Mehmet Bektaş
Türkiye ekonomisinin halleri
17 A?ustos 2014, 06:07
TÜRKIYE EKONOMISININ HALLERI Son yillarda gündemi olusturan konular arasinda ekonomi ön plana geçerken, siyaset ile ekonomi arasindaki baglanti ve karsilikli etkilesim dikkat çekmektedir. Geçmiste olagandisi durumlar disinda bir iki sütun yer verilen ekonomi haberlerinin gazetelerde ve görsel medyada ön plana çiktigini, hatta bazi haber kanallarinda önceligin ekonomi konularina verildigini görmekteyiz. Kisacasi ekonomideki gelismeler yalnizca iktisatçilari ve siyasetçileri degil tüm toplumu ilgilendirmektedir. Günlük yasamda ekonomi terimlerinin giderek artan yogunlukta ve yaygin biçimde kullanilmasi sasirtici degildir. Simdi kisa bir test yapalim; ekonomi kavrami sizde hangi terimleri çagristiriyor? Büyüme, kalkinma, gelir dagilimi, ücret, kira, kar, fiyat, vergi, harç, taksit, kredi karti borcu, faiz, dolar, avro, enflasyon, devalüasyon, IMF, ticaret, yabanci sermaye, hisse senedi, hazine bonosu, eurobond, devlet tahvili, yatirim, sicak para, iç borç, dis borç, cari açik, dis ticaret açigi, devlet bütçesi, bütçe açigi, faiz disi fazla, sanayi, nema, istihdam, issizlik, yoksulluk, refah, zenginlik, kara para, kayitdisi ekonomi. Kuskusuz kisilerin sosyal ve ekonomik konumlarina göre bu terimlerin kullanilmasi, algilanis biçimi ve etkisi farklilasmaktadir. Üstelik bu terimlerin yansittigi ekonomik islemleri birey olarak hergün gerçeklestirmeyebilir veya bu islemlere dogrudan tabi olmayabiliriz. Bununla birlikte ekonomiyi sekillendiren kamu politikalari dogrudan ve dolayli olarak her bireyi ve kurulusu etkilemektedir. Sözgelimi gelir vergisi, emlak vergisi, motorlu tasitlar vergisi ve KDV sizi dogrudan ilgilendirmektedir ve hesabinizi yaparken bu zorunlu ödemeleri dikkate alirsiniz. Ekonomik büyüme ve cari denge belki sizi dogrudan ilgilendirmez ama farkinda olmadan kararlariniz, dolayisiyla yasaminiz bu degiskenlerden kaçinilmaz olarak etkilenir. Ekonomiye iliskin genel nitelikteki saptamalarin ardindan Türkiye ekonomisinin terim yerindeyse “halleri”ni ele alalim. 2005 yili sonunda veya 2006’nin baslarinda ekonominin sagligi yerinde mi? Kimilerinin ileri sürdügü gibi ekonomi “uçtu mu?” veya “uçuyor mu?” yoksa digerlerinin savundugu üzere “tehlike çanlari mi çaliyor?”. Bu çetin ve çetrefilli sorulara dogrudan evet veya hayir yaniti vermek hem güç, hem de bizleri yanilgiya götürebilir. Zaten rivayete göre üç ekonomistin bulundugu ortamda dört farkli düsünce yeserirmis! Dolayisiyla daha ihtiyatli davranarak birkaç sayfada ekonominin hallerini -yorumlayarak- sergileyelim. Karar okurun olsun…. I. EKONOMI UÇTU MU? NEREYE? Uçusu gündeme getiren tüm göstergelere degil de birkaçina bir göz atalim. Öncelikle de magazin kokan bir gazete haberiyle yola koyulalim: “Türkiye ekonomisi uçtu, dünya çapinda 21 dolar milyarderimiz oldu,…., en fazla milyarderi olan 8’inci ülkeyiz” (Hürriyet, 10.03.2006) Haberden Forbes dergisinin geleneksel zenginler listesine ülkemizden giren dolar milyarderi sayisinin 8’den 21’e yükseldigi, dünya genelindeki 793 milyarder arasinda yer alan Türk sayisinda bir yilda patlama yasandigi , Fransa, Italya, Ispanya, Isviçre, Isveç -gibi gelismis ve refah düzeyi yüksek ülkeler- ile Suudi Arabistan, Brezilya ve Çin’i solladigimizi ögreniyoruz. Demek ki, ekonomide ciddi bir siçrama gerçeklesmis ve milyarder sayimiz katlanarak artmis… Ikinci olumlu gösterge 2001 krizi sonrasinda saglanan kesintisiz büyüme ve milli gelir artisidir. Bu gelismeyi de gene çarpici bir gazete basligi ile yansitalim: “Türkiye uçuyor, tutabilene askolsun” Nasil mi? Yaniti gazetede buluyoruz: “Geliri katliyoruz, 10 bin dolara kosuyoruz” (Hürriyet, Yükselen Türkiye Eki, 1 Mart 2006). Verilere göre 2002-2004 kesitinde birikimli olarak % 23.7’lik büyüme (GSMH artisi) saglanmistir. 2005 yilinda da büyümenin % 5 olarak gerçeklesmesi beklenmektedir. Bu rakamlar OECD’ye üye ülkeler arasinda en büyük 16’inci ekonomi düzeyine ulasildigini isaret etmektedir. OECD’nin hesaplarina göre Türkiye 2006’da ulasacagi 382 milyar dolarlik GSYIH ile Belçika, Isveç ve Isviçre’yi geçip 13’üncü siraya yükselecektir. 2001 kriziyle birlikte 2 123 dolara düsen kisi basina gelirin (GSMH) 2004 yilinda 4 172 dolara yükselmesi ve 2005 yili sonunda 5 000 dolar beklentisi tablonun pozitif yönlerini isaret etmektedir. Enflasyondaki hizli gerileme, ihracat ve turizm gelirlerindeki önemli artis, yabanci sermaye girisinde kayda deger hizlanma, bütçe açiginin AB ortalamasinin altina inmesi, mali disiplinin saglanmasi kisacasi makroekonomik göstergelerde gözlenen olumlu gelismeler ve nihayet uluslararasi degerlendirme kuruluslarinin Türkiye’nin kredi notunu uzun bir aradan sonra yükseltmesi uçusun diger göstergeleri olarak kabul ediliyor. Ve kanatlanan ekonomi, Türkiye’yi, sik sik dile getirildigi üzere “firsatlar ülkesi”ne dönüstürüyor. Simdi sorgulamak gerekiyor: Kimler için, ne tür, nasil ve ne kadar süreyle bu firsatlar olusturulmaktadir? II. ZAYIF HALKALAR MI? KAÇINILMAZLIK MI? Büyümede yakalanan yüksek performans ve süreklilik ile toplam milli gelir ve kisi basina gelirdeki hizli artisin tüm topluma belirli ölçüde yansimasi beklenir. Dolar cinsinden kisi basina gelir endeksi 2000 yili için 100 olarak kabul edildiginde, endeks 2001 yilinda 71.6’ya geriledikten sonra yükselmeye baslayarak 2002’de 87.6, 2003’de 114.1, 2004’de 140.7 ve 2005’te muhtemelen 168 dolaylarinda olacaktir. 2002-2005 kesitinde kisi basina % 24 gibi “dudak uçurtacak” bir ortalama artis hizi yakalanmistir. Bu noktada hemen akliniza bu degirmenin suyu nereden geliyor sorusu takilabilir..Degirmenin suyunu ve kaynagini biraz asagida ele alacagiz ancak öncelikle böylesine gelir artisinin topluma nasil yansidigini kaba hatlariyla da olsa belirlemek kaçinilmaz gözüküyor.. Bu amaç dogrultusunda gelir dagilimina iliskin verileri dikkate alacagiz. TÜIK’in (Türkiye Istatistik Kurumu, eski Devlet Istatistik Enstitüsü-DIE) “2004 Yili Hanehalki Bütçe Anketi”ne göre Türkiye’de en düsük gelir grubuna karsilik gelen ilk % 20’lik dilim milli gelirden % 6, ikinci % 20’lik dilim % 10.7, üçüncü dilim % 15.2, dördüncüsü, % 21.9 ve en üst gelir grubunu temsil eden son % 20’lik dilim % 46.2’lik pay almaktadir. Bu çalisma gelir gruplari arasindaki esitsizlige iliskin kabataslak bir fikir vermektedir. Neden mi? Çünkü gelir yigismasini gösteren daha ayrintili ve rafine çalismalara ihtiyaç vardir. Nitekim diger tamamlayici göstergelere basvuruldugunda söz konusu anketin yansittigindan daha vahim bir tablonun belirdigini söyleyebiliriz. Gazetelerde haberlerde yer alan 21 milyarderin 27.3 milyar dolara ulasan toplam servetleri milli gelirin % 8’ine ulasmaktadir. Her ne kadar servet ile geliri karsilastirmak yöntemsel ve bilimsel olarak hatali gözükse de, servetin gelir akimlari tarafindan beslenmesi ve de servet birikiminin gelir bölüsümünde gösterge olarak kabul edilebilmesi temelde yanlis yapmadigimizi isaret etmektedir. Ayrica TÜIK verilerine göre 2004 yili itibariyle açlik sinirinin altindaki 909 000 kisiyi (nüfusun % 1.29’u) ve yoksulluk sinirinin altinda yasayan 17 991 000 kisiyi (nüfusun % 25.26’si) dikkate aldiginizda tablonun giderek karardigini göreceksiniz. Dört kisilik bir aile için açlik sinirinin ayda yalnizca 182 YTL, yoksulluk sinirinin ise 429 YTL olarak kabul edildigi dikkate alindiginda açlik ve yoksulluk sinirlarinin altinda yasayan sayisinin TUIK’in belirttiginin çok üzerinde olacagini not düsünüz. Nitekim TÜRK-IS gene dört kisilik bir aile için 2004 yili açlik sinirini 513.9 YTL, yoksulluk sinirini da 1 562 YTL olarak belirlemistir. 2005 yili için TUIK’in belirledigi sinirlarin sirasiyla 101 YTL ve 464 YTL olmasi beklenirken, TÜRK-IS 543 YTL ve 1 650 YTL rakamlarini vermistir. OECD’nin 13’üncü büyük ekonomisi olmak oldukça cazip gözükmekle birlikte nüfus dikkate alindiginda toplam milli gelir yönünden 2006 yilinda geride birakacagimiz tahmin edilen Isviçre, Isveç ve Belçika ile karsilastirma yapmamiz güç olmaktadir. Nitekim ister GSMH, ister satin alma gücü paritesi cinsinden olsun kisi basina gelir olarak Türkiye gerek OECD’nin içinde, gerekse AB 25 ile karsilastirildiginda dipte yer almaktadir. Ancak toplumda bir yandan bir Belçika veya Hollanda veya Danimarka’ya esdeger veya yakin bir satin alma gücüne sahip bir nüfus bulunurken, diger yandan Afrika’daki yoksul ülkelere veya Benglades’e yaklasik olarak esit bir gelir düzeyine sahip bir kitle de yasamini sürdürmeye çalismaktadir. Yeterli ve dengeli beslenme, barinma, hijyen, saglik, sosyal güvenlik, egitim ve firsat esitligi gibi göstergeler dikkate alinarak degerlendirme yapildiginda tablodaki renkler solmaktadir. Nitekim BM’nin Insani Gelisme Endeksinde Türkiye’nin yer aldigi sira yukaridaki saptamayi dogrulamaktadir. Bu noktada hemen bir çikarsama yapilabilir; büyüme genis kesimlerin refah düzeylerinin yükselmesini saglayamamis, yasam standartlari iyilesmemistir. Diger bir husus istihdam ve/veya issizlige iliskindir. Ekonomik büyümenin istihdami genisletmesi ve issizligi azaltmasi gerekir. Oysa 2002-2005 kesitinde issizligi azaltacak bir genisleme olmadigi saptanmaktadir. TÜIK’in açikladigi toplam issizlik orani 2005 yilinda, 2002 yilindaki % 10.3 oranindan asagi çekilememistir. 2002 yili ile birlikte tutturulan yüksek büyüme temposuna karsin issizlik oraninda bir azalma kaydedilememistir. Ancak eksik istihdam nedeniyle atil durumda olan isgücü, is aramaktan yorulan ancak isbasi yapmaya hazir olanlar ve mevsimlik çalisanlar dikkate alinarak düzeltme yapildiginda Ekim 2005 tarihi itibariyle issizlik oraninin % 17.1’e ulastigi, 2002 yilinda ise bu oraninin % 16.9 oldugu (Ekim 2002 tarihinde % 16.6) saptanmaktadir (TÜIK Hane Halklari ve Isgücü Anketleri). TCMB’nin arastirmasina göre ise bu oran ayni tarihte % 20.6’ya kadar yükselmektedir (E. Türkan, Türkiye’de Isgücünün Yapi ve Dinamikleri: Gelisme ve Degerlendirmeler). Ilginç olan bir nokta da zaten düsük olan isgücüne katilim oraninin azalma egiliminde olmasidir. Isgücünün katilim orani; isgücünün çalisma çagi içindeki nüfusa katilimi anlamina gelmektedir.Dolayisiyla nüfusu artan bir toplumda isgücünü arz edenlerin sayisinin oransal olarak düsmesi oldukça tuhaf bir durumu isaret etmektedir. Kriz yili olan 2001’de % 49 ve 2002 yilinda % 49.8 olan oranin 2005 yili için % 48.5 olarak belirlenmesi teknik olarak resmi issizlik oraninin oldugundan düsük olarak hesaplanmasina yol açmaktadir. Isin ilginç yönü ise 2004 yilinda isgücüne katilim oraninin ortalama degeri OECD için % 70, AB için ise % 71 dolaylarinda olmasidir. Ayni tarihte oran Türkiye için % 48.5’tir. Bu büyük sapma bir yandan karsilastirma yapmanin güçlügünü ortaya koymakta,diger yandan ekonomiler arasinda yapisal farkliliklarin bulundugunu ortaya koymaktadir. Söyle ki Türkiye’de is bulma ümidi kalmayanlarin is aramaktan vazgeçmeleri, ücret düsüklügünün isgücü piyasasinin disinda kalinmasina yol açmasi, erken yasta emeklilik ve kayitdisi istihdam gibi etkenler de dikkate alinmalidir. Ikinci ara sonuç 2002-2005 kesitindeki yüksek büyümenin issizligin baskisini azaltamamasi ve üstelik resmi istatistik rakamlarinin daha da artan issizligi saklayabilme olasiligidir. Gelir bölüsümündeki esitsizlik, reel ücretlerde büyümeye paralel artisin olmayisi, yoksullugun azalmamasi, hatta artmasi, issizlik, kayitdisi ekonominin ulastigi büyük boyutlar, sosyal güvenligin yetersizligi ilk basta akla gelen önemli zaaflar ve eksikliklerdir. Mali disipline karsin önemli tutara ulasan iç ve dis borçlar, kamu hizmeti üretimine öncelik tanimayan devlet bütçesi, dis ticaret açigi ve cari açik, asiri degerli YTL, spekülatif nitelikteki büyüme ise üzerinde hassasiyetle durulmasi gereken hususlardir. III. Büyüme: Kuskular ve Savurganlik Bilançonun bir tarafina dört yildir kesintisiz sürdürülen yüksek büyüme, giderek artan ithalat, dis ticaret açigi, cari açik ve özellikle dolar karsisinda asiri degerlenmis YTL, diger tarafina ise giderek artan kisa vadeli yabanci sermaye girisi ve kamu borç stoku ve de kamununkini de kapsamak üzere toplam dis borç stokunu yaziniz. Böylece ayni zamanda büyüme sürecinin mekanizmalarini ve büyümenin finansman kaynaklarini ortaya koymak olanakli olacaktir. Ancak öncelikle büyüme rakamlarina iliskin önemli gördügümüz bir saptama yapalim çünkü açiklanan büyüme verileri inandirici gözükmemekte, bir takim anormallikleri barindirmaktadir. Söyle ki, stok artislari büyümede en büyük paya sahip gözükmektedir. Teknik bir dille açiklarsak; harcamalar yöntemiyle hesaplanan GSYIH -stoklar dikkate alinmadiginda- üretim yöntemiyle hesaplanan GSYIH’nin altinda kalmaktadir. Yani tüketim (özel ve kamusal), sabit sermaye yatirimlari (özel ve kamusal) ve mal/hizmet ihracati ile ithalati arasindaki farkin toplami harcamalar tabanli GSYIH’nin ana gövdesini olusturmaktadir. Üretim yöntemiyle hesaplanan GSYIH yüksek çikarsa aradaki fark stoklarda artis, eksik çikarsa stoklarda azalma olarak kayda geçirilir. Teknik ifadeyle stoklar piyasadaki talep dalgalanmalarina yanit verecek biçimde artirilir ve azaltilir. Iki dönem stoklarda artis olursa izleyen iki dönemde stoklar azalir. Tüm diger ekonomilerde ve 2001 yili ertesine kadar Türkiye’de gözlenen olgu budur. 2002 yilindan itibaren Türkiye ekonomisinde normal olmayan ve açiklanmasi da olanakli gözükmeyen bir gelisme ortaya çikmistir ve halen de sürmektedir: Stoklar sürekli artmaktadir! Rakamlar anormalligi sergilemektedir. 2001 yilindaki dramatik küçülmenin ardindan ekonomi 2002’de % 8.1, 2003’de % 5.7 (GSYIH) büyümüstür. 2002’deki büyümede stok artisinin payi 7.1 puan, 2003’de ise 3.1 puandir. Yani birikimli olarak % 13.8’e ulasan büyümede stok artisinin payi 10.2 puandir; büyümenin yaklasik % 74’ü stok artisindan kaynaklanmistir (S.Somçag,http://www.selimsomcag.org/; S.Sönmez, “Finansal Birikim Modelinin “Pornografik” Özü, Boyutlari ve Sonuçlari: Türkiye Örnegi”, Isletme ve Finans, Ekim 2004). 2004 yili dikkate alinarak yapilan hesaplama ise 2002-2004 döneminde GSYIH’deki birikimli yükseliste stok artislarinin payinin % 48’e esitlendigini göstermektedir. Bir baska deyisle 2000 yili için 100 olarak kabul edilen milli gelir endeksi 2001’de 91’e geriledikten sonra 2004 yili sonunda 115’e tirmanmaktadir. Stok artislari düsülürse endeks yalnizca 105’e esit olmaktadir. 2005’in ilk 9 ayi sonunda % 5.5 olan büyüme hizi ise stok artislari çikarilinca eksi deger almaktadir! Kagit üzerinde büyümeyi açiklayan stok artislari gerçekte resmi büyüme rakamlarinin sorunlu oldugunu ve düzeltilmesi gerektigini isaret etmektedir. Simdi büyüme rakamlarinda bir sorun olmadigini varsayarak sürecin mekanizmalarini açiklamaya çalisalim. Veriler özel tüketim ve yatirimlardaki artisin büyümede belirleyici oldugunu isaret etmektedir. Ancak bu gelismenin arkasinda ithalattaki hizli artis bulunmaktadir. Nitekim 2001 krizinin ertesinden itibaren genisleyen artan dis ticaret açigi (2005 yilinda 42.9 milyar dolar ile rekor kirilmistir) ithalatin ihracattan daha hizli artmasindan kaynaklanmaktadir ve bu dengesizlik 22.8 milyar dolara ulasarak milli gelirin % 6’sinin üzerine sarkan cari açigin ana nedeni olmaktadir. Ihracatta sanayi mallarinin payi % 95 dolayindadir. Ihracata yönelen sinai üretim ise giderek artan oranda ithal ara mallari kullanmaktadir. Nitekim 2005 yilinda ara mallarinin toplam ithalattaki payi % 70’e ulasmistir ve ara mallarinin da % 81’ ini sanayi mallari olusturmaktadir. Kaldi ki ihracat gelirleri ara mallari ithalatinin faturasini ödemeye yetmemektedir; 2005 yilinda bu iki kalem arasinda 8.2 milyar dolar tutarinda bir açik olusmustur. Bunun anlami ihracatin ana gövdesini olusturan sinai üretimin ithal edilen ara mallara bagimli olmasidir. Islenen ithal girdilere düsük katma deger eklenmekte ve bu ürünler ihraç edilmektedir. Dikkat edilmesi gerekli önemli husus Türkiye’de isleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek kosuluyla sanayicinin gümrüksüz ithalat yapabilmesidir. Nitekim ihracatin yarisindan fazlasi bu kapsamdadir ve bu amaçla yapilan gümrüksüz ithalatin tesvikli ihracata orani üçte iki’yi geçmis bulunmaktadir. Iktisatçi Mustafa Sönmez’in hesabina göre 1997-2001 döneminde GSMH’yi % 1 oraninda artirmak için ara mallari ithalatini da yilda 575 milyon dolar artirmak gerekmekteydi, 2002 sonrasinda rakam 900 milyon dolara, 2005 yilinda ise 1 200 milyon dolara yükselmistir. Bu mekanizmanin isletilmesinde asiri degerli TL -düsük döviz kuru- önemli bir isleve sahiptir çünkü ithalatin faturasini düsürmekte ancak ülke içinde ara mali üreten isletmeler bu haksiz rekabet karsisinda direnememekte ve üretime son vermektedirler. Imalat sanayiinin milli gelir içindeki payinin 1980’lerin sonundan günümüze uzanan zaman diliminde azalmasi, buna karsin ihracat ve ithalatin paylarinin iki katin üzerinde artmasi yukaridaki saptamalari dogrular niteliktedir. Artan ithalat ve bagli olarak giderek genisleyen dis ticaret açigi ile cari açik büyümenin disariya kaynak aktarma pahasina gerçeklestirildigini isaret etmektedir. Dolayisiyla kaynaklari savurganca kullanan bir büyüme süreci söz konusudur. Büyümenin finansman yönünden incelenmesi tüm mekanizmayi ve modeli gözler önüne sermektedir. Büyüme süreci giderek artan dis ticaret açigina ve cari açiga neden olmakta, finansman ise agirlikli olarak kisa vadeli ve spekülatif nitelige sahip dis kaynaklarla saglanmaktadir. Ilginç olan nokta cari açigin finansman ihtiyacinin ötesinde bir dis kaynak girisi ve bagli olarak dis borçlanmanin söz konusu olmasidir. Bu noktada bir kaç saptama yapabiliriz. Ilk olarak 2005 yilinda 40.2 milyar dolar tutarinda bir yabanci sermaye girisinin oldugunu, bunun % 57’sine karsilik gelen 22.8 milyar dolarlik kismin cari açigin, dolayisiyla büyük ölçüde büyümenin finansmaninda kullanildigini görüyoruz. Ikinci olarak giren yabanci sermayeden 17.8 milyar dolarlik kismin rezervlerin artirilmasinda kullanildigini saptamaktayiz. Üçüncü olarak yabanci kökenli sicak para girisinin giderek arttigini ve 2005 yilinda yaklasik olarak 16 milyar dolara ulastigini belirliyoruz. Dördüncü vurgumuz ise ekonomiye siringa edilen yabanci sermayenin % 62’sine karsilik olan 25 milyar dolarlik kismin borç yaratici nitelikte bulunmasidir. Büyüme ve yabanci sermaye girisine iliskin yaptigimiz degerlendirme modelin ve/veya uygulanan iktisat politikalarinin genel hatlariyla açiklanmasi ihtiyacini dogurmaktadir. IV. Uygulanan Modelin Ana Hatlari Mevcut model halen uluslararasi piyasalara göre yüksek reel faiz ve bastirilmis döviz kuru (özellikle dolar), yani asiri degerli YTL temeline dayanmaktadir. Türk Lirasinin asiri degerliligini belirlemek için 2003-2005 döneminde TÜFE’nin % 39.4 oraninda yükseldigini, buna karsin dolar kurunun % 25.3 oraninda azaldigini dikkate almak yeterli gözükmektedir. TCMB reel kur endeksine göre YTL son üç yilda % 36.7 oraninda degerlenmistir. Yüksek reel faiz ve düsük kur özellikle kisa vadeli sermaye girisini hizlandirmaktadir. Yaratilan döviz bollugu sayesinde kur bastirilmakta, döviz girisi karsiliginda artan YTL cinsinden likidite nominal faizlerin artmamasi için uygun kosullari bir araya getirmektedir. Döviz girisindeki artis ayni zamanda ithalat faturasinin karsilanmasini saglamaktadir. Ancak bastirilmis kur ithalati cazip kilmakta, sanayiciler girdi ihtiyacini ucuzlayan ithalat ile gidermekte ve ayni zamanda üretim maliyetini asagi çekmektedirler. Artan ithalata paralel olarak piyasaya mal arzi da artmakta ve enflasyonist baskinin hafifletilmesinde rol oynamaktadir. Bu modelin yüksek reel faiz-bastirilmis kur temelinde disaridan sermaye girisi saglandigi sürece uygulabilir olacagi görülmektedir. Ancak modelin yukarida belirlenen özellikleri açisindan belirgin kirilganlik rizikosu tasidigi da anlasilmaktadir. Salt iç kosullar degil, uluslaraarasi kosullardaki degisiklik dikkate alinmalidir. Özü itibariyle bu modelin temellerini 55. Hükümetin Nisan 1998’de, IMF’ye sundugu taahhütler mektubu ile 1998 yilindan baslamak üzere yürürlüge koydugu yeni ekonomik program ve bu baglamda IMF ile imzalanan Yakin Izleme Anlasmasi atmistir. Böylelikle ülkemizin simdilik 1998-2007 dönemini kapsayan on yillik IMF serüveni baslatilmistir. Yakin Izleme Anlasmasi, 17. 18. ve 19. stand-by anlasmalari ve Subat 2001 krizini izleyen GEGP (Güçlü Ekonomiye Geçis Programi) ile giderek yogunlugu artirilan ve kapsami genisletilen neoliberal iktisat politikalarina açilimi saglamistir. Özellikle 17. Stand-by anlasmasi çerçevesinde 2000 yili ile birlikte yürürlüge konulan “enflasyonla mücadele programi”ni göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Çünkü bu program ile resmi otoriteler esas olarak mali disiplin temelinde “faiz disi fazla” elde etmeye dönük bir uygulamaya giderek kamu maliyesinin ve kamu borçlarinin çevrilmesine odaklanmistir. Diger yandan finansal birikime dayali -yukarida kisaca anahatlariyla açiklanan- spekülatif büyüme modeli de ayni programla güçlendirilmistir. Türkiye ekonomisinin hallerinin anlasilabilmesi ve yorumu için IMF’ye olan on yillik taahhütün içerigi ile kapsaminin ve mevcut model korundugu sürece herhangi bir parametre ve/veya degiskende radikal bir degisikligin yapilabilmesinin hemen hemen olanaksiz oldugunu dikkate almamiz gerekiyor.
Prof. Dr. Sinan SÖNMEZ Atilim Üniversitesi Isletme Fakültesi Iktisat Bölümü Ögretim Üyesi
Bu yazı 1245 defa okunmuştur.
Paylaş
|
GÖRELE ' DE HAVA DURUMU
RÖPORTAJ
Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi
|