19 Eylül 2010, 01:49
Referandum sonucu gerçekte kimin zaferi?
Referandum sonucu gerçekte kimin zaferi?
Referandum sonucu gerçekte kimin zaferi? Referandum sonucuna iliskin her ne kadar kamuoyu % 58 ‘Evet’, % 42 ‘Hayir’ seklinde manipüle ediliyorsa da, Yüksek Seçim Kurulu verilerine göre Referandumdaki gerçek oy dagiliminda ‘Evet’ orani % 42,66, ‘Hayir’ ise %31,4′tür. Çünkü yine ayni veriye göre katilim orani %73,71, katilmayanlar ise %27,29′dur. (Bkz. Mustafa Sütlas, Bianet, 14 Eylül) Daha önemlisi bu sefer ‘katilmayan’ hanesinde görünenlerin önemli bir kismi, apolitik bir tutumla sandiga gitmeyenlerden degil, aksine Evet-Hayir ikilemine karsi üçüncü bir talebi dillendirenlerden olusuyor. Bu gerçeklik isiginda özellikle belirginlestirilmeli ki, ‘sivillesme’ ve ‘demokratiklesme’ adina bugün azinligin belirledigi bir anayasal düzenlemenin vesayetine sokulmus bulunmaktayiz. Paketin içeriginin anti demokratik muhtevasi bir yana, sadece % 42,66’lik onayiyla bu paket, anayasal bir düzenlemenin almak zorunda oldugu çogunluk desteginden yoksundur. Diger yandan kamuoyu yoklamalarinda da açikça belirlendigi gibi söz konusu bu % 42,66’nin çogunlugu da, onay verdigi paketin içerigini bilmedigini belirtmistir. Bu durumda, paketin % 58’lik bir oranla ‘onaylandigi’ söylemi, Rejimin mesruiyet dayanaklarini güçlü tutmak açisindan kullanilan manipülatif bir söylemden ibarettir; isin trajik yani bu mesrulastirma söyleminin, rejimin, pakete karsi olan taraflarinca da yinelenmesidir. Gerçek sonuç, % 57,34’lük bir oranla Yurttasin pakete onay vermedigi, dolayisiyla burjuva demokratik ölçekte bile düzenlemenin mesruiyetinden söz edilemeyecegidir. Boykot ve Kürt Sorunu Basindan beri boykot kampanyasina karsi yürütülen para cezasi da dahil fiili tehdit, rüsvet ve manipülasyon animsanirsa, Kürt yerlesimlerinde Boykotun ulastigi oranlar gerçekten çarpicidir. Bu gerçeklige ragmen rejimin birbiriyle kavgali taraflari ve siyasal ikbalini onlara baglamis ‘sol’ ve liberallerin, boykotu “tehditle elde edilmis bir sonuç” olarak gösterme çabalari, gerçek demokrasi dinamiklerinin nasil genis bir cephe ile karsi karsiya oldugunu gösteriyor. Kürt yerlesim birimleri disinda kalan bölgelerdeki katilmamada Boykot oranini bire bir ölçme olanagimiz olmamakla birlikte bu referandum, Türkiye’nin tüm önceki seçimlerine kiyasla Boykot tavrinin en etkin oldugu seçimi oldugu açiktir. (Analitik bir gözlem için bkz. Ahmet Kardam, Bianet, 14 Eylül) Bu vesileyle hemen belirtilmeli ki, Kürt halkinin tüm maddi ve manevi baskilara ragmen ortaya koydugu bu sonuç, hem Kürt sorunu ve çözüm zorunlulugunu, hem de Kürt kimliginin temsili, dolayisiyla muhataplik sorununu bir kez daha belirginlestirmistir. Tabii bu durum sadece sorunu ve temsilcisini belirginlestirmekle kalmamis, ayni zamanda sorunun çözümünden yana asgari bir niyete sahip siyasal öznelerin adim atmasi için de büyük bir olanak saglamistir. Boykot iradesinin, sorunun mesruiyetini ve barisçil çözüm olasiligini güçlendiren demokratik islevi üzerinden belirtilmesi gereken diger bir gerçek de, sandiga giden Kürtlerin, Kürt ulusal iradesini kiran ve Hükümetin keyfiligini ödüllendiren bir misyon yüklenmis olmasidir. Kürtleri Hükümete yedekleyemeyen kimi Kürt aydinlarinin hirçinliginin, BDP’yi ‘Türkiye demokrasisini’ boykot eden ve degisimi engelleyen güç ilan edebilecek denli ölçüsüzlesebilmesi ayrica hüzün verici. Bu referandumun bir diger sonucu geleneksel vesayet odaginin son dayanaklarini da ortadan kaldirmasi, dolayisiyla AKP’yi, Türkiye’nin biricik muktediri ve eger niyeti varsa sorunu çözebilecek bircik güç konumuna yükseltmesidir. Ne ki bu durum, sorunun çözümünden yana iyimser olmamizi saglamiyor. Çünkü bu güne kadar AKP, esas olarak, Islamizasyon, operasyon ve sadaka araçlariyla Kürt hareketinin güç ve toplumsal hegemonyasini kirmaya, korucular, feodaller, isbirlikçi Kürt aydinlari ve Kürt burjuvazisini de kullanarak kendine bagli naylon bir Kürt dinamigi yaratma çabasi içinde olmustur. Diger yandan Referandumu kazanmak için Türk milliyetçiligini daha da pekistiren bir propaganda yolunu seçmis olmasi, AKP’nin önümüzdeki seçime de bu çizgi üzerinden gitmesi olasiligini büyütmektedir. Bununla birlikte AKP’nin “Kürt açilimini” gündeme getirmesine neden olan dis dinamiklerin (ABD ve AB’nin), Referandum sonuçlari isiginda yeniden çözüm baskisina girmeleri ciddi bir olasiliktir. Diger yandan Kürt halkinin Referandumda daha da görünür hale gelen çözüm iradesinin, AKP ve CHP kadrolarinda, barisçil çözüm yönünde ciddi bir basinç nedeni olusturmasi beklenmelidir. Bu gerçeklikte, barisçil bir çizgide israr etmesi halinde Kürt hareketinin süreç üzerindeki etkisinin daha da artacagi kesin görünmektedir. Referandum Sonucu Gerçekte Kimin Zaferi Ortada bir zafer varsa, sol olmanin alamet-i farikasi olarak bunun ekonomik arka planini da saptamak gerek. Bunu yapmazsak sivil toplumcu darbe tahlillerindeki içeriksizlige teslim olmus oluruz. Buradan ilerlendiginde açiklikla görülecegi gibi, Hükümetin kimi sol imzalari da kullanarak ‘12 Eylül karsitligiyla’ yarattigi toz duman ortaminda elde ettigi zafer, gerçekte Referandum kampanyasinin basindan beri Borsa tarafindan ‘satin alinmis’ olan seçenegin zaferidir. Borsa’nin bu Referandum üzerinden satin aldigi seyin ise, 1) yerindelik denetiminin Anayasada yasaklanmasiyla her seyin piyasanin insafina terki, 2) çokuluslu sermayenin güvenle dolasabilecegi bir Türkiye ve 3) yeni-liberal ekonomi politikanin güvencesi olan AKP iktidarini güçlendirme ve uzatma hedefi oldugu açik. Esasen Sovyetler Birligi’nin dagilmasi ve sermayenin küresellesmesi sonrasi dönemin, darbeler yerine ‘Turuncu devrim’ler, sosyal hak ve hukuksal güvencelerden soyundurulmus bir özgürlükçülük, Anayasa tadilatlari, vb. araçlarla yürütülen sermayenin yeniden dolasimi önündeki engellerin temizlenmesi yöneliminin yeni bir zaferi ile karsi karsiyayiz. Özetle yapilan sey (kapitalizmin yeniden üretimi) ve yapan (uluslararasi güç ve onun yerel isbirlikçileri) ayni kalmakla birlikte, dün sola dair her seyi tasfiye etmeye çalisanlarin bugün soldan kavramlar, sahis ve örgütler devsirerek yollarina devam ettiklerini görüyoruz. Bu gerçeklik, burjuva demokratik reformlara destek olma sanisiyla soldan iktidar bloguna yedeklenenleri, yeni egemen politikalarin sol mesrulastiricilari konumuna düsürmektedir. Nitekim Borsanin keskin sinif güdüsüyle satin aldigi seye destek vermis olanlarin içine savruldugu bu talihsiz konum, hem sol iddialar adina konusma tekelini elden kaptirmama kaygisini yükseltmekte hem de solun mücadele tarihine provokatif bir saldirganlik sergileyen bir yeni solcu tipi ortaya çikarmaktadir. Bu kapsamda, bunca ‘demokrasi’ ve ‘darbe karsitligi’ söyleminde sol aklini kaybetmis olanlara animsatilmali ki, bu referandumla halka onaylatilan sey, dün 12 Eylül darbesi ile halka onaylatilan seyin ta kendisidir. Dün sermayenin sinirsiz dolasimi önünde fiili engel sol ve sendikal hareketti, bugün ise derin devletin re-organizasyonuyla uyum saglayamayan eski muktedirlerin bir kesimi. Dün kendi ‘çocuklarina’ darbe yaptiranlar bugün kendi ‘çocuklarini’ darbe karsiti bir söylemde tutuyorlar. Ama dün darbeyi hangi ekonomi politikasi adina yapiyorlarsa bugün darbe karsiti dille kendini mesrulastiranlar da ayni ekonomi politikayi uyguluyorlar. Bu kapsamda dün baslarin bas ayaklarin ayak kalmasini saglama kaygisi ne denli belirleyiciyse bugün de ayni; dün taraflari olmayanlari bertaraf etme iradesi ne denli baskinsa bugün de ayni. Kuskusuz bu basit gerçekligi saptamakla sinirli kalacak bir tahlil, kaba bir solculuga, reformlar için mücadelenin yasamsal önemini küçümsemeye savurucu bir risk de içerir, ama bu Referandum özgülünde asil belirginlestirmemiz gereken bu degil. Bu özgülde sol kalabilmenin, sol kalarak ittifak veya reformlar için mücadele gelistirebilmenin anahtari, sadece dünün egemenlik aygiti ve yöntemlerine karsi degil, bugünün egemenlik aygiti ve yöntemlerine de karsi durma, onlardan bagimsiz bir siyasal hatta hareket etme becerisinde dügümlenmektedir. Referandum Sonrasi Türkiye Dün darbe yapanlar nasil ABD’nin organik parçasiysa bugün darbe karsiti odak da ayni küresel gücün organik parçasi. Ve tabii dünküler nasil ki amaçlarina uygun toplumsal destekler üreterek kendilerini ‘cennetlik’ ilan ettirdilerse, bugünküler de ayni amaca uygun toplumsal destekler üreterek kendilerini ‘yetersiz ama demokrat’ ilan ettirmektedirler. Bu noktada reformlar için mücadele arayisimizda nitelik belirleyen sey, demokrasiyi kurumsal olarak gelistirme mücadelesi ile, sadece vesayetin odagini degistirmekten ibaret gelismelere yedeklenmek arasindaki yapisal farkta dügümleniyor. Bu baglamda 12 Eylül Referandumuyla elde edilen sonuç, 12 Eylül’ün temel haklara yönelik saldirisinin (kimi makyajlari bir yana) derinlestirilmesi olmustur. Onun aklina gelmeyen ‘Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nu, kamu emekçisi ile sermaye/devlet arasindaki uyusmazliklarin son karar vericisi kilmak bunlardan biri. 125. Maddedeki düzenleme, onun biraktigi boslugun yamanmasinin bir diger örnegi.(1) Söz konusu degisimde püf noktasi, Darbe’nin darbe sonrasi için Yürütme’ye verdigi ve esasen demokrasi açisindan kabul edilemez genislikteki yetkilerin bile yetersiz bulunup genisletilmesidir. Bunun ise Montesquieu’dan beri demokratiklesmenin olmazsa olmazi olan ilkenin, asker postalina ek bir de sivil ayakkabilarla paspas edilmesi oldugu açik. Bu anlamda Referandumla onaylanan sey, 12 Eylül’ün Yürütme’ye sagladigi olaganüstü yetkileri daha da arttirip, bununla ters orantili olan demokratiklesme olanaklarinin daha da daraltilmasidir. Bu noktada Yargi’dan yana sorunun, onun yasal altyapisini degistirerek evrensel hukukun denetimine sokulmasiyla giderilmesi gerekirken, AKP hakim atama tekelini ele geçirmekle yetinmistir.(2) Kisa zaman sonra daha da net görülecegi gibi Türkiye’de Yargi, tipki YÖK örneginde görüldügü gibi, Yürütme’nin vesayetine sokulmus olacagindan, artik yekpare hale gelen hükümet/iktidarin uygulamalarina karsi kullanilamayacaktir. AIHM’ne basvurma hakki, Anayasa Mahkemesi’nin denetim turnikesinde olabildigince çürütülüp imkansizlastirilacaktir.(3) Bundan sonraki Anayasa degisim beklentisi baskanlik rejimi yönünde manipüle edilecektir. Yarim kalan özellestirmeler daha da pervasiz yapilacak, hidroelektrik santrallerinde patlama yasanacak(4), nükleer santral yönelimi engellerinden kurtulacak, taseronlastirma kamu yarari, çevre koruma, is güvenligi, vb. tüm engellerden kurtulacaktir. Bunlarin sonucu piyasa artan oranda tanrilasirken, buna karsi toplumsal tepkiler de Türk-Islamci hegemonyanin derinlestirilmesiyle massedilecek, karsi çikanlarin ‘vatan hainligi’nden ‘dinsiz’ligine uzanan suçlamalarla etkisizlestirilmesinin yaygin örnekleriyle karsilasacagiz. (5) Özetle Yürütme’nin Yargiyi da kontrol altina almasini saglayan bu Referandum sonuçlariyla birlikte, Meclis’in tepesine asildigi 1920’lerden beri sistematik olarak ihlal edilen “egemenligin kayitsiz sartsiz millete ait oldugu” sözünün, daha da genisleyen ihlali ve içeriksizlestirilmesiyle karsi karsiya kalacagiz. Sol Kalabilmenin Erdemi Sosyalist anlayis, 12 Eylül standartlarinin tasfiyesine yönelik demokratiklestirici adimlari kendisi yapamiyorsa, yapanin ardina geçerek onu iteleyerek desteklemekte beis duymaz. Ama demokratiklesmenin dogru kavranisi bu noktada yasamsal önem tasir. Demokratiklesme seçim barajini ortadan kaldirarak adil bir temsil saglamaktir, Yasama’yi Yürütme’nin denetiminden kurtararak demokrasinin kurumlasabilecegi bir odak haline getirmektir, Siyasi Partiler Yasasi’ni degistirerek baskanlarin krallasmasina ve muhalif partilerin vesayet altinda tutulmasina son vermektir, YÖK’ü, zorunlu din dersini, Diyanet vesayetini, Terörle Mücadele Yasasi’ni kaldirmaktir, Yargi’yi rejimin hassasiyetlerinden bagimsizlastiracak bir yasal degisim yapmaktir, ILO standartlarini yasallastirmaktir, vb… Oysa son Referandumla onaylanan pakette bunlarin kirintisi bile bulunmamaktadir; ki tam da bu nedenle pakete soldan destek verenler, tarihsel bir vebal altina girmislerdir.(6) Bu gerçeklikte, Türkiye’nin demokratiklesme güvencesi, kendini vesayet odaklarinin manipülasyonundan uzak kurabilen (ve tabii kendi grupçu, sekter, zamanin dil ve yöntemlerini gelistiremeyen ayak baglarindan kurtarmis) etkili bir sol muhalefetin örgütlenebilmesinde aranmalidir. Bunu basarmanin gereklerini yerine getirmeyen, geride kalan zamanda bunun niçin basarilamamis oldugunun muhasebesini yapmayan, bu muhasebenin geregi yeniden yapilanma iradesi gösteremeyen bir sol, memleketi bölen her yeni tartismada kendisinden koparak rejimin iki büyük güç odagindan birine yedeklenen kayiplardan kurtulamayacak, gidenlerin karsisina birer ulusalci veya liberal olarak dikilmesini engelleyemeyecek, daha da önemlisi yeni toplumsal dinamiklerle iliskilenmekten yoksun kalirken, memleketin de kendisinden yoksun kalmasinin vebali altinda kalacaktir. ——————————– (1) AKP’nin degisikligi anlattiklari brosüründe söyle deniyor: “Kamu yarari gibi çok sübjektif bir kavramla birçok özellestirme karari iptal edilmis, böylece küresel sermayenin Türkiye’de yatirim yapmasi ile ilgili birçok zorluk çikarilmistir.” (2) Bir dönem Islamci basinin bas üstünde tuttugu Yargitay eski Baskani Sami Selçuk söyle diyor: “Anayasa’daki en önemli degisiklik, Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili düzenlemelerle, hukukun üstünlügü ve erkler ayriligi gibi temel ilkelerle ilgilidir. Bu degisiklikleri dogru bulmadigim için Anayasa degisikligini desteklemem olanaksiz. Keske destekleyebilseydim ama kendimle, geçmisimle ve hukukla ters düsemem.” (3) Söz konusu 148. Maddedeki degisime iliskin püf noktasi, Basbakan’in: “Vatandas AIHM’ne gitmek yerine kendi ülkesinde çözüm arayacak, böylece Türkiye’nin imaji zarar görmeyecek ve ödemek zorunda kaldigi tazminatlarin getirdigi ekonomik yükten kurtulacak” açiklamasinda gizli. (Akt. Hülya Gülbahar, Radikal II, 5 Eylül) (4) Dersim’de ‘Boykot’un ‘Hayir’ karsisinda zayif çikmasina sasiran ‘evet’çi aydinlarin göremedigi sey, AKP’nin Osmanli pasalarindan beri Dersim’i ve onun kutsali Munzur’u barajlarla yoketme politikasindaki israrina karsi sergiledigi yurttas tepkisidir. (5) Esasen bunca yoksulluk, hak ihlali ve yolsuzluga ragmen Türk-Müslüman kisinin bir Yunanli, bir Bolivyali, bir Hindistanlinin verdigi yurttas ve sinif tepkisini vermemesi, egemenlerin toplumu tebaa standardinda tutmasini saglayan ideolojik harçla dogrudan ilgilidir; 12 Eylül bu ideolojik harci egemen kildi, AKP bunu yayginlastiriyor. (6) Deniliyor ki, “madem AKP paketine destek olmadiniz, niçin 12 Eylül sorumlularinin yargilanmasi için 13 Eylülde sikayet dilekçesi veriyorsunuz?” 12 Eylül’ün gerçek magdurlari olarak bu sikayette bulunma hakkinin öncelikle her milliyetten Sosyalistlere ait oldugu bir yana, 15. Maddenin kaldirilmasi geregini kamuoyunda güncellestiren biricik güç de, basta 78‘liler olmak üzere sosyalistlerdir. Dolayisiyla bu hakki kullanmak, son anda dolgu malzemesi olarak sokuldugu malûm AKP paketine destek olma gerekçesi yapilamaz. Diger yandan maddenin kaldirilmasiyla 12 Eylül sorumlularinin yargilanabilecegi kanisi da, basta Sami Selçuk olmak üzere hukukçularin da isaret ettigi gibi realiteyle örtüsmemektedir; ki benimki de dahil sözkonusu dilekçeler, darbecilere karsi bir yurttas eylemi olmanin ötesinde öncelikle bu gerçekligi açiga çikaracaktir. Darbecilerin yargilanmasi için siyasal bir iradeye gereksinim bulunmaktadir; ki bu iradenin, hâlâ okul ve meydanlardan Kenan Evren isimlerinin degistirilmesine itiraz eden ve yargilanmasini istedigimiz kimi 12 Eylül yetkililerini içinde barindiran AKP’de olmadigi açiktir. Dolayisiyla darbecilerin yargilanmasi için gerçek bir burjuva demokratik iktidara veya yine güçlü bir sosyalist harekete gereksinim bulunmaktadir; ki 13 Eylülde dilekçe vermekten ibaret olmayan mücadelemizle de bu gereksinimin pesindeyiz. Türkiye eski ve yeni statükolariyla, eski ve yeni derin devletleriyle, Türk-Islamci sokak bilinciyle bugün ne yazik ki bundan uzak ve bundan dolayidir ki 12 Eylül Anayasasina muktedirlerin veya dissal baskilarin gerektirdigi yamalar yapmakla yetiniyor. Sosyalistlerin çok iyi bildigi gibi, kendi içlerinde birbirleriyle kavga etseler de, Hrant Dink’lerin öldürülmesine göz yuman, öldürüldükten sonra saglikli bir sorusturma yapmayan, mahkemesini süründüren ve uluslararasi yargiya gidildiginde de Hrant’lari suçlu ilan eden derin bir mekanizmayla karsi karsiyayiz. (ERDOGAN AYDIN / BIANET)
Haberi Ekleyen: Ali Dursun
Bu haber 663 defa okunmuştur.
Paylaş
|
GÖRELE ' DE HAVA DURUMU
RÖPORTAJ
Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi
|