritasi çizdi. Darbe döneminde dayinizla tavukçuluk isine girismenizi saymazsak, annenizin israri üzerine TRT sinavlarina girdiniz ve burada gazetecilige ilk adimi attiniz. Kurulus dönemine tekabül eden Show ve Kanal6 serüvenini, ATV ve NTV takip etti. Mesleginiz ve kendiniz adina nasil bir yerde duruyorsunuz?
Bir çok insanin agabeyiyim ben. Bu çok hosuma gidiyor, yöneticilik de yaptim, o zaman da agabey idim ama simdi de. Hatta yöneticilik bitti ama agabey konumu sona ermedi, yönetici olmakla, agabeylik arasinda çok ince bir çizgi var, çünkü benim için haber merkezini yöneten insanlarin dedikleri dediktir ama bir takim seyleri de çok rahat konusabilirim, öyle bir konumum var. ‘Hocam’, ‘Agabey’, ‘Oguz Agabey’…gelinebilecek en güzel mertebe bu diye zaman zaman düsünüyorum. Daha ne olsun ki?
“BEN ‘ERMENI’ LAFINDAN BILE RAHATSIZ OLURUM”,
“ÇALISTIGIN YERIN SERMAYE SAHIBI DÜZGÜN OLACAK.”
El Cezire’nin yapmayi planladigi büyük transferler arasindaydiniz. NTV, bu sizi bu karardan geri döndürdü, bu belki de yakaladiginiz insani iliskilerinizle alakali ama çalisacaginiz televizyon kanali için kriterleriniz neler olur?
Evet kapidan döndüm. Kriterlerim, insan iliskilerinin saglikli olmasi, personelin haklarina Türkiye kosullarinin üzerinde olanaklar saglamasi, yayincilik isini düzgün yapmalari, mümkün oldugunda tarafsiz kalabilmeleri, belden asagi vurmamalari, insan haklari ve ifade özgürlüklerine agirlik vermeleri ve ön yargi meselesine çok dikkat etmeleri…Bizde hala farkinda olmadan, hatta belki ben bile yapabilirim, bilinç altina yerlesmis bazi seyler var, bunlari bilmeden ön yargilar olarak hatta asagilama olarak dilimizin ucundan çikabiliyor. Ben ‘Ermeni’ lafindan bile rahatsiz olurum, bunu söyleme geregi duymaktan…Askerde bir çocuk vuruluyor ama onun Ermeni oldugunu söylemek durumunda kaliyoruz, çok aci bir sey. Bu konularda hassas olan her yerde çalisir. Para önemli degil. Bir de tabi sermaye sahibi düzgün olacak. Sermaye sahibi, elindeki yayin gücünü kendi çikarlari için kullaniyorsa, o bir yayinci için kabustur. Bana bir yigin yerden o tür teklifler geldi ama o tür yayin politikasi uyguladiklari yolunda algiya sahipsem, dünyayi versinler, olmaz. Huzur içinde çalisabilecek bir yer.
“HABERDEKI DUYGUYU, INSANIYETI YAKALAMALISINIZ.”
Haberciligin çesitli yönlerine dikkat çektiniz de…'Gazeteci aktardigi haberin duygusunu yasamali, habere duygu katmazsaniz herkese hitap edemezsiniz' demistiniz. Peki duygusallik, ayni zamanda gazeteciligin handikaplarindan biri degil midir?
O kendi duygumuz degil, haberdeki duyguyu yakalamak. Ha yeri gelir, dislerimi gicirtadarak bazi seyleri sundugum olur. Çünkü sizin seçmediginiz insanlara hitap ediyorsunuz, sizi seçen insanlara hitap ediyorsunuz. Ne kadar yanlis, ne kadar kötü olursa olsun, onun duygularini oksamak durumunda degiliz, onun tepkilerini kabartmak veya yatistirmak durumunda degilsiniz, o yüzden bu duygularinizi vermemek durumundasiniz ama haberdeki duyguyu, insaniyeti yakalamalisiniz. Bir adam, koskoca yangin sirasinda, elinde bir tane kova ile oraya bir sey atiyorsa, diyelim ki haber 40 dakika, onun üzerine bir 40 sn durmalisiniz…Bir teyze böbrek nakli sirasi gelmis ama kendinden sonraki genç kiza, “Yavrum benim ömrün daha ne kadar, senin önünde uzun bir ömür var, ben siramdan çekiliyorum” derseniz, belki de haberi bastan asagi onun üzerine yapmalisiniz.
“ORDUNUN VESAYETINE HER ZAMAN SINIRLENDIM”,
“MEDYANIN KESKIN BIR TARAFTA DURMAYA HAKKI YOK”
NTV Muhabiri Nizamettin Kaplan, 37 kisinin yasamini yitirdigi Sivas olaylarini anlatirken: "anma törenleri" yerine "kutlama törenleri" demis, sizden de, "Günümüz aydin degil" uyarisi almisti. Tarafsizliginizi belli etmekten kaçinmayacaginiz konular neler, mesela Ergenekon bunlardan biri mi?
Yok, Ergenekon onlardan biri degil ama içten içe ordunun vesayetine her zaman sinirlenen birisiyim ben. Ama bunu yayinda ortaya koymaya hakkim yok, yayinda neyse o. Ondan bosu bosuna yatan insanlar da var, bu konuda bir algiya sahibim artik ama bunu ekranda ortaya koymaya hakkina sahip degilim. Dedim ya, sizi seçenler tarafindan izleniyorsunuz. Bunu Ali Kirca’dan ögrenmistim, çok saglam bir kistas var, bir gazete okuyucusu iseniz eger, gazete bayi’sine bir tane belirli olani almak için gidersiniz, o sizin genellikle dünyaya bakisiniza uygun bir seçimdir, televizyonda da vardir biraz ama en azindan yine de elde bir tane alet vardir. Biz herkese hitap ediyoruz, belirli kesimlere hitap eden kanallardan ben hoslanmiyorum. Partilerin yayin organlari olabilir, o ayri mesele ama “Biz bunun yayin organiyiz” diye ayan beyan söylemek kosuluyla. Ama onun disindakilerin, çok keskin bir sekilde bir tarafta durmaya haklari yok. Çünkü her ne olursa olsun, siz kamunun bir alanini kullaniyorsunuz. Ideali bu tabi de..
“SEÇME SANSIM OLSA, IZLEYENLERIMIN, MERAKLI INSAN KITLESI OLMASINI ISTERDIM”
“Seçen taraf degiliz” diyorsunuz ya, seçme sansiniz olsaydi nasil bir kitle yaratirdiniz kendinize?
Merakli bir kitle. Ben de merakliyim çünkü. Ben acayip merakliyim. Aklima bir sey takilir, bakmazsam olmaz, haberlerin içine, gövdesine de bakarim, çogunlukla kendi sunumlarimi kendim hazirlarim, mealen, irticalen söylerim, merak ederim, artik önümüzde öyle imkanlar var ya, bilgisayara bakip, nedir, neyin nesidir, aktaririm onu. Merakli, hayati bilmek isteyen insanlari karsiliyoruz, hayati aktariyoruz. Bunlar olsun.
“BENDE VICDAN SOFTWARE’I VAR”
Merakeverliginiz sizi Hrant Dink belgeselini hazirlayip sunmaya da itti. Toplumsal meselelere bakis açisi gelistirirken, en çok insan kimliginizden mi faydalaniyorsunuz? Yoksa tamamen gazeteci refleksiyle mi hareket ediyorsunuz?
Ikisi bir arada. Bu adam niye vuruldu? Bir diplomat arkadasim, Hrant için: “Burada baska konusuyor, yurt disinda farkli konusuyor” dedi. Ben Hrant’in yurtdisindaki konusmalarini da izledim. Eger zihninizi kültürünüzün, toplumunuzun size ördügü duvarlardan biraz olsun arindirirsaniz, dinleyeceginiz hiçbir sey size, saçma sapan gelmeyebilir. Buna Türkiye’de asiri milliyetçi olanlari da katmak lazim. Bu meslek bize bunu ögretiyor: “Her tarafi algilayabilmek, her kesime karsi bir empati duyabilmek” Bir yerden sonra duygusal genleriniz, bir süre sonra içinizde ‘software’ olusturuyorlar. “Vicdan software’i” diyorum ben ona. Bir sey ile karsilastigimda, olayi o software içinde isleme aliyorum, o beni öyle programliyor, dudaklarim, dilim ona göre programlaniyor. Ve bu büyük bir rahatlik. Çünkü oradan geçince, herkese hitap etme olanagina sahip oluyorsunuz ve falso yapmama durumunda oluyorsunuz. Benim dilimde falso söyle vardir, ölmemis bir insani ölmüs zannederim vs. Geçenlerde Sepp Piontek ‘in(Eski Milli Takim Teknik direktörü) öldügünü saniyordum, adam için “Topragi bol olsun” demistim, sonra bir izleyici yazmis, “Oguz Haksever, Piontek’i topraga gömdü” diye. Varsa budur ama onun disinda bir gafim olmaz. “Van da bile bir deprem olsa üzülüyoruz” gibi bir gaf olmaz. O vidan software’i önemli.
“BENDE BIR DE, REDAKSIYON SOFTWARE’I VAR”
Kötü bir gaf degil tabi ki. Illaki telafisi olan gaflar da söz konusu. Mesela, 2010 yilinda CHP kurultayinda yasanan izdihama, yayina yansiyan “Bu nasil organizasyon” isyaninizla sahit olmustuk. Tepkilerinizi gizleyemediginiz durumlari genelleyebilir misiniz?
Islerin düzgün yürütülmesinde aksaklik varsa, bayagi sinirlenirim. Bir gazeteci, mesleginin en temel islerini yapmazsa gerçek tepem atiyor. Bir arkadasim, Avrupa’da, Mayis ayinda her yil Ikinci dünya savasinin sona ermesine yönelik törenler yapilir, benim dis haberler editörüm, “ikinci dünya savasinin bitisigi Avrupa’da kutlandi” diye bir haber yazarsa, benim tepem atar. Çünkü ikinci dünya savasi Avrupa’da bitmemistir, ikinci dünya savasi Japonya’nin teslim olmasiyla bitmistir. Sunusa bakmaya vaktim olmadi, önüme birden bir sey geldi, Promter’I takip ederken, “öyle degil böyle diye” dedigim olmustur, bende bir de, redaksiyon software’i var.
“BILDIGIM BIR SEYI, SAATLERCE ANLATIRIM”
Tecrübe bir çok açidan sizi ele veriyor. Dilinizi çikartip rejiyle “Beni lafa tutma” diye sakalastiginiz esnada, canli yayinda dil egzersizi yaparken yakalanmistiniz. Kendinizi egitmeye devam ediyor olmaniz, çagi yakalama telasinizdan mi yoksa paslanmaya karsi gösterdiginiz özenden mi?
Her ikisi de. Bir de devamli güncel olmak. Meslek olarak da öyle. Bugün bir sey ögrendim ama yine meslegimde baska bir sey ögrenebilir miyim diye merak ediyorum ama ayni zamanda korkuyorum. Ama o bir önderlik, etrafima, yanimdaki genç arkadaslarima onlarin bilmedigi bir seyi, onlardan önce ögrenip verdiysem eger, veya hayat tecrübemden, rafineriden öyle bir sey süzüldüyse eger onlari vermezsem ben deli oluyorum. Sadece bu meslekle ilgili degil. Bildigim her sey konusunda, isi gücü birakir yarim saat anlatirim, güzel de anlatirim. Arkadaslarin Oguz Agabey’inin içinde o da bir baharattir.
“ISTANBUL TÜRKÇESI ILE KONUSMAK, ÇOK AGIR BIR IRKÇILIK”,
“PARLAMENTODAKI EN SEMPATIK ISIM, SIRRI SÜREYYA ÖNDER”
Ögretileriniz arasinda çokça yer aliyor. Istanbul Türkçesi takintisi için: “Ekranlarinizda kendi lehçelerinden utanmayan sunucular görmek istiyorum” demistiniz. Bu durumu asmanin tek yolu nedir?
Bunu asmanin yolu, söylediklerimin pesine takilacak insan bulmak. Maalesef bu çok agir bir irkçilik gibi geliyor bana. Ve insanlar buna bilmeden katiliyorlar. Anadolu’da, öyle meslektaslarim var ki, kivraniyorlar. Sanki Istanbul Türkçesi ile konustuklari zaman muteber oluyorlar, bu benim agrima gidiyor. Muteberligin karnesi, Istanbul Türkçesi degil. Bugün parlamenterlerimiz arasinda en sempatik isim, Sirri Süreyya Önder. Neye borçlu o sicakligini? Kendi siveleriyle konusuyor olmalari bence çok önemli.
“VAN DEPREMI GAFÇILARI KALDI, KIZILBAS DIYEN TELEVIZYONCU GITTI”,
“MESLEK ZORLASTI”,
“ARTIK MUHABIRLIGIN TOZUNU YUTMUS SUNUCULAR ISTENIYOR”,
“BU ZAMANDA, BIZ AK SAÇLILARIN KIYMETI ARTTI”,
“HER KANALIN BIR AGABEYE IHTIYACI VAR”
Spikerlik zamanimizda daha mi kolaylasti, daha mi zorlasti sizce? Hata yapan genç arkadaslarin hatasi affedilmiyor ama kirk yillik kaniler için ayni sey geçerli degil?
Burada bir sakillik varsa dogru. Çok samimi bir sey söyleyeyim, Van depreminden sonra, toplumumuzun kinadigi, o bilinçalti itiraflari dile getiren insanlarin belirli bir tecrübesi vardi ve kaldilar, eger ondan dolayi kaldilarsa yanlis. Çok taninmis bir sunucu “Kizilbaslar” demisti, adamin hayati karardi. Promter’dan ayrilmazlar. Onlarin hatasi degil. Meslek zorlasti. Özellikle haber kanallarinda, artik muhabirligin tozunu yutmus sunucular isteniyor. Haber sunarken, izledigi bir olayin 10 dk sonra haberini, DSF’sini yaziyorsa bitmistir. Benim gözümde haber sunucusu, oturup, editörün ona sunum ve soru hazirlamasini beklememesi gerekir. Bu yüzden zorlasacak, eninde sonunda bu olacak. Mesela bu zamanda, biz ak saçlilarin kiymeti artti, dikkat ediyorum her kanalin buna ihtiyaci var. Bu isi düzgün yapacak, saga sola yalpalamayacak, evelemeyecek birine, bir agabeye ihtiyaci var gibime geliyor.
“FARKINDA OLMADAN ERMENILERI, RUM VATANDASLARIMIZI KÜÇÜK GÖSTEREN YAKLASIMLAR SERGILENIYOR.”
Irkçiliktan bahsettik de….“Ingiltere'nin ulusal kanallarinda Iskoçya, Galli agzi ile de, Irlanda agzi ile konusan vardir. O nedenle bir takim seylerde nedense milliyetçilik ön plana çikiyor. Ama bence asil milliyetçilik budur." diyorsunuz. Sizce bizim milliyetçilik algimizin televizyona yansiyan kisminda nasil bir ariza var?
Bir tanesi bu. Mesleki açidan ilk gözüme çarpan bu oldu. Nizamettin Kaplan, agzi daha da kayarak bulundugu yerden haberini sunsun, hatta gerektiginde Kürtçe röportaj yapsin, aktarsin veya Karadeniz’de Ahmet Kayacik, bütün Trabzonlugu ile çiksin hiç sikilmadan utanmadan yayin yapsin, hele Antep’linin agzi ile onu izlemek çok daha zevkli olur…Farkinda olmadan Ermenileri, Rum vatandaslarimizi küçük gösteren yaklasimlar sergileniyor. Sadece Istanbul Türkçesinin bir asimilasyon araci olarak, yayincilarin tepesine binmesinden ibaret degil. Çünkü bu egitimden beri isimize islemis. Insanoglu, dogdugu zaman o kadar masum ki, fakat onu kültürle, egitimle bir yigin mikroba bulastiriyor insanlar. Ha bu ütopik bir sey.
“17 AGUSTOS DEPREMININ BELGESELINI BIZ, 1996’DA YAPTIK”,
“BIZDE "BILIM EDITÖRÜ" DIYE BIR SEY YOK”
"Korktunuz degil mi? Bizde korktuk ama bizi asil korkutan Istanbul'un hazir olmamasi." Sözleriyle deprem uzmanligi ünvani aldiniz. Peki neden sizin disinizda bu hassasiyeti gösteren programcilar olmadi, sizin farkiniz nereden geliyor?
Merak. 1996 yilinda, “Istanbul ve deprem” diye Cengiz Erdil ile bir belgesel, dizi yaptik, kesintisiz de yayinlandi. Biz demistik yayini yapmayi sevmem, 17 Agustos depremi meydana gelince, o dosyayi tekrar yayinlamaya basladik, Hincal Uluç orada kesfetti, “Ulan depremin büyüklügü bile senaryoda 7,4. Medya bu konuya hiç ilgi göstermemisti. Aslinda orada büyük bir dert var, bizde “Bilim Editörü” diye bir sey yok ki. Bilim- Teknoloji masasi hangi kanalda var Allah askina? Ismet Berkan, matematige, bilime merakli birisi ama asil isi o degil. Benim de öyle, benim de asil isim jeoloji degil. Ben uzaya çok merakliyim, göreceli olarak epeyi sey biliyorum. Saglik deyince var, siyaset, spor deyince var ama bilim-teknoloji alani bos birakilmis.
Belki de reyting gerçegi ile ülke gerçegi arasinda tercihimizi iyi yapmaliyiz.
Ya da meslegin kurallari ile reyting isi birbirine çok girdi.
“BENDE BIR SEYI FARKLI VE IYI YAPABILMEK ARZUSU VAR”
Bunlari önlemek için belki de bir çok program yaptiniz. Karsi Görüs, Basin Odasi, Tarih Konusmalari….Fakat öyle bir programa imzanizi atiyorsunuz ki, dünyanin dört bir yanindan ajanslara düsen fotograflara, hikâyeleri ve sessiz çigliklariyla yer verdiginiz, “Ve Insan”. Sizce Ara Güler’in deyimiyle, "Bu milletin görmeyi ögrenmesi lazim." Fikrinden hareketle mi bu basarili program ortaya çikti?
Yok. Ara hocanin o lafini benimle bir röportajini yakaladim, bu programin arkasinda büyük felsefi düsünceler veya pundunu bekleme durumu yok, önüme geldi her sey. Benim bir huyum var, bir seyi farkli ve daha iyi yapabilmek arzusu. O olayda önümüze sadece fotograflar geliyordu, Tülay arkadasimiz, fotograflarin altinda gelen bilgileri Türkçeye çeviriyordu, ben de cümleyi toparlayip veriyordum ama o içimdeki vicdan software’ine yeni bir USB baglandi. Orada baska seyler oldugunu görüyordum ve duygulaniyordum. Öyle basladi sonra artik bir tane kanguruya da yazmaya basladik, bebege de yazmaya basladik. Fotograflari ben seçmiyordum. Fotografçi arkadasimiz Bahar, fotografin teknik ve estetik yanlarini da gözeterek seçimler yapiyordu.
“TÜRKIYE HARIÇ” HER YERDE FOTOGRAF, HABER KURULUSLARININ EN ÖNEMLI ARACI”,
“BASBAKAN’IN FOTOGRAFLARI HEP EL SIKISIRKEN”,
“FOTOGRAF BIZDE ÖNEMSENMIYOR”
Bu fotograflarin çogunlukla, Afrika, Afganistan, Irak ve Asya gibi cografyalardan çikiyor olmasi ilgi çekici. Bu Türkiye adina iyi bir sey mi? Bizim acinasi görüntülere sahip olmamamiz?
Orada olay tamamen teknik, hayatla ilgili bir sey. Fotograf hala, “Türkiye hariç” haber kuruluslarinin en önemli araci. Bugün bir Agence France-Presse fotograf denen seye son derece önem veriyor, zaten bence en basarililari da onlar. Sonra Reuters çok önem veriyor. Sonra Associated Press ( AP )bu ise çok önem veriyor. Dünyada haberin fokurdadigi yerlere, dünyanin veya kendisinin en kaliteli fotografçisini yolluyor. Yani AP, Hindistan’a, Afganistan’a ve David Gutenberg’i yolluyor. David Gutenberg, ödüllü bir fotografçi, son derece basarili. Türkiye’de, Riza Ezer genellikle Ankara’da kalmistir. Bugün Türkiye’nin zeka ve görmek açisindan en basarili fotografçisidir ama Riza Ezer, fakat Ankara’da. Associated Press ajansinin, David Gutenberg’i dünyanin sayili fotografçilarindan birini yollama zihniyetini, onun üstünde yok. O zaman onu da oralara yollarlardi. Bir, Fotograf bizde o kadar önemsenmiyor, iki, gazeteler ve yayin kuruluslari, Türkiye’nin hemen hemen her yerinde çok kaliteli fotografçilar istihdam etmiyorlar ama Van’da bir fotografçi çikiyor, Yusuf’u çekiyor veya çökmüs bir enkazin altindan toz içinde çikarilan bir insanin fotografini yakaliyor. Bu kadar önemli, güçlü, medya araci fotograf. Çok çarpici olmazsa bir gazete uzun boylu bir fotograf basmiyor. Basbakan’in fotograflari hep el sikisirken, muhalefet liderinin öyle…Halbuki ben neler görüyorum? Ben aksam O An’lar için fotograf tararken görüyorum. Çok basarili çalismalar var. Ama anlamadigim bir sebepten ötürü o fotograflari kullanmiyorlar. Bizim öyle bir eksigimiz var. Türkiye’de elimize fotograf gelmiyor, elimizde bir tek Anadolu Ajansi var. Bugün çik, ajans muhabirlerini, foto muhabirlerini gez, “Çalismalarinizin gazetelere ve yayin kuruluslarina yansimasi açisindan ne kadar mutlusunuz?” diye sor, sana ellerindeki hiç kullanilmayan olaganüstü fotograf portföyünü gösterecekler.
“FOTOGRAF HALA BIR ÜSTÜNLÜGE SAHIP”
O An ile ilgili fotograflari iki kitapta topladiniz ve metrocity’de sergilendi. Sizce görüntü kalitesinin artmasinin, fotograf sanatina nasil bir kötülügü oldu?
Yok. Eskiden fotograf tek el di. Ama yok olmadi çünkü o bir tutku. Fotografi çekenler açisinda bir tutku ve zamani dondurdugu için sonsuz gündemde kalma olanagi var, yani ne gün baksaniz, bir baska tarafindan etkileniyorsunuz. O bitmez. Bugün bazi gazeteler fotograflari, hareketli görüntülerdeki tek bir ani kullaniyorlar. Hala fotograf öyle bir üstünlüge sahip. Ben hiç fotograf göremem biliyor musun? Bende bakma gözü var da, görme gözü pek fazla yok.
Bir kursunu alsaniz aslinda, hepsini bir arada mükemmel yürütürsünüz.
“YEREL MEDYA, OLIGARKLAR YÜZÜNDEN MESLEKLERINI YAPAMIYORLAR”,
“YEREL OLIGARKLARI MEMNUN ETMEZSE, YEREL GAZETECI ORADA YASAYAMAZ.”,
“YEREL HABER YAPMAK, ULUSALDAN DAHA ZOR”
Yok, nerede? En büyük arzum ud dersi almak ama ona bile vakit bulamiyorum.
Arzu ettiginiz seylerden biri de belki de yerel habercilik. Çünkü “Gerçek Orada Bir Yerde” programinda “Kent Nereye Gidiyor” konusunu islemistiniz. Ulusal haberciligi, yerellik noktasina tasima gayretinizin altinda ne yatiyor? Bizdeki Ulusalcilik anlayisinda filmin koptugu yer neresi?
Birincisi, yerel oligarklar. Yerel medyada çalisan arkadaslar, o zihniyet yüzünden islerini yapamiyorlar. Bir Vali, Belediye Baskani, Kaymakam…bir sekilde yine de, bu zihniyeti iktidarin degistirme yani var, hizmet agirlikli olarak ama bir sekilde ya egitiminden ya da devletin yapisindan, Osmanlidan geliyor, oranin efendisi addediyorlar kendilerini. Ayni duyguyu yerel gazetecilere de uyguluyorlar. Yerel oligarklari memnun etmezse, yerel gazeteci orada yasayamaz. Bazi Belediye Baskanlari, hatta o arkadaslari besler, bazi Belediye Baskanlari Iaselerini verir, bu tabi önlerini kesiyor, özgürlüklerini kisitliyor. Ben empati yapmayi çok seviyorum. Onlari çok iyi anliyorum. Ikincisi yerelde haber yapmak, buradan daha zor. Burada, “Ali Osman hakkinda dava açildi, tutuklandi” dersiniz, hiçbir sey olmaz size ama yerel basinda ayni haberle çikin, ertesi günü Ali Osman’in akrabalari kapiniza dayanirlar, çünkü biliyorlar siz kimsiniz, nesiniz. Öyle bir zihniyet. Halkta da çok fazla demokratlik yok. O haberi yapmak onun görevi ama haberi çarpittiysa da, yine yerel oligarkin baskisi var. Film orada kopuyor.
“BASBAKAN’IN TEPKILERINI INSANI BULUYORUM”,
“BASBAKAN DA HAKLI, MEDYA DA”,
Tayyip Erdogan’in, Cüneyt Özdemir’den hareketle duygusuz habercilik üzerine yaptigi yorumlara ne diyeceksiniz, biliyorsunuz Özdemir, Arakan’daki Müslümanlara yapilan saldirilara da deginirken, Davutoglu’nun Myanmar’a ziyaretini elestirmisti.
Bir gazetecinin böyle demesi yanlis. Ama o onun tercihi. Orada bir dünya görüsü var. Ben bu tepkileri insani buluyorum. Basbakan’in tepkilerini insani buluyorum, tepesi atiyor, söylüyor, o açidan insani buluyorum, dogru bulmasak da. Metronun açilisinda yine medyaya çatti. Istanbul’da köprüler tikandi diye medyaya çatti. “Insanlarin çektigi sikintilari çok fazla abarttilar” dedi. Orada medya çok da suçlu degil. Basbakan da hakli, medya da. Medya, bir yerden çok ses geliyorsa, çok bagiran varsa gider onu alir, sesini aktarir, Basbakan’a empati yapacaksam eger, su soruyu en basta bir sormakta yarar görüyorum. “Yahu bu bakim yapilmasaydi, bu köprü ne olurdu?” Bu soran kimse yok. Bu soruyu birisi sorsaydi, belki de Basbakan bizi firçalamayacakti. O da insani buluyor, tepesi atiyor konusuyor. Basbakan’in bir lüksü var mi yok mu bilmiyorum ama Basbakan da olsa, yine de birine insan olarak bakabiliyorum. Ama hakikaten ben de olsam sinirlenirdim, birisi de bunu desin kardesim yani. Bu köprünün bakimi yapilmasaydi, Istanbul ne tür felaketlerle karsi karsiya kalabilirdi? Herkesin kendi arabasi var, bakimlari geldigi zaman servise götürürler. Bu da öyle bir sey. Pahali, zahmetli, arabandan mahrum kalacagin bu süreç, köprü bakimi için de geçerli. Ulastirma Bakanini agirladigimda sordugum ilk soru buydu, dedim ki:” Yapilmasaydi ne olacakti?” Dedi ki, “Çok vahim seyler olabilirdi” Demek ki köprü çok yipranmis arkadas. Kuzey rüzgari bayagi agir hasarlar vermis. Yapmazsa ne olacak, “Niye bakim yapmadin?”, “sen trafikte bagirmayasin diye bakim yapmadim” var mi böyle bir sey. Herkesin bu software’e ihtiyaci var. Bir sey agzindan çikmadan önce, bilgisayarda gelir ya önüne, “Evet mi, hayir, emin misin” diye, biraz da öyle düsüneceksin. O zaman belki agabey olabiliyorsun iste.
“TOPLUMDAKI KUTUPLASMAYI, ERBAKAN HAREKETI BASLATTI”,
“HERKESIN HABERIN YARISMASINI YAPMASI LAZIM”,
“HERKES KENDI KODUNUN HABERINI YAPIYOR”
Basbakan’in medya üzerinde kurmaya çalistigi tahakküm bir tarafa, medyanin kendi tekelini kurmasina ne diyorsunuz, yandas-candas diye ayrilmasina? Bu bölünmeler normal mi?
Yok degil. Sürekli olarak iktidarin hatalarina odaklanmak veya sürekli olarak yaptigi en iyi seylere odaklanmak yanlis . Bazen samimi olmakta fayda vardir. Mesela Ingiltere’de, seçimler öncesinde, gazeteler hangi tarafi tuttuklari açiklamak gibi bir gelenek olusturmuslar. Buna varim. Ha bunu yaparken, öbürünü de bel asagi vurmuyor. Diyelim ki, iktidari destekleyen bir gazete, “CHP’nin hatasi” olabilecek bir konuyu günlerce tefrika yaparsa, bu da dogru degil. Ama maalesef toplumda özellikle, Erbakan anlayisinin ve onun baslattigi hareketin, siyasette belirli bir agirlik kazanmaya baslamasindan itibaren kutuplasma, bugünkü duruma geldi. Herkes, dünyaya, medyanin dediklerini kendi bakis açisiyla duymak, görmek istiyor. Ben o halet-i ruhiyeyi anlamiyorum. Mesela Hüseyin Aygün, “Dagdaki genç arkadaslar” dedigi için, baska bir kutuplasma kendini gösterdi, ya bir durun ya, senin koduna aykiri bir sey söyledigi düsünüyorsun ama medyada ‘kod’ diye bir seyin olmamasi lazim. Herkesin haberin yarismasini yapmasi lazim. Ama maalesef, herkes kendi kodunun haberi nerede onu ariyor.
“MEGER CHP DELEGESINI KIRMAMISIM”
Sizin kodlariniz da bazen kendini su sekilde gösteriyor. Biraz önce sözünü ettigimiz CHP kurultayinda, Kemal Kiliçdaroglu salona girdiginde yanlis yere götürülünce, mikrofonunuzun azizligine ugramis ve “Bunu beceremeyen adamlardan memlekete hayir mi gelir" demistiniz.
“Kiliçdaroglu degil, partiden memlekete hayir gelmez” demistim. Adam kürsüye çikamiyordu. Sonra kendi kendime huzur hissettim, onun hemen ardindaki kurultaya gittim. Bir tane CHP delegesi veya oraya katilan bir kisi de, gelip bana hatali oldugumu söylemedi, onlari o kadar kirmamisim. O, Can Dündar ile yaptigim bir sohbetti, insani bir yanimdi. Birinci organizasyonda masamiz neden devrilmis biliyor musunuz, kurultaylarda basinin oturacagi masalar, demontedir, alttan, ayaklarina vidalar sikistirilmistir, bunlar hazirlanamamislar, geç kalmislar, her ayagi bir vidayla sikistirmislar, dolayisiyla birisi gelip dayandi miydi, üzerinde milyarlik aletlerimiz var, birkaç kez düstü, Kiliçdaroglu da yanimiza geldi, aletlerimiz üç defa düstü, tepem atti, kürsüye dahi çikamadi, ülkeyi yönetmeye aday olanlar, sen kendi kurultayini dogru düzgün organize etmezsen olur mu, bende öyle bir izlenim uyandirdi.
“KILIÇDAROGLU, IKTIDARA ADAY OLMA POTANSIYELI TASIYOR”,
“KILIÇDAROGLU ,CHP’YI YENIDEN INSA EDIYOR GIBI”
Kiliçdaroglu’nun ülkeyi yönetmeye talip olmasini bu tür aksakliklar içinde mi degerlendirecegiz?
Yok fazla yakindan bilmiyorum. Ama yaptigi bir takim seyler, iktidara aday olma potansiyelini yükseltiyor. Hüseyin Aygün’ün söylediklerinin arkasinda olmasi, ondan önce Kürt sorunu konusunda bir girisimde bulunmasi çok önemli, ardindan mütedeyyin kesimle bir araya gelmesi…Bu Türkiye’nin bir gerçegi, oraya da bir empati olusturacaksin, halk seni daha önceki yöneticilerin gözünde öyle algilamis, onu düzeltmek senin boynunun borcu, zamanin CHP Genel Sekreteri hacca gitmek isteyen bir partili ile alay etti, “Senin Muhammed’in” falan dedi, üstü örtüldü, üzerinde durulmadi, o konuda da medyaya sükretsinler. Kemal Bey, empati açisindan, CHP’yi yeniden insa ediyor gibi geliyor bana. Umarim daha fazla süre olur, umarim gündemi olumlu yönde degistirmek adina, iktidari daha fazla motive eder, dinamo görevi görür, kapilar açar. En tipik örnegi, çözüm için mecliste partilerin bir araya gelmesi, “Akil adamlar” kurumu olusturulmasi konusunda katkida bulunur, muhalefet budur. Siyasette de, biraz empati sart gibi geliyor bana. Kendini onun yerine koyarak, elestirini ona göre yapmak, önemli, o zaman sonuç verici oluyor, sonuçta biz yararlaniyoruz. Kürt meselesi konusunda, iktidar bana gelmeyin, demiyor. Yalçin Akdogan ile yaptigimiz röportajda, sundan yakindi: “Neler çektik, Habur olayiyla sonuçlanan girisimler öncesinde, Kürtlerin insani haklari konusunda TRT6’yi açtik, bütün bunlarda basimiza gelmedik is kalmadi, buna ragmen bunlari yaptik” dedi, birisi çiksa bunu biraz daha ileri götürse, kim bilir Türkiye nereye gidecek? Bagirip çagiriliyor, üstelik bunlar damardan veriliyor, öyle olunca o da duruyor, halbuki tam tersi olursa; demokratiklesme, özgürlesme adina bir yigin yeni tarlalar açilacak önümüze, oralara bir yigin çiçek ekecegiz.
“VATANSEVERLIK ARTIK SINIRLARI KORUMAK DEGIL, VATANSEVERLIK FARK YARATMAK”
NTV'de seslendirmeye giderken HSBC binasi önündeki patlamada ölen tiyatro sanatçisi Kerem Yilmazer için ‘‘Bizim ilk tiyatro sehidimizdir’’ demistiniz. Akan kanin kimin için oldugunun önemsiz oldugu bir durum yasiyoruz, sizce vatan, sehit vermeden de korunamaz mi?
Çok hosuma giden bir laf var, “Vatanseverlik artik sinirlari korumak degil, vatanseverlik fark yaratmak”
“MEDYANIN EN ORTAK YAKLASIMI, TERÖRDÜR”,
“KOLAY TELEVIZYON HABERCILIGININ SARTLARI VARDIR”
“Terörün medya üzerinden nemalanmasi bir bakima dogru ama medyanin tümüyle elestirilmesi de çok uygun degil.” demistiniz. Basbakan’in çikislarinda oldugu gibi medya, terörün ekmegine gerçekten yag sürüyor mu?
Yok. Medyanin en ortak ve düzgün yaklasimlarindan biride, terördür. Belki vardir bir iki uç örnek ama Özgürgündem Gazetesi, “Terörist” demez de, “Militan” der ama yaygin diline bakarsan o da “Baris” der. Hükümetin hassasiyeti su: RTÜK karari ve Baskanin yaptigi tolantida dedigi su, bir sehit oluyor, evine gidiyorlar, aglasmalar oluyor, hadi onlar tamam, habercilikte ”Televizyon haberi gerçeklere dayanan filmdir” ama sen onu damardan vermek adina daha acikli müzikleri verirsen, bagrismalari tekar tekrar verirsen, toplumu kiskirtirsin. Toplumu kiskirtmasi PKK’ya karsi degil, PKK’nin güya temsil ettigi Kürt vatandaslarimiz karsi. Bu onlarin ekmegine yag sürüyor. Bu konuda uyarildi medya. Kolay televizyon haberciginin birkaç tane sarti var: Maraz duygular bunlarin hepsi, aci, ah benim basima gelmiyor ne iyi diye, “Sükür duygusu”. “Siddet”. Hepimizin içinde bir siddet yani vardir, bunu çesitli yollarla köreltiriz. “Cinsellik”. Bir de “Röntgencilik”. Yani özel hayata cinsellik açisindan bakmak. Bir televizyon haberinin izlenmesi bunlara baglidir. O da bunlardan biri, baskasinin acisini, üstüne basa basa gösterip, tahtaya vurup kulaklarini çekmesine yardimci olmak.
“KRONOMETRE TUTMUYORUZ, DENGELI SÖZ HAKKI VERIYORUZ”
Gülay Özdem, “Haberin o soguk yüzünü esneten bir tavriniz oldugunu söylemis, “Futbolcunun topu gögsünde yumusatip vurmasi gibi, haber yumusatip, sundugunuzdan bahsetmisti. Fakat Ahmet Hakan su yönünüzü elestiriyor: “Hem konuya hakim, hem de ucuz numaralar pesinde degil ama konuklara esit süre tanima adina, konusma bitmeden kesiveriyor” Babaniz olsa affetmeyeceginiz seyler neler?
Yok. Ahmet Hakan hakli, ben sonra ondan vazgeçtim, esit süre degil, dengeli düsünceleri dile getirme. Çünkü bazi insanlar az zamanda çok sey söyleme yetenegine sahip, bazilari öyle degil. Affetmeme degil ama kizarim. Bir soru sordugu zaman, “Dünya atesten bir toptur” diye baslayanlara kiziyorum. NTV’nin yayin ilkeleri konusunda bir çalismam oldu, “Kronometre tutmuyoruz, dengeli söz hakki veriyoruz” gibi bir sey söylemislerdi, çok hosuma gitmisti, ondan sonra kronometre tutmayi, hakliydi yani.
“TARAF GAZETESININ OKUYUCULARINDAN DA BIRIYIM”,
“GENEL KURMAY BASKANININ CEZAEVI FOTOGRAFINA BURKULDUM”,
Bazi sikistirici, presleyicisi sorulariniz da oluyor konuklariniza. “ Wikileaks'in Turkiye'de anlasitigi kurulus bazi belgeleri traslamis... Bu sizde hayal kirikligi yaratti mi?” sorusu, Assange’i zor durumda birakmisti. Sizce Taraf’in gazeteciligi neden bu kadar elestiriye açik?
Elestiriye açik olmak iyi bir sey. Taraf Gazetesinin okuyucularindan da biriyim. Yakin arkadaslarimdan birisi onun yüzünden muzdarip oldu. Mirgün Cabas’in basina gelenler. Muhsin Yazicioglu’nun helikopterinin düsürülmesinde, Mirgün’ün otomatige bagladigi, her birkaç saniyede bir cep çagrisinin helikopteri düsürebilecegini yaziyorlardi, zaten alperenler tepkiliydi, NTV’ye yürüyorlardi, böyle seyler de oldu. Bir elestiri havuzumuz var mi, hepimiz o havuza bir seyler atiyoruz, herkes oradan payini alsin, ne olacak yani? Kimseyi ideal yayin yapma konusunda, beklentinin altinda tutmamak lazim. Biz de ideal yayin yapmayabiliriz ama onu yapmak için elimizden geleni yapiyoruz. Ayni bakis açisinda olan insanlar biraya toplanir ve orada da, bazi olusumlar olur, medyada da bu oluyor. Balyoz’da, kurunun yaninda yasin da yanmasinda, onlara göre empati yapiyorum(öyle düsündügümü söyleyemem ama) onlar da o gazeteye karsi dislerini gicirtadanlar var, büyük sikintilar çekenler var, eski Genel Kurmay Ikinci Baskaninin, cezaevinde fotografini görünce ben burkuldum. Bundan 2-3 sene evvel, Basbakanin, Obama’yi ziyaretinde arkada duran Generaldi, simdi baktim bir hücrede sakallarini uzatmis, diyor ki,” Ben hastayim, 32 tane ilaç kullaniyorum, adli tiptan rapor var ve cezaevi de; ben bu adama bakamam, diyor ama buna ragmen bu adam burada tutuklu.
Bir adaletsizlik oldugundan emin degilsiniz ama?
Bu kadar kesin konusamam. O software’im, sizinle konusurken de, devreye giriyor. Ben sadece hissettigimi söylüyorum, “Burada bir adaletsizlik vardir” diyemiyorum. “Bu kisi çok haklidir” diyemedigim gibi “Öbür taraf da haksizdir” diyemiyorum. Vicdan sotware’inden çok söz ettim ama bunca sene sonra kazanimlarimdan en büyügü belki de o.
“28 SUBAT SÜRESI DEMOKRASININ GIDISATINA BIR MÜDAHALEDIR”
Adaletsiz tarafini su sekilde yakaliyorlar, yorumluyorlar, mesrulastiriyorlar. Ülkeden kaçmasi düsünülmeyen kisilerin tutuksuz yargilanmalari isteniyor, aralarinda seçilmis vekiller olmasi tartisma yaratiyor.
Kemal Gürüz’ün zamanindaki söylemlerine içten içe çok kizdigim olmustur. Eski Istanbul Üniversitesi rektörünün, Yunanistan’daki karsi cins için,”Bizde delikanlilar var” lafina çok kizdim ama burada yine o software’i çalistirdim, evet yurt disindan geldi, içeri alindi, orada da kizdim, o yasa gelmis birisini yargila, cezasini ver, “28 Subat süresi demokrasinin gidisatina bir müdahaledir, önü kesilmistir” onda bir katkisi varsa, 312’ye göre yargilarsin. Hakkinda gözalti karari var, onu duyarak geliyor, içeri atiyorsun. Buna karsi çikarim.
“GAZETECI UYANIKTIR KARDESIM”
Biz gazeteciler olarak herkese ortak bakis açisi duyabiliyoruz ama Assange’a yönelttiginiz bir soru vardi: “Biz gazeteciler çok mu safiz?” aldiginiz yanit su oldu: “Evet, bayim. Hepimiz safiz. Gazetecilerin önündeki en büyük engel, her konunun uzmani oldugu izlenimine kapiliyorlar. “ Gerçekten saf miyiz, yoksa saf ayagina mi yatiyoruz?
Yo çok uyaniginiz. Bu meslek bize öyle bir sey veriyor. O tatli haber atlatma durumu var ya ve haber kaynaklarimiz karsisinda gazeteci kimligimizin önümüzde durmasina ragmen, su röportajda bile ben size epeyi açildim, bunun ortamini yaratabiliyorsan, uyaniksin demektir. Eger gerçekten bu meslek yapiliyorsa, gazeteci uyaniktir kardesim. Kendi meslektasina karsi uyaniktir, yeri geldiginde paslasir, bir de kaynagina karsi uyaniktir.
“TÜRK MÜZIGI GIBI SAGLAM BIR SEYIN KORUNMAYA IHTIYACI YOK”,
“ISTIKLÂL MARSINI SEVMIYORUM”
“ISTIKLÂL MARSI, TÜRK MÜZIGI DEGIL”
Gazeteciliginizin yaninda müzige yakinliginizin da üzerinde durmaliyiz. Rauf Tamer, Mehmet Barlas ile Türk Müzigini ekranlara tasidiginiz ‘Makam Farki’ programi için, “Beyinleri ve ruhlari dopdolu bu iki adam, kalplerden dudaklara yükselen sesleri, sadece bir nostalji olarak degil, korunmasi gereken bir hazine olarak önümüze serdi.” demisti. Türk müzigini koruma ihtiyacini hangi unsurlar dogurdu?
Türk Müzigi gibi saglam bir seyin korunmaya ihtiyaci yok. Korunma demeyeyim ama yeni nesillerden ilgi görmeye ihtiyaci var. Ha o konuda ben çok karamsardim, Mehmet Bey, beni ikna etti. Özdemir Erdogan’in bir lafi var, çok güzel, o yüzden fazla endiselenmiyorum: “Bu toplum, 7’den 77’ye, Nihavent bir sarkiyi, olaganüstü güzel koro halinde söylerler, fakat Istiklal Marsini söyleyemezler” dedi. O yüzden korkmuyorum. Çünkü Istiklâl Marsi, Türk müzigi degil. Üstelik de, ben sevmiyorum Istiklâl Marsini. Sözlerini çok seviyorum ama müzigini sevmiyorum. Prozodi bile yok be. Çocuklar, misralari ezberlemeden, Istiklal Marsini söylemeyi denesinler. Onlara gidip “Hadi bakalim bana misralari söyleyin” deyin, söyleyemezler, çünkü “Korkma sönmez bu safak! –Lar—dayüzen al sancak!” Safak ile “Larda” birbirinden ayrilmis. Niye? Hatta bir söylenti var. Jean Jacques Rousseau diye Fransiz bir besteci var, onun eserinden biraz alintilandigi konusuluyor. Istiklâl Marsimiz niye Türk Müzigi degil? veya Anadolu müzigi degil? bütün Anadolu’da, Türk’ün, Kürt’ün düzgün söyleyebilecegi bir mars degil. Müzigini sevmiyorum. Benim bir besteci dostum var, o da ayni dertten muzdarip. Bana bir kenarda bulunsun diye, Mehmet Akif’in sözlerinin üzerine bir Istiklâl Marsi bestesi yapmis, çok güzeldi. Bayildim. Prozodi sorunu yok.
Niye degisiklige gidilemiyor o halde?
Cesaret lazim, Acem Kürdi Makaminda bestelenmis galiba. Yarismaya girenlerden birkaç tanesi. Bir ara o Istiklâl Marsi imis.
O zaman Istiklâl Marsi’ni söyleyemeyenler için yaygara koparmanin manasi yok?
Yok. Kitlesel olarak söylenecek bir sey degil, ancak profesyonellerin söyleyebilecegi bir sey. Ama saçma. Safaklardayi, -larda diye ayirmak zorunda kaldik. Niye, orada iki kelime yok, bir kelime var: “Safaklarda” kelimesi.
Size huzur veren yaz sarkilari var: Incesaz: Kalbimdeki deniz, Güzin Degismez: "Kimseye etmem sikâyet", Melihat Gülses: "Yillar ne çabuk geçti o günler arasindan", Ahmet Özhan: "Leyla bir özge candir"….peki son yillarin müzigi huzurunuzu mu kaçiriyor? Popüler kültüre ne kadar yakinsiniz?
Geçenlerde birisi inleyip duruyordu, simdi ödül falan da almis. Adini söylemeyeyim. Ama empati ustasiyim ben. Insanlarin begenilerini zorlamak istemem. Onu asla zorlayamazsin. Ama o nasil oldu, saçinin da bir kismi yarim, kesik falan.
Mehmet Barlas’la yürüttügünüz, müzik programi için binlerce sarkiyi dinleyip, seçkiler yapiyorsunuz.
Seçkiler, Mehmet Beyin isidir, saygim var, hiçbir sekilde sesimi çikartmam, bazen nacizane önerilerim oldu, begenirse basim üstüne…
“WALTER CRONKITE, TANRININ BIR ARMAGANI”
Aslinda idolünüz var, Walter Cronkite. Onun sizde nasil tamamlayici bir yönü var? Onun haberi dünyaya duyurma sekli miydi sizi hayran birakan?
Yok. Güvenilir olmasi. 1978 yilinda, ABD’ye Ingilizcemi gelistirmek için gittim, O zamanlar Walter Cronkite, CBS’in haber merkezinin basindaydi. Amerika’nin en güvenilir adami oldugunu ögrendim. Ama sadece o yil degil, yillardir ayni konumda adam ve meslegi birakana kadar yine ayni konumdaydi. Bunu düsündüm. Gazetecilik adina, habercilik adina bu kadar olaganüstü bir sey kalmadi. Ses, görünüm, durus, hayat…bütün bu açilarda herkesin saygi duydugu biri olmak çok zor. Bu belki de Tanri armagani. O meslegi nasil yürütüyordu bilmiyorum ama ABD’nin Basbakanini bile etkileyebilen, “Onu kaybedersem, Amerika’yi kaybederim” dedirtebilecek bir adamdi. Amerika’da habercilik deyince ilk akla gelen, gerçekleri aramak, bulup, söylemek gelir. Yaklasimi su, “Biz Pentagon’un, yani Amerikan Savunma Bakanliginin, Vietnam Savasindaki kayiplarla ve savasin gidisati konusunda bize gerçekleri söylemedigi süphesini duydum ve kalkip gittim, 1 ay orada gezdim” hatta gittiginde Amerikan ordusu bir harekat yapiyor, ve o harekatin sonuca ulasmadigini, pek de basarili olmadigini görüyor. Cepheden de haberler geçiyor ve geldikten sonra bütün bunlari toparliyor, yarim saatlik bir program hazirliyor, sunuyor, onun çikisinda diyor ki:” Burada devlet bize gerçekleri söylemiyor, biz onurlu bir barisla buradan çekilmeliyiz” o sirada Johnson devlet Baskani, Keneddy öldükten sonra iktidara gelmis, yanindaki danismani, “Aman bosver” diyor. O da diyor ki” Walter Cronkite’i kaybedersem, Amerika’nin orta diregini kaybederim, onu göze alamam” Ben çok uzaklardayim, o ise Tanri’nin bir armagani.
hulyaokur@haberx.com