GÖRELE'LI KOMÜNIST MUSTAFA SUPHI ANILIYOR
15’LER DAIR: GEÇM(EM)IS BUGÜNÜ(MÜZÜ)N ÖNSÖZÜDÜR![1]
TEMEL DEMIRER
“Simdiki zaman ve geçmis zaman
Belki ikisi de gelecek zamanda mevcut
Gelecek zaman da geçmis zamanin içinde.
Sayet zamanin tümü ezeli ve
ebedi olarak simdiyse
Zamanin tümü kurtarilamaz.”[2]
Biz; “kazidik onbeslerin ismini, kanli kizil bir mermere!/ bir çelik aynadir gözlerimiz, onbeslerin resmini görmek isteyenlere!” diye anilan Mustafa Suphi’nin yoldaslariyiz.[3]
Bizler için cografyamizin devlet gelenegi bir “sir” degil… Katliamcilik, Osmanli’dan T.’C’ye uzanan devletin mayasinda mevcut; bu gelenegin öteki ilan ettiklerine karsi tutumu ise, yok edip, unutturmadir!
T.“C”nin komünistlere, devrimcilere, Kürtlere, Alevîlere, Hiristiyanlara karsit tutumu ya da 19 Aralik Katliami minvali “icraatlar”i 1915 zihniyetiyle malûldür.
Herkesin malumu: Osmanli’dan T.“C”ye uzanan gelenekleriyle devlet, kendisini daha cumhuriyet ilan etmeden önce, -sinsi ve asagilik yöntemlerle- elini komünistlerin kanina buladi; Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP ) önder kadrolarini hunharca katletti.
Kolay mi? “Türk âleminin en büyük düsmani komünistliktir, her göründügü yerde ezilmeli,” mantik(sizli)gi üzerine insa edilen T.“C”nin, bu cümleden olmak üzere, 28/29 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ile yoldaslarini Sürmene açiklarinda katlederek denize atmasi, gelecekte ne yapilacaginin bir isaretidir!
Bu devlet terörü, ne tek parti döneminde ne de Demokrat Parti döneminde komünistlere göz açtirmisti!
Nâzim Hikmet’e 1938’de verilen 28 yillik hapis cezasi bitimsiz baski geleneginde bir kilometre tasidir!
Komünistlerin, daha sonraki yillardaki hâlini varin siz tahayyül edin!
“Türk âleminin en büyük düsmani toplumculuktur,” fetvalarinin hâlâ verildigi 1960’li yillarin sonlarinda bile bu hâl degismis degildi.
Kim ne derse desin: Cografyamizda tutarli bir muhalif, solcu, sosyalist, komünist iseniz; bunda israrliysaniz; vazgeçmiyorsaniz; sizi bekleyen sadece katliamdir, ölüm’dür!
“Nasil” mi? Gayet basit!
Gün gelir Mustafa Suphi ve yoldaslariyla Karadeniz’de bogulursunuz…
Sefik Hüsnü ile yillarca hapislerde çürütülüp, sürgünde sokak çocuklarina taslatilarak kalp krizi sonucu öldürülürsünüz…
Dr. Hikmet Kivilcimli ile Resat Fuat Baraner’in acilarina taraf kilinirsiniz…
Sansaryan Han’in tabutluklarinda ya da Ankara DAL’in veya Türkiye’nin dört yanindaki iskence tezgâhlarinda caniniz alinip, “intihar etti” diye kayitlara geçirilir...
Bir gece vakti kaybedilirsiniz; faili meçhullere karisirsiniz...
Nurhak’ta, Kizildere’de, Sisli, Beyazit, Taksim Meydanlari’nda katledilirsiniz.
Erdal Eren[4] gibi yasiniz büyütülerek daragaçlarina çikarilir, asilirsiniz.
Maras’ta, Çorum’da, Sivas’da katledilirsiniz…
Madimak’ta yakilirsiniz…
Daha neler neler!
Cografyamizda tutarli muhalif, solcu, sosyalist, komünist olmak zordur, mesakkatlidir; bedeli büyüktür ve çogunlukla hayatimizdir…
Bu mantik(sizlik) sinsilesinde Mustafa Suphi ile yoldaslarinin katli, T.“C” siyasal tarihinin en vahsi cinayetlerinden birisiyken; “Resmi tarih anlayisimiz hiçbir zaman geçmisi gerçek yüzüyle görmedi ve göstermedi. Bilmenin, ögrenmenin önüne konulan engeller, yillar boyu ‘gerçegi’ bilinmezligin yogun sisinin içinde birakti. Unutulsun, taniklari yok olsun, kaybolsun diye… Mustafa Suphi ve arkadaslarinin öldürülmesi modern Türkiye’nin ilk ve en büyük faili meçhul cinayeti. Ilk politik toplu kirimidir,”[5] diye ekleyen Hamit Erdem sonuna kadar haklidir.
YASAMI
Mustafa Suphi, tam adi Mevlevizade Mustafa Suphi, Giresun’da 1883 yilinda dogdu.
Mevlevi Seyhi Mustafa Efendi’nin ogludur. Dolayisiyla Mustafa Suphi Mevlevi dedesinin adini tasimistir.
Ilkögrenimi babasinin görevi nedeniyle Kudüs ve Sam’da, ortaögrenimini Erzurum’da gördü.
Istanbul Hukuk Mektebi’ni bitirdikten sonra Fransa’ya gitti. Paris’te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu’nda ögrenim gördü (1910). Ahmed Ferit (Tek) tarafindan çikarilan ve ‘Milli Mesrutiyet Firkasi’nin sözcülügünü yapan ‘Ifham’ gazetesinde, yazi isleri müdürü olarak çalisti. Istanbul’daki ilk yillarinda Ittihat ve Terakki yanlisiyken, baskici uygulamalari nedeniyle, sonradan bu örgüte muhalif bir çizgi izlemeye basladi. Mahmud Sevket Pasa’nin öldürülmesinden sonra Sinop’a sürüldü.
Sinop’a sürgüne gönderilen Mustafa Suphi, bir ara yeniden Istanbul’a döndü. Ancak yeniden Sinop’a sürülmesi üzerine kendisi gibi sürgünde bulunan 7-8 arkadasiyla birlikte bir kayikla denize açildilar. Daha sonra silah zoruyla ele geçirdikleri bir yelkenli ile Sivastopol yakinlarina, Haziran 1914’te ulasmayi basardilar.
Böylece Mustafa Suphi için, hayatinin çok önemli bir diger safhasi baslamis oluyordu. Çünkü Rusya’ya siyasi mülteci olarak siginmis ve bir süre sonra da Birinci Dünya Savasi’nin çikmasi üzerine “Düvel-i Muhasima Teb’asi” oldugu için Kaluga kentine sürülmüstür. Harp sirasinda burada, Türkiyeli çesitli solcularla temaslarda bulunmus ve esir düsen Türk askerleri arasinda da faaliyette bulunmustur. Mustafa Suphi’nin “Bolsevik” fikirlerini kabul ederek onlarla isbirligi yapmaya baslamasi bu siralarda olmustur.
Ekim 1917’deki Sovyet Devrimi’nden sonra Moskova’ya gitti. Tatar-Baskirt devrimcileriyle birlikte ‘Yeni Dünya’ gazetesini çikardi. Mustafa Suphi, Moskova’da ‘I. Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’nin (25 Temmuz 1918) toplanmasina önderlik etti. Moskova, Kazan, Samarra, Saratov, Rezan, Astrahan gibi merkezlerde komünist teskilâtlari kurulmasina yardim etti. Kasim 1918’de Moskova’da düzenlenen ‘Müslüman Komünistler Birinci Kongresi’ne katildi ve ‘Milliyetler Halk Komiserligi’ne bagli olarak kurulan ‘Dogu Haklari Merkezi’ bürosunun Türk seksiyonu baskani oldu. Bundan sonra 1918 Aralik ayinda Petrograd’da yapilan milletlerarasi devrimciler toplantisina ve 1919 Mart’inda yine Moskova’da toplanan III. Enternasyonal’in ilk kongresine Türkiye delegesi olarak katildi.
Mustafa Suphi, Rus Komünist Partisi’nin Müslüman teskilâtlari merkez bürosuna seçilmesi ardindan dogunun kapitalist sistemin; “Asil’in topugu” oldugu tezini islemeye basladi. Suphi’nin kanaatine göre, “Dogu, sömürgesi efendilerine karsi ayaklanip baskaldirmakla, batidaki sinai ülkeleri hammaddeden yoksun kalacak ve dolayisiyla, kapitalist sistem kendiliginden alasagi edilecekti”. Bu itibarla Mustafa Suphi’ye göre, dogu’da ihtilâl “Yalniz dogunun Avrupa emperyalizminden kurtarilmasi için degil, Rus ihtilâli’nin desteklenmesi için de gerekiyordu.”[6]
Rusya’daki Müslüman komünistler ile yakin temaslari Mustafa Suphi’yi Anadolu’ya geçip orada sol faaliyetleri teskilâtlandirmaya yöneltiyordu. Bunun için 1919 yilinda Kirim’a geçti ve burada millî firka ile yeralti faaliyetlerine giristi. Kirim Islâm bürosunu kurup, Türkçe olarak, ‘Yeni Dünya’ gazetesini yayinlamaya devam etti. Fakat bundan kisa bir süre sonra, Denikin kuvvetleri 1919 baharinda Kirim’i tekrar ele geçirince, Suphi ile yoldaslari önce Odesa’ya ve oradan da Türkistan’a geçtiler. Burada, ‘Beynelmilel Sark Tebligat Sura’sini kurdular. Komünist örgütleri esasli bir sekilde yeniden düzenledikten sonra, Suphi burada bir Türk Kizil Ordusu da meydana getirdi.
Türkistan’da bu islerle ugrasirken Azerbaycan’da Sovyet Devrimi yapilmasi üzerine Suphi ve çevresi Bakû’ye tasindi (27 Mayis 1920).
Mustafa Suphi Bakû’de teskilâtini kurduktan sonra TBMM hükümetiyle, özellikle, Türkiye’ye gönderdigi elçiler vasitasi ile iliskilerini gelistirmeye çalismistir.
Moskova büyükelçisi atanan Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Suphi ile görüsmüs ve intibalarini söyle belirtmisti: “Mustafa Suphi söhret ve ihtiras pesinde kosan zeki, kurnaz ve azim sahibi” bir insandir. “Birgün gelip Türkiye’nin Lenin veyahut Stalin’i olmasi ihtimalini hatirindan geçirdigi muhakkaktir. Hariçteki ittihatçilarin memlekete girmemeleri ve dahilde Ittihat ve Terakki Firkasi’nin her ne surette olursa olsun ihya edilmemesi hakkindaki Mustafa Kemal pasanin nokta-i nazarina tamamiyle istirak ediyordu… Memleketimize III. Enternasyonal’in hakiki bir komünist elçisi gibi girmek istedigi ilk nazarda anlasiliyordu.”[7]
Mustafa Suphi’nin Ali Fuat Cebesoy’la Kars’ta görüstügü bu siralarda onun Ankara’ya gelmemesi hükümetçe kararlastirilmis bulunuyordu. Bu karar hemen Kazim Karabekir Pasaya bildirilmisti.[8]
Ancak 10 Eylül 1920’de Bakû’de toplanan TKP I. Kongresi’nde,[9] sosyalistlerin birligini saglamaya yönelik etkin girisimler, çalismalarinin agirligini Anadolu’ya kaydirmayi kararlastirdi.
TKP’nin Türkiye’deki etkinliklerini ve örgütlenmesini düzenlemek üzere, bir grup komünist 28 Aralik 1920’de Bakû’den Kars’a geçti. Kars’tan Erzurum’a dogru yola çikan grup, protesto gösterileriyle karsilasti ve kente sokulmadi.
Mustafa Suphi yoldaslariyla birlikte Trabzon’a geçti. Motorla Trabzon’dan Inebolu’ya gönderileceklerini, oradan Ankara’ya ulasacaklarini sanan grup, bir motorla Karadeniz’e açildi.
1921’de 28 Ocak’i 29 Ocak’a baglayan gece Karadeniz’e açilan motordakiler, Nâzim Hikmet’in, “Trabzon’da bir motor açiliyor/ sahilde kalabalik/ motoru tasliyorlar/ son perdeye basliyorlar/ burjuva kemalin omzuna binmis/ kemal kumandanin kordonuna/ kumandan kâhyanin cebine inmis/ kâhya adamlarinin donuna/ uluyorlar: hav... hav... hak tu!” dizelerindeki üzere, Trabzon kayikçilar Kâhyasi Yahya ile katillerinin saldirilarina maruz kalirlar; öldürülüp, cesetleri denize atilir.
KANITLARI ILE KEMAL’IN TEZGÂHI
Mustafa Kemal’in çagrisi ile ‘Türkiye Komünist Firkasi’nin (TKF) kurulmasinin ardindan ülkeye giris yapan ve Karadeniz sularinda yoldaslari ile birlikte öldürülen devrimci...
1920 senesinde TBMM’nin aldigi kararlar, bu konuda, söyle idi:
“Bolsevikler, hemen Anadolu’ da bir komünist devrimi yapmayi bir çare sayacaklar fakat bunda basarili olamadiklari zaman bizim kosullarimizla bizimle dost olacaklar..” Mustafa Kemal önderligindeki 1920 senesi TBMM kararlarindan birisi böyle. Bu kararin ardindan zaten, zorunlu olarak TKF’nin kurulmasi kararlastiriliyor.
Öldüreni biliyoruz; Trabzon kayikçilar kâhyasi Yahya… Ancak öldürten tartismali ve olasiliklar söyle siralaniyor:
Mustafa Suphilerle ilgili karar Ankara, Kars, Erzurum üçgeninde aliniyor. Ankara’da Mustafa Kemal, Kars’ta Kazim Karabekir ve Erzurum’da Vali Hamit Bey… Artik sir degil, yazismalar var. Aralarinda haberlesiyorlar. Yazismalardan, Trabzon’da, iskelede bulustuklari anlasiliyor. Cinayeti izlemek üzere bir araya geliyorlar. Kemalcilerle, Enverciler arasindaki çekismeyi abartmamak gerekiyor. Kadrolarinin temsil ettigi zihniyet bir ve ayni. Sadelestiriyoruz, “sinif” diyoruz. Burjuvazi hazirladigi cinayeti iskeleden izliyor! Hepsi orada!
Daha nasil olsun. Mustafa Kemal Kâzim Karabekir’e, Ankara’da kendi istekleri disinda gelisen komünist cereyanlari sikâyet ederek, bu cereyanlari körükleyecegini düsündügü Mustafa Suphi’nin Ankara’ya sokulmamasi yolunda talimat veriyor. Bunun üzerine Kemalci Kâzim Karabekir, Erzurum Valisi Enverci Halit Bey’i bilgilendirip uyariyor. Halit Bey, “Mustafa Suphi ve arkadaslarinin çalismalarina engel olunmak gerektigini, ancak yapilacak karsi hareketlerin Kars’ta Rus elçilik heyetinin gözleri önünde yapilmasinin mahzurlu oldugunu, isin Erzurum’da kendisine birakilmasini” Karabekir’e cevaben bildiriyor. Karabekir, Halit’in fikrine katilmakla birlikte Mustafa Suphi ve arkadaslarinin siddetli sekilde protesto edilerek Erzurum’dan Trabzon’a ve oradan da sinir disina yollanmalarinin münasip olacagini ikinci bir mektupla iletiyor. Mustafa Suphi ve arkadaslari iki eksikle, Süleyman Sami ve Mehmet Emin, siddetli protestolar ve hakaretlere ugrayarak Erzurum’dan ayriliyor.
Ve kayikçilar Kâhyasi Yahya’nin sirasi geliyor.
Hangisi daha gaddar?
Kayikçilar Kâhyasi Yahya, Topal Osman, Ismail Hakki Tekçe…
Yöntemleri farkli; Kâhya Yahya suda boguyor, Topal Osman gemisini yüzdürmek için Rum tutsaklari diri diri ates kazanina atiyor, Ismail Hakki kelle kesiyor… Son ikisi Mustafa Kemal Pasa’nin özel muhafizi… Üçünün de yolu Trabzon’da kesisiyor.
Mahmut Gologlu yaziyor:
“Trabzon’un Maçka ilçesine varan heyet burada da bir eksiklige ugradi. Heyette bulunanlardan Trabzonlu veteriner yüzbasi Abdülkadir, Kars’tan çektigi bir telgrafla, Trabzon’a gelmekte olduklarini sevinç içinde kardesi Mehmet Efendi’ye bildirmisti.
Mahmut Gologlu devam ediyor:
“Yahya Kâhya; Mustafa Suphi ve arkadaslari hakkinda emir aldigini Mehmet Efendi’ye bildirmis, kardesini kurtarmak istiyorsa, sehre girmesine engel olmasini, yola çikip bir yerde kardesini heyetten ayirip kaçirmasini tembihlemisti…”[10]
Abdülkadir, kardesinin uyarisiyla heyetten ayriliyor.
Simdi 28 Kanunusani’yi 29’a baglayan gecedir.
Kaynaklarda adi belli degil. Semiramis, Mariya, Meryem olarak geçiyor: Mustafa Suphi’nin karisi… Trabzon’da alikonuluyor. Kalan 15 kisi karanlik bir gecede 28 Kanunusani’yi 29’a baglayan gecede iskeleden motora bindiriliyorlar ite kaka.
Motorun hirçin ve karanlik ve sulara açilmasindan kisa bir süre sonra kayikçilar Kâhyasi yahya daha süratli bir motorla takibe aliyor Suphi ve yoldaslarini… sonu biliniyor.
Ebubekir Hazim Tepeyran, 1922 yilinda Trabzon valisidir. Hatiralarini yazdi:
“Sivas bidayet mahkemesince hayrete mucip bir kararla beraat ettikten sonra Trabzon’a dönen kayikçilar kâhyasi Yahya Efendi 3 Temmuz 1922 günü günes batacagi siralarda otomobille Soguksu mevkiindeki yazlik kösküne giderken yolun nispeten tenha bir yerinde pusu kurmus olan meçhul bir kisi tarafindan atilan kursunlarla katledilmistir.”
Cinayet sorusturulurken Tepeyran devam ediyor: “Tahkikat ilerledikçe taniklarin ifadelerine göre, dillerinin sivesi ile kiyafetlerinden Giresun taraflarindan geldikleri, yani, Topal Osman tarafindan gönderildikleri zanni kuvvetleniyordu.”[11]
Topal Osman dedigin Mustafa Kemal’in yakin korumasi.
Bir yil geçmeden Ankara baska bir cinayetle sarsiliyor. Nisan 1923 basinda Mustafa Kemal ile sürekli çekisme hâlinde olan Trabzon milletvekili Ali Sükrü Bey’in cesedi Çankaya köskü civarinda bulunuyor. Meclis ayaga kalkiyor. Cinayeti Mustafa Kemal aleyhine ileri geri konusmasina sinirlenen Topal Osman’in isledigi anlasiliyor. Topal Osman çatismada yarali olarak ele geçiriliyor. Ancak kendisinin Mustafa Kemal Pasa tarafindan aldatildigini ileri sürerek ona agza alinmayacak küfürler savuran Osman’in daha fazla konusmasina izin verilmeden kellesi gövdesinden ayriliyor.
Topal Osman’i öldüren ve öldürdükten sonra kellesini kesen Mustafa Kemal’in muhafiz alayi komutani Ismail Hakki Tekçe’dir.
Ismail Hakki Tekçe yillar sonra 1977’de emekli generaldir, ‘Milliyet Gazetesi’ne hatiralarini anlatiyor: Kayikçilar Kâhyasi Yahya’yi bizzat kendisinin öldürdügünü itiraf ediyor. Vaktiyle kellesini aldigi Topal Osman’i aklarken cinayeti itiraf ediyor.
Bu kadarla bitmiyor. Mete Tuncay, “Türkiye’de Sol Akimlar” kitabinda Kayikçi Kâhyasi Yahya’nin oglundan gelen bir mektuptan söz ederek söyle bir not düsüyor:
“Kitabimizin yayimlanmasindan kisa bir süre sonra, Yahya Kâhya Bey’in oglu sayin Osman Kâhya’dan 15 Aralik 1967 tarihli bir mektup aldik. Bu mektupta ‘Yahya Bey’in o zamanki faktörlere göre vatani vazifesini’ yaptigini belirtiyor ve ‘Asil katilin bugün tapilan biri oldugunu zaman gösterecektir,’ deniliyordu…”[12]
Seri cinayetler tezgâhinin isaret ettikleri; TRT’deki ‘Zamanda Yolculuk’ programindaki ifadesiyle Attilâ Ilhan’a göre, “Katil cumhuriyeti kuranlar degil, ittihatçilardir,” zirvasinin ragmen açik degil mi?
CINAYETIN DETAYLARI
Cinayetin detaylarina gelince…
III. Enternasyonal’in 21 Temmuz-6 Agustos 1920’de toplanan ikinci kongresinde kabul edilen V. I. Lenin’in ‘Sömürgeler ve Geri Kalmis Ülkelerle Ilgili Tezleri’nden 11. tezin besinci fikrasiyla 12. teze göre Mustafa Kemal’in baskanlik ettigi kurtulus hareketi, bir burjuva demokrat hareketi oldugundan, ona komünist rengi verilmesine çalisilmamali, ama Batili devletlerle savasinda yardim edilmeliydi. Bunun karsiliginda tek sart, Komintern’e bagli bir komünist parti kurulmasina izin verilmesiydi.
Temmuz 1920’den itibaren Balikesir ve Bursa Yunanlilarin eline geçtiginden Mustafa Kemal’in bu teklifi kabul etmekten baska çaresi yoktu. Agustos ayinda Bolseviklerin altin yardimi gelmeye basladi. 1-7 Eylül 1920 tarihlerinde Bakû’de toplanan Dogu Halklarinin Birinci Kurultayi’nin hemen ardindan TKP kuruldu. 28 Ekim 1920’de Mustafa Kemal ‘Resmî’ TKF’ni kurdu.[13] 10 Ocak 1921’de Birinci Inönü Muharebesi’nin kazanilmasiyla Kemalist hükümetin Sovyet politikalari degismeye basladi. Büyük Devletler Ankara hükümetinin temsilcisini Londra’da yapilacak toplantiya çagirinca Kemalistler Moskova altinlarinin diyeti olan TKP konusundaki sözlerinden dönmekte beis görmediler.
Somut durumun yanlis tahlili ve buna denk düsen hatali politik taktik, kimi zaman bu taktigi belirleyenin siyasi (veya biyolojik) yasamini sona erdirebilir. Mustafa Suphi’nin payina düsen buydu.
1920’lerde Bolsevizmin sayginligi bütün dünyada oldugu gibi, Anadolu’da da çok yüksekti. Mustafa Kemal kendi sinifsal konumundan dogru bakarak bu durumu tehlikeli görüyor. Mustafa Suphi’nin partisine karsilik resmi TKF’ni kurmak zorunda kaliyor.
Kolay mi? 1920 yilinin soguk kis günlerinde hemen herkes Bolseviklerden ve onlarin getirmeye çalistigi yeni düzenin iyiliklerinden bahsediyor, tek kurtulus yolunu Bolsevik olmakta görüyordu. ‘Yesil Ordu’ söylentisi doguda bir efsaneye dönüsmüs. Bakû’de kurulan TKP’nin komünist birliklerinin Anadolu’nun sinirlarinda beklemekte oldugu söylentisi yayilmisti. Bu yakin ilgi sonucu Resmi Komünist Partisi ve Yesilordu Cemiyeti, Bakû’deki TKP ve Türkiye Halk Istirakiyûn Firkasi kuruldu.
Gelin görün ki bunca Bolsevik edebiyatinin yaninda Rusya’daki ihtilalin ve kurulmakta olan yeni düzenin niteligi hakkinda Anadolu’da ciddi bir bilgi birikimi yoktu. Bolseviklik demek, yalnizca “Her ulusun isterse bagimsiz olacagi inancinin hâkim olmasi” demekti. Anadolu’daki Bolsevik hareketlerin liderleri o kadar farkli kimliklerle karsimiza çikiyordu. Gerçek kimliklerini kestirmek güçtü, örnegin TKP Genel Sekreteri Hakki Behiç Bey Ittihatçi ve Hilafetçiydi. Yesilordu Cemiyeti’nin yönetim kadrosundan Yunus Nâdi Ittihatçiydi. Seyh Servet, Eyüp Sabri. Hüsrev Sami gibi hemen hepsi Ittihatçi olan mebuslarin idare heyetinde oldugu Yesilordu Cemiyeti ile Resmi Komünist Firkasi bizzat Mustafa Kemal’in emriyle kurulmustu. Peki Mustafa Kemal Bolsevizm konusunda ne kadar samimiydi? Bu soruya cevap olarak, amacinin (sonralari bir valiye atfedilen) “Eger komünist olmak gerekiyorsa onu da biz yapariz” düsüncesinin bir yansimasi oldugunu söyleyebiliriz.
Bu tabloda 13 Eylül 1920’de Mustafa Kemal, Mustafa Suphi’ye bir mektup yazip, söyle der:
“Ayni hedefe yürüyen Türkiye Istirakiyun Teskilâti’yla tamamen isbirligi edebilmek için Büyük Millet Meclisi’ne tam yetkiye sahip bir temsilci göndermenizi rica eder ve bu vesile ile samimi hürmet ve selamlarimi sunarim.”
Aradan üç gün geçtikten sonra, bu sefer özel ibareli baska bir mektup Ali Fuat Pasa’ya yollanir. Bu mektupta Mustafa Kemal, Bolsevik faaliyetlerden ve TKP’nin varligindan duydugu rahatsizligi dile getirir. Mektubunda aynen su cümleyi kullanir: “Gizli komünizm teskilâtini her surette durdurmak ve uzaklastirmak zorundayiz.”
Uzaklastirmak için önce Mustafa Suphi ve yoldaslarini çagirmak gerekiyordu, çagiriyorlar da! Serif Manatof Bakû’de Mustafa Suphi’yi uyarir. Mustafa Kemal’e güvenmemesi gerektigini söyler.
Mustafa Suphi buna ragmen yola düser. Ilk durak Kars oluyor. Resmi bir törenle ve normal denilebilecek bir sekilde karsilaniyor Mustafa Suphi ve yoldaslari. Onlar Kars’tayken Mustafa Kemal’den bir telgraf geliyor. Mustafa Suphi’nin Ankara’ya gelmesini istemiyor Mustafa Kemal, vazgeçiyor. Sebep olarak bunun Ankara’da çesitli tepkilere yol açabilecegini gösteriyor. Kazim Karabekir bunun üzerine Suphi ve yoldaslarini Erzurum’a gönderiyor. Burada neler olacagini bilerek gönderiyorlar. Çok planli hareket ediliyor. Buradaki saldirilar yüzünden Erzurum’dan hemen Trabzon’a gönderiliyorlar.
O tarihlerde TKP’nin merkez komitesi harici büro azasi sifatini tasiyan Ahmed Cevad (Emre), yoldas Pavloviç’e yazdigi mektupta[14] grubun ugradigi saldirilari söyle anlatmaktadir:
“Ta Erzurum’dan itibaren bizim yoldaslarimiz aleyhinde gösteriler baslamisti. Halka diyorlar ki: ‘Rusya’dan gelmis olan komünistler Bolseviklerdir. Onlar magazalari kapamak için geldiler. Kimsenin almak ve satmak yetkisi olmayacaktir. Sonra arastirma baslayacak; herkesin esyasina ve parasina el konacaktir. Komünistler dinsizdir. Allaha inananlari hapse atacaklardir. Din, ticaret ve özel mülkiyet Bolsevikler tarafindan yasaklanmistir.”
Devaminda Ahmet Cevad sunlari der:
“Göstericiler arasinda burjuvazi tarafindan para ile elde edilmis ve polis teskilâti tarafindan komünistler aleyhine yöneltilmis cahil kisiler çoktu. Bunlar bizim yoldaslara saldirarak taslamislar ve parça parça etmeye kalkismislardir. Yolda bizim yoldaslara kimse ekmek ve atlari için yem satmiyor. Hükümet ise Bolsevikleri koruyucu rol takindigini göstermek istiyordu. Komünistleri savunmak için hükümetin tedbir aldigi yalandi. Bizim belgelenmis kaynaklardan aldigimiz haberlere göre polisler halki dükkânlari kapamaya tesvik ettikleri gibi, savunmasiz kalmis olan yoldaslarimizi taslamak için halki tahrik etmislerdir. Bu gibi saldirilarla yoldaslarimiz dört ya da bes sehir ve kasabada karsi karsiya kalmislardir. Fakat bu yoldaslar en vahsi hücuma Trabzon’da ugramislardir. Bunlar Trabzon’a gelir gelmez halk bagirip çagirmis ve tahrikler altinda limana yöneltmistir.”
Isin ilginç yani, Mustafa Suphi ve yoldaslarina Trabzon’da bir resmi karsilama töreni hazirlanmis olmasidir. O günlerde Trabzon Lisesi ögrencisi olan eski bakanlardan Prof. Tahsin Bekir Balta, “Mustafa Suphi ile arkadaslarinin resmi merasimle karsilanmalari emredilmis olacak ki, bizi yani lise ögrencilerini tabur hâlinde karsilamaya çikardilar. Erzrurum’dan gelen yolun sehre girdigi Ayafilbo Caddesi’ne gidip yol kenarinda yer aldik. Bizden baska daha baska karsilayicilar da vardi. Hatta Rus konsolosunun da oraya gelip karsilamak üzere Mustafa Suphi ile arkadaslarini bekledigini söylemislerdi,” diyor.
Eski milletvekili ve egitimcilerden Hifzirrahman Rasit Öymen (o sirada Trabzon ögretmen okulu ögrencilerinden) ise sunlari anlatiyor:
“Iskele Kâhyasi Yahya, Mustafa Suphilerin yolunu sehrin disindaki Degirmendere’de kesti ve sehre sokmayarak çömlekçi mahallesinin alt yolundan dogruca iskeleye (Buhti’ye) getirdi. Burada Mustafa Suphi ve arkadaslarina çok agir hakaretlerde bulunuldu, küfürler edildi. Heyet, hazirlanmis olan bir motora bindirilerek yola çikarildi. Hemen arkalarindan, Kâhya’nin silahli adamlarini tasiyan bir motor daha kalkti. Hava kararmak üzereydi. Mustafa Suphi ve arkadaslarina hakaret edenler arasinda genel meclis üyesi Molla Bey ile o günlerin Trabzon kabadayilarindan Faik de vardi. Faik ikinci motordaki çetecilerle beraber birinci motorun pesinden gitti.”
28 Ocak 1921 gecesi Mustafa Suphi ve arkadaslari, hava kararirken, üzerlerinde bulunan birkaç tabanca alinip motora bindirildiler. Inebolu’ya götürüleceklerini saniyor olmaliydilar. Motorun ters yönde ilerledigini, Inebolu’ya dogru degil Rusya’ya dogru gittigini farkettiler. O sirada, karanliklar içinde ilerleyen ve Yahya Kâhya’nin adamlarini tasiyan ikinci motor yaklasti. Katiller, öndeki motora atlayip üzerlerine saldirdilar. Bogusma oldu. Sonunda Mustafa Suphi ile yoldaslari, ölü ya da canli olarak denize atildi.[15]
Vurucu tim Faik Kaptan, Gavur Imam Rahmi, Hocanin Hasan, Servet Reis, Kâhya’nin kardesi Hüsnü. Sevki Dayi ve Kamis Osman’dan mütesekkildi. Katillerin basi Yahya Kâhya olarak biliniyor. Mustafa Kemal bu siyasi cinayetin islendigi gün Yahya Kâhya’ya “vatanperverane hissiyat ve temennilerinize tesekkür ederim” diye kisa bir telgraf yolluyor.
Bir sey daha: 22 Ocak 1921’de, yani TKP’lilerin katlinden bir hafta önce Mustafa Kemal’in BMM’de yaptigi konusma ise, son derece manidardir: “Iste bu serseriler, Türkiye Komünist Firkasi diye bir firka teskil etmislerdir ve bu firkayi teskil edenlerin basinda da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadir. Bunlar kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki prensip sahiplerine yaranmak için birtakim tesebbüsati serseriyanede bulunmuslardir. Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm cereyani sokulmaya baslanmistir...”
15’LER KATLIAMI
Özetle inandiklari için her seyi göze almis devrimci insanlar hunharca katledildi. Mustafa Suphi’nin yasami ve ölümü, çaginin çalkantili niteligine uygun olurken; katil(ler) ile cinayetin arka plani belliydi!
Bilindigi gibi, Anadolu’nun düsman isgaline ugramasiyla 1919’da baslayan direnis sürecinde devrimci Rusya’ya büyük bir sempati besleyen genis kesimler vardi. Gerçekten de Rus devriminin tüm dünyada yarattigi dalgalar elbette yani basindaki Anadolu’nun savastan bikmis yoksul kitlelerini de etkilemisti. Esasen bir burjuva devrimi niteligi tasiyan Anadolu’daki bu süreç, baslangiçta halk tipi, asagidan bir devrim süreci olma egilimindeyken, daha sonra Mustafa Kemal önderligindeki burjuva klik, halkçi, plebyen unsurlari zor yoluyla tasfiye etti.
Mustafa Suphi ve yoldaslarinin burjuva klik tarafindan katli de bu dönüsüm sürecinin en kritik dönemecini olusturan 1921 baslarinda gerçeklesti. 1921 Ocak’inda sadece Suphiler katledilmedi. Subat ayinda Ingilizler ile yapilacak olan Londra Konferansi arifesine isabet eden günlerde çok kapsamli bir operasyon yürütülerek, Kemalist burjuva liderligin denetimindeki düzenli ordu, emperyalist isgalcilere karsi gerilla savasi yürüten Yesil Ordu birliklerinin üzerine gönderildi ve Yesil Ordu yok edildi. Hemen birkaç gün içerisinde de Ankara’daki mecliste Halk Zümresi grubu dagitildi ve Türkiye Halk Istirakiyun Firkasi yöneticileri tutuklandi.
Hatirlanacagi üzere Mustafa Kemal’i anlatan Lord Kinross’un yapitinda, Mustafa Suphi’nin bir Rus ajani oldugundan ve kendisi ile yoldaslarini da Mustafa Kemal’in öldürttügünden bahsedilirken; Cemal Kutay ise, cinayet emrini verenin Mustafa Kemal oldugunu söyleyip, Yahya Kâhya’yi yere göge sigdiramamaktadir.
Yine tarihçi Cemal Kutay’in sözleriyle, “Onlari Ankara’ya sokmamak, Yunan’i denize dökmek kadar önemliydi,” kaygisiyla devreye sokulan devlet katliamina iliskin olarak TKP Harici Bürosu, haberin alinmasi ardindan, “Dogu Halklari Propaganda ve Faaliyet Kurulu Baskanligi”na gönderdigi mektupta, isim belirtmeksizin 16 kisinin öldürüldügünü yazmisti. Ayni organ adina Ahmet Cevat’in (Emre) 2 Nisan 1921 tarihli mektubunda ise, “Mustafa Suphi, dört Merkez Komite üyesi ve on iki diger yoldaslarimiz,” denmektedir ki, burada verilen rakamlarla öldürülenlerin toplam sayisi 17’ye ulasmaktadir.
Mete Tunçay’a göre motorda öldürülenlerin sayisi, Mustafa Suphi ile birlikte 14’dür. Tunçay’a göre katledilenlerin listesi suydu: l 1) Samsun’un Hançerli Mahallesinden Mustafa Suphi; 2) Üsküdar’in Ahmet Çelebi Mahallesinden Ethem Nejat (Izmir Maarif Müdir-i Sabiki); 3) Erzincanli Asçioglu Bahaeddin (Muallim); 4) Usak’in Haci Hüseyin Mahallesinden Kazim Hulusi; 5) Sürmene’nin Asu Karyesinden Kiralioglu Maksut; 6) Cihangirli Hilmioglu (Ismail) Hakki (Doktor); 7) Van’in Ercis Kazasindan Ahmetoglu Hayrettin (Nefer); 8) Bandirma’nin Manyas Nahiyesinden Mehmet Ali Bin Hakki (Topçu Yüzbasisi); 9) Istanbullu Emin Safak (Mühendis); 10) Kadiköylü Tevfik Bin Ahmet (Tayyare Yüzbasisi); 11) Manisali Kazim Bin Ali (Ihtiyat Zabiti); 12) Erzincan’in Akdag Karyesinden Hatipoglu Mehmet; 13) Izmir’in Tilkilik Mahallesinden Haci Mustafaoglu Mehmet; 14) Kandirali Cemil Nazmi Bin Ibrahim (Elmali Kaymakam-i Sabiki); 15) Meryem/ Maria (Mustafa Suphi’nin esi.)
Burada bir parantez açmak gerek: TKP kayitlarinda adi “Meryem” olarak geçen Maria; Mustafa Suphi’nin Rus uyruklu esi, yoldasidir.
Bakû’den Ankara’ya gitmek isteyen TKP’li grubun içerisinde o da var. Trabzon’da takaya o da bindiriliyor. Diger herkes öldürülürken, Maria, sag olarak geri getiriliyor.
Yahya Kaptan, Maria’yi kapatiyor. Bir süre sonra Maria’yi, Nemlizade Ragip Bey’e veriyor.
Daha sonra o yüce vatansever çete reisi Yahya Kaptan, Maria’yi Rizeli kabadayilara “hediye” ediyor.
Maria orada öldürülüyor!
Mustafa Suphi ve arkadaslari bir kez ölürken Maria, yüzlerce kez ölüyor!
Mete Tuncay, Yahya Kâhya’nin Mustafa Suphi’nin karisini kendisine kapatma yaptiginin ve heyetin elinden gasp ettigi kiymetli mücevherleri de hükümete vermeyip alikoydugunun halk arasinda dilden dile dolastigini söylerken; Hamit Erdem de ekliyor:
“Kadinin hangi evde oldugunu haber almak üzere ugrastim. Fakat hiçbir taraftan malumat alamadim. Önce Kâhya’nin (Suphilerin katlinde birinci derecede görev alan Trabzon Müdafaa-i Milliye reisinin sagkolu Kayikçilar Kâhyasi Yahya) evinde oldugunu, sonra Nemlizade Ragip Bey’in evinde oldugunu söylediler. Bazi üç dört defa olmak üzere evlerinin kapilarindan geçiyordum. Ihtimal rast getirir veya pencereden bakarken görüp nerede oldugunu haber alirim diye ugrastim. Fakat hiçbir taraftan haber almadim. Bilahare epey zaman geçtikten sonra kadinin Kâhya tarafindan Rizelilere hediye edildigini ve orada bir zevk arasinda öldürdüklerini haber aldim.”[16]
“SONUÇ YERINE”
Karl Marx’in, ‘Komün Üzerine’ baslikli yazisindaki ifadesindeki üzere, “Kahramanlarin anisi, isçi sinifinin soylu yüreginde yasayacaktir. Cellatlariniysa tarih, daha simdiden sonsuz bir teshir diregine çiviledi ve din adamlarinin tüm dualari, günahlarini bagislatamayacaktir.”
Tam da bunun için kusku yok: “yanginlara fazla bakan gözler yasarmaz,/ alni kizil yildizli bas secdeye varmaz./ dövüsenler ölenlerin tutmaz yasini!”
O hâlde bize düsen, (Paramaz (Madteos Sarkisyan) ile 20’leri de unutmadan![17]) 15’ler için yas tutmak yerine, Onlarin mücadele sancaklarini yükseltip, Onlardan ögrenerek, ders(ler) çikartmaktir.
Kolay mi? Geçmis bugünün önsözüdür; bu nedenledir ki kon geçmisi arastirmali, ögrenmeli, yeni yanlislara düsmemeliyiz.
Mustafa Suphi ve yoldaslarinin katliamindan, çikarilmasi gereken dersler neler midir?
Tarihin efsanelerin arkasinda gizlenmeden tartisilarak, sogukkanli biçimde irdelenmesi “olmazsa olmaz”ken; Mustafa Suphi ile yoldaslarinin katli, temeli olmayan strateji, taktik ve ittifaklarin trajediyle sonuçlanacaginin örnegidir.
TKP’nin, Anadolu Hareketini yanlis tahlil edip, Kemalistlerin Ittihatçi geçmisini unuttugu bir “sir” degildir; trajik “son”, zaaflarin üstünün örtülmesine, yetersizlik ve zaaflarin tartisilmamasina yol açmamalidir.
TKP’nin dayanak noktalarindan olan Komintern II. Kongresi’nde belirlenen ve TKP Kurulus Kongresi’nde yinelenen; “Emperyalizm ve proleter devrimler çaginda, burjuva karakterli hiçbir hareketin, burjuva demokratik içerikli köklü reformlari gerçeklestirme gücü gösteremeyecegi” vurgusu ile; burjuva reformcu hareket ve ulusal devrimci hareket arasindaki farka dikkat çekilmesi; ikisinin ayristirilmasi ve ulusal devrimci harekete destegin de “Ancak devrimci bir ruhla egitilip örgütlenmeye engel olmadiklari ölçüde desteklenmelidir,” kaydina baglanmasina karsin; -Kemal ile anlasarak ve onun verdigi söze güvenerek!- Türkiye’ye gelen Mustafa Suphi ile TKP yöneticileri yanlis pratik-politik tutumun bedelini, hayatlariyla ödediler.
Evet, Mustafa Suphi ile yoldaslarinin katledilmesi, komünistler için yalniz aci bir ani degildir. Ayni zamanda bizim için çok ögretici derslerle doludur. Söz konusu katliam, ayni dönemde ve ardindan gelen süreçte Avrupa’nin ve dünyanin çesitli yerlerinde tanik oldugumuz devrimlerin kanla bogulmasi ve komünistlerin katledilmesinden ayri düsünülemez.
Bu katliamlardan çikaracagimiz ders, komünistlerin hangi kosullarda olursa olsun, kesinlikle burjuvaziye güvenmemesi gerektigidir. Bu burjuvazinin hangi partisi olursa olsun sözde ilerici kanadina, hangi bos ve sahte ümitlerle yanasilirsa yanasilsin yasanan nice olayla kanitlanmis bir derstir.
Söz konusu katliamdan yillar önce Karl Marx ile Friedrich Engels’in, ‘Komünist Manifesto’da belirttigi uyari asla unutulmamalidir: “Kapitalizm ayaklari üzerine dikildigi andan itibaren gericilesmeye baslar.”[18]
Kapitalizm egemen hâle gelince, yani burjuvazi iktidari ele aldigi andan baslayarak gericilesmistir; onun ilericiligi geçmiste kalmistir. Iktidara geldikten sonra burjuvazinin ilericiligi kalmaz. Komünistlerin kolektif bilincinden çikmamasi gereken ders budur.
Kaldi ki Türk(iye) burjuvazisi, tarihin hiçbir döneminde ilerici, demokrat olmadi. Her zaman yayilmaci ve her zaman karsi devrimci oldu. Bu umutlarla yer aldigi I. Paylasim Savasi’ndan yenilerek çiktiktan sonra da, bu özelligi degismedi. Mustafa Suphi ve yoldaslarinin katli de bunun en saglam örneklerinden biridir. Söz konusu katliam, komünistlerin burjuvaziye karsi tutumu için çok önemli bir ders içermektedir: Burjuvaziye ilerici, anti-emperyalist, demokrat, vb., özellikler atfetmek affedilmesi mümkün olmayan bir yanilgidir.
Bunlara eklenmesi gereken bir sey daha var: Ankara Hükümeti olayi deniz kazasi olarak göstererek sorumluluk almaktan kaçinirken; o yillarda Anadolu’da süren mücadeleye silah ve para yardimi yapan Sovyetler Birligi’nin bu katliam karsisindaki tutumu, ayrica degerlendirilmeye muhtaçtir.
Mustafa Suphi ve arkadaslarindan haber alamayan Trabzon’daki Sovyet Hükümeti Konsolosu Ali Oruç Bagirov, Mustafa Suphi’lere yapilan vahsice saldirilarin nedenini ve simdi nerede olduklarini resmi yaziyla Trabzon Vali Vekili Ismail Sabri Bey’e sorar. Aslinda vali, Kazim Karabekir ve Hamit Bey’lerin düzenledigi komplonun içinde olmadigindan ve biraz safça, ama belki ayrintilardan habersiz, durumu kurtarmaya çalisan bir devlet adami edasiyla, Mustafa Suphilerin halkin tepkisi karsisinda Rusya’ya geri gönderildigini ve sonrasindan haberinin olmadigi yollu bir yanit verir. SSCB, ikili iliskilerin gelecegi açisindan bu hiç de doyurucu olmayan açiklamayi yeterli bulur ve Mustafa Suphi olayinin üstünde nedense pek durmaz.
“Ne hapis, ne zindan, ne kan, ne ates halki durduramaz,” diyen Mustafa Suphi gelenegi bu ve benzeri zaaflardan tarihimizde çokça çekmistir!
23 Ocak 2017 14:15:33, Ankara.
N O T L A R
[1] 28 Ocak 2017 tarihinde Kizilay AKA-DER’in düzenledigi “15’ler Anmasi”nda yapilan konusma… Kaldiraç, No:187, Subat 2017…
[2] Thomas Stearns Eliot.
[3] TKP’nin tüzük ve programi Ekim Devrimi’nin ve Komünist Enternasyonal’in devrimci ruhunun damgasini tasiyordu. TKP’nin ilk programindaki su satirlar bu konuda bir fikir verebilir: “Içtimai (=toplumsal) inkilabin ibtidar ve intisarinda (=yayilmasinda), milletlerin geçirmekte olduklari iktisadi tekamüllerle (=evrimlerle) tarihi ve siyasi sartlarin büyük alaka ve hisseleri olmakla beraber, inkilap basladiktan sonra millet, memleket ve ülkeleri birbirinden layezal kararlarla ayirmak dogru degildir. Bugün proletarya devr-i hâkimiyetine ayak basmis olan Rusya’da komünizm icraat ve tatbikatinin muvaffakiyeti iktisadiyatça müterakki (=gelismis) diger garp (=Bati) memleketlerindeki içtimai (=toplumsal) inkilabin zuhuruna bagli oldugu kadar, bütün garpta intisar edecek (=yayilacak) komünizm tatbikatinin da, iktisadiyatça daha muhtelik (=karma) safhalar arz eden sarktaki inkilapçi hareket ile alakasi pek mühim ve hayatidir.” “Firka, halkçiligin en yüksek bir sekli olan amele ve rençber suralar cumhuriyetinin tesisi yolunda yorulmaksizin çalismak ve bunun için evvel emirde tebligat ve nesriyati ile magdur siniflarin hâkimiyetlerini temsil eden bu sekl-i hükümeti kendilerine sevdirmegi vazife bilir.”
[4] “Çok büyük bir ihtimalle bu isin ölümle sonuçlanacagini çok iyi biliyorum. Buna ragmen korkuya, yilginliga, karamsarliga kapilmiyorum ve devrimci oldugum, mücadeleye katildigim için onur duyuyorum. Böyle düsünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancimdan gelmektedir… Sunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladiniz var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yasamlarini yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve mücadele alanlarinda yasayacaklar.” (Erdal Eren, 13 Aralik 1980.)
[5] Hamit Erdem, Mustafa Suphi: Bir Yasam Bir Ölüm, Sel Yay., 2005.
[6] Georges S. Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynaklari, Çev: Enis Yedek, Bogaziçi Yayinevi., 1976, s.76.
[7] Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatiralari Milli Mücadele ve Bolsevik Rusya, Derleyen: Osman Selim Kocahanoglu, Temel Yay., 2002., s.51.
[8] Yusuf Hikmet Bayur, Türkiye Devleti’nin Dis Siyasasi, Türk Tarih Kurumu Yayinevi, 1973, s.642.
[9] TKP’nin Kurulus Kongresi 10 Eylül 1920’de Bakû’de yapildi. Mustafa Suphi’nin genel baskanliga, Ethem Nejat’in genel sekreterlige seçildigi kongrede partinin amaci, “Amele ve Rençber Suralar Cumhuriyeti’ni kurmak” olarak belirleyip sunlari diyordu:
“Memleketimizde her türlü derece ve sinif ahit ve yalanlarinin yerinden oynadigi böyle bir devirde, böyle bir devr-i buhranda, isçi halkin mukadderatini kendi eline alarak is görmesi bir zaruret hâline giriyor. Bu iste dogru yolu göstermek vazifesi Komünist Firkasi’nin uhdesine düsmektedir.
Komünist Firkasi için memlekete musallat olan harici düsmanlari kovmak nasil bir vazife ise, dahilde halkin sirtindan geçinen yagmaci tufeyli siniflarini da hazir yiyicilik hâlinden çikarip yumruk altinda isletmek de, o derece esasli bir vazifedir. Bu iki cihetin temini iledir ki, Komünist Firkasi mazlum amele ve rençber halka karsi hizmetini ifa etmis ve ortadan siniflar farki kalkarak heyet-i içtimaiye, adalet-i hakikiyeye nail olmus olacaktir. Onun için son söz olarak diyelim ki: Yasasin Türkiye Komünist Firkasi!” (“Mustafa Suphi: ‘Halkin Mukadderatini Kendi Eline Almasi Için’...”, Ileri Haber, 10 Eylül 2016… http://ilerihaber.org/…/mustafa-suphi-halkin-mukadderatini-…)
[10] Mahmut Gologlu, Cumhuriyete Dogru/ Milli Mücadele Tarihi-IV (1921-1922), Is Bankasi Yay., 2010, s. 45-46.
[11] Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtulus Savasi Anilari, Çagdas Yay., 1982, s.124-126.
[12] Mete Tuncay, Türkiye’de Sol Akimlar 1908-1925, Cilt:1, Iletisim Yay., 2009, s.240.
[13] Mustafa Kemal TKP’ye karsi olarak, Ankara’da kurdurdugu kendi TKF’nin Kurucular arasinda Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bagli eski Ittihatçilar vardir. Celal Bayar, 1914-1918 döneminde Ege Bölgesi Teskilat- Mahsusa Katib-i Umumisi idi. Ege Bölgesindeki 400 bin kadar Rum vatandasini korkutulmasindan, katlinden, zorla kovulmasindan sorumluydu. Daha sonraki yillarda azili bir komünist düsmani oldu.
[14] Tarih Dünyasi, No:2, Ocak 1965.
[15] Alpay Kabacali , Bilinmeyen Yönleriyle Cumhuriyet Tarihi, Denizbank Yay., 2008.
[16] Hamit Erdem, Mustafa Suphi: Bir Yasam Bir Ölüm, Sel Yay., 2005, s.229.
[17] Türkiye Komünist Hareketinin birliginin gerçeklestigi 1920 Bakû Kongresine kadar, sosyalist hareketin farkli kanallardan akarak gelistigini biliyoruz. Türkiye sosyalizminin yalnizca ilk dönemini degil tüm tarihsel dönemini anlamak bakimindan da, özellikle gayrimüslim unsurlarin egemenliginde gelisen ilk dönem sosyalizmi hakkinda bilgi sahibi olmak önemlidir.
Sosyalist hareketin Osmanli topraklarindaki macerasinin ilk dönemine baktigimizda, bu akimin daha çok gayrimüslim azinliklar içinde etkili oldugunu görürüz. Bunun böyle olmasi, bir açidan sasilacak bir durum da degildir. Zira azinliklarin yogun olarak yasadigi bölgeler, Osmanli topraklarinin kapitalizmin nispeten en fazla gelistigi yerleri oldugu için, sosyalist akim açisindan da daha verimli topraklardi. Azinlik nüfus içinde sosyalizme temel olusturabilecek asgari bir isçilesme yasandigi gibi, bu ayni süreçte, sosyalizmin tasiyiciligini yapabilecek küçümsenemez bir modern aydin birikimi de olusmustu. Osmanli sinirlari içinde sosyalizmin öncelikle ve daha yogun olarak bu kesimler içinde güç ve etkinlik bulmasini açiklayan bir baska faktör de, bu kesimlerin Avrupa ile daha yogun bir iliski içinde olmalarindan dolayi yasli kitadaki fikir akimlarinin azinliklar arasinda çok daha hizli yanki bulmasidir.
Osmanli sinirlari içerisinde faaliyete geçen ilk sosyalist örgütlenmeler arasinda yer alan Makedonya-Edirne Devrim Komitesi, Hinçak, Tasnaksutyun, Selanik Sosyalist Isçiler Birligi, Sosyal Bilimler Ögrenci Dernegi gibi örgütlenmeler ya tümüyle ya da önemli ölçüde azinliklardan olusuyordu.
1914 yilinin Haziran ayinda Sosyal Demokrat Hinçak Partisi (SDHP) üyesi 20 kisi, Ittihat ve Terakki yöneticilerinden Talat Pasa’ya suikast yapilacagi ihbari ve siyasi subede çalisan bir muhbire suikast tesebbüsünde bulunduklari suçlamasiyla gözaltina alindi.
Papaz Kalust Bogosyan’in anilarindan: Ölüm emrinin okunmasindan sonra Paramaz arkadaslarina dönerek, “Yoldaslar, yigitçe, basimiz dik gidecegiz ölüme” diye onlarla son sözlerini paylasmaya tesebbüs ederken, ona engel olmaya çalisanlara aldirmaksizin “bize yakisan sekilde…” diye devam ettigi anda Doktor Benne cellatlarin yüzüne: “Biz, 20’leri asiyorsunuz, ama arkamizdan yirmi binler gelecek !” diye haykiriyordu.
Ilk, Paramaz’i daragacina çikardilar. Idam sehpasinda “Siz, sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandigimiz fikirleri asla… Yarin Ermenilik, ülkenin Dogu’sunda özgür ve sosyalist Ermenistan’i selamlayacaktir !” diye var gücüyle haykirdi.
Paramaz, ilmigin bogazini siktigi hâlde son bir gayret ve nefesle, boguk ve ancak duyulabilen bir sesle: “Yasasin Sosyalizm, Yasasin Ermenistan!” sözlerini haykirarak can verdi. (Erol Yesilyurt, “15 Haziran 1915 Paramaz ve Yoldaslarinin Asilmasi”, Mesele Dergisi, Mayis 2014.)
[18] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin Ilkeleri, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
Bu yazı 1155 defa okunmuştur.