28 ?ubat 2013, 02:44
Muşmula dikerek ormanlar kurtulur mu?
Su yoksa,ekmek de yok!
Musmula dikerek ormanlar kurtulur mu? Su yoksa,ekmek de yok! / 2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde kurumakta olan göllere dikkat çekildi.. Orman ve Su Isleri Bakani Veysel Eroglu, Cumhuriyet tarihinin en büyük agaçlandirma hamlesini baslattiklarini ileri sürerek dünyada orman varligi azalirken Türkiye’nin orman varliginin artirdiklarini söylüyor. Ülkenin dört bir yaninda ortaya çikan orman kiyimlariysa çalismalarin sorgulanmasina yol açiyor. 2008-2012 yillarini kapsayan ‘Milli Agaçlandirma Seferberligi’ kapsaminda, 2 milyon 300 bin hektar alani agaçlandirma taahhüdünde bulunduklarini açiklayan Bakan Eroglu, bu hedefin asildigini belirterek agaçlandirilan alanin 2 milyon 420 bin hektara ulastigini, agaçlandirilan alanin yaklasik Belçika’nin yüzölçümüne kadar oldugunu dile getirdi. Bakanlik musmula dikiyor ama orman yagmasi sürüyor Bakanlik olarak, “Orman, Su Varsa Hayat Var” anlayisi çerçevesinde çalismalarini yürüttüklerini vurgulayan Bakan Eroglu, agaçlandirma çalismalari kapsaminda köylülere gelir getirici ceviz, badem, kestane ve ihlamur gibi türlerin yaninda yaban hayati için önemli olan aliç, ahlat, kusburnu, üvez, at elmasi, musmula vb. gibi türlerin dikildigini söylüyor. Istanbul’a geçtigimiz yil 100 bin erguvan dikildigini kaydeden Bakan Eroglu, bu yil da 100 bin ihlamur dikilecegi müjdesini veriyor. Ancak Bakan Eroglu’nun her firsatta övünerek dile getirdigi agaçlandirma çabalari bir yana, Türkiye’nin binlerce yilda olusan dogal orman dokusunun akil disi yatirim ve uygulamalarla tahrip edilmesinin yarattigi dehset verici görüntüler ülkenin dört bir yanindan gelmeye devam ediyor. Antalya’daki sedir ormanlari, Trakya’daki longoz ormanlari, Ege’nin asirlik zeytinlikleri, Isparta Yukari Köprüçay’in çam ve mese ormanlari, barindirdigi zengin çesitlilikle Karadeniz’in zümrüt ormanlarinda AKP iktidari döneminde yaratilan tahribat, Anadolu tarihinde görülmemis boyutlara ulasti. ‘Yatirim’ ve ‘kalkinma’ yalaniyla, yalnizca belirli bir kesimin çikarlari ugruna yagmalanan yaban hayati ve kirsal yasam, tüm ülke halkinin gerçek bagimsizlik kaynagi olarak binlerce yildir yasamin döngüsünü saglayan en önemli zenginlikti.
Gölgesi satilabilecek agaçlarin dönemi“Kapitalizm gölgesini satamadigi agaci keser” sözünü dogrularcasina, Anadolu insaninin gölgesinde varligini sürdürdügü orman dokusu, yerini “gölgesi satilabilecek” agaçlara birakiyor. Bununla ilgili önümüzdeki yillarda yasanacaklari hep birlikte görecegiz. Ancak Bakan Eroglu’nun açiklamalari dogrultusunda akillara düsen kimi sorularin da kamuoyu önünde tartisilmasi gerekiyor. Musmula dikerek kiyilan sedirleri geri getirebilir miyiz? Aslinda en temel soru su: “gördügümüz bosluklara musmula ve at elmasi dikerek kiyilan yüzlerce yillik sedirleri, meseleri geri getirebilir miyiz? Ya da Anadolu kültüründe sosyolojik olarak da derin izleri olan agaçlara ‘kalkinma ve büyüme’ yalaniyla kiyip, yerine kusburnu dikerek ne kadar gelisiriz?” Bu sorularin yanitini vermeye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacimiz var. Çünkü Türkiye’nin cografyasi kapsamli bir eko-kirimdan geçiyor ve daha fazlasi için gerekli yasal düzenlemeler bugünlerde meclisin gündeminde. Doç. Dr. Çaglar: ‘Agaç popülizmi aldatmacayi kolaylastiriyor!’ Türkiye ormanciligi konusunda önemli çalismalari bulunan az sayidaki aydinlarimizdan biri olan Doç. Dr. Yücel Çaglar, her zamanki sorgulayici ve yol gösterici tavriyla resmi agizlarda siklikla çignenen bir sakiza dönen agaçlandirma popülizmine iliskin çarpici degerlendirmeler yapiyor. Yukaridaki temel sorularin da yanitini içeren kapsamli degerlendirmesinde baska alanlarda oldugu gibi orman ve agaç popülizminin de düsünceleri, daha önemlisi duygulari giderek körlestirerek; mantiksizligi, bilgisizligi egemenlestirip her türlü aldatmacayi kolaylastirabildiginin altini çiziyor: “Bu alandaki en içtenlikli çabalarin bile gülünç mü gülünç, acikli mi acikli durumlara yol açmasi, bir bakima kaçinilmazlasiyor. Ülkemizde, özellikle ‘sivil’ yurttaslarimizin ormanlarin korunmasina, agaçlandirma çalismalarina herhangi bir biçimde katilmasi ve/veya katkida bulunmasi da içtenliginden kusku duyulmayacak bir tutumdur kuskusuz.” ‘Orman kurmak sermayenin beklentisini karsilamaz' 1980’li yillarla birlikte, tipki fasizan ülkelerde oldugu gibi ülkemizde de bir agaçlandirma tutkusunun yesertilerek, sözgelimi her köyde “Atatürk Ormani” kurulmasi çabalarina girildigini ancak 6831 sayili Orman Kanunu’nun 57. maddesinde yapilan degisikliklere kimileri Anayasaya ve yasaya aykiri olarak saglanan ‘olaganüstü’ sayilabilecek desteklere karsin özel kisi ve kuruluslarin bu dogrultuda hemen hemen hiç bir çabaya girmedigini kaydeden Çaglar, “girmemistir, çünkü agaçlandirma yoluyla orman ekosistemleri olusturmak ve gerektigi gibi yönetmek özel sermayenin kisa ve orta dönemli beklentilerini karsilamaz” diyor. Gülünç planin gülünç uygulamalari Uygulamaya konulan Agaçlandirma Eylem Plani’ni “gülünç” olarak niteleyen Doç. Dr. Çaglar, uygulamanin sonuçlarinin kamuoyuna açiklanma biçiminin de gülünç oldugu belirterek Orman ve Su Isleri Trabzon Sube Müdürlügü’nün; “Seferberlik kapsaminda 2010 yilinda ”Her Bebek Için Bir Fidan Kampanyasi” baslatilarak ilimizde dogan her bebek adina bir fidan dikilecektir. Bu amaçla Il Müdürlügümüzce Trabzon Belediyesinden alan tahsis edilmistir. Bu sahada çocugu adina dikilen fidani görmek isteyenler, sahaya giderek rahatlikla fidanini bulabilecektir” seklindeki duyurusunu buna örnek göstererek, “Is bu türden açiklamalarin yapilabildigi bir noktaya geldiginde, sanirim söylenebilecek söz de pek kalmiyor. Çogu kisiye belki de ‘yaratici’ bir çaba olarak gelebilecek bu türden uygulamalar, adinda hem “milli” hem de “seferberlik” yakistirmalarinin bulundugu agaçlandirma ve toprak erozyonunu önleme amaçli bir hareket gerektigince ciddiye alinabilir mi? Alinabiliyor olacak ki AEP, Basbakan’in ve ilgili bakanin da katildigi ‘görkemli’ törenler ve büyük savlarla kamuoyuna açiklanmis. Illerde yine ‘görkemli’ törenlerle ve bu türden açiklamalarla uygulamaya konmustu. Bunlar denli olmasa da uygulama sonuçlari da ilgili bakan tarafindan kismen abartilarak, kismen de gerçek disi bilgilerlerle kamuoyuna açiklanmistir” görüsünü dile getiriyor.
Açiklanan rakamlar gerçegi yansitmiyorAgaçlandirma Eylem Plani ile 2,3 milyon hektarin agaçlandirilmasinin hedeflendigini animsatan Çaglar, açiklanan rakamlarin gerçegi yansitmadigini ileri sürdügü degerlendirmesinde, “dolayisiyla uygulama da 2,3 milyon hektar agaçlandirma yapilmamistir. Bu gerçek, ilgili bakanligin web sayfasinda yapilan açiklamalarda açiklikla sergilenmistir. Ancak yapildigi öne sürülen 2,4 milyon hektar çalismanin ne çalismasi oldugu ise belirtilmemekle birlikte yine de çok büyük bir çogunlugunun ‘rehabilitasyon’ oldugu söylenebilir. 2008-2010 döneminde gerçeklestirilen 1 milyon hektar ‘rehabilitasyon’, 165,7 bin hektar ‘erozyon önleme’ ve 18 bin hektar da ‘mera islahi’ çalismasinin tümünün, basta Orman Genel Müdürlügü olmak üzere dogrudan ilgili kuruluslar tarafindan yapilmis olmasi bu vargiyi pekistirmektedir” diyor. Agaçlandirma Eylem Plani’ni, ‘halksiz seferberligin eylem plani’ olarak niteleyen Çaglar, uygulamada bakanligin disindaki kisi, kurum ve kuruluslarin çalismalara katilma düzeyinin yüzde 3, 6 oraninda kaldigini, bir baska deyisle yasa kapsaminda seferberlige katilmakla yükümlü olan kurum ve kuruluslarin planda öngörülen yüzde 6’lik oranin altinda kaldigini belirtiyor. Yasananlar komedi dükkani gibi 1980’den sonra agaçlandirma ve toprak erozyonunu durdurma amaçli çalismalara da popülizmin sigliginin bulastigina deginen Çaglar, “Kimler nereye ne amaçla hangi agaç ve agaççik türlerini diksin; yeter ki diksin!” yaklasiminin giderek egemenlestigine isaret ederek, ilgili bakanlik ve birimlerin de bu çalismalarin ekolojik, teknik, ekonomik ve toplumsal gereklerini görmezden gelmeye basladigini söylüyor. Ne orman fakültelerinin, ne de ormancilik arastirma kuruluslari ile ilgili meslek örgütlerinin bu durumu sorgulamadigina deginen Çaglar, çesitli rakamlar vererek yapilan çalismalarin kiyasladigi degerlendirmesinde özetle su elestirileri siraliyor:“böylece agaçlandirma ve toprak erozyonu önleme çalismalarinin gerektigince etken ve islevsel olabilmesi de tümüyle rastlantilara kadi. Ülkemizde aldatmacalarin da ölçütleri degisti. Dolayisiyla ‘en büyügü’ ile ‘en küçügünü’, ‘en çirkini’ ile ‘en güzelini’, ‘en dogrusu’ ile ‘en yanlisini’ ayirt etmek de zorlasti. Siyasal iktidarin on yildir sergilemeye çalistigi, dogrusunu söylemek gerekirse çok da basarili oldugu görünüm, Sayin Tolga Çevik’in ‘Komedi Dükkâni’ni akla getiriyor. Yasamin her alanindan onlarca örnegi verilebilecek bu görünümün birisi de geçtigimiz yil sonuçlandirilan ‘Agaçlandirma ve Erozyon Kontrolü Seferberligi’ oldu. Dogrusu, gerçeklesmeler ve kamuoyuna yapilan açiklamalar karsisinda konuyu birazcik olsun bilenlere ‘pes’ dedirtebilecek bu ‘seferberlik’ de sonunda bitti. Kimlerin ‘derdi’, bilmiyorum ama bence sorgulamak gerekiyor: Ne amaçlanmisti; ‘seferberlik eylem plani’ nasil hazirlanmis ve nasil uygulanmis, sonuçlari ne olmustu? Belirtildigine göre hazirlanacak yeni eylem planinda ‘vatandaslara gelir getirici, ceviz, badem ve tibbi aromatik bitkiler’ de kapsama alinacakmis. Böylece, orman ekosistemlerinin meyve bahçelerine dönüstürülmesine yeni boyutlar kazandirilacak. Bu, sizce de hiç olmazsa bu asamada sorgulanmasi gereken bir gelisme degil midir?” Yusuf Yavuz
2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde kurumakta olan göllere dikkat çekildi..
2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde bir açiklama yapan Antalya Isparta Burdur Denizli Kas Platformu, kurumus ve kurumakta olan göllere dikkat çekti. Tehlikede olan göllerin siralandigi açiklamada yetkililer göreve davet edildi. Antalya Isparta Burdur Denizli Kas Platformu, 2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle bir açiklama yaparak kurumus ve kurumakta olan göllere dikkat çekti. Türkiye 30 Aralik 1993 tarihinde taraf oldugu Ramsar Sözlesmesi ile 2 Subat’in Dünya Sulak Alanlar Günü olarak belirlendiginin belirtildigi açiklamada, sözlesmenin “sulak alanlarin bulundugu bölgenin su rejimini düzenlenmesi, karakteristik bitki ve hayvan topluluklarinin; özellikle su kuslarinin barinmasina olanak saglamasi, ekonomik, kültürel, bilimsel ve rekreasyonel olarak büyük bir kaynak teskil etmesi; kaybedilmeleri halinde bir daha geri kazanilmasinin mümkün olmamasi nedeniyle sulak alanlarin kaybina neden olacak hareketleri önlemek amaciyla imzalanmis” oldugu kaydedildi. Türkiye’nin sulak alanlar bakimindan Avrupa ve Ortadogu'nun en zengin sulak alanlarina ülke oldugunun ve Türkiye’de 1 milyon hektari askin 250 civarinda göl ve sulak alanin mevcut oldugunun belirtildigi açiklamada, sorunlarla bogusmakta olan göllere çözüm bulunmasi gerektiginin alti çizildi. Açiklamada Türkiye’deki göllerin bogustugu sorunlar su sekilde siralandi:
“1-Susuz olanlar Antalya Karagöl, Girdev, Müren, Küçükgöl, Manay, Sarigöl, Kirkpinar, Keklicek, Nohut Burdur Genceli, Karadayi sazliklar, Kestel, Yazir, Akgöl, Mamak, Kurugöl, Beylerli, Karaevli, Heybeli Pinrabasi Isparta Alparslan Gölü Konya Sugla, Arapçayi Sumra, Güvenç gölü, Yarma batakligi, Hotamis sazliklar; Samsam Gölü, Aksehir Gölü, Karapinar Ovasi, Eregli Sazliklari, Mersin Aynaz Batakligi, Regma batakligi Hatay Amik Gölü 2-Yarisi kuru olanlar ve kuruma tehlikesiyle karsi karsiya olanlar Antalya Yamansaz, Çakalgölü (Bogazkent), Kocagöl-Bogazkent Kus Cenneti- Burdur Burdur gölü, Yarisli gölü, Karatas gölü Gölhisar gölü, Aci göl Isparta Egirdir gölünün kuzeyi Hoyran tarafi tehlikede, Kovada sularinda azalma Afyon Iscehisar gölü, mermer tozu ve mermer kirintilarindan büyük risk altinda.”
Antalya’daki Nohut Gölü’nün yüzde 36’dan fazlasinin susuz hale geldiginin ve Gölhisar Gölü’nün kurumakta olduguna deginilen açiklamada, 2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde göllerin hayat bulmasi için yetkililer göreve davet edildi. (soL - Haber Merkezi)
Su yoksa,ekmek de yok!
Resmi açiklamalarin can simidi olan 'küresel isinma' söylemi Türkiye'nin su politikalarindaki hatalarin üstünü örtmeye yeter mi? Dünyanin en fazla sulak alana sahip ülkelerinden biri olan Türkiye'nin, hatali politikalar nedeniyle 1960'li yillardan buyana 1 milyon 600 bin hektarlik sulak alan habitatini geri dönüsümsüz biçimde kaybettigi belirtildi. Van Gölü'nün yaklasik üç kati büyüklügündeki sulak alan kaybinin dogal yapiya müdahale sonucu ortaya çiktigini belirten SDÜ Ögretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Erol Kesici, 2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü dolayisiyla yaptigi açiklamada, suyun kötü yönetilmesinin kitlik ve felaketle sonuçlanacagi uyarisinda bulundu. Sulak alanlarin ve su kaynaklarinin en çok tahrip edildigi Göller Bölgesi basta olmak üzere Türkiye'nin degisik bölgelerinde 30 yildir bilimsel çalismalar yürüten Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Egirdir Su Ürünleri Fakültesi Ögretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Erol Kesici, 2 Subat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle yaptigi açiklamada, yanlis politikalar yüzünden 1960'li yillardan buyana Türkiye'nin kaybettigi sulak alanlarin Van Gölü'nün üç katina esit oldugunu söyledi. 'Sulak alanlar masrafsiz su fabrikalarimiz' Yakin geçmise kadar bataklik veya sazlik olarak tanimlanan sulak alanlarin, göl, nehir, taskin düzlükleri, tuzlalar, mercanlar ve deniz çayiri yataklarinin yani sira yasam için önemli katkilar sunan doga ve insan yapisi baska bir çok alani kapsadigini belirten Kesici, "sulak alanlar canlilarin yasamini sürdürülebilmesi için gerekli olan biyolojik çesitlilik kaynaklarimizdir. Bulunduklari bölgenin su rejimini dengelemede islev ve katkilar saglayan sulak alanlar içme suyunun yani sira tarim ve endüstride kullandigimiz suyun tek dogal ve masrafsiz fabrikalaridir. Sulak alanlar asiri yagislarda suyu yavas yavas yeraltina sizdirarak, hem yeralti suyunun artmasini saglar hem de günümüzde aci sonuçlariyla karsi karsiya kalinan sel baskinlarina ve firtinalara engel olur. Tortu ve zehirli maddeleri alikoyarak ya da besin maddelerini kullanarak suyu temizleyen sulak alanlar, karasal ve sucul ekosistem iç içe oldugundan en üst seviyede biyolojik üretimi gerçeklestirirler. Akarsu agizlarindaki sulak alanlar, suya çesitli kaynaklardan eklenmis olan organik madde yüklü tortu ve parçaciklari tutarak biriktirirler. Dolayisiyla erozyonla birlikte zengin besinlerin denize akmasi önlenmis olur" bilgisini verdi. 'Türkiye 3 Van gölü büyüklügünde sulak alanini kaybetti' Türkiye'nin 135'i uluslararasi önemde, irili ufakli yüzlerce sulak alana sahip oldugunu belirten Kesici, özellikle 1960'tan sora yaklasik üç Van Gölü büyüklügündeki 1 milyon 600 bin hektar sulak alan habitatinin geri dönüsü olmayacak biçimde kaybedildigini söyledi. Bataklik, sitma, tarim, baliklandirma, yerlesim, havaalani, çöp alani, yol ve turizm gibi sosyo-ekonomik kaygilar öne sürülerek ortaya konulan uygulamalarla neyin nereye ve neden yapilacagina iliskin bilimsel bakisin göz ardi edilerek sulak alanlarin kurutuldugu görüsünü savunan Kesici, "derelerin, çaylarin akisi ve yönleri degistirildi. Sulak alanlarin kiyi kenar çizgileri ihlal ve isgal edildi. Her yer gölet ve HES'lerle donatildi, donatilmakta. Sulak alanlarin beslenmesi sadece yagislara birakildi. Sulak alanlar kurudukça insanlar oralari isgal etti. Binlerce yildir kendi kendine yeten, yasayan dogal olusum; insan müdahaleleriyle son elli yilda yok edildi. Yollar, yamaçlar betonlastirildi. Topragin, birakin su tutmasini, nefes alamaz hale getirildi. Yüzey sulari tasinamaz ve depo edilemez oldu. Iste; yagislarda yerlesim alanlarinin sular altinda kalmasinin, bölgede insanlarin yazin yasam ve tarim alani, kisin ise göle dönmesinin nedeni de bu müdahaleler degil midir?" dedi. 'Su kötü yönetilirse kitlik ve felaket getirir' Istenmeyen sonuçlarla karsilasmadan önlemler alinmasi ve dogaya bilimsel yaklasilmasi gerektigini dile getiren Kesici, "suyun yatagini isgal edersen, dereleri çaylari kurutur, yönlerini insan istegine göre yaparsan, dere yatagina yerlesirsen su yatagini birakmaz. Su baskinlarinin nedeni; küresel isinma diyerek, isin içinden çikilamaz. Çünkü bu yerler önceleri ova degil sulak alandi. Bu olanlar; doganin degil insanin olusturdugu felakettir. Sulak alanlarin simdiki nesillere azami ve devamli yararlar sunabilecekleri ve ayni zamanda, gelecek nesillerin ihtiyaçlarini ve özlemlerini karsilayabilme potansiyellerini devam ettirebilecek sekilde koruma ve kullanilmasi gerekir/di. Unutulmamalidir ki yasamin kaynagi olan su iyi yönetilirse bolluk ve bereket, kötü yönetilirse kitlik ve felaket getirir” uyarisinda bulundu. Yusuf Yavuz Bursa’da selaleyi kurutan tesis dogayi savunan köylülere dava açti..
Bursa’nin Mustafakemalpasa Ilçesi'ndeki Suuçtu Selalesi'nin üst tarafina siseleme tesisi kuran sirket, tesise karsi çikarak dogayi savunan köylülere eylem yaptiklari için dava açti. Bursa’nin Mustafakemalpasa Ilçesi’ndeki Suuçtu Selalesi'nin üst tarafina siseleme tesisi kurulmasina tepki gösteren köylülere siseleme tesisi dava açti. bursadabugun.com’dan Rabia Deniz’in haberine göre Bursa 2. Idare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma karari verdigi siseleme tesisi, köylülere eylem yaptiklari gerekçesiyle dava açti. Siseleme tesisi 114 kisiye ayri ayri dava açarken, köylü mücadelesinden vazgeçmeyecegini belirtti. Mustafakemalpasa'nin ünlü Suuçtu Selalesi'nin üst tarafina kurulan siseleme tesisiyle ilgili mücadelesini yargiya tasiyan ve hukuk mücadelesini kazanan Sünlük Köyü sakinleri, bu kez de siseleme tesisinin kendileri hakkinda açtigi davayla karsi karsiya geldi. Suuçtu'nun su kaynagini bitirecegi gerekçesiyle aylardir siseleme tesisinin kapatilmasi için mücadele eden köylüler bu kararla sok oldu. Bursa 2. Idare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma karari verdigi siseleme tesisi, köylülere eylem yaptiklari gerekçesiyle dava açti. Siseleme tesisi 114 kisiye ayri ayri dava açarken köylüler, mücadelesinden vazgeçmeyecegini bir kez daha yineledi. Köylüler vazgeçmiyor Dallica Köyü Muhtari Fikret Yavuz ve Kayabasi Köyü Muhtari Ibrahim Sahin'in köylüler adina açtigi davanin ardindan Bursa 2. Idare Mahkemesi yürütmeyi durdurma karari verdi. Isletmenin su kaynagini kullanarak Mustafakemalpasa'da 19 köye su tasiyan Suuçtu Selalesi'ni kurutacagini savunan bölgedeki köylüler, baslattiklari hukuki mücadeleyi kazanmis oldu. Bu durumun ardindan ise Siseleme tesisi yöneticileri, traktörlerle yolu kapatarak eylem yaptiklari gerekçesiyle 114 köylüye dava açti. Bu davanin kendilerini yildirmayacagini belirten Sünlük Köyü sakini Necdet Atli, 114 kisinin de adliyeye giderek kararli durusunu bir kez daha ortaya koyacagini söyledi.
Yapisal kriz: Orta vadede öngörülemeyen olgular –Immanuel Wallerstein..1 Subat 2013 Sistemsel geçis sürecinde öngörülemez üç durum mevcut. Bunlar; iklim degisikligi, salgin hastaliklar ve nükleer savaslar…
Daha önce kapitalist sistemin neden bir yapisal kriz içinde oldugunu ve bunun neden iki alternatifli sonuçlardan birinin galip gelecegi dünya çapinda bir politik mücadeleye yol açacagina degindim. Biri kapitalizmin bütün kötü özelliklerini (hiyerarsi, sömürü ve kutuplasma) sürdüren kapitalist olmayan bir sistem, digeri ise göreli demokratik ve göreli esitlige dayali bir sistemin temelinde yatan, daha önce hiç var olmamis bir sistem. Fakat sistemsel geçis sürecinde öngörülemez üç durum mevcut. Bunlar modern dünya sisteminin tarihsel gelisiminin kökenlerinde yatan ve gelecek yirmi ila kirk yilda dünya çapinda politik mücadeleler açisindan kestirilemeyen sonuçlarla birlikte oldukça yikici sekilde “patlayabilecek” olan üç görüngüyü olusturmakta. Bu öngörülemez üç durum iklim degisikligi, salgin hastaliklar ve nükleer savaslar. Bunlar insanlik için tasidiklari tehlikeler açisindan degil fakat felaketin zamanlamasi açisindan öngörülemez. Bu öngörülemez durumlarin her birine dair bilgimiz derin fakat bu meseleleri (ki tam olarak ne olacagiyla ilgili emin olabilecegimize inanmiyorum) ciddi biçimde çalismis olanlarin görüslerinde bile yeteri kadar farkliliklar ve belirsizlikler mevcut. Her birini sirasiyla tartisalim. Iklim degisikligi, politik ve ideolojik nedenler dolayisiyla bu gerçekligi reddedenler disinda sorgulanamaz bir gerçeklik. Dahasi iklim degisikligine yol açan her sey yavaslamaktan ziyade hizlanmakta. Varlikli olan ve varlikli olmayan devletler arasinda iklim degisiklikleri konusunda ne yapilmasi gerektigiyle ilgili politik farkliliklar karsisinda riskleri yumusatacak bir anlasmaya varilmasi imkansiz görünüyor. Fakat dünyanin ekolojik karmasasi o kadar muazzam ve bu iklim degisiklikleri o kadar büyük ki ne türden yeniden uyum saglamalarin ortaya çikacagini bilemeyiz. Öyle görünüyor ki su seviyesi artacak, ki simdiden artiyor, ve bu durum genis toprak alanlarini su altinda kalmayla tehdit ediyor. Ayrica öyle görünüyor ki dünyanin çesitli bölgelerinde ortalama sicakliklar degisecek, ki simdiden degisiyor. Fakat bu, tarimsal üretimin ve enerji kaynaklarinin konumunun, siddetli zararin diger bölgelere “dengelenmesi” seklinde farkli bölgelere kaymasiyla sonuçlanabilir. Ayni sey salgin hastaliklar için de geçerli. Son yüz yil veya daha fazlasinda dünyadaki ilaç miktarinin “ilerlemesi”, beraberinde kontrol altinda olan pek çok hastaligi getirdi. Bu da es zamanli olarak insanligin kadim düsmani olan, medikal güçlerin mücadele etmek için oldukça zorlandigi bakterilerin daha dirençli olmasinin ve yeni türden hastaliklarin ortaya çikmasinin yeni yollarini bulmasina yol açti. Diger yandan bakterilerin bazen insanligin en iyi arkadasi olabilecegini ögrenmeye basladik. Bir kez daha tekrarlarsak, bilgimiz muazzam görünmekte fakat her sey söylendiginde ve yapildiginda bilgimizin acinacak derecede küçük oldugunu görürüz. Zamana karsi bu yarista ne kadar hizli ögrenecegiz? Ve hayatta kalmak için ne kadar unutmamiz gerekiyor? Son olarak bir de nükleer savas var. Gelecek on yil veya fazlasinda nükleer silahlanmada kayda deger bi artis olacagini savunmustum. Devletler arasi savas hali açisindan bu durumu bir tehlike olarak görmüyorum. Aslinda, durum tam tersi. Nükleer silahlar esasen savunma amaçli oldugu için devletler arasi savas ihtimalini artirmak yerine zayiflatmakta. Ancak tahmin edilemez birkaç olgu mevcut. Devlet olmayan aktörlerin motivasyonlari muhakkak ayni degil. Ve süphesiz bu türden (nükleer) silahlari (bunlarin yani sira kimyasal ve biyolojik silahlari) ele geçirmek ve kullanmak isteyenler bulunmakta. Buna ek olarak birçok devletin bu silahlari gasptan ve satistan korumadaki yetersizlikleri bu silahlarin devlet olmayan aktörler tarafindan ele geçirilmesiyle sonuçlanabilir. Sonuç olarak, bu silahlarin asil kullanimi bazi sahislarin elinde. Ve “hilekar” (bir Dr. Garipask* kurgusu) bir devlet birimi olasiligi asla gözardi edilemez. Dünyanin yeni bir dünya-sistemine küresel geçise direnmesi veya bu felaketlerin olmadigi sistemlerin meydana gelmesi kuvvetle muhtemel. Fakat ayni zamanda tersi de mümkün. Ve eger dünya bu dönüsümü engellerse, yeni dünya-sisteminin bu felaketlerden herhangi birinin gerçeklesme ihtimalini azaltmak amaciyla türlü önlemler almasi da mümkün. Elbette, neler olacagini görmek için öylece oturup bekleyemeyiz. Bu üç tahmin edilemeyen olgunun “patlama” ihtimalini en aza indirmek için su an için elimizden gelen önlemi almamiz gerekiyor. Bununla birlikte, modern dünya-sistemi içinde bulundugumuz sürece politik olarak basarabileceklerimiz sinirli. Iste bu nedenle onlara tahmin edilemez olgular diyorum. Gerçekte ne olacagini ve bunun dönüsüm üzerine olacak etkilerinin neler oldugunu tahmin edemeyiz. Açikliga kavusturacak olursam; bu tehlikeli olusumlardan hiçbiri yapisal dönüsüm sürecini nihayete kavusturmayacak. Fakat mücadele içindeki politik güçlerin dengesini ciddi olarak etkileyebilir. Bu türden tehlikeler karsi birçok insanin verecegi temel tepkinin asiri korumaci ve dislayici bir sekilde içe çekilme olacagi simdiden açikça görülmektedir, dolayisiyla bu durum baskici bir sistem kurmak isteyenlerin elini güçlendirecek (kapitalist olmayan bir sistem olsa bile). Bu egilimi simdiden her yerde görmekteyiz. Bu göreli demokrat ve göreli esitlikçi bir sistem isteyenlerin neler olduguyla ilgili daha net olmasi ve bu egilime karsi koyacak politik stratejiler gelistirmek için daha gayretli çalismasi gerektigi anlamina gelmekte. * Dr. Garipask: Stanley Kubrick filmi. Filmde Amerikan haberalma ve genelkurmay noktalarinda bulunan bir dizi önemli kisinin içine düstügü yanlisliklar zinciri sonucunda dünyanin bir atom savasina nasil sürüklendigi anlatilmaktadir. [Binghamton.edu adresindeki Ingilizce orijinalinden Pinar Atalay tarafindan Sendika.Org için çevrilmistir] ILGILENENLER IÇIN : http://tabiatkanunu.wordpress.com/ Merhaba, Geçtigimizin günlerde gündeme gelen ve su siralar mecliste görüsülmeye baslanacak olan Tabiati ve Biyolojik Çesitliligi Koruma Kanunu Tasarisi'ndan bir sekilde büyük bir çogunlugumuzun haberi olmustur. Konu ile ilgili komisyon raporunahttp://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss297.pdflinkinden ulasabilirsiniz. Raporu hazirlayan komisyonun çalismasekli, raporda yer alan muglak ifadeler ve de mevcut hükümetin ranta dayali çevre politikalari düsünüldügünde bu kanunun ismine ters bir biçimde dogaya ve biyoçesitlilige bir tehdit olusturucagi açiktir. Bu tehlikeli kanun tasarisinin kanunlasma süreci sivil toplum örgütleri tarafindan olusturulmusTabiat Kanunu Izleme Girisimi tarafindan takip edilmektedir ve bu olusumun web sitesi ( http://tabiatkanunu.wordpress.com/) araciligiyla konuyla ilgili kamuoyu olusturulmaya çalisilmaktadir. Bugün(26/02/2013) yapilan ekoloji alt grubu toplantisinda Biyogen'in de bu olusuma dahil olarak, tartisarak, arastirarak, bildiriler hazirlayarak bu süreci takip etmesi ve de konuyla ilgili kabul edilebilir bir kanunun hazirlanmasinda katkida bulunmasi gerektigini düsündügümüz kararina vardik. En yakin genel toplantida bu konunun da gündeme dahil edilmesini istiyoruz. Iyi aksamlar. Batu "ODTÜ Biyoloji ve Genetik Toplulugu" Ortadogu'da 'su savaslari' tehlikesi.. Türkiye dâhil Ortadogu'nun bazi bölgelerinde büyük miktarlarda tatli su kaybi saptandi. Amerikan Havacilik ve Uzay Dairesi (NASA), bölgede yasanan ikinci büyük su kaybindan söz ediyor. Amerikan Havacilik ve Uzay Dairesi NASA'nin 2003-2013 yillarina ait uydu görüntüleri Ortadogu'da büyük miktarda içme suyu kaybi oldugunu gösteriyor. Arastirmacilar Türkiye, Suriye, Iran ve Irak'ta Dicle ve Firat nehirleri havzalarinin bulundugu bölgede su rezervlerinde 144 kilometreküplük azalma tespit etti. Tatli su depolarindaki toplam kaybin Lut Gölü büyüklügünde oldugu belirtildi. Sonuçlari Amerikan Jeofizik Birligi'nin "Water Resources Resarch" adli bilim dergisinde cuma günü yayimlanacak olan arastirmada, Hindistan'in kuzeyi ve etrafinda 2002-2008 arasinda kaydedilen tatli su kaybindan sonra bunun bölgedeki ikinci büyük su kaybi olduguna dikkat çekildi. NASA, 2007'de yasanan kuraklik, su kaynaklarinin kötü kullanimi, nüfus artisi sonucu su ihtiyacinin artmasinin bu sonuca yol açtigini kaydediyor. NASA'nin arastirmasi Ortadogu'da içme suyunun azaldigi ve gelecekte bazi ülkelerin su sikintisi çekecegi kaygilarini hakli çikariyor. Dünya Bankasi da Doha'da düzenlenen iklim zirvesinde, gelecek yillarda Ortadogu ile Kuzey Afrika'nin bazi bölgelerinde su eksikliginin baslica sorun haline gelebilecegi konusunda uyarida bulunmustu. Çesitli istihbarat birimleri, su kaynaklari üzerindeki anlasmazliklarin önümüzdeki 10 yil içerisinde savaslarin en temel sebeplerinden biri olacagi öngörüsünde birlesiyor. Özellikle 2022 yilindan sonra Ortadogu, Asya ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde, su kaynaklarina erisim yollari üzerindeki denetimin savas sirasinda bir silah niteligi kazanacagi ve terörizm araçlarindan biri haline gelecegi tahmin ediliyor.
Haberi Ekleyen: Ali Dursun
Bu haber 1821 defa okunmuştur.
Paylaş
|
GÖRELE ' DE HAVA DURUMU
RÖPORTAJ
Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi
|