SOSYALISTLERDEN AYRILDILAR
Birikim dergisi genel yayin yönetmeni ve yazari Ömer Laçiner, derginin yeni sayisinda bir “ayriligi” ilan etti.
Birikim çizgisinin, Türkiye’deki sosyalistlerden ayrildigini ilan eden Laçiner, yeni bir göreve basladiklarini, söyledi.
Hatirlanacagi gibi; Birikim dergisi 2002 seçimlerini, ülkede “muhafazakar demokratik devrimin” gerçeklestigi seklinde yorumlamis ve sol içinde bu olay çok tartisilmisti.
Iste Ömer Laçiner’in 'Yeni Bir Dönemin Esiginde' baslikli yazisi:
“12 Eylül referandumunun, Türkiye’nin son 20-30 yilinda siyasal muhafazakarlik ve gericiligin etkin dayanagi rolünü tamamiyle üstlenir hale gelmis devlet kurumlarinin, yüzyili askindir koruyageldikleri siyasal-kültürel agirligi, zihniyet kaliplari “normal” bir burjuva demokrasinin kabul sinirlarina kadar geriletilmesi sürecini noktaladigi, bu anlamda yeni bir sürecin baslangici oldugu tespitine katilinmasa bile; 12 Eylül 2010’dan itibaren ve bu referandumun sonuçlari isiginda Türkiye siyasetinin yeni koordinatlar bazinda sekillenmesini kaçinilmaz kilan bir döneme girdigimizi bir biçimde herkesin kabullenmis oldugunu görüyoruz.
O nedenle herhalde beklediginin de üzerinde bir sonuç alarak önümüzdeki genel seçimlerden açik ara galip çikmayi neredeyse garantileyen AKP belki bu ihtiyaç ve zorunlulugu duymayabilir. Ama varligini sürdürmek istiyorsa diger tüm siyasi parti hareket ve akimlarda sadece simdiye kadar politikalari ya da bunlarin vurgu noktalarini degil, o politika ve tutumlarin üretildigi düsünüs, davranis perspektifini, davranis kaliplarini da kapsayan bir iç hesaplasmanin derhal baslatildigini görüyor olmamiz hiç de sasirtici degildir.
Bu tarihen de kaçinilmaz hesaplasmanin ilk etabi, 2011 genel seçimlerinin starti verildiginde -geçici de olsa- zorunlu olarak sonuçlanmis olacaktir. Partiler, hareket ve akimlar bu ilk etabin galiplerince tayin edilecek dogrultuda ilk sinavlarina girecek ve 2011 seçimleri ertesinde ister istemez bir iç çatisma, dalgalanma, kopuslar ve yeni olusumlar safhasi olusacaktir.
Az önce de isaret edildigi üzere AKP, özel olarak Tayyip Erdogan liderlik konum ve performansini bir kat daha pekistiren bu referandum sonuçlarinin rehavet verici etkisiyle sözü edilir bir iç dalgalanma yasamaksizin; tüm gayretiyle iktidar konumunu tahkim etmeye ugrasacaktir bu süreç boyunca. Bu denli açik farkli olamayan bir referandum sonrasinda onu özellikle Iç-Dogu Anadolu tasrasindaki ve hatta metropol varoslarindaki tabanindan “vurabilecek” Saadet Partisi’nin Necmettin Erbakan ve ekibince çelmelenmesiyle epeyce rahatlayan AKP’yi “sarsacak” yegane faktör “Recep Tayyip Erdogan sonrasi” hesaplarinin simdiden devreye girmis olmasidir.
Süphesiz “ne olacagi” en fazla merak edilen parti CHP’dir. Bu parti ve çevresinde daha referandum kampanyasina girilmeden önce basgösteren çatlaklar, yakinda mutlaka gürültülü biçimde baslayacak iç hesaplasma-çatismanin ön habercisidir. Taraflarin belki de tamaminin “CHP’yi gerçek bir sol parti rotasina oturtmak” için harekete geçmesi kimseyi sasirtmamalidir. Çünkü ’60’li yillardan beri süregelen bir CHP klasigi-gelenegidir bu. Mayasi tamamen farkli bir seyi göstermekle hatta empoze etmekle birlikte o tarihten beri sol kelimesinin birçok çesitlendirmesi ile kendini adlandirmaya çalisan bir CHP’dir söz konusu olan. Bu partide herhalde bir kez daha hangi sol lafizli etiketin tercih edilmesine odakli, böyle olacagi için de fikir-içerigin degil, kulis ve pazarliklarin dikkatle izlenecegi bir kurtlar sofrasinin çok yakinda açilacagindan emin olabiliriz.
Bunu söylemek 12 Eylül 2010 sonrasinin yakinda ilk etabi tesekkül edecek siyasal yelpazesinde gerçek anlamiyla etkin bir –düzen içi– solun olmayacagina isaret etmek demektir. CHP’nin onyillardir “isgal ettigi” ve dolayisiyla sosyo-politik olarak bos olan bu konumun, onu bu “isgalci” konumundan kovabilecek bir alternatifin bir türlü olusamamasi nedeniyle önümüzdeki en azindan birkaç yil boyunca da ayni parti tarafindan kullanilacagina katlanacagimiz sonucu çikar buradan da. Geçerken belirtelim ki, Türkiye toplumunun, siyasetinin gerçek bir düzen içi sol alternatifi bir türlü olusturamamasi derinligine düsünülmesi gereken bir Türkiye özgünlügüdür.
MHP’nin hesaplasma sorunu, yapisi ve zihniyeti geregi ve elbette referandumun parti ölçeginde yegane maglubu oldugunun ittifakla tespitinden ötürü, ugradigi komplonun mahiyeti üzerinden olacaktir. Özellikle karsilastigi olumsuz sonuçlari ancak ve esas olarak komploya bagli izah edebilen MHP ideolojisi, genel olarak milliyetçi mantik simdi oylarini %10’un altina geriletmis olan komplonun hiç süphesiz “dis güçlerin” eseri oldugunu zaten bilmektedir; sorun o komplonun “içimizdeki” yardakçilarinin kim oldugudur. Dolayisiyla önümüzdeki aylar, komplonun iç ayaginin MHP’yi yöneten Devlet Bahçeli ekibi mi, yoksa öteden beri bu kadroya dis bileyen parti içindeki muhalifler ile disaridaki eski ülkücüler ittifaki mi olduguna karar verilecek, sert tartisma ve çatismalara gebedir MHP için.
Referandumun galiplerinden sayilan BDP’nin, hemen referandumun ardindan baslattigi okul boykotunun hayli sinirli bir destek bulmasi herhalde anlamlidir. Bu iki sonucun partideki, Kürt sorununu Kürt milliyetçiligi perspektifinde siyasete tasimakla, Türkiye’nin genel demokratiklesmesi içinde ele alan egilim-yaklasimin arasindaki gerilimi gösterdigini söyleyebiliriz. Türkiye’nin genel demokratiklesmesi derken bunun artik Ortadogu-Dogu Akdeniz çerçevesinde düsünülmesinin sart hale geldigini de vurgulamak isteriz. Söz konusu gerilim referandum öncesinden beri var olan, kampanya süresince de her seye ragmen hissedilen bir gerilimdi üstelik. BDP’nin AKP hükümeti tarafindan –simdilik ek bir hamle yapilmayarak da olsa– devam ettirilecegi söylenen açilima karsi izleyecegi politika ilk mihenk tasidir. Söz konusu gerilimin erken bir yol ayrimiyla sonuçlanmasina bile kapi açabilir bu. Belirtmek gerekir ki, içine girdigimiz, siyasal-parti-akimlarin “bir anlamda” yeniden sekillenmesini zorunlu kilan süreçte, o partilerin simdiye kadar üzerinde hareket ettigi, temsil ettigi sosyo-ekonomik zeminin kendisi büyük ölçüde belirleyici olacaktir. Ancak BDP için bir istisnadan söz edebiliriz. Bu parti için özellikle su noktada izlenecek politikanin içerigi ve tarzi tayin edici önemdedir. Çünkü bu partinin tabaninin belirleyici olacagi tek bir politik dogrultu yoktur. BDP’nin tabaninin heterojenligi, çesitli oranlarda Kürt toplumunun tamamini temsil eder olusu bunu zaten mümkün kilmaz. Ayrica Kürt sorununun bilinen tarihsel, psiko-sosyal agirligi nedeniyle de bu mümkün degildir. Dolaysisyla BDP üzerinde “siyaset” son derece kritik bir öneme, belirleyicilige sahip olacaktir.
Türkiye siyaset yelpazesinin düzen disi, düzene alternatif olma iddiasini tasiyan sosyalist sifatli mikrokozmozuna gelince... 30 yildan beri sadece önceki yillarda edinebildigi gücünü degil, potansiyelini de giderek tüketip bugünlere gelen bu çok odakli dünya, vaktiyle içinde ve çevresinde yasatabildigi entellektüel-fikri agirliktan türeyen prestiji ve özellikle ’60-70’li yillarda verdigi mücadelenin sagladigi moral üstünlügü de büyük ölçüde asinmis, artik sözü edilemez düzeye düsürmüstür.
Sosyalist sifatli bu mikrokozmoz, böylesi bir egik düzlemde gidisini sürdürürken, bu yol ve gidisten kurtulabilmek için hepsi de basarisizlikla sonuçlanan ayni birlesme formülünün degisik varyantlari içinde ugrasmaktan baska bir yol da bulamamistir.
Birikim’de bu durum ve gidisin önlenemez oldugu; çünkü söz konusu odaklarin tümünün içinde yer aldigi geleneksel, harcialem tanimli sosyalizm anlayisinin, perspektifinin bu kaderi kaçinilmaz kildigi baslangiçtan beri vurgulanarak anlatildi. Sosyalizmin gerçek bir düzen ve insanlik durumu alternatifi olabilmesinin mutlak önkosulu, sosyalizmin yeni bastan tanimlanmasidir denildi.
Birikim, bu yeni bastan tanimlamanin “ortak bir eser” olmasi için anlayisi geregi özel bir çaba gösterdi. Her ne kadar artik apayri zihniyet dünyalarinda oldugumuzu daha bir açiklikla gördügümüz bu mikro-dünyanin bilesenleri ile giderek uzlasma noktalarimizin yok oldugunu fark etmekle birlikte, ortak tarihimiz ve mirasimiz hatirina diyalog kanallarini daima açik tutmaya gayret eden bir dil ve tavir içinde olduk bugüne degin.
Ama iki sayi önce de belirttigimiz gibi bunun, bu yolun sonuna geldigimizi kabul etmek zorundayiz. Bu, yalnizca bir zorunluluk degil ayrica ahlaki bir yükümlülük, görevdir artik.
Önümüzdeki sayi bu görev baslayacaktir.”
Odatv.com
Bu haber 793 defa okunmuştur.