Geçen hafta Türkel Minibas’in ölüm yildönümü nedeniyle toplantilar yapildi. Toplantida Minibas’in adinin yaninda sikça anilan iki isim daha vardi. Türkan Saylan ve Tülay Arin… Üç kadin da akademisyendi. Ancak üçü de köselerinde emekli olmayi bekleyen üniversite hocalarindan degildi. Her biri üniversitede, kadin hareketinde, sosyal haklar mücadelesinde aktif birer katilimciydi. Bazen ayri düstüler, bazen beraber oldular. Ancak üçü de kisa sürede bu dünyadan göçüp gittiler. Iste size bu üç kadinin hikayesi.
Öncü kadinlar
Türkan Saylan tip doktoruydu. Istanbul Üniversitesi Tip Fakültesi’nde görev yapti. Sol-Kemalistti. Türkel Minibas, iktisat bölümündeydi. Sosyalist-Kemalist görüslere sahipti. Tülay Arin, Maliye’deydi. Yüzü feminizme dönük bir marksistti.
Üçü de Istanbul Üniversitesi’nde hemen hemen ayni yillarda akademisyenlik yaptilar. Üçü de girdikleri alanlarda öncü kadinlar oldular. Minibas, iktisat bölümüne girdiginde bölümde bir erkek egemenligi vardi. Kadinlar azinliktaydi. Arin, o yillarda maliye hukukunun sultasi altinda bulunan, çogunlugunun erkeklerin olusturdugu, maliye bölümüne girdi. O da bölümünde az sayidaki kadindan biriydi. Saylan, tipta en zor alanlardan biri olan dermatolojiyi seçti. O yillarda doktorlarin bile uzaktan baktigi cüzzam üzerine uzmanlasti. Türkiye’de dermatoloji alaninda uzmanligi olan 7. kadin akademisyendi.
Ezberleri bozuyorlar
Üçü de girdikleri alanda kurulu yapiyi elestirdiler. Arin, bir maliye uzmani olarak paranin üretimden ve üretim iliskilerinden bagimsiz ele alinmasina karsi radikal elestirilerde bulundu. Marksist Maliye kuramini savundu. Iktisadi planlamadan ve kalkinmadan yana oldu. Sosyal esitligin savunusunu maliyeye bakisinda bir genel ilke olarak ele aldi. Derslerinde temel ekonomik kavramlari sorguladi. “Üretim nedir” sorusu ile derse basliyor ve o güne kadar yapilmis bütün ezberleri bozuyordu. Iktisadi ne genel sloganlarla özetledi ne de bütünle bagini koparacak ölçüde uzmanlastirdi. Dersleri 1960’li yillarda üniversitelerde bulunan Türkiye aydinlarinin konferanslari gibi geçiyordu.
Saylan, cüzamla ilk kez okuluyla gittigi Bakirköy Akil Hastanesi’nde karsilasti. Hastanede kafes gibi yerlerde pislik içerisinde tutulan cüzzamlilara yemek veren hastabakicilar dahi kafese yaklasmiyordu. Doktorlar uzaktan verdikleri komutlarla hastayla konusuyorlardi. Saylan cüzzam üzerine çalisarak hastaligin bulasici olmadigini ortaya çikardi. Cüzzamlilara dokunarak muayene eden, onlari asagilamadan bakan ilk doktorlardandi.
Minibas, Türkiye’nin kalkinma sorununu kafasina takti. Ona göre ekonomide asil olan üretimdi. Konularini entelektüel bir derinlikle ele aldi. Sikça “ben Türkiye’ye kapitalizmin girisini Orhan Kemal’in romanlariyla anlatirim” diyordu. Iktisadi basitlestirdi, rakam yigini olmaktan çikardi. Onun yazilarinda ve konusmalarinda, edebiyat ve sanat iktisadin içinde eriyip gidiyordu. Derslerinde Nazim Hikmet’ten Shakespeare’den örnekler veriyordu. Sokakla akademinin birbirinden uzak düsmemesi gerektigini düsünüyor, akademisyenlerin sokaga seslenebilmesi gerektigini savunuyordu. ‘Ben bir cari açik anlatirim sokaktaki simitçi beni anlar, hocalar anlamis anlamamis benim için önemli olan simitçinin anlamasidir’ derdi.
Eylemci kadinlar
Minibas, Saylan ve Arin yalnizca üniversite hocasi olmakla kalmadilar. Hepsi birer aktivistti. Üniversitenin disinda hayatin içinde de vardilar. Kurduklari dernekler, sendikalar, dergiler ile toplumu degistirmek için mücadele ettiler.
Tülay Arin, Tarih Vakfi’nin kurucularindandi. Ögretim elemanlarinin örgütlenmesi için mücadele etti. Ögretim Elemanlari Sendikasi’nin ve Ögretim Elemanlari Dernegi’nin kurulusunda yer aldi. Türk Diyabet Vakfi’nin mütevelli heyeti üyesiydi. KA-DER’de çalismalarda bulundu. 1986-1982 arasinda Türkiye solunun o dönem etkili yayinlarindan olan 11. Tez’i çikardi. Feminist-Sosyalist Kolektifin içindeydi.
Türkan Saylan, Tülay Arin’la beraber Ögretim Elemanlari Dernegi’nin kurulusunda yer aldi. Cüzzamla Savas Dernegi’nin kurulusunu gerçeklestirdi. Cüzzam Dispanseri, ardindan cüzzam hastanesini kurdu ve bashekimligini yapti. Dünya Saglik Örgütü’nde danismandi. Yasaminin sonuna kadar Çagdas Yasami Destekleme Dernegi baskanligi görevini yürüttü.
Türkel Minibas, hayatinin son 16 yilinda Cumhuriyet Gazetesi’nde köse yazarligi yapti. Sokak çocuklari için kurulan Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfi Mütevelli Heyet Üyesi, Türk Kültür Vakfi, Türkiye Avrupa Vakfi, Türk Çag Vakfi, Istanbul Mülkiyeliler Vakfi, Sosyal Demokrasi Vakfi gibi vakiflarda kurucu üyeydi. Yasaminin sonuna kadar Çagdas Yasami Destekleme Dernegi’nde Saylan’in yardimciligini yapti. Minibas, kimi zaman sokak çocuklari için yollarda, kimi zaman Kaz Daglari’nda ya da Bergama’da altin arayanlara karsi köylerde, bazen de Anadolu’nun ücra bir kösesinde okul açilisindaydi.
Kadin sorunlari
Üç kadinin ortak bir özelligi daha vardi. Üçü de kadin sorunlarina ilgiliydi. Kadin örgütlenmelerine katilmaya özen gösteriyorlar, bulunduklari örgütlerde kadinlarin sorunlarini dile getiriyorlardi. Türkan Saylan, kizlarin okula kazandirilmasi için pek çok proje hazirladi. Kendisi de kiz okulundan mezun olan Saylan’in hayali tüm Anadolu’da yatili bölge okullarini yeniden canlandirmak, kirsal kesimde yasayan kizlarin bu sekilde sehirlerde okula gitmesini saglamakti. Hekimlik hayatinda ise uzmanlastigi sorunlardan biri de kadin hastaliklariydi. Türkan Saylan kendisini yeni bir terminolojiyle “Kemalist-feminist” olarak tanimladi. Saylan söyle söylüyordu: “Ben Mustafa Kemal’in devrimlerini ve Cumhuriyet’i ayni zamanda bir kadin devrimi olarak da algiliyorum. Kanimca Mustafa Kemal en büyük feministtir. Bu yalnizca benim degil, dünyada bu konuda çalismalar yapan pek çok kisinin de düsüncesidir. Hatta benim gibi düsünenlerle kendimizi Kemalist-Feminist olarak tanimliyoruz.”
Minibas, modernlesmek için kadinin toplumdaki konumunu ilerletmek gerektigine inaniyordu. Kadin ve cinsiyetçilik üzerine çalismalar yürüttü, yazilar yazdi. Okullarda ögrencilerinin kadin tezleri yazmalarini destekledi. Kadinlarin çalisma hayatina katilimi saglayacak mikro-kredi çalismalarini örgütledi. Okuma yazma seferberligi projeleri hazirladi.
Arin, erken dönemden itibaren kadin sorunlariyla ilgiliydi. 1983 yilinda Yazko Dergisi’ne kadinlarin korunacak bir varlik olarak kaldiklari sürece siddete açik hale geldiklerini yaziyordu. Kadin emegi üzerine çalismalar yapti. Sosyalist Feminist Kolektifin katilimcisi oldu.
Kadin Arastirmalari Merkezi
Üç kadinin öncüsü oldugu bir kurum daha vardi. Türkiye’de ilk kez Istanbul Üniversitesi’nde Kadin Arastirmalari Merkezi’nin kurulmasina Minibas, Arin, Saylan öncülük etti. Elbette merkezin kurulmasinda üç kadinin disinda bugün milletvekili olan Necla Arat’in ve bugün ÇYDD Baskani olan Aysel Çelikel’in büyük payi vardi.
Üç kadin da 80’li yillarda Türkiye’nin hizla gericilesmesinden ve kadinlarin durumlarinin agirlasmasindan rahatsizlardi. Modernlesmenin itici gücünün kadin olduguna inandilar. Kadin sorunlarina akademik yollarla çözüm bulabilmek için bu yolu seçtiler. Merkez, üniversitenin kadinlari tarafindan sahiplenildi. Çok geçmeden kadin akademisyenler ders vermeye basladi. Saylan merkezde kadin sagligi üzerine dersler verirken, Minibas ve Arin “kadin ve ekonomi” üzerine dersler verdi.
Kiz Lisesi ve Türk aydini
Minibas, Saylan, Arin’in bir ortak noktasi da üçünün de kiz lisesi mezunu olmasiydi.
Minibas, Fatih Kiz Lisesi’nden; Saylan, Kandilli Kiz Lisesi’nden; Arin, Izmir Kiz Lisesi’nden mezundu. Peki kiz liseli olmalarinin anlami neydi?
Kiz Liseleri, Tanzimat’tan itibaren kadinlarin egitim hayatini katilimi için açildi. Ilk kadin Ortaokulu 1859’da Sultanahmet’te açilan Çevri Kalfa Kiz Rüstiyesi’dir. Ilk kiz sanat okulu 1864 yilinda Mithat Pasa tarafindan açildi. 1877 yilinda Istanbul’da bu okullar sayesinde kiz ögrenci sayisi 294’tür. 1913’te Osmanli cografyasinda bulunan 588 kiz ilkokulunda toplam 40455 ögrenci ve 983 kadin ögretmen vardi.
Yeni yönetim kiz liseleri açmaya cumhuriyet öncesi basladi, 1922’de Ankara ve Izmir kiz liseleri açildi.
1924 tarihinde Istanbul’da 3 tane yatili kiz lisesi vardi. Bunlar Erenköy, Çamlica, Kandilli Kiz Liseleridir. Yatili olmayanlar ise ülke genelinde 6 tanedir. Bunlardan üç tanesi Istanbul’dadir.
Atatürk’ün kadin egitimi konusunda yaptigi konusmalarda, cumhuriyetin asil hedefinin kadin ve erkegin beraberce ayrimsiz egitimi oldugu anlasilmaktadir. Ancak kizlarin okullara gönderilmesinin yaygin olmadigi kosullarda kiz okullari, kiz çocuklarinin aileler tarafindan okutulmasinin imkanlarini yaratmaya çalisti. Kiz okullarinda hem ev içi isler hem de yabanci diller ögretildi. Bir cumhuriyet kusagi kadini bu okullar sayesinde modernlestirilmeye çalisildi.
Saylan, anilarinda Kandilli Kiz Lisesi’nde nasil vals ögrendiklerini anlatti. Minibas, yasaminin son günlerine kadar Fatih Kiz Lisesi’nin etkinliklerine katildi, kiz liselerinin kendine güvenli bir kadin kusagi yetismesindeki rolünü anlatti.
Zamanla gerici siyasetçiler kiz liseleri projesini rafa kaldirdilar. Onlarin yerine imam hatip okullari çogaldi. Kiz liseleri ise karma egitime geçti. Yatili kisimlari kapatildi. Oysa bu liselerin yatili bölümlerinde Anadolu’dan gelen kizlar emniyetle kaliyor ve kendi yörelerinde kavusamadiklari egitim olanagina bu sayede sahip oluyorlardi.
Kadin durusu
Her üç kadinin da akademide ortak bir özelligi vardi. Üçü de kadinsi görünüslerini saklamadi. Arin’in parmaklarina taktigi yüzükler meshurdu. Minibas’in makyaji ve takilari. Saylan genç yasindan itibaren annesinden nasil makyaj yapmasi gerektigini ögrenmisti. Kisacasi her üç kadin da hayatlarinin hizina ragmen kadin olmaktan vazgeçmediler. Kadin gibi bakip kadin gibi yasadilar.
Iste hayatlari bu sekilde kesisen, ayni üniversitede benzer mücadeleler veren bu üç cumhuriyet kadinini 2009 yilinda arka arkaya kaybettik. 6 Subat’da Minibas, 18 Mayis’da Saylan, 30 Agustos’da Arin hayata veda etti. Adini hep yan yana duydugum bu üç kadinin adini yan yana getirince aklima hep ayni sey geliyor.
Cumhuriyet ne kadar güzel kadinlar yetistirmis…
Türkel Minibas: Dogan Avcioglu’nun yadigari
Türkel Minibas, Nurten Hanim ile Ihsan Bey’in çocugu olarak dünyaya geldi. Ihsan Bey’in babasi Kizilay’in kurucularindan Ali Bey annesi ise Baklavaci Haci Baba’nin küçük kizi Emine Hanim’di. Emine Hanim, ailenin en küçük ve babsinin çirkin buldugu kiziydi. Ablalari varlikli aileleri gelin giderken o babasi tarafindan memur Ali Bey ile evlendirildi. Nurten Hanim ise Istiklal Savasi Gazisi bir babanin kizi. Nurten Hanim’in babasi Nuri Uzunefe bir süre sonra ölünce annesi çocuklari ile beraber kardesinin yanina Edirne’ye yerlesti. Kizilay’da görevli Ali Beyi göçmen kamplari için Edirne’ye gittigi sirada yanina oglu Ihsan’i da aldi. O sirada lise ögrencileri bu kamplari ziyarete geliyordu. Ziyarete gelen ögrencilerden Nurten Hanim, sirtindaki kazagi çikararak bir göçmen çocuga verdi. Bu olayi uzaktan izleyen Ihsan Bey çok etkilendi, Nurten Hanim’la tanisti. Bu tanisiklik daha sonra aska dönüstü. Bir süre sonra evlenen Ihsan Bey ile Nurten Hanim, 1953 yilinda dogan kizlarina “Türkel” adini verdi.
Türkel Minibas, Peyami Safa’nin romanlarinda muhafazakarligi simgeleyen Fatih’te büyüdü. Ihsan Bey, dogar dogmaz kizina kitaplar hediye almaya basladi. Kizini bir erkek gibi yetistiren Ihsan Bey, Minibas’in saçlarini uzun süre boyunca kisacik kestirdi. Akranlari bebeklerle oynarken Minibas, babasinin etkisi ile kitaplara gömüldü.
Türkel Minibas, küçük yasta tiyatroya merak saldi. Babasini ikna ederek Fatih Sehir Tiyatrosu’nda yapilan çocuk seçmelerine katildi. Seçici kurulda bulunan Muhsin Ertugrul’un karsisina çiktiginda okuyacagi Kizil Elma siirini unutunca Ertugrul’a siir yerine türkü söylemeyi teklif etti. Küçük kizin cesareti Ertugrul’un hosuna gitti ve kabul etti. Bundan sonra iki yil boyunca çocuk oyunlarinda oynamaya baslamisti. O dönem yillar sonra yollari yeniden kesisecek olan Müjdat Gezen ve Savas Dinçel ile beraber sehir tiyatrolarinda oynadi.
Ancak babasi bir süre sonra Minibas’i tiyatrodan alip Cibali Ortaokulu’na verdi. Ardindan Fatih Kiz Lisesi’ne gitti. 1970-71 döneminde okuldan mezun oldu. Okul yilliginda onun için su satirlar yaziyordu: “Türkiye’yi kalkindirmak gibi ciddi emelleri olan Minibas’e basarilar dileriz”. AFS bursuyla ABD’de Los Angeles’a, Pasific Palisades High School'a gitti. Döndükten sonra Marmara Üniversitesi’nde Iktisat Fakültesi’ne girdi. Üniversite yillarinda kafasinda iki hayat amaci belirledi: “akademisyen olmak ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmak”. Üniversite yillarinda arkadaslarina yazdigi mektuplari Prof. imzasi ile bitiriyordu. 1975’te mezun olduktan sonra burslu olarak tekrar ABD’ye gitti. ABD’de anne ve babasinin gazetelerden kestigi küpürleri okuyarak Türkiye’yi düsünüyordu. Döndükten sonra Istanbul Üniversitesi’nde asistanliga basladi. Akademik hayati böylece basladi. 1985’de doktor, 88’de doçent, 95’te profesör unvanini aldi.
26 Eylül 1994 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmaya baslayarak bir hayalini daha gerçeklestirdi. Her pazartesi yazdigi kösesinin adi “Gözucuyla” idi. Kösesine neden bu adi verdigini söyle anlatti: “sadece ekonomik olaylar degil, yasamin kendisi ayrintilar üzerine oturmaktadir. Ama bizler, genellikle odaklandigimiz nesneleri ve olaylari görür ve de düsünürüz. Odagin disindakiler ise görüs alanimiz içinde olmasina ragmen hiç mi hiç ilgimizi çekmez. Oysa belirleyici olanlar çogunlukla görüs alanimizin içinde gözucuyla gördüklerimizdir.”
Çocuklugunda erkek gibi yetistirilen Minibas, genç bir kiz olduktan sonra cinsiyeti ile baristi. Üniversite koridorlarinda yasli hocalari tarafindan hep yadirgansa da tirnaklarinda hep ojesi, yüzünde hep makyaji vardi. Boynunda daima meshur takilari bulunurdu.
Türkel Minibas, 2007 yilinda mide kanseri oldugunu ögrendi. Ameliyat oldu. Midesinin yarisi alindi. Yataktan kalkip mücadeleye devam etti. Ancak günden güne zayifliyordu. 2009 Ocak’inda 40 kilonun altina düstü. Ocak ayi sonuna kadar derslerine devam etti. Ögrencilerine son sözleri “hayatiniz boyunca belkemiginizi dik tutmanizi rica ediyorum” idi. Ocak ayi sonunda hastaneye yatti. Hastanedeki yataginda her sabah makyajini yapiyor, gazetelerini okumaya çalisiyordu. Her pazartesi gazeteye yazdigi yazi son kez 3 Subat 2009’da yayinlandi. Yataginda yazdigi yazidan sonra gazeteye telefon ederek çok halsiz oldugunu ve bu nedenle kisa yazmak zorunda kaldigini anlatti. Yazisi su cümlelerle bitiyordu: “ABD vahsilestikçe silah gereksinimimizde kutsal müttefikimizle, Israil’le olan varyetemiz daha renk- lenecek. Halkimiz da bu varyeteyi dik durmak sanacak. Ne diyelim haydi hayirlisi!”
Iktisatçi dostlarinin “Dogan Avcioglu’nun yadigari” dedikleri Minibas, 6 Subat 2009’da dünyaya gözlerini yumdu. Tabutunun basinda yillardir beraber ülkenin her kösesine gittigi dostu Türkan Saylan sunlari söyledi: “Ne yazik ki kader demek istemiyorum, neyse hangi güçler bizi ondan aldi. Türkiye Cumhuriyeti’nde insanlar öldürülüyor, Türkiye Cumhuriyeti’nde insanlar göçüp gidiyorlar. Ama bize bir de kader vurdu böylece, kaderse eger... Ve biz bunun acisini ve öfkesini yasiyoruz. Bugün çok öfkeliyim gerçekten. Bu kadar verimli bir insani bu çaginda bizden kim aldi, nasil aldi, neden aldi? Inanmak mümkün degil. Çok yasli vaziyete kadar gelen insanlarimiz dururken, 56 yasinda bu genç insani, bu beyniyle bu becerileriyle yüregiyle bu öncülügüyle almakta hiçbir haklilik görmüyorum gerçekten.”
Gerçekten ölü olanlar hizmeti olmayanlardir
Türkan Saylan, üç kadinin içinde en çok taninaniydi.
13 Aralik 1935 yilinda dogdu. Annesi’nin ailesi Reimannlar, Isviçre’den Ingiltere’ye göç etmis bir aileydi. Anne Lili Reimann Cemil Topuzlu’nun oglu Mehmet Ziya Topuzlu ile Ingiltere’de tanisarak evlenmis Türkiye’ye yerlesmisti. Ancak Lili ile Mehmet Ziya’nin 8 yillik evlilikleri boyunca çocuklari olmadi. Çift ayrilik sürecine girdigi sirada Lili ile Fasih Galip Saylan tanisti. Topuzlu’dan bosanan Lili, mühendis Fasih Galip ile evlendi. Lili, Leyla adini alarak Müslüman oldu.
Leyla Ingiltere’de ticaret lisesinde okumus, edebiyat ve sanatla ilgili bir kadindi. Siir yaziyordu. Projeleri vardi. Ancak Leyla’nin istekleri Fasih Galip tarafindan bastirildi. Leyla bu evlilikten Türkan’la beraber bes çocuk dogurdu. Kadin olarak kendini geriye itip, yalnizca ailesi için yasayan kuralli bir anne oldu. Esinin kurallarina o kadar bagliydi ki çocuklari ile büyüyene kadar anadilinde konusmadi. Müslüman olduktan sonra ailede tek oruç tutan kisi Leyla Saylan idi. Türkan Saylan annesini Türkler’den daha Türk buluyordu. Leyla, kocasinin yani sira beraber oturdugu kaynanasindan da baski gördü. Onunla evin içinde Fasih Galip için savas verdi. Leyla yabanci bir gelin olarak ölene kadar onun altini temizledi. Buna ragmen resmi bir iliskileri vardi. Birbirlerine “hanimefendi” diye hitap ediyorlardi.
Türkan Saylan daha o günlerde kadinlarin yasadigi bu çarpikligin farkina vardi. Ancak yine de kadin gibi davranmayi annesinden ögrendi. Annesi yasliliginda dahi çocuklarinin karsisina saçlarini taramadan çikmiyordu. Kizlarini bakimsiz görse onlara kiziyordu.
Saylan doktor olmaya karar verdi, herkesin umutsuzluguna ragmen doktor olmayi tercih etti. Üstelik uzmanligini “deri ve zührevi hastaliklar” alaninda yapti.
Henüz 22 yasinda, henüz ögrenciyken fakülteden arkadasi Dr. Mustafa Özge ile evlenmeye karar verdi. Babasi bu evlilige razi degildi. Saylan babasina ilk kez onun vicdanina seslenerek karsi çikti. Evlenmesi için nüfus cüzdanini vermeyen babasina: “Babacigim, bu yola girdim, evlenme kararim kesindir, ama sen bana bir aydir nüfus kagidimi vermedin. Mevcut ve muhtemel tehlikeler karsisinda seni uyariyorum bana lütfen kagidimi ver” yazdi. Nitekim evlilik gerçeklesti.
Türkan Saylan’in bu evlilikten Çinar ve Çaglayan isminde iki oglu oldu. 1961 yilinda belkemigi tüberkülozu oldu. Bacagindan beline kemik nakledildi. 13 ay boyunca yüzükoyun kipirdamadan yatti. Yillar sonra Kadin Arastirmalari Merkezi’nde kadin sagligi üzerine ders veren Saylan bu hastaligi sirasinda bir kez bile regl olmadigini hatirlayacak ve kadinlarin her zorluga bedenlerini nasil hazirlamak zorunda kaldiklarini anlatacakti.
Türkan Saylan’in Mustafa Özge ile olan evliligi 1966 yilinda son buldu. Özge, çiftlikte büyüyen ve her istedigi yapilan bir çocuktu. Asabiydi. Saylan’a sik sik bagiriyor, sikayet ediyordu. Doktorluk meslegi yüzünden sabahlara kadar nöbet tutan Saylan’in evliligi yürümüyordu. Kocasi çalismasini istemiyordu. Evlilik yildönümlerinde “senden bir sey istiyorum, artik beni bosa. Bana özgürlügü ver!” dedigi kocasindan ilk ve son tokadi yedi. O tokat evliliklerinin sonunu ilan etti. Çiftin ayrilik süreci sorunlu oldu. Çocuklarin velayetini alan baba daha sonra bir baskasi ile evlenince çocuklari annelerine verdi.
Türkan Saylan’in çocuklariyla varolus mücadelesi bundan sonra basladi. Saylan dermatoloji konusunda uzmanlasmak için St.Johns Hastanesi’ne giderken yaninda çocuklari vardi. Türkiye’ye döndüklerinde parasizlik nedeniyle kah bir çati katinda kah küçük bir dairede hep iki çocugu ile mücadele etti. Saylan evini çocuklarinin okuduklari okullarda yurt bulamayan çocuklara da açti. Bu nedenle evde her zaman 5-6 kisi kaldi. 1976 yilinda bir heykeltirasla basarisiz bir evlilik daha yapan Saylan, bu evliliginde de kadin olmanin zorlugunu hissetti. Esi onu kiskaniyor, sürekli kontrol ediyordu. 1,5 yil sonra bosanan Saylan, bundan sonra evlenme fikrini kafasindan çikardi. Artik hayatini meslegine ve sivil toplum çabalarina verdi.
Tüm bunlarin arasinda 1986 yilinda gögüs kanseri olmus, kanser lenf sitemine de siçramisti. Hemen ameliyat oldu ve yataktan kalkarak çalismalarina devam etti. Kanseri yendigini düsünüyordu. Ancak kanser onu bir kez de 2002 yilinda karacigerinden yakaladi. Saylan kanserle 2009 yilina kadar mücadele etti.
13 Nisan 2009 tarihinde Ergenekon Davasi nedeniyle evi arandi. Türkan Saylan vakur durusuyla evini arayan polislere: “Insallah ask mektuplarimi almadiniz” dedi.
Hastaliginin son dönemlerindeydi. 18 Mayis 2009 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Cenazesini büyük bir kalabalik tasidi. Cenaze namazini kildiran emekli Beyoglu müftüsü Ilhan Özkes “gerçekten ölü olanlar, insanlara hizmeti olmayanlardir” dedi.
Isçi sinifi cennete gider
Tülay Arin, 1945 yilinda Söke’de dogdu. Izmir Kiz Lisesi’ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Iktisat ve Maliye Subesi’nden mezun oldu. 1976 yilinda George Washington Üniversitesi’nde hazirladigi “Türk Üretim Sektörünün Yapisal Dönüsümü: Kamu-Özel Sektör Yatirimlarinin ve Yatirim Tesvik Politikalarinin Rolü” baslikli çalismasi ile iktisat doktoru unvanini aldi.
Arin, Türkiye’ye döndükten sonra ODTÜ’de 1976-77 yillarinda ögretim görevlisi oldu. 1977’de Istanbul Üniversitesi Maliye kürsüsüne asistan doktor olarak atandi. O yillarda tanistigi esi siyaset bilimci Cengiz Arin ile yasaminin sonuna kadar beraber oldu. 1982’de yardimci doçent, 87’de doçent, 94’te profesör unvanlarini aldi.
Üniversite yillarinda yaptigi çalismayi Marksist oldugu için kabul etmeyecegini ancak siciline islememesi için bunun yerine “yetersiz” yazacagini söyleyen bölüm baskanina: “siz Marksist yazin sicilimi kirleten öbürüdür” dedi. Maliye konferanslarinda liberal iktisatçilarin tezlerini acimasizca elestiriyordu. Maliye Sempozyumu’nda Eser Karakas’a “Eser Bey, ne maliyeyi ne Marksizmi bir türlü ögrenemediniz” diye çikisti.
Korkusuzdu. Asistaninin ifadesiyle: “ne baskalarinin gücünün ne de insanin kendi güçsüzlügünün insani aptallastirmasina izin vermezdi.”
Arin, 2005 yilinda süresi gelmedigi halde erken emekli oldu. Üniversitelerin mevcut yönetiminden rahatsizligi bir yana akademide çok yakinindaki insanlara da kirildi. O tarihten sonra politikaya da küstü. Yorgun, kirgin ve umutsuzdu. Artik Ege’nin koylarini merak ediyor, yavru kedilerle vakit geçiriyor, çiçekler yetistiriyordu. Yasadigi kalp krizi nedeniyle sigarayi da birakti.
30 Agustos 2009 günü Fethiye’de denizden çiktiktan sonra aniden kalbi durdu. Onun ardindan iktisatçi dostu Nail Satligan’in su sözleri belki de onun hayatini özetliyordu: “Elio Petri'nin unutulmaz sinema epiginin adina bakilirsa “Isçi sinifi cennete gider” imis. Bu dogruysa, bir isçi sinifi aydini olarak Arin da "cennetmekân" olmustur. Ama benim bildigim Arin orada da ne huri olur ne gilmanlara yüz verir. Petri'nin filminin bir baskisisi gibi, orada bu kez cennetin duvarlarini yikmaya çalisir. Gerçek cenneti gökyüzünde degil, ait olmasi gereken yerde, yeryüzünde, kurmak için...”
Soner Yalçin
Odatv.com