10 A?ustos 2010, 20:42
12 EYLÜL'E HAYIR Ö.F.EMİNAĞAOĞLU
30 yıl önce de 30 yıl sonra da 12 Eylülden önce de 12 Eylülden sonra da 12 Eylülde ve her zaman 12 EYLÜLLERE HAYIR
30 yil önce de 30 yil sonra da 12 Eylülden önce de 12 Eylülden sonra da 12 Eylülde ve her zaman 12 EYLÜLLERE HAYIR Ömer Faruk EMINAGAOGLU YARSAV Kurucu Baskani Aralarinda içerik baglantisi bulunmayan ve tamami 26 maddeden olusan 12 Eylül 2010’daki halkoylamasina “tek oy” esasina göre konu olan 5982 sayili Anayasa Degisikligi Hakkindaki Yasa’nin analitik incelemesi 1982 ANAYASASININ BAZI MADDELERINDE DEGISIKLIK YAPILMASI HAKKINDAKI 07.05.2010 TARIH VE 5982 SAYILI YASA MADDE 1- 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayili Türkiye Cumhuriyeti Anayasasinin 10 uncu maddesinin ikinci fikrasina “Bu maksatla alinacak tedbirler esitlik ilkesine aykiri olarak yorumlanamaz.” cümlesi ve maddeye bu fikradan sonra gelmek üzere asagidaki fikra eklenmistir. “Çocuklar, yaslilar, özürlüler, harp ve vazife sehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alinacak tedbirler esitlik ilkesine aykiri sayilmaz.” Yürürlükteki metin: Kanun önünde esitlik Madde 10 – Herkes, dil, irk, renk, cinsiyet, siyasi düsünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayirim gözetilmeksizin kanun önünde esittir. (Ek fikra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadinlar ve erkekler esit haklara sahiptir. Devlet, bu esitligin yasama geçmesini saglamakla yükümlüdür. Hiçbir kisiye, aileye, zümreye veya sinifa imtiyaz taninamaz. Devlet organlari ve idare makamlari bütün islemlerinde kanun önünde esitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadirlar. (*) (*) 9/2/2008 tarihli ve 5735 sayili Kanunun 1 inci maddesiyle bu fikraya “bütün islemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanilmasinda” ibaresi eklenmis,bu ibare Anayasa Mahkemesi’nin 5/6/2008 tarihli ve E.: 2008/16, K.: 2008/116 sayili Karari ile iptal edilmistir. | Bu degisiklikle, pozitif ayrimciligin Anayasa’ya girdigi ve böylece esitlik kavraminin içeriginin genisleyecegi ileri sürülmektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarinda, temel hak ve özgürlüklerden esitlik çerçevesinde yararlanilmasini olanakli kilmak için, farkli konum ve statüde olanlarin, farkli içerikteki hükümlere tabi tutulmalarinin ve bu yolla sonuç olarak esitligin saglanmasinin, Anayasa’nin 10 ncu maddesinin zorunlu sonucu oldugu vurgulanmistir. Bu nedenle Anayasa’ya pozitif ayrimcilikla ilgili herhangi bir hüküm eklenmesi yoluyla, esitligin daha kapsayici olacagi savi gerçekçi degildir. Zaten Anayasa’nin mevcut hükümleri bu çerçevede uygulanmaktadir. O halde ikinci fikranin sonuna eklenen cümle ile uygulamada somut olarak ne gibi bir açilim saglanacaktir? Ikinci fikranin sonuna eklenen cümlede “aykiri olarak yorumlanamaz” ibaresi özellikle yeralmistir. Oysa bu Yasayla eklenen bir sonraki fikrada ise “aykiri sayilamaz” ifadesine yer verilmistir. Terminolojide yaratilan bu farklilik anlamli olup, güdülen özel amaç gizlenmektedir. Anayasa’yi yorumlayacak olan Anayasa Mahkemesi olduguna göre, Anayasa Mahkemesinin denetim alanini sinirlandirmaya yönelik, dogrudan Anayasa Mahkemesini hedef alan bir iradenin disavurumu söz konusudur. Açiklanmayan gizli amaç, Anayasa’nin 10 ve 42 nci maddelerinde türbanla ilgili olarak yapilan Anayasa degisikliginin, 2008 yilinda Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle, türbanla ilgili olarak güdülen amaci yasama geçirebilmek için çikarilacak yeni yasalarin, Anayasa Mahkemesince iptal edilmemesi için, mahkemenin yorumuna getirilen kisitlamadir. Çünkü Anayasa’yi herkesi baglayici bir biçimde yorumlayacak olan sonuçta Anayasa Mahkemesi’dir. Maddeye eklenen “Bu maksatla alinacak tedbirler” ibaresi ne anlama gelmektedir? “Bu maksatla” ibaresi ile, eklenen bu cümleden önceki cümlenin içerigine baglanti yapilmaktadir. “Alinacak tedbirler” ibaresi ile de, yapilabilecek düzenlemelerin yasa ile gerçeklestirilmesi kosulu aranmamaktadir. Bu nedenle sadece yasama organi islemlerinin Anayasa Mahkemesince yorumlanmasina özgü bir sinirlandirmanin da ötesinde, yürütme organinin ve idarelerin islemlerinin, yargi organlari tarafindan denetimi sirasinda bile, söz konusu islemler “cinsiyet esitligi maksadiyla” yapilmistir savunmasi ileri sürülebilecek, mahkemelerin konuyu bu yönden denetlemesi durumunda ise, bu degisiklikle Anayasa’nin 125 nci maddesinin dördüncü fikrasina yapilan eklemeden hareketle, mahkemelerin “yerindelik denetimi” yaptigi elestirisi getirilerek, bu yönden bir yargisal denetim yapilamayacagi tezi öne çikarilabilecektir. Sonuçta yargisal denetimin alaninin daraltilmasi amaçlanmaktadir. Yargi organlarindan, yasama, yürütme ve idarenin beklentilerine aykiri kararlar çikmasi durumunda, yargi organlarina yönelik saldirilara da ayrica zemin yaratilmaktadir. Ayrica siyasi iradenin beklentilerine uygun kararlarin, yeterli güvenceden yoksun yargi organlarinin baski altinda tutularak, dayanak yapilabilecek bu gerekçeler üzerinden alinmasi saglanabilecektir. Uygulamada aksi yönde sorunlar da yasanabilecektir. Söyle ki, yapilan bu düzenleme ile güdülen amaç (maksat) öne çikarilarak, her türlü düzenlemenin “esitlik maksadiyla” yapildigi, dolayisiyla esitlige aykiri olmak bir yana, yapilacak düzenlemelerin esitligin bir geregi oldugu ileri sürülebilecektir. Maksat, yazili olarak düzenlemelerin metninde degil, genel gerekçede ya da madde gerekçelerinde ancak ortaya konulabilmektedir. Sonuçta yasa tasari ve teklifleri ile ilgili yasama islemlerinde, yasama organi denetiminden geçmedigi için yasama organi tarafindan bile denetlenemeyen gerekçe, öne çikarilmaya çalisilmaktadir. Anayasa Mahkemesi önünde örnegin türban konusunda yeni bir tartisma yaratabilmek için, olasi yasa gerekçesinde buna destek niteliginde cümleler kullanilabilecektir. Maddeye eklenen üçüncü fikrada, çocuklar, yaslilar, özürlüler, harp ve vazife sehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazilerden söz edilmektedir. Maddenin önceki hali ile bu fikranin eklenmesinden sonraki hali arasinda, hukuksal sonuç yönünden herhangi bir fark ortaya çikmamistir. Ayni amaç maddedeki genel düzenleme ile zaten saglanmaktadir. Buradaki gerçek amaç, söz konusu gruplardan sözederek, olasi bir halkoylamasinda, o gruplara yönelik propaganda yapabilmeyi olanakli kilmaktir. Propaganda için, sehit ve gazilerin bile kullanilmasina yeltenilmesi son derece düsündürücüdür. Sehit ve gaziler ile dul ve yetimlerini korumak için bu cümlenin Anayasa’ya eklendigini ileri sürenlerin, bu konuda gereken hassasiyeti göstermedikleri de bilinmektedir. Iktidar partisi baskani, “sehitlere kelle” dedigi gerekçesiyle tazminata mahküm edilmistir. Oysa hassasiyet, hukuksal anlami olmayan bu fikranin Anayasa’ya eklenmesini degil, tazminata konu o cümlenin söylenmemesini gerektirmelidir. Siyasi iradenin beklentilerine uygun karar verilmeyen durumlarda, yargi üzerindeki baskilarin ulastigi boyutu göstermesi yönünden ise, bu tazminat kararini veren Kartal yargici Sevgi Övüç’ün, yaratilan yapay gerekçelerle görevi kötüye kullanmak suçundan yargilanmasi saglanmis, ancak Sayin Övüç Yargitay’da yapilan yargilama sonunda beraat etmistir. Anayasa’nin 10 ncu maddesindeki düzenleme nedeniyle, özel bir sonuç dogurmayan tekrar niteligindeki bu fikranin, hele de benzer konudaki Anayasa’nin 61 nci maddesindeki düzenlemeye ragmen, buraya eklenmesi, bu eklemenin sadece halkoylamasina yönelik propaganda amaçli oldugunu ayrica ortaya koymaktadir. Aksinin ileri sürülmesi durumunda ise, sayilan diger kesimlere ragmen Anayasa’nin 58 nci maddesinde düzenlenen “gençlerden” burada söz edilmemesi, bir tutarsizligi, iç çeliskiyi ve aceleciligi yansitmaktadir. Gerek Anayasa gerekse yürürlükteki diger düzenlemelere göre, yaslilar ve özürlüler gibi gruplar için alinacak tedbirlere, ne Anayasal yönden ne de yasal yönden herhangi bir engel zaten bulunmamaktadir. Anayasadaki bu degisiklikler yapilmadan önce yürürlükte olan yasalarda da, esitligi saglamaya yönelik olarak, farkli ve özel hükümler yer almistir. 4857 Sayili Yeni Is Kanunu’nun “Özürlü, eski hükümlü ve terör magduru çalistirma zorunlulugu” baslikli 30 ncu maddesi; yine 657 sayili Devlet Memurlari Yasasi’nin “Özürlülerin devlet memurluguna alinmalari” baslikli 53 ncü maddesi örneklerden sadece ikisidir. O halde bu madde ile amaçlanan nedir? Anayasalar, temel haklar ve özgürlükler yönünden herhangi bir sonuç dogurmayan sözlerin siralandigi degil, güvencelerin açikça ortaya konuldugu, düzenlemelerin kisa, öz ve genel olarak yer aldigi ve mevzuat yönünden sonuç doguran metinlerdir. Anayasa’nin 10 ncu maddesinde yapilan bu degisiklikler olmadan da, temel hak ve özgürlükleri etkin olarak kullanamayanlara yönelik pozitif ayrimcilik yaratan kurallar yoluyla, esitligi saglayici hükümler getirilmesine, su anki Anayasa hükümleri herhangi bir engel olusturmamaktadir. Anayasa Mahkemesi’nin yerlesik kararlari da bu dogrultudadir. Hele de taraf olunan uluslararasi sözlesmelerin, temel hak ve özgürlüklerle ilgili hükümlerinin yasalarla çatismasi durumunda, bu sözlesme hükümlerinin uygulanacagina yönelik Anayasa’nin 90 nci maddesinin son fikrasi da gözetildiginde, her yönüyle esitligi saglamak için bu düzenlemenin yapildigi tezi gerçekçi degildir. Buradaki gerçek amaç, yargi organlari önünde denetlenen islemlerin, kamu düzeni ve diger nedenlerle iptallerinin söz konusu olmamasi için, yargi organlarina getirilen yorum yasagidir. Bu yolla türbanin da serbest kalmasini saglayabilmektedir. O halde bu düzenleme ile güdülen gerçek amaç, degisiklikle hakkin kapsaminin genisletilmesi söz konusu olmadigina göre, olasi bir halkoylamasinda, kadinlar, çocuklar, yaslilar, özürlüler, sehitler ve gaziler üzerinden halka propaganda yapabilmektir. Türbanla ilgili olarak ta, gelecekteki planlarin yol haritasi bu maddeye saklanmistir. MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasinin 20 nci maddesine asagidaki fikra eklenmistir. “Herkes, kendisiyle ilgili kisisel verilerin korunmasini isteme hakkina sahiptir. Bu hak; kisinin kendisiyle ilgili kisisel veriler hakkinda bilgilendirilme, bu verilere erisme, bunlarin düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçlari dogrultusunda kullanilip kullanilmadigini ögrenmeyi de kapsar. Kisisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kisinin açik rizasiyla islenebilir. Kisisel verilerin korunmasina iliskin esas ve usuller kanunla düzenlenir.” *** Bu düzenleme bir açilim saglamakta midir? Kisisel verilerin korunmasi için böyle bir düzenlemeye gerek var midir? Bu degisiklikten önce Anayasamizda, açikça kisisel verilerin korunmasina yönelik herhangi bir hüküm bulunmamaktadir. Ancak kisisel veriler konusu, özel yasam içinde görülmesi ve özel yasamin korunmasi kapsaminda da kalan bir konudur. Özel yasam içinde koruma gören tüm konularin, bir özel yasam katalogu seklinde Anayasa’da listelenmesi düsünülemez. Bu nedenle konunun Anayasa’da yer almasi hukuksal yönden yeni ortaya çikan arti bir koruma olarak görülemez. Oysa Ülkemiz yönünden eksikligi hissedilen ve israrla uzak durulan konu, kisisel verilerin korunmasina yönelik özel bir yasanin çikartilmamis olmasi ve bu konudaki yasanin TBMM’nde bekletilmesidir. Asil sorgulanmasi ve üzerinde durulmasi gereken yön burasidir. Kisisel veriler, Insan Haklari Avrupa Mahkemesi kararlarinda da, Insan Haklari Avrupa Sözlesmesi’nin 8 nci maddesi geregince korunan “özel yasam” kapsaminda degerlendirilmektedir. Anayasa’nin 90 nci maddesinin son fikrasi uyarinca, bu koruma iç hukukumuz yönünden de geçerlidir. Bu düzenleme yapilmadan da, kisisel verilerin korunmasinda Anayasa yönünden bir eksik düzenleme söz konusu degildir. Sorun bu konuda yeterli yasal düzenlemelerin olmasindan kaynaklanmaktadir Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin korunmasinda nasil bir yöntem öngörülmüstür? Temel hak ve özgürlüklerin korunmasinda, Anayasamizda izlenen yöntem genel ve özel koruma yöntemidir. Temel hak ve özgürlüklere iliskin sinirlandirilmalarin da mutlaka yasa ile yapilmasi kosulu, bir güvence olarak Anayasa’da yer almistir. Genel koruma yöntemi Anayasa’nin 13 ncü ve 14 ncü maddelerindeki düzenlemeye, yine Anayasa’nin 2 nci maddesindeki düzenlemeye dayalidir. Özel koruma yöntemi ise, o temel hak ve özgürlükle ilgili Anayasa’daki özel maddede düzenleme altina alinmaktadir. Bir temel hak ve özgürlük, Anayasa’nin özel maddesinde güvence altina alinirken, bu hakla ilgili söz konusu olabilecek sinirlamalar da, mutlaka o özel maddede gösterilmelidir. Anayasa’nin, düzenlendigi ilgili özel maddesinde korunan temel hak ve özgürlüklere iliskin sinirlamalar, söz konusu özel maddede hakkin özüne dokunmayacak biçimde yer almalidir. Yasa ile yapilacak sinirlamalarda ise, Anayasa’nin 13 ncü maddesinde gösterilen genel ilkelerin de gözetilmesi zorunludur. Kisisel verilerle ilgili düzenlemede, Anayasa’daki koruma yöntemlerine ne derece uyulmustur? Kisisel verilerle ilgili getirilen özel düzenlemeye baktigimizda, bu özel maddede, herhangi bir özel sinirlama nedenine yer verilmeden, son derece genis bir biçimde, sinirlamanin yasa hükmüne veya kisinin rizasina dayanmasi yeterli görülmüstür. Bu nedenle söz konusu hükmün etkin bir Anayasal güvence sagladigi söylenemez. Maddede, “kisisel veriler, yasada öngörülen hallerde veya kisinin açik rizasiyla islenebilir. … Esas ve usuller yasayla düzenlenir” denilmektedir. Böylece kisisel verilerin sinirlandirilmasinda, iki seçenek durum söz konusu edilmektedir ki, bunlardan birincisi yani sinirlamada basvurulabilecek bir yöntem “kisinin rizasinin alinmasi”, diger yöntem veya diger seçenek ise, sinirlama yöntem ve kosullarinin yasa ile düzenlemesidir. Bu düzenlemede öngörülen “kisinin riza göstermesi” hali, bir yasa hükmüne gerek duymadan da somut olaylarda alinacak rizanin, kisisel verilerin sinirlandirilmasina gerekçe yapilabilecegini ortaya koymaktadir. Gerek evrensel hukukta, gerekse Anayasa’nin 12 nci maddesinin 1 nci fikrasinda temel hak ve özgürlükler, “kisilige bagli, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez” hak ve özgürlükler olarak tanimlanmaktadir. Buradaki rizanin alinma yöntemleri ve kosullari uygulamada tartisma yaratabilecek sorunlara neden olabilecektir. Kaldi ki, getirilen düzenleme, rizanin alinma yöntem ve kosullarini bile içermediginden, sonuç olarak temel hak ve özgürlüklerin vazgeçilmezligi niteligi ile bagdasmayan durumlar ortaya çikabilecektir. Idare, kisilerin yaptigi bazi basvurularda, dayatmaci idare yaklasimiyla, islem yapabilmenin ön kosulu olarak belirli konularda, rizaen!, kisileri özel yasamlarina ve kendileri ile ilgili bilgileri vermeye mecbur birakabilecek, aksi halde kisilerin idareden talep ettigi islemlerin gerçeklestirilmeyecegini de ifade edebilecektir. Bu da insan hakkinin vazgeçilmezligi kavramiyla açikça çatisan bir konudur. Dikkat çekici olan bir diger yön de, yasa hükmü ile sinirlama getirilirken ya da yasa hükmü ile bu hakkin korunmasinda, hangi ölçütlere dayanilacagina iliskin özel maddede Anayasal bir ilkeye yer verilmemis olmasi, düzenleme ve sinirlamanin yasa ile yapilmasinin yeterli görülmesidir. Kuskusuz bu düzenleme ve sinirlamalarda, hakkin özüne dokunulamayacak ve Anayasa’nin 13 ncü maddesindeki genel ilkeler de gözetilecektir ama özel maddede herhangi bir Anayasal ölçüt veya ilke ortaya konulmamasi, korumanin etkin olarak yasanmamasina ve bir çok yargisal uyusmazliklara da neden olabilecektir. Anayasa’nin 13 ncü maddesi uyarinca ve evrensel düzenlemeler gereginde, temel haklar ve özgürlükler zaten, ancak ve ancak yasa ile kisitlanabilir, aksi söz konusu olamaz. Bu nedenle Anayasal ilke ve ölçütleri, özel maddesinde ortaya konulmadan, sinirlamanin yasa ile yapilabileceginin düzenlenmesi, yeni hiçbir koruma yaratmamaktadir. Olasi yasal düzenlemelerde gözetilecek olan sadece, temel hak ve özgürlüklerin sinirlanmasina iliskin genel nedenlerin yer aldigi Anayasa’nin 13 ncü ve temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanilamamasina iliskin Anayasa’nin 14 ncü maddeleri ve ayrica genel hüküm niteligindeki Anayasa’nin 2 nci maddesi olacaktir ki, bu da etkin güvence için yeterli koruma saglamayacaktir. Bu nedenle, kisisel verilerin sinirlandirilmasi ve korunmasinin bu içerikle Anayasa’da düzenlenmesi, etkin bir koruma yöntemi ortaya çikarmayacaktir. Aksine, Anayasa’nin 2 nci, 13 ncü ve 14 ncü madde hükümlerine ragmen, uygulamada sikça karsilasildigi üzere, sonuçta yasa ile her türlü kisitlamalarin yapilabilecegi gibi bir yola da girilebilecektir. Yasanan örnekler, fislemelerin tarihe karistigi söylemini dogrulamakta midir? MIT, EGM ve JGK istihbarat birimlerince, yargi kararina dayanarak suç öncesi (istihbari) dinleme ve izleme olarak, 2008 yilinda ülkemizde 70 milyon insanin tüm iletisimlerin izlendigi bilgisi kamuoyunda yer almisti. Bu konuda JGK tarafindan alinan ve uygulanan karari Adalet Bakanligi, 5271 sayili Ceza Yargilamasi Yasasi uyarinca “yasa yararina bozma” yoluyla Yargitay’a tasimisti. Yargitay 9 ncu Ceza Dairesi tarafindan da söz konusu karar bozulmustu. Ancak her nedense ayni Adalet Bakanligi, MIT ve EGM tarafindan alinan ve uygulanan benzer kararlar için bu yola basvurmamisti. Bunun üzerine Av. Mehmet Cengiz ve tarafimin ayri ayri yaptigi basvurular ise Adalet Bakanliginda kararlarin uygulanma süreleri bitene kadar bekletilmis, sonuçta anilan Bakanlik söz konusu kararlarin süreli verildigi ve kararlarin uygulama sürelerinin doldugunu gerekçe göstererek, bu kararlari Yargitay’a tasinmamisti. Oysa JGK tarafindan alinan karar da, digerleri gibi isimsiz, süreli ve 70 milyonu kapsayan karardi!... JGK, MIT ve EGM tarafindan alinan bu süreli kararlar uyarinca yapilan dinlemelerin imhasi, 5397 sayili Yasa’da düzenlenmesine ragmen, anilan yasada “izlemelerin imhasina yönelik” herhangi bir düzenleme yer almamaktadir. Bu nedenle süreleri dolsun ya da dolmasin, izlemelere iliskin kayitlarin mutlaka imhasinin saglanmasi için, söz konusu kararlarin Yargitay’a tasinmasi ve bozulmasi gerekmekte idi. Adalet Bakanligina yapilan basvurulara ragmen, bu izleme kararlari hakkinda tek yetki sahibi olan anilan Bakanlik, Yargitay’a israrla “yasa yararina bozma” basvurusu yapmamistir. Böylece anilan kararlar Yargitay tarafindan denetlenememistir. Sonuç olarak ta MIT ve EGM tarafindan uygulanan bu kararlar kapsamindaki verilerin imhasi saglanamamistir. MIT ve EGM’nin talepleri üzerine verilen kararlar için yasa yararina bozma yoluna basvurmayan Adalet Bakani, bilahare TBMM Baskani olmus, ilgili bürokratlar ise görevlerinde bir üst basamaklara atanmistir. Yasa yararina bozma yoluna basvurmayan bu bürokratlarla ilgili yaptigim suç duyurusunda ise, Yargitay tarafindan talep edilen sorusturma izni, ayni Adalet Bakani tarafindan verilmemistir. Bu sorusturma izninin verilmeme isleminin iptali için Ankara Idare Mahkemesinde açtigim dava devam etmektedir. Bu arada, açilan dava uzamis, söz konusu idare mahkemesi baskani süreçte HSYK tarafindan il disinda bir baska göreve atanmis, idari islemleri denetlemekle görevli anilan yargiç, bir tesadüf eseri olsa gerek, kisa süre içerisinde ise, üstelik idarenin en tepesindeki bir göreve, Basbakanlik Müstesar Yardimcisi görevine atanmistir. Bu arada bu Anayasa degisikligi ile, Adalet Bakaninin yargiç ve savcilarla ilgili sorusturma izni verme yetkisi, HSYK Baskanina devredilmekte ve kamuoyu önünde hep Bakan’in yetkilerinin azaltildigi, yetkilerinin önemli bir bölümünün HSYK’ye devredildigi söylemleri sarfedilmektedir. Bakan yetkiyi HSYK Baskani’na devretmektedir ki HSYK Baskani’da kendisidir. Ancak HSYK Baskani’nin yaptigi “izin vermeme seklindeki” islemlere bu degisiklikle, artik yargi yolu kapali olacagindan, degisikligin yürürlüge girmesinden sonra Bakanin (Baskanin) koruma altina aldigi yargiç ve savcilar hakkinda, sorusturma izni vermeme islemi söz konusu oldugunda, iste bu islemleri, reform denilen Anayasa degisikligi sonrasinda artik yargi yoluna tasinamayacaktir!.. Yargi yollarinin kapatilmasi, hangi ülkede reform olarak sunulabilir… Verilen örneklerden görüldügü üzere, siyasi iktidar, dersini son derece iyi çalisarak, hangi söylemle, gerçekte neleri perdelemektedir ve yargiyi nasil kullanacaktir… Öte yandan MIT ve EGM tarafindan alinip uygulanan bu kararlarla ilgili olarak, bu kararlari uygulayanlar hakkinda yaptigim suç duyurusu, Ankara Cumhuriyet Savcisi V.P. tarafindan sorusturulmus, bu arada V.P. hakkinda da ne ilginçtir ki sorusturma açilmistir. Sonuçta anilan Cumhuriyet savcisi tarafindan kovusturmaya yer olmadigi karari verilmistir. Yapmis oldugum itirazi inceleyen Sincan 1 nci Agir Ceza Mahkemesi Baskani tarafindan itirazim kabul edilmis ve kovusturmaya yer olmadigi karari kaldirilmistir. Bu kararin kaldirilmasi üzerine, sorusturmaya bir baska Ankara Cumhuriyet Savcisi görevlendirilmistir. Söz konusu savci tarafindan tekrar kovusturmaya yer olmadigi karari verilmistir. Bu karara yapmis oldugum ikinci itiraz basvurusu, tekrar Sincan 1 nci Agir Ceza Mahkemesi Baskani tarafindan kabul edilerek, bu sefer itirazin incelenebilmesi için, sorusturmanin genisletilmesi ve Sulh Ceza yargici tarafindan tesbit yapilmasina karar verilmistir. Bunun üzerine, Ankara 1 nci Sulh Ceza Mahkemesi yargici H.K. tarafindan tesbit için Telekomünikasyon Iletisim Baskanligi’na gidilmis, ilk gidisinde tesbit yapmasi engellendigi için, iki kez gitmek zorunda kaldigi tesbitte, ikinci kez de yine istenilen verileri incelemesi saglanmamistir. Ankara 1 nci Sulh Ceza Mahkemesinin islemleri sonrasinda, dosyayi inceleyen Sincan 1 nci Agir Ceza Mahkemesi Baskani tarafindan, itiraza konu ikinci kez verilmis olan kovusturmaya yer olmadigi karari kaldirilarak, MIT ve EGM görevlileri hakkinda kamu davasi açilmasi karari verilmistir. Ne ilginçtir ki bu asamada Adalet Bakanligi devreye girerek, Sincan 1 nci Agir Ceza Mahkemesi’nin MIT ve EGM görevlileri hakkinda kamu davasi açilmasina yönelik bu kararini(!), “yasa yararina bozulmasi” için Yargitay’a tasimistir. Benden baska, bu suç duyurusu üzerine sorusturmayi yürüten Ankara Cumhuriyet Savcisi V.P.’nin, verilen kovusturmaya yer olmadigi kararini kaldiran Sincan 1 nci Agir Ceza Mahkemesi Baskani’nin, bu karar üzerine Telekomünikasyon Iletisim Baskanligi’nda tesbite giden Ankara 1 nci Sulh Ceza Mahkemesi Yargici H.K’nin hakkinda, süreçte dinleme ve sorusturmalar bile ortaya çikmistir. Av Mehmet Cengiz Ergenekon olarak adlandirilan sorusturmaya dahil edilmistir. Osman Kaçmaz ve benim hakkimda da anilan sorusturma yürütülmüs, bilahare kovusturmaya yer olmadigi karari verilmistir. Ayrica hakkimizda yapilan yargilamalarda da beraat karari verilmistir. Ankara Cumhuriyet savcisi V.P. ve Ankara Sulh Ceza yargici H.K’da sorusturma geçirmislerdir. MIT ve EGM tarafindan 70 milyonun izlenebilmesi demek, 70 milyonun terör kuskusu içinde görülmesi, 70 milyona yani tüm halka terör kuskusu ile bakmak demektir. Halkinin tamamindan korkan, halkinin tamamina kusku ile bakan, halkin tamamina yönelik fisleme kampanyasi yürüten bir irade, demokrasi denildiginde ayni halkin karsisinda baska söylemlerle, baska kampanyalarla çikabilmektedir. Bir diger örnek olarak, Tunceli’li, adi Mahir ve etnik kökeni de farkli olan bir hukuk fakültesi mezunu, yargiçlik sinavina basvurdugunda, Adalet Bakanligi’nin güvenlik sorusturmasi adi altinda, dosyasina koydugu yazida “… alinan ancak teyid edilmeyen duyumlara göre, ögrencilik sirasinda örgütsel eylemlere karismis olabilecegi…” yazilidir. Öyle ya, dogum yeri, adi, etnik kökeni… hepsi bir araya gelince Bakanlik nasil telaslanmasin!… Yazili sinavlari basari ile geçen Mahir, mülakati gerçeklestiren Adalet Bakanligi bürokratlarinca mülakatta elenir… Bu sekilde Mahir üç kez kazandigi yazili sinav sonrasinda girdigi her üç mülakatta da elenir… YARSAV’a basvuran Mahir’e hukuksal yollar hakkinda her türlü bilgilendirme yapilir. Üç mülakata karsi da dava açar ve hepsini kazanir. Sonuçta tekrar mülakata alinir ve yargi karari uyarinca mülakatlara kamera da konulur… Kameranin da bulundugu mülakatta kendisine, Türkiye’de çekilen ilk sesli filmin tarihi ve yapimcisi bile sorulur… Bu sefer Mahir üç mülakata ayni gün alinir ve yine sonuçta üçünü birden kaybeder… Yine bu üç mülakat için dava açar … Bu arada zaman geçmektedir ve yaklasik üç yilini asan bu islem ve davalar hala daha sonuçlanmamistir… Ekonomik durumu yerinde olmayan Mahir köyünde, dosyalari da yargida beklemektedir… Mahir adalet beklemektedir… Yargi reformu söylemi ile sunulan bu Anayasa degisikligi Mahir’in hangi sorununu çözecektir? Hiç birisini… Güvenlik sorusturmasinda yazilan yaziya baktiginizda, fislemelerin sona erdigini söyleyen siyasi irade, bu tutumundan vazgeçecek midir? Elbette hayir. Insanlarin nasil fisledigi ve hala da fislenmeye nasil devam edildigi, bu islemleri yapanlarin da nasil korunup kollandigi, gün gibi ortadadir… Son olarak ise mobese olarak adlandirilan, kent merkezlerine kamera konulmasi uygulamasi giderek yayginlasmaktadir. Gerekçe, trafik hareketlerinin ve benzeri durumlarin izlenmesidir. Ancak temel hak ve özgürlükler yönünden yasal alt yapisi hazirlanmayan bu gibi sistemler yoluyla, artik teknik izlemenin de ötesinde sesli ve görüntülü izleme dönemine geçis yapilmaktadir. Belirli yerlere yerlestirilecek kameralarla, istenilen her yerin veya herkesin sesli ve görüntülü kayitlari alinabilecektir. Teknoloji firsat olarak görülmekte, kent güvenligi ve kent trafigi gibi söylemler maymuncuk gibi kullanilmakta, ancak hukuksal alt yapinin bulunup bulunmadigi konusu önemsenmemektedir. Bu da fislemenin en teknolojik ve en yeni örnegidir… Artik internete konusma kayitlari yaninda, kisilerin görüntülerinin de yer alacagi yeni bir döneme girilmektedir… Bu örneklerden de görüldügü üzere, hala daha topyekün fislenme konusunda hukuksal davranisi öne çikarmayan, yasal düzenlemeleri asarak topyekün fislemeleri yapan ve bu konudaki gerekli hukuksal yollari kullanmayan, hukuksal basvurulari da tikayan siyasi irade, simdi fislemelerin tarihe karistigi söylemi ile kamuoyu önüne çikabilmektedir… Düzenleme etkin bir koruma getirmemis midir? Düzenlemede, hiçbir ilke ve ölçüte yer verilmeden, konunun yasa ile düzenlenmesi veya kisinin rizasi ile kisisel verilerin islenebilecegine yer verildigi için, etkin bir Anayasal korumadan söz edilemez. Çikarilacak yasada gözetilecek ilkelerin ne oldugu Anayasa’da yer almamistir… Kisinin rizasinin hangi dayatmalarla nasil alinabilecegi bir yana, riza ile kisisel verilerin islenmesi yolunun açilmasinin, insan haklarinin vazgeçilmezligi ile ne derece bagdastigi da ayrica üzerinde durulmasi gereken bir konudur… Madde yazimi itibariyla da ayrica sorunludur. Herkesin kisisel verilerinin, “istemi halinde” korunacagi ifadesi tartismalar yaratabilecek niteliktedir. Ayrica kisisel verilerin, “hiçbir neden öngörülmeksizin yasada belirtilen her durumda” islenebilecegine yönelik düzenleme, uygulamada bu hakkin içerigini tamamen de bosaltabilecektir. Fislemenin tarihe karismasi bir yana, fislemeye Anayasal dayanak yaratilmaktadir. Madde, kisisel veriler konusunda etkin bir koruma sistemi öngörmedigi gibi, bu konuda uyulmasi gerekli anayasal ilkeleri de ortaya koymamaktadir. Maddenin dogurdugu tek hukuksal sonuç, sadece kisisel veri kavraminin ismen Anayasaya girecek olmasidir. Ancak kisisel veri kavrami Anayasa’ya girerken, yasama organini ve idareyi sinirlandiran ve gözetilmesi gereken ilkelerin sayilmasindan her nedense uzak durulmustur. Sonuç olarak yapilan düzenlemede, kisisel verilerin etkin korunmasi bir yana, korunmasi amaci bile güdülmemistir. MADDE 3- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasinin 23 üncü maddesinin besinci fikrasi asagidaki sekilde degistirilmistir. “Vatandasin yurt disina çikma hürriyeti, ancak suç sorusturmasi veya kovusturmasi sebebiyle hâkim kararina bagli olarak sinirlanabilir.” Yürürlükteki metin: Madde 23 - Herkes, yerlesme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerlesme hürriyeti, suç islenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelismeyi saglamak, saglikli ve düzenli kentlesmeyi gerçeklestirmek ve kamu mallarini korumak; Seyahat hürriyeti, suç sorusturma ve kovusturmasi sebebiyle ve suç islenmesini önlemek; Amaçlariyla kanunla sinirlanabilir. Vatandasin yurt disina çikma hürriyeti, (...) vatandaslik ödevi ya da ceza sorusturmasi veya kovusturmasi sebebiyle sinirlanabilir. Vatandas sinir disi edilemez ve yurda girme hakkindan yoksun birakilamaz. | Yurt disina çikma özgürlügünün kapsami genisletilmis midir? Bir genisleme var ise, hukuksal dayanagi nedir? Bu düzenleme ile Anayasa’nin 23 ncü maddesinin sadece besinci fikrasi degistirildigi için, vatandaslik ödevi nedeniyle, yurt disina çikma özgürlügü artik sinirlandirilamayacaktir. Vatandaslik ödevi, metinden çikarilmaktadir. Anayasa’ya göre, vatandaslik ödevi, Anayasa’nin 72 nci maddesinde düzenlenen vatan hizmeti ve 73 ncü maddesinde düzenlenen vergi ödevidir. Artik bu iki nedenle, yurt disina çikma özgürlügü kisitlanamayacaktir. Yurt disina çikma özgürlügünün sinirlandirilmasi, artik sadece suç sorusturmasi veya kovusturmasi nedeniyle ve de mutlaka yargiç kararina bagli olarak söz konusu olabilecektir. Önceki düzenlemede yer alan ceza sorusturmasi kavrami, suç sorusturmasi olarak degistirilmistir. Bu degisikliginin gerekçesi ortaya konulmamis ise de, seyahat özgürlügü konusundaki düzenleme paralelinde, suç sorusturmasi olarak degistirildigi görülmektedir. Vatan hizmetinde bulunmamak, belirli yasalarda suç olarak düzenlendigi için, Anayasa koyucunun bu iradesi karsisinda, bu konuda açilacak sorusturmalarda, çikarilabilecek bir yasa ile, yurt disina çikma özgürlügünü kisitlayan “suç sorusturmasi” kapsamina sokulabilecektir… Degisiklik ile vergi borcu olanlar hakkinda evrensel düzenlemeler geregince, yurt disina çikis yasaginin kaldirildigi belirtilmekte ise de, bu konu Insan Haklari Avrupa Sözlesmesi’nin 4 ncü protokolünün 2 nci maddesinde düzenlenmistir. Türkiye, 4 nolu protokolü onaylamis, ancak onay belgesi Avrupa Konseyi’ne sunulmadigi için, bu protokol henüz Türkiye’yi baglamamaktadir. Konu ayrica BM Kisisel ve Siyasal Haklar Sözlesmesi’nde düzenlenmektedir. Vergi borcu nedeniyle degisiklige gerekçe olarak Insan Haklari Avrupa Mahkemesi’nin Reiner/Bulgaristan karari gösterilmekte ise de, söz konusu karar yanlis yorumlanmaktadir. Anilan karar da, vergi borcunun her durumda mutlak ve otomatik bir çikis yasagi olarak öngörülmesi, Insan Haklari Avrupa Sözlesmesi’nin 4 nolu protokolünün ihlali olarak degerlendirilmektedir. Oysa, yapilan bu degisiklikle, vergi borcu her durumda yurt disinda çikis yasagina konu yapilamayacak biçimde sinirlama nedeni yapilmaktan çikarilmaktadir. Söylenin aksine yapilan düzenleme ile güdülen amaç, vergi borcu bulunanlari özel olarak korumak midir? Sonuç olarak, yurt disina çikma özgürlügü genisletilmektedir. Ancak bu genislemeden her durumda yararlanacak olanlar, vergi ödevini yerine getirmeyenlerdir. Insan Haklari Avrupa Mahkemesi, vergi ödevi nedeniyle, olayin özelligine göre öngörülecek orantisal sinirlamalari, temel hak ve özgürlükler yönünden, Insan Haklari Avrupa Sözlesmesine aykiri olarak degerlendirmez iken, Insan Haklari Avrupa Mahkemesi kararinin, bu Anayasa degisikligi sirasinda amaci disinda ve farkli yorumlanarak vergi ödevi olanlarin, yurt disina çikarak, sermayelerini de yurt disina aktardiktan sonra, ülkeye dönmemeleri halinde, adeta vergi ödevlerinden tam bir muafiyet saglanmasi sonucu yaratilmaktadir. Bu durumu, yurt disina çikma özgürlügünün kapsaminin genisletilmesi, bu hak ve özgürlügün korunmasi olarak yorumlayabilmek olanakli degildir. Bu durum anilan hak ve özgürlügün kötüye kullanilmasina Anayasal boyutta destek olmak anlamina gelmektedir. MADDE 4- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasinin 41 inci maddesinin kenar basligi “I. Ailenin korunmasi ve çocuk haklari” seklinde degistirilmis ve maddeye asagidaki fikralar eklenmistir. “Her çocuk, korunma ve bakimdan yararlanma, yüksek yararina açikça aykiri olmadikça, ana ve babasiyla kisisel ve dogrudan iliski kurma ve sürdürme hakkina sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve siddete karsi çocuklari koruyucu tedbirleri alir.” Yürürlükteki metin: Ailenin korunmasi MADDE 41. – (Degisik: 3.10.2001-4709/17 md.) Aile, Türk toplumunun temelidir ve esler arasinda esitlige dayanir. Devlet, ailenin huzur ve refahi ile özellikle ananin ve çocuklarin korunmasi ve aile planlamasinin ögretimi ile uygulanmasini saglamak için gerekli tedbirleri alir, teskilâti kurar. | Bu düzenleme hukuksal yönden yeni bir sonuç ortaya çikarmakta midir? Anayasa degisikligi ile bu maddede yapilan düzenlemeler, maddenin mevcut haliyle de saglanabilmektedir. Bu hükümlerin yaratacagi herhangi bir açilim bulunmamaktadir. Kaldi ki, Anayasa’nin 90 nci maddesinin son fikrasina göre, temel hak ve özgürlüklere iliskin uluslararasi sözlesmelerin yasalarla çatismasi durumunda, sözlesme hükümlerinin uygulanacagina yönelik hüküm hatirlandiginda, tarafi oldugumuz BM Çocuk Haklari Sözlesmesi bile bu sonuçlari ayrica saglamaktadir. Yapilan degisiklikle, çocuklarin her türlü istimara ve siddete karsi korunacagi maddeye eklenmesine ragmen, anilan maddede çocuklarin yetisme ve gelisme hakkina yer verilmemesi düsündürücü, dikkat çekici ve tutarsizligin da ayrica yansimasidir. Bu degisikligin, halkoylamasina sunulma olasiligi nedeniyle, bir açilim maddesi gibi kamuoyu yaratma düsüncesiyle madde kapsamina sokuldugunu söylemek yanlis olmayacaktir. MADDE 5- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasinin 51 inci maddesinin dördüncü fikrasi yürürlükten kaldirilmistir. Yürürlükteki metin: Sendika kurma hakki MADDE 51. – (Degisik: 3.10.2001-4709/20 md.) Çalisanlar ve isverenler, üyelerinin çalisma iliskilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve gelistirmek için önceden izin almaksizin sendikalar ve üst kuruluslar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarina sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrilmaya zorlanamaz. Sendika kurma hakki ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç islenmesinin önlenmesi, genel saglik ve genel ahlâk ile baskalarinin hak ve özgürlüklerinin korunmasi sebepleriyle ve kanunla sinirlanabilir. Sendika kurma hakkinin kullanilmasinda uygulanacak sekil, sart ve usuller kanunda gösterilir. Ayni zamanda ve ayni is kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz. Isçi niteligi tasimayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarinin kapsam, istisna ve sinirlari gördükleri hizmetin niteligine uygun olarak kanunla düzenlenir. Sendika ve üst kuruluslarinin tüzükleri, yönetim ve isleyisleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarina aykiri olamaz. | Yapilan düzenleme ile ne gibi bir açilim saglanmaktadir? Sendika Özgürlügüne ve Örgütlenme Hakkinin Korunmasina Iliskin 87 sayili ILO Sözlesmesi gerekçe gösterilerek, Anayasa’nin 51 nci maddesinin 4 ncü fikrasindaki “Ayni zamanda ve ayni iskolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz.” hükmü yürürlükten kaldirilmaktadir. Böylece sendikalasma için iskolu esasi öngörülmesinin Anayasal dayanagi kalmamakta, birden çok sendikaya üye olma yasagina da son verilmektedir. Sendikal özgürlüklerde açilim saglama iradesinin güdülmesi, özellikle Anayasa’nin 53 ncü ve 54 ncü maddelerinde yapilacak düzenlemelerle yasama geçirilebilir ki, anilan maddelerde böyle bir irade sergilenmemistir. MADDE 6- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasinin 53 üncü maddesinin kenar basligi “A. Toplu is sözlesmesi ve toplu sözlesme hakki” olarak degistirilmis, üçüncü ve dördüncü fikralari yürürlükten kaldirilmis ve maddeye asagidaki fikralar eklenmistir. “Memurlar ve diger kamu görevlileri, toplu sözlesme yapma hakkina sahiptirler. Toplu sözlesme yapilmasi sirasinda uyusmazlik çikmasi halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna basvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararlari kesindir ve toplu sözlesme hükmündedir. Toplu sözlesme hakkinin kapsami, istisnalari, toplu sözlesmeden yararlanacaklar, toplu sözlesmenin yapilma sekli, usulü ve yürürlügü, toplu sözlesme hükümlerinin emeklilere yansitilmasi, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun teskili, çalisma usul ve esaslari ile diger hususlar kanunla düzenlenir.” Yürürlükteki metin: Toplu is sözlesmesi hakki MADDE 53. – Isçiler ve isverenler, karsilikli olarak ekonomik ve sosyal durumlarini ve çalisma sartlarini düzenlemek amaciyla toplu is sözlesmesi yapma hakkina sahiptirler. Toplu is sözlesmesinin nasil yapilacagi kanunla düzenlenir. (Ek: 23.7.1995-4121/4 md.) 128 inci maddenin ilk fikrasi kapsamina giren kamu görevlilerinin kanunla kendi aralarinda kurmalarina cevaz verilecek olan ve bu maddenin birinci ve ikinci fikralari ile 54 üncü madde hükümlerine tabi olmayan sendikalar ve üst kuruluslari, üyeleri adina yargi mercilerine basvurabilir ve Idareyle amaçlari dogrultusunda toplu görüsme yapabilirler. Toplu görüsme sonunda anlasmaya varilirsa düzenlenecek mutabakat metni taraflarca imzalanir. Bu mutabakat metni, uygun idarî veya kanunî düzenlemenin yapilabilmesi için Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Toplu görüsme sonunda mutabakat metni imzalanmamissa anlasma ve anlasmazlik noktalari da taraflarca imzalanacak bir tutanakla Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Bu fikranin uygulanmasina iliskin usuller kanunla düzenlenir. Ayni isyerinde, ayni dönem için, birden fazla toplu is sözlesmesi yapilamaz ve uygulanamaz. | Bu degisiklikle ortaya çikan bir açilim var midir? Memurlar ve diger kamu görevlilerinin artik toplu sözlesme hakkina kavustugu, toplu sözlesme hükümlerinin emeklilere de yansitilacagi söylemleri, kamuoyu önünde çarpici biçimde kullanilmaktadir. Ancak düzenlemeye bakildiginda somut bir açilimdan söz edebilmek olanakli degildir. Yapilan tam bir takiyyedir. Olasi halkoylamasi nedeniyle, memurlar ve diger kamu görevlileri ile emeklilerin destegini alabilmeye yönelik, onlarin çalisma kosullari ve ekonomik durumlari üzerinden, oy avciligina soyunulmaktadir. Anayasa’nin 53 ncü maddesinin 3 ncü fikrasinin kaldirilmasinin sonuçlari nedir? Anayasa’nin 53 ncü maddesinin üçüncü fikrasinda, kamu görevlileri sendikalarinin üyeleri adina yargi mercilerine basvurabilecegi konusu yer almakta idi. Böylece memurlar ve diger kamu görevlilerine iliskin sendikalar ve üst kuruluslarinin üyeleri adina, hak arama özgürlügünü etkin olarak kullanabilmeleri saglanmakta ve bu duruma Anayasal bir güvence yaratilmakta iken, bu durum Anayasa’dan çikarilmaktadir. Yapilan düzenlemede de bu konuya yer verilmemektedir. Uygulamada yasanan sorunlari da gözettigimizde, olasi bir yasal düzenleme ile kamu görevlileri sendikalarinin ve üst kuruluslarinin, üyeleri adina yargi mercilerine basvurularini sinirlandiran hükümlere yer verilerek, hak arama özgürlügünün etkin olarak kullanilmasi engellenebilecektir. Böyle bir yasal düzenleme söz konusu olmasi durumunda, konu gelecekte elbette Anayasa Mahkemesi önünde gidebilecektir ama bu Mahkeme yeni olusturulan Anayasa Mahkemesi olacaktir… Memurlar ve diger kamu görevlileri için artik toplu görüsme degil, bunun yerine toplu sözlesmenin olanakli kilindigi ifade edilmektedir ki, isim degisikligi disinda ortaya çikan koruyucu bir hüküm bulunmamaktadir. Aksine, toplu sözlesmeye iliskin karar baglayici oldugundan, sözlesememe diye bir seçenek söz konusu olmayacagindan, greve de ancak toplu sözlesmenin basarisizliga ulasmasi durumunda gidilebileceginden, dolayli yolla memura grev yasagi Anayasa’ya girmis olmaktadir. Anayasa’nin 53 ncü maddesinin 4 ncü fikrasinin kaldirilmasinin sonuçlari nedir? Dördüncü fikradaki, ayni isyerinde, ayni dönem için birden fazla toplu is sözlesmesi yapilamayacagi yolundaki sinirlandirici hüküm kaldirilmaktadir. Bu düzenlemenin gerekçesi olarak Örgütlenme ve Kolektif Müzakere Hakki Prensiplerinin Uygulanmasina Iliskin ILO’nun 98 sayili Sözlesmesi’nin 4 ncü maddesi gösterilmektedir. Isçiler için söz konusu olan, ayni is yerinde ayni dönem için birden fazla toplu is sözlesmesi yapma yasaginin kaldirilmasi durumunda, ayni dönem için söz konusu olabilecek yeni toplu is sözlesmesine hakim olacak, isçileri koruyucu bir Anayasal ilkeye yer verilmemesi, uygulamada yasanan sorunlari gözettigimizde dikkat çekicidir. Önceki toplu is sözlesmesine göre aleyhe hüküm getirilmesi durumunda, bu durum yasaklanmadigindan, yargisal uyusmazliklar körüklenmekte, hakkin etkin kullanimi gerçek boyutuyla güvence altina alinmamaktadir.
Haberi Ekleyen: Ali Dursun
Bu haber 1586 defa okunmuştur.
Paylaş
|
GÖRELE ' DE HAVA DURUMU
RÖPORTAJ
Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi
|