ABD taseronlugu mu?
Geçenlerde Orta Dogu sorunlarinin tartisildigi bir açik oturumda, izleyicilerden biri sordu: “Suriye’ye karsi ABD’nin taseronlugunu mu yapiyoruz?” Bu soru bir panelistin hosuna gitmedi; “taseron” gibi sözcüklerin rastgele kullanilmasini elestirdi; çok sayida dis politika hatasina ragmen TC hükümetinin böyle küçültücü bir rolü üstlenemeyecegini ileri sürdü.
Ben de ayni günlerde, Suriye’de Türkiye’ye roller biçen iki Amerikali’nin görüsleriyle karsilastim. Bunlari okurlarimla paylasmak istiyorum.
Birinci Amerikali’nin adi Emile Nakhleh. Uzun yillar CIA’da çalismis; 2006’da Siyasî Islâm Bürosu’nun sefi olarak bu örgütten emekliye ayrilmis. 23 Subat’ta Financial Times’ta “Suriye’ye Müdahale Zaman Meselesidir” baslikli bir yazisi çikti. Yazi bir saptamayla basliyor: “Bati’nin Besar Esad rejiminin son bulmasi için Suriye muhalefetine yardim etme zamani gelmistir;…ancak 2011’deki Libya müdahalesini takrarlama egilimi bugün yoktur.”
Bu durumda ne yapmali? CIA emeklisi sunlari öneriyor: “Rejimden kaçan askerî personel ve muhalefet için bir siginma bölgesi olusturulmali; bölgeye yiyecek, su, tibbî ve teknik malzeme akimi saglanmalidir. Bölge Türkiye’ye bitisik olacagi için, olusturulup desteklenmesinde Ankara kritik bir rol üstlenmelidir.”
Nakhleh devam ediyor: “Suriye güçleri siginma bölgesine tecavüz ederlerse, Bati, daha etkili bir direnmeyi saglamak üzere muhalefeti silahlandirmali; basarisizlik halinde, ‘kurtarilmis’ bölgeden baslayarak, belli sayida askeri araziye yollamalidir.”
CIA emeklisi, müdahalenin ilk adimlarinda Türkiye’ye “kritik bir rol” önermektedir; ama, “isgal” söz konusu oldugunda sorumlulugu genel olarak “Bati’ya” vermektedir. Türkiye’ye önemli görevler düsmesi dogaldir; ancak burada “taseronluk” degil; Türkiye’nin Libya’dakinden çok daha ön planda rol üstlenecegi ortaklasa bir askerî operasyon önerilmektedir.
***
Bush dönemi CIA’sindan emekli Nakhleh’in bugünkü ABD politikasini dogrudan etkilemesi pek düsünülemez. Peki, Obama yönetiminin tavri nedir? Hillary Clinton, bir yandan Suriye’de rejim degisikligini israrla istemektedir; bir yandan da ABD’nin Libya türü bir askerî müdahaleye (en azindan simdilik) kalkismayacagini söylemektedir. Bu çerçeve içinde Türkiye için düsünülen bir rol var midir?
Obama-Erdogan görüsmelerinin içerigini elbette bilemiyoruz. Ancak, önemli bir ipucu var: 2009-2011’de ABD Disisleri Bakanligi’nin Politika Planlama Bölümü’nün baskanligini yapmis olan Anne-Marie Slaughter’in “Türkiye’nin Sinavi” baslikli bir yazisindan (Project Syndicate, 13 Subat 2012) söz ediyorum.
Bayan Slaughter bir uluslararasi iliskiler profesörüdür; ancak, ABD hükümetleriyle de içli-dislidir. Geçen yil Disisleri Bakanligi’ndaki görevinden ayrilip Princeton Üniversitesi’ne geçmistir, ama ayni bakanliga (yani Bayan Clinton’a) danismanlik yapmayi da sürdürmektedir. Yazinin Obama yönetiminin en azindan yari-resmî görüslerini içerdigini bu nedenle düsünebiliyoruz.
Yazi, esasen, üst perdeden akil veren yetkili bir siyasetçinin üslubuyla kaleme alinmistir. Seçerek, kirparak aktaralim:
“Büyük güç olma hevesine kapilan devletler, bunun gerektirdigi yükleri de kabul etmelidir. Gücün kaynaginda sadece büyüklük, stratejik konum, güçlü bir ekonomi, becerili diplomasi ve askerî kapasite yoktur. Harekete geçme iradesi de gereklidir. Bu demektir ki, gerçek liderlik, bazi çevrelerin hiç hosuna gitmeyen kararlari alma ve uygulama cesaretini gerektirir. Türkiye’nin uluslararasi yildizi son zamanlarda yükselmistir. Basbakan Erdogan, Orta Dogu ve Kuzey Afrika’nin pek çok ülkesinde yüceltilmistir. Disisleri Bakani Davutoglu, artan etkili bir gücü temsil ederek dünyayi dolasmaktadir. Bugünlerde Suriye’de kiyim sürerken Türkiye’nin bölgesel ve küresel ihtiraslari kritik bir sinavdan geçmektedir. Daha Kasim’da bir tampon bölge olusturulmasi görüsünü ortaya atan Davutoglu, Rusya ve Çin’in vetosundan sonra [Suriye için] bir konferans örgütlenmesini öneriyor. Hâlâ mi konferans? Türkiye devamli olarak konusmayi önermekte ve gerçekten fark yaratacak önlemleri almayi hep ertelemektedir.”
“Yag çekme ve firçalama” ögelerini birlestiren bu küstah ifadeler, Türkiye’den beklenen eylemlerle bütünlesmektedir: “Türkiye, yerel esgüdüm komiteleriyle siki isbirligi kurmali; Suriye’nin Kuzey Dogu sinirinda Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO’nun) saldiriya yasak bölgeler olusturmasini lojistik, istihbarat, silah, egitim, iletisim hatta uçak destegi ile saglamali; ÖSO’ya [verilecek]… uçaksavarlar ve tanksavarlar sayesinde Suriye ordusunun bazi bölgelere girisi böylece önlenmelidir. Bu strateji basarisiz olursa, Türkiye ve Arap Birligi devletleri, kara kuvetlerini Suriye’ye yollamayi (NATO’nun lojistik ve iletisim destegini alarak) düsünmelidirler.”
***
Dikkat ediniz: Bayan Clinton’un danismaninin, Suriye’ye müdahale önerisi hemen hemen tamamen Türkiye’ye dönüktür. “Arap Birligi” askerlerinin, Suriye’nin Kuzey Dogu sinirina “tasinmasi” hayalîdir. (Slaughter’in yazisindan sonra Arap Birligi Baskanligi Irak’a geçmistir. Suudi’lerin ve Katar’in “rejim degisikligi” talebi rafa kaldirilmistir ve bunu içermeyen Annan Plani benimsenmistir.) Önce hava, sonra kara harekâti tamamen TSK tarafindan üstlenilecek; NATO, “lojistik ve iletisim destegi” disinda elini tasin altina sokmayacaktir.
Slaughter’in Türkiye’ye biçtigi rol, taseronluk degilse nedir? Elbette taseronun kazançlari da gözetilir; pazarlikla belirlenir; ancak (sendikasiz, sigortasiz, güvencesiz isçi çalistirmak gibi) kirli isleri üstlenmek sartiyla…
Slaughter yazisinda, kendince basarili insanî emperyalizm örnekleri vererek, “Suriye’deki kirli, kanli isi” Türkiye’ye pazarlamaya çalisiyor: Bosna, Kosova, Sierra Leone, Dogu Timor, Haiti, Fildisi Sahili… Liste, ABD, Britanya, Avustralya, Brezilya, Fransa birliklerinin “burunlari (hemen hemen) kanamadan” yaptiklari müdahalelerden olusuyor. Clinton’un danismani, nedense, Irak, Afganistan ve Libya’dan söz etmiyor. Suriye için Türkiye’ye önerilen askerî müdahale ise, bu sonuncularin benzeridir.
Subat’ta yayimlanan bu “yari-resmî” yazi, ABD yönetiminin bugünkü egilimlerini ne derecede yansitmaktadir? “Taseronluk” hâlâ gündemde midir? Bedeli müzakere edilmekte midir? Bizimkiler ikna edilmis midir? Bilemiyoruz.
Sadece ve sadece Türkiye’nin bu türden kanli ve kirli bir maceraya karismasina karsi çikmamiz gerektigini biliyoruz; o kadar…
Bu yazı 1337 defa okunmuştur.