1 subat 1895
Lumiere Kardesler, resimleri perdeye yansitabilen sinematografi icat etti.
7. Sanat'in Sinematograf ile dogusu
Ulu Önder Atatürk’ün bile yüzyilin buluslarindan biri saydigi görsel ve isitsel sanatlarin harmanlandigi sinema, insan ufkunun sinirlarini zorlar bir hale geldi artik. Teknolojinin getirdigi yenilikler ile hayal kahramanlari ete kemige büründü ve canli bir sekilde duyularimizi etkiledi. Bazen yapmak isteyip de yapamadiklarimizi bulduk sinemada.
Çesit çesit kahramanlar edindik. Hayatin içinden bir parçayi kare kare çikarip aldigi gibi, bazen de düslerimizden beslendi sinema. Belki de 7. Sanat’i essiz kilan olmayani gözlerimizin önünde var edebilme sihrinden kaynaklaniyor. Peki Sinema’nin temelleri nasil atildi?
Ilk kez “Sinema” Fransiz Lumiere kardeslerin “Sinematograf” ismindeki icatlari ile; hareketli görüntü kaydetmeleri sonucu ortaya çikmistir. Ard arda fotograf karelerini oynatma mantiginda isleyen bu icat sayesinde; 7. Sanat evresinin görsel kisminin temeli atildi.
Sinema ile ilk öykü anlatimi 1897’de kendi sinema sirketini kuran Fransiz yönetmen Georges Melies ile basladi. Sinemanin temelleri Fransa’da atilmis iken film sektörü gelisme asamasinda Amerika’ya kaymistir. Sinemanin kitleye ulasiminin öncüsü Charles Pathe idi. David Wark Griffith ise sinema da klasik anlatim üslubunun öncüsü oldu ve de sinemaya sanat niteligini kazandirdi. Montajlama ve çekim tekniklerine getirdigi yeniliklerle sinema sanatina ismini yazdirdi. Mary Pickford 1928’de imzaladigi anlasmayla film yildizlari döneminin öncüsü oldu. O dönemden sonra Charlie Chaplin gibi unutulmaz yildizlar pesi sira geldi ve hafizalara kazindilar.
Filmler 1927’ye kadar sükunet içinde iken, ilk sesli film; sarkici Al Jolson’un oynadigi “Caz sarkicisi” adli film oldu. Böylelikle 7 Sanat’in görselligine ses de katilmis oldu ve Sinema ilk evresini tamamladi.. 1933’de sinema tarihinde renklenme dönemi baslamistir. Üç temel renk kullanimiyla bilinen technicolor yöntemi, ilk o tarihde Walt Disney’in “Üç küçük domuz” adli çizgi filminde kullanilmisti.
II. Dünya savasi yillarinda sinema tarihi adina oldukça önemli ve hafizalarda kalan filmler çekilmistir. Bunlardan bazilari, Orson Welles’in “Yurttas Kane, Frank Capra’nin “Neden savasiyoruz” ” John Ford’un “Gazap üzümleri” gibi essiz yapitlar sayilabilir.
Savas sonrasi dönemde ise; George Steves'in Vadiler Aslani, Vincente Minelli'nin Paris'te Bir Amerikali, Elia Kazan'in Rihtimlar Üzerinde filmleri çok önemli yapitlar arasinda yer aldi.
60’larin sonlarina dogru Amerika’da Sam Peckinpah, Arthur Penn, Dennis Hooper, Robert Altman, Stanley Kubrick gibi yönetmenler Hollywood’da kaliplasmis olan cinsellik, milliyetçilik ve siddet gibi konularin disina çikan filmler yaptilar.
Türkiye’ye gelecek olursak, sinema ile halk ilk 1908’de tanismistir. Türk sinemasinin dogum günü 14 Kasim 1914’te Fuat Uzkinay’in sadece bazi kaynaklarda adindan söz edilen ve 150 metre uzunlugunda oldugu bilinen kisa belgesel filmin çekimidir. Ve halen bu günü sinema günü olarak kutlamaktayiz.
70’lerde ve 80’lerde artik sinemada teknoloji ön plana çikmaya baslamistir. Olaganüstü ses ve görüntü efeklerinin kullanildigi yapimlar artik çigir açmaya baslamistir. Lucas’in efsanelesmis filmi Yildiz Savaslari gibi filmler gelisen teknolojiden nasibini alarak hayali gerçek yapmislardi. Günümüzde ise dijital kameralarla çekilen filmlerden tutunda, üç boyutlu filmlere kadar bir çok yenilik insan aklini yerinden oynatmakta ve su soruyu akla getirmektedir: “Dünden bugüne atilan adimlar bu kadar muazzam derecede inanilmaz ise, ileride sinema nerelere gelecek?” Bu soruyu verilebilecek en iyi cevap: Simdiki sinemaya ileride “sinematografi” icadina baktigimiz gibi bakacagiz....
Sinema dolu günler dilegiyle....
Bu haber 3603 defa okunmuştur.