Yabancilasma
Yabancilasma kendimizi çevremizden, içinde yasadigimiz toplumdan, kültürden kopuk hissetmemizdir.
Yalnizlik ya da dislanma duygusu yasariz.
Herkesten farkli hissettigimiz için, insanlara yaklasmak istemeyiz; konusmak bile korkutur.
Iliskilerimizde ya da dünya meselelerinde anlam görmez ve yasamin hiçbir amaci olmadigini düsünürüz.
Eylemlerimizin olaylar üzerinde hiçbir etkisi olmadigina, yasamin üzerinde hiçbir kontrolümüzün kalmadigina inaniriz.
Kimligimizi ve kendimizle olan baglantimizi kaybederiz.
Uykumuz bozulur, istahimiz düzensizlesir. Kolay yoruluruz.
Öz güvenimiz yiter.
Umut yoktur artik; ne bugünden ne de yarindan bir sey beklemeyiz.
Yabancilasmanin sagligimizdan kaynaklanan nedenleri olabilir; psikotik akil sagligi bozukluklari, agir travmalar, kronik agrilar, tedavisi zor ya da imkânsiz hastaliklar gibi…
Ama kitlesel bir yabancilasma söz konusuysa, sosyoekonomik nedenlere bakmamiz gerekir.
Kapitalizm, insanlara sonsuz ve mutlu bir hayat vaat eder: ‘’Amerikan Rüyasi.’’
Oysa bu rüya nicedir bir kâbusa dönmekte…
Issizlik, yoksulluk, evsizlik, aile içi siddet, alkolizm, uyusturucu istismari, stres, panik atak, depresyon, artan bosanma oranlari, çocuk istismari, yalnizlasma, intiharlar, akil almaz boyutlarda antidepresan tüketimi, dehset verici düzeyde doga yikimiyla bu kâbusun hemen herkes tarafindan görüldügüne taniklik ediyoruz günümüzde.
Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi varolusçu filozoflar da dâhil olmak üzere birçok düsünür, yabancilasmanin insanlik durumunun kaçinilmaz bir özelligi oldugunu söylese de, Marx, yabancilasmanin genel olarak sinifli toplumun ve özellikle kapitalizmin bir ürünü oldugunu ve ekonomik sistemimizi yeniden düzenledigimiz takdirde sorunu sona erdirebilecegimizi savunur.
Marx'in yabancilasma konusundaki en ayrintili tartismasi, 1844'te yazdigi ancak 1930'lara kadar yayinlanmayan El Yazmalari'ndadir.
Marx, bu çalismasinda “yabancilasmis emek” kavramina odaklanir.
Çalisma yasamindaki yabancilasmayi, asal yabancilasma biçimi olarak görür.
Tezi; özgür, yaratici bir is yapmanin, insan dogasinin temel ihtiyaci oldugu varsayimina dayanir.
Kapitalizm bu ihtiyaci sistematik bir sekilde hayal kirikligina ugratir.
Çalisma hayati çogu insan için sinir bozucu, hos olmayan bir deneyimdir.
Karin tokluguna veya sisteme yeni kurbanlar olarak sunulacak çocuklarinin bakimini, egitimini karsilamak amaciyla sevmedigi, saygi duymadigi islerde çalisan milyonlar için oldugu gibi…
Kapitalizm çalisma yasamini fetislestirir. Nefret edilse de bir iste çalismamak, parazit olmakla esdegerdir.
Daha çok çalisirsa daha çok tüketebilir, evi, arabasi, yazligi bile olabilir.
Böylece sistemden ''aldigini'' sisteme iade eder.
Kapitalist çalisma düzeninin vahsi dislilerinde can vermek, issiz kalmaktan evla oldugu için, is bulan ‘’bulduguna sükretmeli’’ hiç itiraz etmeden boynunu giyotine gönüllü uzatmalidir.
O performans seminerleri, ateste yürütmeler, takimdaslik ve kurumdaslik kutsamalari ne için yapilir saniyorsunuz?
Marx’a göre paranin iktidari, her degeri tersine dönüstürür:
Sadakati sadakatsizlige, aski nefrete, nefreti aska, erdemi fenaliga ve fenaligi erdeme…
Önemli bir saptama; üzerine düsünün derim!
Üretimde isçinin isteklerinin yeri yoktur. Kendi becerilerini, yaraticiligini, potansiyelini özgürce isine katamaz.
Çalisana, aidiyet ve yetkinlik duygusunu engelleyen bir is bölümü dayatilir.
Özgün bir birey, yaratici bir insan olmaktan çikar; artik makinanin canli bir parçasidir.
Günümüzde sadece fabrikalarda gerçeklesmez bu durum.
Dev bir bankanin bilgisayarina zincirlenmis çalisan da ayni durumdadir.
Doktor, giderek daralan uzmanlik alanlarina sikisir ve hastanin zihni, bedeni ve çevresiyle bütün bir insan oldugunu göremez hale gelir.
Çalisanin emegiyle ürettigi bilgi ve metalar kendisine ait degildir.
Is, kendisini kesfedip gerçeklestirecegi bir yer olmaktan çikip, her gün sürüklenerek gittigi, nefret ettigi, ‘’Pazartesi Sendromu’’ ile baslayan haftanin bir an önce sonunun gelmesi için dua ettigi bir angaryaya dönüsür.
Isteneni yapmadiginda isten atilacagini, çolugunun çocugunun aç kalacagini bildiginden, zincirlerine daha güçlü yapisir.
Özüne yabancilasmis bir baska kurban olan çalisma arkadasi, ayni zamanda rakibidir.
Böyle bir durumda insani baglar kurulabilir mi?
Yabancilasmanin bedeli mutsuzluk, umutsuzluk, avuç avuç içilen antidepresanlar ve yasanmadan biten ömürlerdir…
Oysa insan ancak, yasamdan beklenti ve isteklerini özgürce ifade edebildigi, dogayla uyumlu, baski altinda olmadan çalisip üretebildigi kosullarda kendisini gerçeklestirebilir.
Bosuna hastalanmiyoruz!
Doç. Dr. Safak Nakajima
Bu yazı 1442 defa okunmuştur.