HER TERCIH BIR VAZGEÇISTIR!..
O benim için çok özel biri!
Tanri sizi yaratirken anne, baba, kardesi ve yasama adim attiginiz çevreyi, ülkeyi seçme hakkini size vermiyor. Bunlardan sonra gelecek olan, bunlarin disindaki tüm seçenekler elinizdedir asla unutmayin! Ve çok ender olarak, zorunlu seçeneklerin disinda, kader deyip kimseyi suçlamayin olur mu? Bu öykü, kaderlesen seçenegin öyküsüdür...
Onu çadir kurdugumuz Akdeniz'in turistik ve dogasinin henüz irzina geçilmemis bir kiyi kasabasinda tanidim. Çocuklarim Fransizca ögreniyorlar diye çevremde ne kadar Fransizca bilen varsa mutlaka davet eder; kahve, kisir, pasta, börek çörek ne varsa ikram eder, ortam hazirlardim. Onunla tanistigimizda biz çadirda, onlar karavanlarinda kaliyordu. Sarisin, mavi gözlü, aksanli Türkçe konusan ve bir Türk'le evli Fransiz Nicole'du.
Bir sabah, erkenden uyanmistim. Çocuklar uyuyordu ve henüz günes dogmamisti. Habercisi lacivert aydinlik, yüzümü oksuyordu. Çadirin önündeki tentenin altina portatif masayi açtim. Sabah kahvaltisini hazirladim. Çayi demledim, altini kapattim. Çocuklar uyanana kadar dogru denize!.. Akdeniz'in gökyüzüne es lacivertinin koynuna sokuldum, usulca. Tuzu yakar Akdeniz'in. Sulari hamam suyu gibi sicaktir. Ama sabahlari degil. Sabahlari, gecenin serinligine yüzersiniz, uyku halindeki, henüz hirçinlasmamis denizde. Öyle kipirtisiz, sakin, çarsaf gibidir. Doga uyanirken o öglene kadar uyur, sonra hirçin dalgalarina uyanir. Duru ve serin lacivertte açilmisim. Dinlenmek için durdugumda, geri döndüm, sahile baktim. Sahil küçük dalgalanmalarda bile görünmez oluyordu. Çok uzaktaydim sahilden. Bir kulaç sesi duydum az ötemde. Pembe boneli bir bas. Yaklastim, "günaydin" dedi, bana sulari süzülen yüzünde mavi mavi bakan gözleriyle...
-Günaydin dedim.
- Siz de erken yüzüyorsunuz?
Yabanciydi, belli. Aksanli konusuyordu. Çok sevimli, içten, sicak!...
- Evet, çocuklar uyanmadan denizin keyfini çikarayim dedim ama çok uzaklasmisim.
-Derinler, daha temiz, daha sakin, daha arkadas dedi.
- Arkadas? dedim.
- Yani daha sesli içini konusursun. Paylasirsin denizle, dedi.
Anlamistim, "duygusal biri" diye düsündüm.
- Dönelim mi? dedim.
- Dönelim, ben de yoruldum dedi.
Dönüs yolu keyifli geçti, sohbet güzeldi, ne çok sey ögrendim Nicole hakkinda. Ögretmen oldugumu duyunca çok sevindi.
- Türkiye'de en begendigim insanlar, ögretmenler, dedi. Hem her seyi biliyorlar, dürüstler ve hem de çok mütevazi yasiyorlar dedi.
Kocasinin ailesi zengin ve soyluymus. Sevgilerini ve iliskilerini içten bulmuyormus. Hep ölçülü ve kuralli davranmak gerekiyormus. Içinden geldigi gibi konusunca sorun yasiyormus. Oysa o, dogal, içten ve dürüst olmayi seviyormus. Neyse ki kocasi onlar gibi degilmis ve karisina asikmis.
- Insan oldugu gibi görünmeli, diyordu.
Balerinmis, evlenince birakmis. Kocasiyla, Isviçre'de tanismis. Iki kizi, bir oglu varmis. Meslegini çok özlüyormus, denizi çok seviyormus, sanki dans partreni gibiymis deniz. Anlatiyor, anlatiyordu...
Türkçe dersinde ögrencilerime okudugum bir Ömer Seyfettin öyküsü vardi. "Eskici" adinda. Kahramani, Hasan adinda bir çocuktu. Annesi ölünce, Arabistan'a halasinin yanina gönderiliyor. Orda dil bilmedigi için günlerce susuyor. Birgün eve bir eskici çagiriyorlar. Ayakkabi tamiri için. Avluda onu seyrederken daliyor, Türkçe soruyor. Eskici sasiriyor, Türkçe yanit veriyor. Eskici de Türk'müs, onun da gözleri doluyor vatan özlemiyle. Hasan da anlatiyor, anlatiyor. Aylarca suskunlugunun acisini çikarircasina!...
Nicole'da anlatiyor, anlatiyordu. Sabahin sessiz serinligide, denizin simarik lacivertinde!...Yüregine bastigi incinmis duygulari fiskiriyordu simdi. Aç kaldigi içtenligi bulmus; yalin, yapmaciksiz, kültürünü begendigi, kendi gibi bir yürek bulduguna inanmisti. Anlatiyor, anlatiyordu...
Sahile vardigimizda yillarca birbirimizi taniyor gibiydik. Mavi mayosundan süzülen sularla daha da çekici müthis güzel bir balerin vücudu vardi. "Kocamin ailesi, onu bir Türk'le evlendirmek istemisler, ama o bana asik oldu. Ne yazik ki, ben degil ama fizigim ailesini etkiledi." dedi. Dürüstlük ve içtenlik Nicole için önemliydi. Çadirimiza yürürken birden durdu ve sordu:
- Lütfen benimle arkadas olur musun? Gözleri öyle içten, öyle istekli, öyle masum bakiyordu ki! Hiç beklemeden,
- Elbette dedim, seve seve!... O, duygularini, özlemlerini, çikmazlarini, ikilemlerini, farkli bir kültürün özelliklerini anlatacagi, paylasacagi bir arkadas, bir sirdas ariyordu!.. Çok tatli ve sempatikti.
Kaldigimiz yerin olanaklari güzeldi. Çadir yerleri için özel karolar dösenmis, karavanlar için, çitlerle ayrilmis parseller yapilmisti. Asirlik agaçlarin arasinda harika bir dinlence yeriydi. Gazinosunda her milletten turistlere rastlayabilirdiniz. Ögleden sonra bulusmak için sözlestik.
Bronzlasmis tenine mavi sile bezinden otantik bir elbise giymisti. Sari saçlari kivircikti. Bir tutami alnina düsmüstü. Benden büyüktü Nicole. Çocuklari kendi gibi sarisindi. Benim de iki oglum, bir kizim vardi. Çocuklarimiz da birbirleriyle kaynastilar. Onlar, sahilde deniz kabugu toplarken, biz sigara içtik, kahve, çay içtik ve konustuk, daha dogrusu o konustu, ben dinledim aksama kadar. Içten davranislarinin nasil yanlis yorumlandigindan yakiniyordu.
-Anlamiyorum bu insanlari, neden hep oldugundan farkli görünmek istiyorlar? Yani insanin parasi yoksa neden onu küçük görüyorlar? Niye hizmetçilerin de haklari oldugunu görmüyorlar? Niye ona ayri yerde yemek yediriyorlar?
Ah Nicole, zamanla Türklesirsen sen de o ayrimi yapacaksin, yaptiracaklar!...
On bes gün, hemen hemen hergün beraberdik. Illa ki sabah denizde uzaklara açilirken. Ve anlatiyordu, çiçekten çiçege konan bir kelebek gibiydi. Konudan konuya atliyor, sevimli tavirlari ve içten esprileriyle anlatiyor, anlatiyordu.
On bes gün yasamindan kesitler anlatti, yasadiklarini, yasayamadiklarini, özlemlerini, hüzünlü anilarini... Hüzünlü anilari! Gözleri dolu doluydu. Bittiginde benim de gözlerimden akiyordu.
"Erken dogum nedeniyle öyle çirkin dogmusum ki, annem ölmem için Allah'a yalvarmis!... Kurbagaya benziyormusum, kiz çocugu olarak bu çirkinlikle nasil yasarim diye! Biliyor musun, benim yasamim tam bir çirkin ördek öyküsü. Onbes yasina kadar, öyle çirkindim ki kimse beni görmesin diye odamdan çikmazdim. Kalin camli gözlükler, tel takili disler! Balerin olmayi istememdeki neden, belki de o tüllerin arkasina saklanmakti. Sinavda bacaklarim, yetenegim öyle begenildi ki kimse yüzümle ilgilenmedi. Hirsim, begeni topluyordu. Dikkatler yetenegimdeyken, yavas yavas degistim. Pointe çiktigim ilk gün, kendimi kugu gibi hissettim. Ama biliyor musun point, yani ön tarafi tahtadan oyulmus, arka tarafi deri, çapraz baglanan kurdeleli bale papuçlari. Onunla parmak ucunda kosulur, dönülür, atlanir. Vücudun tüm agirligi, daracik tahta borunun içine sigan, üst üste sikisan parmaklardadir. Birçok temsilden sonra o borunun içi kan dolar, inan. Her balerin yasar bunu. Alkislar, bembeyaz tüller, tütüler, sahne, seyirciler, müzik, dans her sey rüya gibidir. Ama gösteri bitip de perde kapandiginda ah'lar, of'lar arasinda kanli pointler çikarilir. Evet ama zevkle, çünkü bale ve point, balerin için tutkulu bir sevdadir. Nasil özlüyorum bilsen; sahnenin los, nemli, tozlu kokusunu. Pointime dolan kan kokusunu bile! Ilk bas rolü "Giselle" temsilinde oynadim. Rüya gibiydi. O güne kadar erkek arkadasim yoktu. Evden okula, okuldan eve. Çirkindim ya kendime göre! Insanlardan kaçiyordum.
- Hiç eglenceye gitmez miydin, sinemaya, tiyatroya, erkek arkadasin olmadi mi? diye sordum.
- Bir balerin buldugu küçücük zamanda bile egzersiz yapar. Baska hayati olamaz. Gösteri, ve egzersiz, baska sansi yoktur iyi bir balerinin. Ve devam etti.
Ben Giselle oyunundaki partrenime her aksam asik oluyordum, bale yaparken, rolümü yasiyordum. Aski, titreyerek yalnizca oyunda yasiyordum. Anlatirken bile, gözleri parliyordu Nicole'un.
- Temsil bitince süslü araba balkabagina, Sindirella külkedisine dönüyordu.
Ekstra çalismalarimiz olurdu, meydan gösterilerinde, senliklerde, Paskalya Yortusu'nda. Heyecan olsun diye, figüran rolü alirdik, hem de para kazanirdik. Böyle bir meydan gösterisinde tanidim onu. Emile'i... Halka açik, açik bir sahnede, Don Carlos oyunu için seçmelere katilmistim. O da. Siramizi beklerken tanistik. Ses tonu çok etkileyiciydi. Bakislari da. Seçildik. Ben rahibe olacaktim, o da rahip. Uzun, kukuletali pelerinlerle yüzümüz gizleniyordu ve sadece manastirdaki ayin sahnesinde öylece duruyorduk. Oyun boyunca bakisiyorduk. Agzimdan bir güvercin firliyordu, ona baktikça, bakislarindaki israri gördükçe. Arkadas olduk. Hergün oyundan sonra beni eve birakiyordu. Bu, geçici figuran rolünde çok eglendik. Oyun sona erdikten sonra da arkadasligimiz sürdü, sevgiye dönüstü. Sonra da tutkulu bir aska!
Emile ressamdi. Güzel sanatlar kurslarinda egitmenlik yapiyordu. Bos zamanlarin da da degisik isler yapmayi seviyordu. Kocaman bir motosikleti vardi. Motosikletini çok seviyordu. Ben de... Binmeye bayiliyordum. Arkasindan ona siki siki sarilmak çok güzeldi. Rüzgarin yüzümü, agzimi, kulaklarimi biçak gibi kesmesi çok güzeldi, heyecan vericiydi. Hergün baleye gelir, beni izler, motosikletiyle nehir kenarina gider, uzun uzun mehtabi seyrederdik, hiç konusmadan. Sonra telaslanirdim, eve geç kalmamak için. Babam da siz Türkler gibiydi ayni. Geç kalirsam kapida bekliyordi.Çok vasatti yasantimiz. Babam isçi, annem ev kadini. Önünde hep önlük, hep temizlik, hep yemek ve hep bulasik. Ah canim annem! Pek güzel degildi ama, kirmizi yanaklari her zaman gülerdi. Sarabi çok severdi, kendi yapardi sarabini. Eskiden onun babasinin üzüm baglari varmis çok genis arazilerde. Köyde yasarlarmis. Üzüm toplama isçisi olarak gelen babama asik olmus. Arkasindan Paris'e gelmis. Ben olmusum, sonra da kardesim. Iste annem, " öyle çirkin dogmustun ki ölmen için Tanri'ya yalvardim " derdi, gülerek. Sonra da "Aman! Iyi ki Tanri beni duymadi ve beni utandirdi." Iki yil önce kaybettik annemi. Babam yalniz simdi. Onun kaprislerini ancak annem idare ederdi. Aksi ve çok ciddidir. Çok da yakisiklidir! (Bir kahkaha atti.) Anlasilan ben dogdugumda anneme, on besinden sonra da babama benzemisim!
(Dedim ya kelebek gibi, konudan konuya atliyordu.)
Emile'e önce karsi çikti babam. Sonra tanimak istedi. Eve davet etti. Annem güzel yemekler yapti, en eski sarabini çikardi. Emile'i ikisi de çok sevdi.
Öyle güzeldi ki askimiz, temsillerimde yalniz onun için dans ediyordum. En önde, en uçtaki tek numarali koltuk onundu. Partnerim beni havaya kaldirsa, omuzuna alsa, döndürse, pointimle uçsam, kanat çirpsam gözlerim hep Emile'deydi. Arkadaslarima darilsam, kareograf beni üzse, oyunda hata yapip üzülsem, babama sinirlensem; Emile'in kocaman bir paltosu vardi, beni bu paltonun içine alir, sarar saatlerce onun sicakliginda hiç konusmadan sakinlesirdim. Mutluluktu benim için, Emile'in paltosunun içine sarilmak, saklanmakti. Huzurdu.
Kardesim yakin bir kasabada okuyordu. O da Emile'i tanimak istedi. O hafta sonundan sonra Giselle ile turneye çikacaktik. Nerdeyse tüm Fransa'yi dolasacaktik. Ben de Emile'de üzülüyorduk, ama "mutlaka motosikletimle gelecegim" diyordu. O hafta sonu evimizde küçük bir parti oldu. Emile piyano çaldi, ben dans ettim, polka yaptim, kardesim gitar çaldi, rak sarkilar söyledi. Annem güzel yemekleri, sarabi ve sik örtülerleriyle, nefis bir sofra hazirladi. Mum isiginda, yenildi sato biryan. Babam mizikasiyla "O lili marleni, mavi tunayi çaldi, savas günlerinin sarkilarini. Annemle dans ettiler. Babamin hep çatik kaslari, yumusamisti. Gece sonunda hepimiz odalarimiza çekildik. "Iyi geceler öpücügü" için Emile'in odasina geçtim. Yatagina uzanmisti. Yanina uzandim. Sarabin da etkisiyle çok atesli bir "iyi geceler" öpücügüydü. Birakmiyordu. Konusuyorduk, fisiltiyla. Paltosuna degil yorganina sarmisti beni. "Ben kalkayim artik "dedigimde," dur ne olur bir daha öpeyim!" Öpüyordu. Sonra yalvardi, sinirdaydik! "Gitme seviselim", dedi. Ihtirasla bakiyordu.
- Olmaz Emile! dedim.
- Ama daha önce beraber olmustuk, Nicole dedi.
- Olmaz Emile, olmaz. Henüz evlenmedik. Annemle babamin oldugu bir yerde saygisizlik olur dedim. Mahzunlasti, dudagini sarkitti, sonra gülümsedi.
- Okey dedi. Odanin kapisinda son kez bir daha öptü, yandaki odama geçtim, gülerek.
Sabah erkenden kalktim. Yeni oyunun rol dagitimi olacakti ve provalara baslanacakti.
Emile'in odasina süzüldüm. Öperek, uyandirdim. Gülümsedi.
- Askim, Kugu Gölü Balesi'nin rol dagitimi olacak, bu gün. Bas rolü kapmaliyim, bunun için ön sirada olmaliyim, dedim. Emile;
- Eminim miss Barti bunu sana verecektir, dedi. Annem de erken uyanmis, mis kokan bir kahvalti sofrasi hazirlamisti. Ben bir yesil elma aldim yalnizca, Emile bir bardak kahve içti. Babamla kardesim henüz uyanmamislardi. Çantama da bir yesil elma aldim, bütün gün yemegim bu elmaydi. Çantama pointlerimi, mayomu, ter havlusunu koydum. Emile:
- Seni ben birakayim Nicole dedi.
- Sen derse geç kalirsin, dedim. Ben servisle giderim.
Evimiz biraz kenar semtteydi ve önünden sehirler arasi, büyük, dört seritli bir karayolu geçiyordu. Balenin servis duragi hemen karsimizdaki seritteydi. Emile sag, ben sol yönünde gidecektim.Hava sogutu, kar yagmis, don yapmisti. Paltosunu giydi. Ben de kabanimi, uzun çizmelerimi. Boynumda mavi uzun bir fular vardi, yünden. Dogum günümde Emile armagan etmisti bana. "Soguk günlerde bogazin üsümesin" diye! Evden elele birkaç basamak indikten sonra, genis çim bahçemizdeki motosiletinin yanina geldik. Birlikte bahçe kapisindan çiktik.
- Sen karsiya geç, ben sonra hareket edeyim, dedi. Sarildim, öptüm.
Iki adim atmistim ki döndüm, tekrar sarildim.Paltosunun önü açikti. Kapattim, ilikledim. Sonra boynumdaki fulari çikardim, boynuna sardim.
- Hava çok soguk, üsüme, fular benim kollarim olsun isitsin seni" dedim, gülerek.
Öptüm karsi duraga geçtim. Ona el salladim.
Kaskini takti, motosikletini çalistirdi. Yol kenari açik, görüs mesafesi çok uzundu. Onu ufukta kaybolana kadar izlerdim hep. Hizla hareket etti. Elini kaldirdi, selamladi beni. Öyle hostu ki! Hizla gidiyordu, uçuyordu. Rüzgardan mavi fular boynundan kurtuldu, uçtu. Görüyordum. Emile refleks olarak arkasina döndü fulara bakmak için. Ve hizla önündeki tira çarpti. Görüyordum, rüyada gibiydim, agir çekilmis film gibi, görüyordum ve kipirdayamiyordum.... Mavi fular uçtu, kivrildi, büküldü, agir agir yere indi, Emile'in kanlari üzerine kondu. Bagiriyordum ama sesim çikmiyordu. Kosuyordum ama ayaklarim yere çivilenmisti... Her yer önce maviye boyandi, sonra kapkara oldu!..
Çildirdim... Günlerce mezarina gittim, intihari düsündüm. Onsuz olmak, nefes alamamakti benim için. Içime çektigim havanin oksijeni yetmiyordu bana. Yavas yavas ölüyordum. Yemek yiyemiyor, dans edemiyordum. Ayaklarimi hissedemiyor, müzigi duyamiyordum. Refleks olarak oynuyordum yalnizca, ruh gibiydim... Birgün miss Barti beni odasina çagirdi.
- Kendine gelmelisin Nicole dedi. Onun için oynamalisin. Onun seni izledigini düsünerek oynamalisin. Eminim O böyle isterdi dedi. O zaman derin bir uykudan uyandim. Evet onun için oynamaliydim. O beni ön siradaki tek numarali koltukta izliyordu. Ve ruhunu hep yanimda hissediyordum. Minik, mavi, parlak bir isigin yanimda ve beni hep korudugunu düsünüyordum...
Balede hizla ilerledim, bas rollerde oynuyordum, turnelere çikiyordum. Alkislar, alkislar... Zaman özlemini arttirirken, ruhumu yokluguna alistirdi. Kabullendim. Sonra bir temsil sonrasi odama bir demet kirmizi karanfil geldi. Emile'in en sevdigi çiçekti. Az sonra da çiçegi gönderen geldi. Gülen gözleriyle reverans yaparak selamladi. Sempatikti, sicakti. Sanki karanfiller bir isaretti bana... Ali'yle böyle tanistik.
Arkadaslik, evlilik ve Türkiye!... Önceleri çok bocaladim. Ama simdi alistim. Çocuklarim, kocam, genis bir aile, Türkler.. Türkiye'de olmak çok güzel. Yasamak, gece ve gündüzün birbirini kovalamasi gibi bir sey. Hüzün ve mutlulugun birbirini kovalamasi gibi... Rutin günlük yasamda bile bu iki gerçegin birbirine örtüsen balesidir. Içiçedir hüzün ve mutluluk. Aninda birbirine dönüsür, her insanin kalbinde. Gece ve gündüz gibi...
Ve yasamda her tercih bir vazgeçistir. Mavi fularimin tercihi, beni baska tercihlere yöneltti iste.
Dedi ve aci aci gülümsedi...
Düsündüm. Hakliydi. Her insan tercihlerinin bedelini yasiyor tüm yasaminda. Ülkeler bile tercihlerinin bedeliyle var olmus ya da yok olmuslardi, yüzyillar boyu. Aslinda kader dedigimiz, tercihlerimizin toplami degil midir ki!.. Yillarca sürecek köklü bir dostluk da Akdeniz'in tuzlu, sicak, oynak dalgalarinin tercihiyle can bulmamis miydi?..
Düsündüm, evet her tercih bir vaz geçistir. Tercihlerimizi, gündüzün aydinliginda, dinginliginde, isiginda yani mantikla, dogrulara imza atarak yapmaliyiz; gecenin kör karanligindaki hüzün çukurunda, kör dövüslerin umutsuzlugunda degil... Ve her zaman yeniden günesin dogacagini asla unutmadan!...Her uykudan sonra sabahin ruhu oksayan serinligine uyanilacagini, yeniden mutluluga kanat açilabilecegini hiç unutmadan!...
Nicole'ün yasadiklari gerçek bir yasam öyküsür. Milyonlarca yil insanlarin yasadigi her kisiye özel, milyonlarca öyküden biriydi yalnizca... Ya sizlerin veya yasaminiz boyunca çevrenizde gelisen, sahit oldugunuz öyküler???!!!..
1942 yili Avrupa.Dogu Almanya. Berlin. Haziran ayinda bir bebek dogdu, bir kiz çocugu. Erken dogum nedeniyle çok çirkindi, çok. Sarisin mavi gözlü, nur yüzlü güzel anne, kurbagaya benzeyen bu bebege bakti ve agladi.
- Allahim, hem de kiz! Diye agladi. Oglu vardi, kiz oldu diye degil, "çirkin bir kiz çocugu, kaderi n'olacak" diye agladi, günlerce.
O da sarisin mavi gözlüydü. Durmadan agliyordu, ciliz sesi, keçi melemesine benziyordu. Babasi ona, çirkinligine inat çok güzel bir ad takti. Ama sevimli ve hep kullanilacak olan küçük adi, keçi melemesi anlamindaydi. Çirkinligine inat çok güzel bir yüregi vardi, çok sevimliydi, çok çaliskandi, çok becerikli, çok isveliydi. Babasinin sevgilisiydi, keçi gibi meleyen kiz. Çirkin ördek gibi çirkin ama sevimli. On bes yil sonra bu aile, savas sonrasi Almanya'sinda, savas yillarinin kalintilarini yasamakta zorlandi. Rutin yasanti, çikmaz bir sokakti, onlara ve çirkin ördek yavrusuna. Mutsuzlardi, umutsuzlardi. Tedirginlerdi.
On bes yil sonra, umudu, Bati Berlin'e göçte aradilar.Geldikleri kasabada bir lokanta açtilar. Ailece bu lokantada yasama tutunmaya çalistilar. Ve on bes yil sonra, yillarca anlatilan tatli bir öykü canlandi sanki; çirkin ördek Bale papuçlari! Bir balerinin ayaklarina yapisan, uzvu olan pointler, balenin ayaklari! Pointe çikmak; parmak ucunda yürümek, kosmak, atlamak, dönmek, uçmak...Pointe çikmak; tapinma, kanatlanma ve kan!...
Bu yazı 1366 defa okunmuştur.