Tasarruf olmadan kalkinma olmaz
Eskilerin ticarette edindigi bir düstur var: ’’Para kazanmakla degil, tasarrufla çogalir. “ Ekonomide de kalici refah ve sürdürülebilir büyüme, tasarrufla saglanir. Maalesef bizde ortalama tasarruf orani, yani kamu ve özel, toplam tasarruflarin Milli Gelire orani yüzde 12’ler düzeyine geriledi. 2002 yilina kadar bu oran yüzde 20’nin üstünde idi.
Ortalama tasarruf oraninin düsmesine ragmen, üç yil öncesine kadar Milli Gelir büyüdü. Ne var ki bu büyüme, ithalata bagimli ve dis kaynak girisine dayali bir büyüme oldu. Tasarruf yaratmadan büyüme sürdürülemezdi. Bugün gerek kisa vadeli yabanci sermaye girisi ve gerekse dis borçlanma sinira dayandi. Türkiye’nin yeniden büyüme sürecine girmesi yillar alabilir. Yatirimlarin seviyesini tasarruf seviyesi belirler. Ekonomide büyüme olmasi için yatirim, yatirim yapilmasi için ise tasarruf gerekir. Küresellesme sürecinde, tasarrufun anlami da küresellesti. Tasarruf yetersizliginin sermaye hareketleri ile çözülmesi saglandi. Tasarruf fazlasi olan ülkeler tasarruf eksigi olan ülkelere tasarruflarini aktardilar.
Bizim gibi, tasarruf açigi olan ve bu açigi dis kaynaklarla kapatan ülkeler açisindan üç önemli noktayi gözden uzak tutmamak gerekir:
Birincisi, iç tasarruf açiginin finansmani için sermaye ihraç eden ülkelerin sagladiklari dis kredi faizleri uluslararasi faiz oranlarinin üstünde oluyor. Yani büyümesi bizim gibi dis kaynaga bagli olan ülke ekonomileri kirilgan oldugu için, faiz maliyetleri de yüksektir.
Dünyada dis kredi faizleri yüzde 2 veya en fazla yüzde 3 iken, bizde son yillarda bankalarin aldigi dis kredi faiz oranlari yüzde 6’ya kadar çikti.
Ikincisi, tasarruf orani düsük olan bizim gibi bazi gelismekte olan ülkeler, bu açigin finansmani için, özellestirme sinirlarini asarak, kamu alt yapi yatirimlarinin gelirini iskonto ettirdiler. Ayrica bankacilik sektörü ile özel sektörde birçok kârli isletmenin yönetimi yabanci sermayeye geçti. Türkiye’de TÜIK’in verilerine göre 2012 yili itibariyle, imalat sanayiinde üretimin yüzde 56,4’ü yabanci kontrolündedir. Bankacilik sektöründe (katilim bankalari dâhil) yüzde 54,6 pay, sigortacilikta ise yüzde 67,2 pay yabanci sermayeye aittir.
Üçüncüsü ise cari açik veren gelismekte olan ülkelerde, sifirdan yeni yatirim yapmayan buna karsilik kârli isletmeleri ve bankalari satin alan yabanci sermaye giderek daha fazla kâr transfer ediyor. Kamu alt yapilarinin özellestirilmesi nedeniyle de kâr transferi artmistir. Reel faizler düsük olmakla birlikte, dis borcu olan ülkelerde faiz transferi de yapilmaktadir. Ayrica yabanci sermayeli isletmeler daha fazla ithal ara mali, yabanci uzman ve yabanci çalisan kullaniyor. Bu durum cari açigin artmasina ve bir kisir döngü olusmasina neden oluyor.
Dördüncüsü, Önemli olan iç tasarruflara dayali sermaye birikimi yaratmaktir. 1933’teki devletçiligin gerekçesi, özel sektörde yeterli sermaye birikiminin olusmamis olmasiydi. Devlet bu nedenle devreye girdi ve birinci bes yillik sanayi planinda hedeflenen yatirimlardan daha fazla alt yapi ve fabrika yapti. Isletme açisindan sermaye birikimi veya sermaye stoku bir üretim biriminin belli bir dönemdeki mal ve hizmet üretme kapasitesidir. Bu kapasiteyi sermaye stoku bina, makine ve teçhizat gibi üretimde kullanilan aktifleri kapsamaktadir. Ülke açisindan ise isletme kapasitelerinin toplami, ülke sermaye stokunu ve üretim kapasitesini verir. Ülke düzeyindeki sermaye stoku içerisinde, tüm isletmelere ait bu yatirimlar ile yollar, barajlar gibi altyapi yatirimlari, konut yatirimlari vardir. Bu reel yatirimlar yaninda egitim ve saglik gibi insana yapilan yatirimlar ile arastirma ve gelistirme harcamalari gibi fiziki olmayan yatirimlar da sermaye birikimi içinde yer almaktadir.
Sonuç olarak: Sermaye birikimi olmadan kalkinma olmaz.
Bu yazı 1280 defa okunmuştur.