29 Ocak 2010, 04:23
SOL NE YAPMALI, NE YAPMAMALI?
SOL NE YAPMALI, NE YAPMAMALI?
Sosyalist sol ne yapmali, nasil yillardan bu yana içinde oldugu buhrandan kurtulmali? Sosyalist solun belki onyillardir cevap aradigi sorunlardan birisi bu. 12 Eylül öncesi sahip oldugu güç ve etkiyi yeniden kazanmak için yillarca tartisti, konustu, bedeller ödedi, birlikler yapti ancak Eylül öncesi o noktaya henüz gelemedi. Sovyetler Birligi’nin çöküsünün tüm dünyada yarattigi depresif etkinin üzerine 12 Eylülün karsi devrimci etkisini ekleyen sosyalist sol hâlâ derin bir girdabin içinde. Belki bu girdaptan bir türlü kurtulamamis olmanin verdigi ruh haliyle olsa gerek siklikla “yeni seyler söylemek lazim”, “sosyalist sol güçler yenilikçi olmali”, “eskiyi tekrar etmekle yetinmemeli” deniyor. Geçenlerde yeni kurulacak olan sol partiye iliskin “yeniliklerle bezeli” bir yazi okudum, sanirim Ahmet Insel’e ait bir yaziydi. Her ne kadar yenilikten bahsediliyor olsa da meselenin konus tarzi pek yeni bir sey olmadigini gösteriyor. Solun gelensel sinifçi söylemden kurtulmasinin gerekliligi ve sinifin yerine tüm toplumun ikame edilmesinin gerektigi anlatiliyor ve yeni bir sol partinin bu düsturla kurulmasinin gerekliligini söylüyor. Onlar için yeni olan seyin Avrupa’da 30-40 yildir, Türkiye’de de ÖDP’nin kurulusundan bu yana uygulanmaya çalisildigini, ancak yeni ve kayda deger bir sonuç alinmadigini biliyoruz. Bu perspektifle kurmaya çalistiklari parti Mustafa Sönmez’in hakli deyimiyle “ne yeni ne de sol” bir nitelige sahip. Bana göre sol, sinifçi bir söyleme kiskançlikla sahip çikmak zorunda, tüm siyasal meseleleri sinif prizmasindan kirilarak ele almak zorunda. Bu açidan yeni sol particilerle radikal bir farkliliga sahip oldugumuzu belirtelim. Peki bu kadar uzak durulmasi ögütlenen “sinifçi söylemin”in geri planinda kimler var, sinif dedigimiz seyi kimler olusturuyor? Mavi yakalilar, beyaz yakalilar, issizler, giderek büyüyen hizmet sektöründe çalisanlar, mülksüzler, en alttakiler, neoliberal saldiri politikasindan en fazla etkilenenler... Bu kesimin Türkiye’deki en genis kesim ve nesnel olarak en devrimci kesim oldugu sugötürmezdir. Bence sol bir hareket kendini bu kesimler üzerine kurmali ve onlarin çikarlari dogrultusunda bir gelecek için çaba göstermeli. Sorun sinifçi bir siyasal söyleme sahip olmak degil, indirgemeci bir sinif algisina sahip olmak. Kadin sorununu da, ulusal sorunu da bir sinif sorunu biçimine indirgemek. Diger yandan sahip olunan sinifçi söyleme ragmen sinifin örgütlenmesi noktasinda sinifta kalmak. Esasen sorun, yeni sol particilerin sandigi gibi sinif temelli bir söyleme sahip olmak degil, bu tür bir söylemin gerektirdiklerini yapamamaktir. Bizim basarisizligimizin sebebi bundan baska bir sey degil. Yeni sol particiler sinif söylemine mesafeli duruyor, bir diger kesim solcu da bu islerle beyhude zaman kaybetmenin anlamsizligina isaret ediyor ve içimizdeki gizli sosyal sovenizmi de teshir ederek bizi BDP’ye çagiriyor. Sinifçi söylemin birindeki karsiligi indirgemeciliktir, bir digerindeki karsiligi Kürt sorununda vazifelerimizden kaçmak. Yani sinif diyorsaniz yeni solculara göre daraltici ve indirgemeci bir tutuma sahipsiniz, digerlerine göre de gizli bir sosyal sovensiniz. Bu iki siyasal yaklasim birbirinin siyasal ruh ikizi gibi. Biri sinifin demode oldugunu söylüyor, digeri sinifla ugrasip zaman kaybetmenin, “örgütleyecegim” diye milliyetçi bir içerikle donanmis sinifla zaman kaybetmenin anlamsizligina ve içerdigi gizli sosyal sovenizme isaret ediyor. Her ikisi de içerdikleri devrimci potansiyeli muazzam olan bir kesimden liberal ve elitist bir uzak durus hali içinde yol aliyorlar. Solda birbirine zitmis gibi duran iki siyasal yaklasim birbirine siniftan uzak durmak noktasinda güç tasiyor, bu arada Tekel vb. direnisler kendi mecrasinda ve sikça da ulusalci sol akimlarin etkisine açik bir biçimde akip gidiyor. Peki sonrasi? ÖDP’de geçirdigimiz 5 yillik zaman diliminde en çok tartistigimiz ve bir türlü anlasamadigimiz konularin basinda Kürt meselesi ve isçi sinifina yaklasim meselesi geliyordu. ÖDP’nin çogunlugu olan özgürlükçü solcular, Kürt sorununu ülkenin siradan sorunlarindan birisi olarak görüyordu. Biz ise en önemli sorunu olarak görüyorduk. Onlar Kürt sorununu, sorunlardan biri olarak gördükleri için Kürt hareketiyle özel bir ittifak biçimini savunmuyorlar, hatta sorunun içerdigi risk ve tehlikeler nedeniyle mümkün mertebe uzak durmaya çalisiyorlardi. Biz ise, “sorunlarin sorunu” olarak gördügümüz için Kürt özgürlük hareketiyle öngördügümüz ittifaka stratejik bir nitelik atfetmekteydik.(1) Bu nedenle de onlarla bir kader birligi yaptik. ÖDP’nin çogunluk grubunun “isçiciligi”, pratikte Kürt sorunundan uzak durmak için bir manivela görevi gördü. “Yüzünü sosyalizme dönmüs” olan parti isçi sinifini muhalefet güçlerinden biri olarak gördü ve isçi sinifini yesiller, feministler vb. gibi algiladi. Biz ise partinin, isçi sinifinin egemen bir sinif olarak örgütlenmesine yönelik bir perspektife sahip olmasinin gerekliligini savunduk. Çünkü isçi sinifi bize göre, bugün oldugu gibi dün de en devrimci sinifti. ÖDP, iki cami arasinda binamaz kaldi. Kürtlerden, isçilerden, ezilen ve horlananlardan uzak bir orta sinif partisi olarak birbiri ardina parçalanmalar yasadi ve zayifladi. ÖDP, Kürt sorunu ve isçi sinifi sorununu yanlis bir denklemle ele aldi. Adeta birbirine karsit olgularmis gibi gördü. Bu nedenle, bu olgular tekil olarak dogru degerlendirilemedigi gibi, beraber olarak politik sinerji yaratacak biçimde de ele alinamadi. SDP’nin ilk döneminde programatik olarak ÖDP’nin çok ilerisinde bir siyasi hat olusturduk. Isçi sinifinin egemen bir sinif olarak örgütlenmesini amaçlayan partimiz, bu yolda Kürt özgürlük hareketiyle stratejik ittifaki olmazsa olmaz olarak gördü ve iki halkin mücadele birligini savundu. Savundugu bu politikalari militan bir zeminde israrla savundu ve savunmakta. Ne yazik ki SDP, yasadigi krizler sonucu bu hedefinden uzun bir süre uzak kaldi. SDP kendini, isçi sinifindan uzak, Kürt özgürlük hareketine mesafeli, ihtilalci bir zemine dayanmayan sol anlayislarin elestirisi üzerine kurdu. Böyle örgütlenmeye çalisti ve bugün bunu bir ölçüde basardi. ÖDP’nin kurulusundan bugüne, yaklasik 15 yillik bir sürenin geçmis olmasina karsin hâlâ birçok çevrenin Kürt sorunu ve isçi sinifi sorununu devrimci bir denklemle birlestiremedigini görüyoruz. ÖDP deneyiminden ders çikarilamamis olmasi gerçekten üzücü. Reel durumda kimi siyasal anlayislar, Kürtlerden uzak durmanin teorisini yapiyor. Kimi isçi sinifinin “tarihsel önemi masalinin” sona erdigini savunuyor ve onun yerine tüm toplumu ikame ediyor. Yeni sol partiler kurmaya çalisiyor. Kimisi bu memlekette sosyalistlerin bir kadavraya dönüstügünü iddia ediyor, sosyalistlerin beceriksizliginden dem vuruyor ve zaten isçilerin sovenist politikalardan etkilendigini de öne sürerek, onlarla ugrasmanin beyhudeliginden bahsediyor. BDP’ye katilarak bu sorunlarin çözüme baglanacagini iddia ediyor.(2) Bu anlayislar, enternasyonalist bir perspektifle isçi sinifini örgütleme mücadelesinin, tarihsel ya da konjonktürel sebeplerle karsisinda duruyor. Isçi sinifini örgütleyecegim diyenlerin bir kismi, isçilerdeki soven önyargilarla mücadele etmiyor tersine isin kolayina kaçiyor ve bu kanilari güçlendirecek tutumlar gelistiriyor. Kürt meselesini önemsiyorum diyenlerin bir kismi, isçi sinifi içindeki soven önyargilara karsi barikat olusturup isçileri ikna etmek ve örgütlemek yerine böyle bir ihtiyaç yokmus gibi davraniyor. Bu durumda enternasyonalist bilinç ve donanima sahip bir sinif hareketinin yaratilmasi, bu amaçla yan yana gelebilecek kesimlerin birliginin saglanabilmesi hayati öneme sahiptir. Evet bu görev geçtigimiz yillar boyunca basarilamamistir. Ancak basarisiz olmak bu temel siyasi görevlerden feragat etmeyi ya da bu görevleri bypass ederek kisa yoldan hedefe ulasmaya çalismayi hakli kilmaz. Sinif mücadelesinde kisa yol yoktur. Bu zamana kadarki basarisizliklarimiza ragmen hatalarimizi görüp yeniden bu görevleri basarmak için çalismak zorundayiz. Komünizme gidis yolunda reel sosyalizmin basarisizligi bizi sosyalizm hedefinden uzaklastirmaz ya da sosyalizmi bypass ederek baska kisa yollar aramiza neden olmaz, olsa olsa hatalarimizi yeniden ele almayi gerektirir. *** Metropol kentlerde son 20 yildir ciddi bir dönüsüm yasaniyor. Bu dönüsümün esasini neoliberal ekonomi politikalari ve süren kirli savas olusturuyor. Neoliberalizm sinifin bilesimini, sendikal mücadeleyi, sinifin örgütlülük düzeylerini radikal biçimde degistirmis durumda. Süren kirli savas ise, yakilan ve bosaltilan köy ve mezralardan milyonlarca insanin metropollere akin etmesine yol açti. Bu insanlar en kötü isleri en ucuza yapmaya basladilar. Neoliberal politikalar için hazir güvencesiz emekgücünün kaynagini bu kesimler olusturdu. Ciddi bir enformel isçi sinifi meydana geldi. Enformel isçi sinifinin agirlikli kesimini bugün savas ve çatismalar içine dogmus ve Kürdistan’dan göçmek zorunda kalmis olan ailelerin genç üyeleri olusturuyor. Bu kesim yalniz en ucuza çalismiyor ayni zamanda sendikal haklardan alabildigine uzak “en alttakileri” temsil ediyor. Bütün isçi sinifi içinde böyle bir enformel kesimin meydana gelmis olmasi isçi sinifinin bütününü derinden etkiliyor. Sendikali, görece daha iyi maaslar alan isçi kesimleri, enformel sektördekileri yer yer bir tehdit olarak görüyor, yer yer de neoliberal politikalarin sonuçlari itibariyla bu kesimlere yaklasiyor. Bu genç Kürt isçiler ayni zamanda ciddi bir devrimci dinamizme sahipler, bütün kitle gösterilerinde en militan tutumu takiniyorlar ve ayni zamanda ulusal hassasiyetlere sahipler. Ancak bu kesimler ayni zamanda isçi ve isçi olmaktan kaynaklanan çeliskileri en fazla yasayanlar. Bir bakima ulusal ve sinifsal öfkeyi birlikte tasiyorlar. Militan eylemlerde sinifsal semboller, milliyetçi semboller kadar siddetle hedef aliniyor. Fakat bu kesimler geleneksel olarak legal Kürt partileri tarafindan örgütlenemiyor, ulusal demokratik ajitasyon tek basina yeterli olmuyor. Formel sektördeki Kürt isçiler açisindan da durum daha farkli degil. Batida bir seçim propagandasinda Sisecam fabrikasinda çalisan Kürt bir isçinin dedigi biçimiyle “Kürt olan bizler için oldugu kadar isçi olan bizler için de bir sey söylememizi” bekliyorlar. Böyle bir propagandadan yanalar. Isçi sinifinin diger kesimleri ise karsi devrimci politik etkinin altinda var olma mücadelesi veriyor. Isçi sinifindan uzak duran elitist yeni sol anlayislarin, Kürt meselesinden uzak duran milliyetçi sol hareketlerin ne isçi sinifinin birligini saglayabilmesi ne de çogunlugu Kürt olan enformel isçi sinifini örgütleyebilmesi olanaklidir. Ancak bu kesimleri BDP’ye kadar olan partiler örgütlemekte basarili olamadilar. Seçim süreçleri bu saptamayi kanitlamaktadir. O zaman Kürt hareketinin tarihsel ve siyasal birikimini ve kitleselligini, Türkiye sosyalist hareketinin enternasyonalist kesimlerinin tarihsel siyasal birikimiyle harmanlayacak bir araca ihtiyaç var demektir. Bu araç bir yandan Kürt sorununun barisçi ve demokratik çözümü için mücadele ederken ayni zamanda enformel sektör basta olmak üzere, tüm isçi sinifinin birliginin saglanmasi ve devrimci bir perspektifle örgütlenmesi için çaba sarfetmelidir. BDP’nin batida sovenizmin etkisi altinda kalan Türkler içinde yapamadigi baris çalismalarini elde edecegi sinerji ve sinif destegiyle yapmaya aday olmalidir. Demokratik bir mücadele programiyla kurulacak böyle bir araç kisa sürede tüm ezilenlerin ortak adresi haline dönüstürülmelidir. Kürtlerin ve Türklerin stratejik ittifaki felsefesiyle kurulan böyle bir araç baris ve demokrasi mücadelesinin öncü gücü olmalidir. Seçim sath-i mailine girmis durumdayiz. Yillardan beri tüm seçim çalismalarina geç basladik. Seçmenlerimizden bu konuda hakli elestiriler aldik. Böyle bir çalismanin en etkin gücü olan BDP kongresinin hemen ardindan, tüm muhalif kesimleri böyle bir perspektifle yan yana getirebilecek bir çalismaya ivedilikle baslamak gerekmektedir. Zaman kisalmaktadir. Bu süreçte yapilacak en önemli hata kapsayici olmayacak önerilerin tartistirilmaya devam ettirilmesidir. Böyle bir çalismanin adinin ne olacagi önemli degildir ama felsefesi bir çati partisi felsefesi olmalidir. Gerekirse DBH yeniden de ele alinabilir. Yok, eger BDP bir çati biçiminde örgütlenecekse, BDP’nin örgütsel ve politik olarak radikal biçimde yeniden ele alinmasi gerekecektir.(3) Ancak bu defa salonlarda uzun süren tartismalar üzerinden degil, giderek isinmaya baslayan seçim çalismalari üzerinden bu süreç devam ettirilmelidir. Böyle bir felsefe ile yola çikarsak, yalnizca daha önce elde ettigimizden daha büyük bir basari elde etmis olmayiz, ayni zamanda Türkiye ve Kürdistan devrimlerine giden yolda tarihsel bir devrimci birlikteligin saglam bir adimini da atmis oluruz. NOTLAR (1) Parti 28 Subat’in öngünlerinde bu tutumunu “ne refahyol ne hazirol” sloganiyla özetlemekteydi. Bu korkunç yanilgi bugün balyoz darbe planlari vesilesiyle bir defa daha ortaya çikti. O günlerde siyasal Islamci gösterilerin önemlice bir kisminin ardinda askerlerin oldugunun kanitlanmasi tarihen partinin bu tutumunun hatasini gösterdi. Askeri tehdit her zaman Islami tehditten fersah fersah ilerdeydi ve her iki riski bu tür bir sloganla esitlemek zimnen askerin arkasina dizilmek anlamina geliyordu. (2) BDP’ye dayanisma amaciyla katilimi tartismanin disinda tuttugumu tekrar ifade etmek isterim. Böyle bir konjonktürde, aydinlarin, demokratlarin böyle bir destek sunmalari önemli bir siyasal tutumdur ve desteklenmelidir. (3) Bu durumda HADEP, DEHAP, DTP gibi ayri bir partiye ihtiyacin olacagi öngörülmelidir. RIDVAN TURAN
Haberi Ekleyen: Ali Dursun
Bu haber 826 defa okunmuştur.
Paylaş
|
GÖRELE ' DE HAVA DURUMU
RÖPORTAJ
Murat Kul ile balıkçılık üzerine söyleşi
|