Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Eski(meyen) Sesler, Tınılar


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 11 Haziran 2017
Geçerli Tarih: 22 Kasym 2024, 03:43
Site: Görele Sol Platformu
URL: https://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=24352


ESKI(MEYEN) SESLER, TINILAR[*]

 

TEMEL DEMIRER

 

“Asil müzik gerçegin kendisidir.”[1]

 

Evveliyle Ruhi Su’dan, sonrasiyla Sezen Aksu’ya birçok sesi dinlemekle kalmayip; tinilarini da terennüm ettim.

“Müziksiz hayat hatadir,” diyen Friedrich Wilhelm Nietzsche’in, “Müzik, belirli bir kültürün topraginda yesermesini bilen tüm sanatlardan kaynaklanir, topragin derinliklerinde oldugundan da geç boy atar ve bitkilerin sonuncusu olarak çikar gün isigina,” notunu da kulagima küpe ettim.

Milattan önce 551’de dogan Çinli filozof Konfüçyüs’ün, “Eger birisi, bir kralligin iyi yönetilip yönetilmedigini, ahlâkinin iyi olup olmadigini bilmek isterse, cevabi o kralligin müzigini dinlemekle bulacaktir,” sözlerini de hiç mi hiç unutmadim.

Daha birçok sey siralayabilirim. Ama uzatmadan diyecegimi diyeyim: Müzik yalnizca bir haz araci degildir. Müzik, elbette haz yaratir; ama sonuçlarindan biri de -ve bana göre en önemlisi- zorunlu olarak toplumsal olmasidir.[2]

Evet, evet müzik, insani ve toplumlari gelistiren en önemli etkenlerden birisiyken; ‘Titanik’ filmindeki, gemi batmakta ve herkes bir yere kosusturmaktayken müzisyenler hâlâ çalmaya devam ettikleri sahne müzigin ne oldugunu yeterince net anlatir.

“Müzik insani gelistirir,” demek yetmez. Eksiktir. Müzik insani yeniden yaratir.

Örnegin Volga mahkûmlari müzigin gücünü anlamislardi. Onlar küreklere asilirken haykirdiklari türkülerden güç aliyorlardi.

New Orleansli siyahi köleler pazara toplandiklarinda ayaklarini vurarak yarattiklari ritimle cazi yaratiyorlardi. Memphis’te hüznün depresyonu blues’la dile getiriliyordu. Ayni yerde Elvis Presley rock and roll ile yeni bir tarz yaratiyordu.

“Burasi M(H)us’tur,/ yolu yokustur,/ giden gelmiyor,/ acep ne istir,” türküsü de uzun seferberliklerin siradan insanlara yarattigi aciyi yansitip, resmediyordu.

Dogasi geregi yasamdan, sokaktan beslenen müzigin yer yer, zaman zaman müzik olmaktan çikip bir gürültü olabildigi de ayri bir vakiadir;” “Bizde kötü müzik baskin çikiyor, kötü müzik egemen ve basat!”[3] diyen Cenk Özbay’in saptamasindaki üzere… Ya da alaturcada Ahmet Özhan, teknoda Habibe, popta Ismail YK’nin favori olmasi gibi… Veya William Shakespeare’in, “Bu türkü tacirlerini dinlemektense, kedi yavrusu gibi miyavlarim, daha iyi,” sözlerinin anlattigi üzere…

Kötüye mahkûm degiliz; daha iyisini yapabiliriz; yeter ki eski(meyen)leri unutmayip, unutturmayalim…

* * * * *

Mesela… Salzburg denince akla ilk gelen Wolfgang Amadeus Mozart...

Salzburg, Onun 35 yillik yasamina 600’den fazla eser sigdiran kenttir.

Albert Schweizer’in, “Bütün dâhîler göklere uzanir; Mozart ise gökten inmistir”; müzikbilimci Curt Sachs’in, “Anlam, dogallik ve nitelik ugruna biçim güzelligi bir yana itilmedigi gibi, dogaya yakinlik ve içerik de bos bir göz boyamacilik ya da seçkinlik ugruna harcanmamistir. Güzellikle niteligi, hüzün ile gülmeceyi, sahneyle müzigi, çalgilarla insan seslerini, ezgiyle çokseslilik tekniklerini birlestirmis olan Mozart, müzik tarihinin mutlu çaginda deyis terazisinin kefelerini dengede tutmak için yaratilmistir sanki,” diye tanimladiklari O; Fransiz Devrimi’nden 33 yil önce dogdu ve devrimden iki yil sonra da öldü; XVII. yüzyil Aydinlanmasi’nin Avrupa’yi saran toplumsal/ siyasal havasini soludu…

Fransiz Aydinlanmasi’nin ürettigi devrime giden yolun rüzgârini sevinerek karsilayan, ayrica “Alman Aydinlanmasi”nin düsünürü Kant’in “Aydinlanma Nedir?” baslikli makalesinin etkisinde kalan Mozart, 1781’de yillardir hizmetinde müzikçi olarak çalistigi Salzburg Baspiskoposu Colloredo ile çatisip, ona “Pis papaz!” diyerek saraydan ayrilmisti. Böylelikle de Mozart, Avrupa kültür tarihinde soylularin egemenligini hiçe sayarak bagimsizligini ilân eden ilk müzikçi olmustu.

Olayin bu yönü önemliydi. Çünkü XVIII. yüzyilda feodal efendilerin gözünde müzikçi, bir “saray hizmetlisi”ydi. Finkelstein’in nitelemesine göre, “Mozart’in Salzburg Baspiskoposu’nun hizmetinden çekilmesi, tarihsel bir ‘sanatta bagimsizlik bildirisi’dir.” Bu olay, iki kültür dünyasinin çatismasinda, bir sanatçinin feodal aristokrasiye ilk kez sirtini dönmesini örnekler.

Mozart’in müziginde Alman ulusal stili agirlikta degildi. O, dönemin Alman, Italyan ve Fransiz stillerinden yararlanarak “uluslararasi biresim”e ulasmisti.[4]

Ya “Insanlar arasinda iyilikten baska hiçbir üstünlük kabul etmem. Karakterin olmadigi yerde, ne büyük sanatçi, ne de büyük mücadele insanlari vardir. Orada var olan, zamanin yok ettigi, içleri bos yaratiklardir. Bütün mesele, büyük görünmek degil, gerçekten büyük olmaktir,” diyen Ludwig von Beethoven…

1770’de dogan O, 1827’de ölümüne kadarki kesitte yarattiklariyla hayatimizda önemli bir yer edinmistir.

Kolay mi? Onun müzigini klasik müzik dinlemeyen hatta müzikle ilgilenmeyenler dahi duymustur. Okul zilinde, bir müzik kutusunda ya da bir filmde...

Klasik müzik denildiginde, Bach ve Mozart’la birlikte ilk akla gelen üç isimden birisi olan Beethoven müzisyen bir aileden gelir. Dedesi, babasi müzikle geçimini sagliyordu. Müzik yetenegi küçük yaslarda kesfedilirken; sekiz yasindayken ilk konserini vermisti.

Beethoven, siyasi açidan çok çalkantili bir dönemde yasadi: 1789 Fransiz Devrimi yasanirken; imparatorluklar dagiliyor, yeni devletler kuruluyor ve en önemlisi Napoleon tarih sahnesine giriyordu.

Beethoven tüm bu gelismeleri yakindan izliyordu; zafere ilgisiz kalmasi mümkün degildi. Kolay mi? Savas gelip kapiya dayaniyor, bombalar tepesinde patliyor ve Beethoven’in yasaminin büyük bir bölümünü geçirdigi Viyana’yi Fransizlar isgal ediyordu. Beethoven önceleri Napoleon’u begenip takdir ederken imparatorlugunu ilan edip giderek despotlasmasi ile ondan nefret etmeye basliyordu.[5]

Ve tüm bunlar, atesli disavurumculuguyla Onun yapitlarina yansidi.

Böylelikle de Beethoven, müzik tarihinde Haydn- Mozart’in Klasizm’ini sonraki dönemin Romantizm akimina aktarmis bir besteci oldu. Klasik dönemin ve Aydinlanma akiminin degerleriyle beslenmis, ama kendi dehasiyla yeni bir döneme, romantizme kapilari açmisti… Beethoven’in müzigindeki güçlü dinamizm, atesli disavurum ve duygusal yogunluk, hiçbir çagda, hiçbir besteciyle kiyaslanamazdi.[6]

O çok verimli ve yenilikçi bir besteciydi... Beste yapma hizi ve bestelerindeki yenilikler dinleyicilerini oldugu kadar eserlerini icra edenler için de sasirtici. Duyma yetenegini yitirene kadar çok basarili bir piyanist olarak taninan ve belki de o nedenle besteciligi iyi degerlendirilemeyen Beethoven çalinamaz denilen kendi bestelerini etkileyici bir biçimde seslendirmesi ve dogaçlama yetenegi ile dikkati çekiyordu.[7]

Her âni müzikle dolu Beethoven’in, basina gelen en büyük talihsizlik duyma yetenegini yitirmesiydi. O, duyma yetisinin her an azaldigini hissetmis, bunun önüne geçebilmek için doktorlara basvurmus ama kaçinilmaz son yine de müzisyenin kapisini çalmisti. Beethoven duymuyordu. Viyana’daki evinde piyanosunun basina geçip yeni eserler besteliyor ama yarattigi ezgileri kulaklariyla algilayamiyordu.

Müzik, Beethoven’in hayal dünyasinin verimli bahçelerinde hiç durmadan kosan yaramaz çocuklar gibiydi. Yorulmak nedir bilmeyen, kâh agaçlarin dallarina tirmanan, kâh çimenlerin üzerinde yuvarlanan çocuklar... Bestecinin onlari durdurmasi, susturmasi mümkün degildi. Bir müddet sonra sesleri sadece aklinda duymaya alisti Beethoven. Kizginlik ve hayal kirikligi bâki kaldi ama bestelemeye, aklinin bahçelerinde oyunlar oynayan sesleri biraraya getirip onlardan yeni eserler yaratmaya devam etti.[8] Ve durmadan yaratti…

Aksi ve inatçi biri olarak bilinen devrimci Beethoven en güvenilir hami ve destekçilerinden biri olan Prens Karl Lichnowsky’ye, “Prens, siz dogumunuzdaki rastlantiyla bugünkü siz olmussunuz. Bense kendimin içinden geçerek bugünkü ben oldum. Binlerce prens olmustur ve olacaktir. Oysa yalnizca bir tek Beethoven vardir,”[9] diyebilecek kadar dik duran birisiydi.

Ve nihayet Bertlot Brecht’in, “Beethoven’in müzigi bana her zaman bir savas resmini hatirlatir,” demesi de elbette bosuna degildi.

* * * * *

“Arka siradakiler ellerinizi çirpabilir misiniz? Siz ön sirada oturanlar, sadece mücevherlerinizi singirdirtsaniz yeter,” diyen John Lennon’in, “Su an Isa’dan daha popüleriz. Rock’n Roll mu daha önde, Hiristiyanlik mi bilmiyorum,” yolundaki 29 Temmuz 1966 tarihli saptamasi Beatles’i yeterince net tanimlar.

Beatles ismi her tür müzik dinleyicisi için ayri bir sey ifade eder. Geçtigimiz yüzyilin neredeyse bir fenomeni olan Beatles, bir müzik grubunu da asarak, yikilmasi imkânsiz bir gerçeklik hâlini almistir.

Grubun elemanlari arasinda hiç kusku yoktur ki ilk akla gelen isim: John Lennon’dur. Beatles sonrasi da yaptigi solo çalismalar ve eylemci kisiligiyle müzik dünyasinda kalicilasmistir. “Savassiz ve sömürüsüz” bir dünya ideali için müzigiyle mücadele bayragini açan John Lennon’u, 1980’in Aralik ayinda bir suikast sonucu yitirdik. John Lennon, bu dünyadan ayri kalsa da yaptiklari hâlâ günümüze isik tutuyor.

Beatles denilince akla gelen ikinci isim ise George Harrison’dir. Grubun dagilisindan sonra yaptiklari da dahil edilirse Harrison ismi gitarcilar arasindaki mahareti ile öne çikar. Lennon’dan sonra akla gelen ismi sadece Harrison degildir, hatta davulcu Ringo Starr bir çok kisiye göre hatirlanma bakimindan Harrison’u da geçer. Grubun ABD’ye gidisinde kadroya katilan Ringo Starr, her ne kadar “Beatle” sayilmasa da öne çikar. Starr’in müzisyenliginden çok sempatik kisiligi akilda kalmasini saglayacaktir.

Bütün bu elemanlar arasinda en son akla gelen Paul McCartney’dir. Diger üç elemana göre o soguk görüntülü, kibirli, samimiyetsiz gibi tanimlarla anilir, daha çok. Beatles dagilirken Lennon’la didismeleri belki bu yargiya sebep olmustu. McCartney’in, Lennon kadar politik bakisi olmasa da söz yazarligi ve besteciligi hiç de yabana atilamaz. Beatles klasigi “Yesterday”i ona borçluyuz.[10]

Ve Jimmy Hendrix…

Onun imzasi tasiyan sarkilari kontrol edin. Bunlari farkli konserlerde nasil birbirinden farkli biçimlerde icra ettigine tanik olursunuz. Kendisi de bunu su sözlerle ifade ediyordu O: “Bir plak kaydederken pek çok seyden söz ederiz, fakat plagin kendisinden asla söz etmeyiz. Fikra anlatiriz, içki ve sigara içeriz. Kendimizi hazir hissettigimizde baslariz. Bu kolay bir süreç degil. Seyirciye çalmayi yeglerim. Verdikleri tepkiden, seyircinin duygusundan nasil çalmam gerektigini anlarim. Beni dogru havaya sokar. Fakat stüdyoda bu yok.”[11]

Kolay mi? “Müzik ve sanat ögrenimi görürken aynanin karsisina geçer Jimi Hendrix’in sahnedeki hâlini taklit ederdim. Ondan çok sey ögrendim, sadece su lanet gitari onun gibi çalamiyorum, aslinda hiç çalamiyorum.” Bu sözler Queen’in efsane solisti Freddie Mercury’e ait. Bir efsane, kendinden sonra gelen bir baska efsaneyi etkilemis…[12]

Hendrix’in “basarili olacagim,” diyerek sirtinda gitariyla yola koyulusu, emir almaktan nefret ettigi için ve yaklasan Vietnam savasi yüzünden tam zamaninda askerlikten ayrilisina denk düsüyor. Kafeler, kulüpler ve sokaklar onun gitarini “tingirdattigi” ilk mekânlar: “Ben her zaman dogru yaklasim içinde olursam bir gün yirtacagimi düsündüm. Çok uzun zaman aldi, zor kosullarda yasiyordum, üç kurus için bir yerlerde çaliyordum fakat bence degerdi. Ah, moruk! Baskalarinin arkasinda çalmaya bir yil daha katlanamazdim.” Zaten o noktadan sonra kendi müzigini yazmaya ve çalmaya baslar. Müzigi hakkinda herhangi bir siniflandirma yapilmasini da istemez. Her ne kadar rock’in ve blues’un babalarindan olsa da “kendi varligimi yaratmaya çalisiyorum” dedigi müzigini olusturmaya koyulur: “Güzel bir notaya ulasmak için bütün gece ugrasirim fakat sarkicidan çok bir gösteri ve performans sanatçisi oldugum söylenebilir. Benim için asil önemli olan gitardir”…

Bu hâli, o dönem pek çok insan tarafindan elestiriliyor, “plastik parmakli muhafazakârlar” dedigi kitle Hendrix’i bir ucube gibi görüyor, çogunlukla da igrenç buluyor: “Bizi igrenç bulan bu insanlar ayni zamanda Joan Baez’in konserlerinde savas karsiti sarkilar söylemesini engellemeye çalisanlar. Ben hissettigim gibi çalar ve hareket ederim. Bu bir gösteri degil, var olus biçimi. Müzigim, aletim, sesim, bedenim, zihnimde tek bir eyleme dönüsür.” Ne de olsa Hendrix için her yerde sarki yapilabilir ve sarki her yerden gelebilir. O, bunu kâgida (bazen bir kibrit kutusuna ya da peçeteye) döküp yeryüzüne indirir.

“Benim evim dünya” diyen Hendrix, ayni yerde fazla kalamayisini, bitki gibi yasamaktan hoslanmayisini ve elinden geldigince çok seyahat edisini hep bu cümle altinda topluyor. “Hiçbir yerde gerçek evim yok” sözüyle yukaridaki cümleyi daha da anlamli kiliyor. Gittigi her yerde yeni insanlarla tanisiyor ve müzik yapabilecegi birilerini buluyor. Bir sürü soruyla karsilasmasina ragmen herkes aslinda onun nerede oldugunu ve ne yapmaya çalistigini müziginden biliyor: “Müzik çok ciddi bir is benim için. Söylemek istedigimi söyleme biçimim. Sesler duyuyorum ve onlari bir araya getiremezsem kimse getiremeyecek.”[13]

Sonra, “Eylem umutsuzlugun panzehiridir,” diye haykiran Joan Baez…

Zülal Kalkandelen’in, “Baskiya ve zulme müzikle direnenlerin özgür vicdanidir”;[14] Refik Durbas’in, “Dünya kardesliginin simgesi”;[15] Zeynep Oral’in, “Yillara meydan okuyan o muhtesem soprano ses,”[16] biçiminde betimledikleri O ciddi bir dik durustur![17]

Ve kendisini söyle anlatir Joan Baez: “Diktatörlük döneminde Latin Amerika’da konserlerim yasaklanmisti. 2014 yilinda orada ‘Gracias a la Vida’ turnemde Arjantin’de baktim herkes sarkilari biliyor. Gençler bile... Sonra konustukça ortaya çikti, o çocuklar, gençler için benim sarkilar toplumsal bellek görevi görüyor. Ailelerinin yasadiklarini, ödedikleri bedelleri animsatiyor... Tarihi ve toplumsal bellek gibi...’

‘Ben çok sansli bir insanim. Sesim var. Sesim, benim özgürlügüm. Sesim, benim bilincim... Bu armagani, bu yetenegi, nasil kullanacagim benim seçimim. Seçim yapabilmek, düsüncelerimi açiklayabilmek, bunlar benim sansim! Bu sesi nasil kullanacagimi bilmem de bir baska sansim... Birçok insanda bu yetenek yok. Birçogunda var ama kullanmiyor. Onlarin bilecegi sey...’

‘Ben sesimi, ezilenler için, sömürülenler için, haksizliga ugrayanlar için, baski görenler için, tehdit altinda olanlar için ve siddet içermeyen, kesinlikle siddeti dislayan dayanismalar için kullanmaya karar verdim. Yasamim ve uzun meslek yillarim boyunca tek ölçütüm bu oldu: Siddet disilik’.

‘Benim en büyük zenginligim, dayanismadir. Kalbim sizlerle.”[18]

Bir de yasami boyunca emekten, adaletten, esitlikten yana olan, 12 Eylül darbesine karsi New York’ta düzenlenen dayanisma konserine de katilan Amerikan folk efsanesi Pete Seeger.

O, “Dava adamiydi. Hayati boyunca emekten, adaletten, esitlikten yana oldu. Hep sosyalist kaldi, yalpalamadi.”[19]

“Which side are you on/ Hangi taraftasin?” diye soran sesi, hâlâ ve hep kulaklarimizda…

* * * * *

Eski(meyen)lerde söz edip de Onu animsamamak mümkün mü?

Kurt Cobain için “Müthis karmasik bir kisilik ve dahi bir yetenegin neresinden baslanir, nasil gelistirilir ve neden sonlandirilir ki?” sorusuyla ekler Asya Robins:

“Amerikan alternatif-grunge müziginin liderlerinden Nirvana grubunun solisti Kurt Cobain’in.. ismi söylendiginde tüyler ürperir ve dikkatler kesilir. Peki bu grunge kültürü nereden geldi… Grunge akimi, 70’lerin rock müziginin gösterisligine karsi bir tepki olarak çikan punk-metal etkilesimli bir akimdi. Grunge’in ayirt edici özellikleri; çarpitilmis elektro gitar tinilari, endise dolu sözler, sarki boyunca ciddi inis çikislar ve gürleyen sesler… Grunge yapanlar, yirtik fanilamsi tisörtler ve yirtik jean’ler giyen birkaç taninmayan gençten ibaretti… Kurt Cobain de X jenerasyonunun temsilcisi hâline gelmisti. The Guardian’in isabetli tanimina basvurursak; “Kurt Cobain o dönemlerde Oz Büyücüsü gibiydi”…

Yasadigi depresyon ve uyusturucu bagimliligi yüzünden gördügü ilgiden ve olusturdugu sansasyondan bir türlü zevk alamayan Cobain, 5 Nisan 1994 yilinda, daha 27 yasindayken intihar etti… Seattle Grunge’in merkezi olma misyonunu az da olsa devam ettirdi. Nirvana’nin bitimiyle 1999’da Napster’la online müzik devri basladi.[20]

Bir de “Gökyüzünün çökmesine engel olan, saglamasiz yasayan,”[21] 11 Ocak 2016’de, 69 yasinda kanserden kaybettigimiz David Bowie var…

Bowie, David Robert Jones ismiyle 8 Ocak 1947’de Brixton’da dogdu. Küçük yasta parlak zekâsi dikkat çekiyordu. Katildigi müzik kulübündeki arkadaslari, Bowie için siklikla söyle diyorlardi: “Baska bir gezegendenmis gibi bas döndürücü.”

“Müzigin bukalemunu” diye anilan Bowie, “Sahne disinda bir robotum, sahnede ise duyguyu yakaliyorum,” derdi.[22]

8 Ocak 2016’da, 69. yas gününde cazin öne çiktigi ‘Blackstar’ baslikli son albümüne adini veren sarkida, “Ben bir siyah yildizim, pop yildizi degil” diyen Bowie sevenleri için asla sadece bir pop yildizi olmadi. Cinsiyet rollerini altüst eden, uzaydan, yildizlardan bahseden sarkilarindaki hayal gücü evrenin sinirlarini zorlayan, farkli imajlarini maskeler gibi giyip çikarsa da müzikteki kalitesini hep koruyan O, 50 yildir kabuk degistiriyordu ve süphesiz ki müzigin zirvesindeydi.

Evet, “David Bowie bir sarkicidan, besteciden, sairden öte, degisen bir dünyanin öncü karakteriydi.”[23]

* * * * *

Yalniz olar mi? Ya ezgilerin ve öfkenin Fransizca’si? ‘Ne Me Quitte Pas’ ile yüreklerimize kazinan Jacques Brel bir ozandi, besteci ve yorumcuydu. Sözlerini kendi yazdigi, kendi besteledigi sarkilari, sahnede olaganüstü bir biçimde yorumlarken, yüreginden kopan her sözcügün, her notanin bedelini fazlasiyla öderdi. Her gözyasinin, her kahkahanin, alninda biriken her ter damlasinin da...

Brüksel’de dogmustu. O engebesiz dümdüz ülkeyi, Flamanlari, limanlari, o alçak gökyüzünü çok sevdi... Sevdiklerini elestirmekten geri kalmadi: Flamanlari ya da Parislileri...

Sarkici olmaya hiç niyeti yoktu. Bestelerini, sarkilarini kimse söylemeyince para kazanabilmek için kendi söylemeye basladi ve solugu Paris’te aldi. “Sarki söylemesem olurdu. Ama yazmasam ölürdüm” diye fisildiyor.

Sevmediklerine karsi elestirisi acimasizdi: Savas bezirgânlarina “yaslandikça daha çirkinlesen burjuvalara”; “asla” ve “sonsuza dek” sözcüklerini agizlarindan düsürmeyen yalanci âsiklara; “Kahraman” olabilmek için savasi gözleyenlere, “uygarlik” adina gaz odalarini, idam sehpalarini, elektrikli sandalyeyi, atom bombasini kesfeden arsizlara, hep öfkesini kustu.

Kolayi seçenlere, yani “bagislamak için gözlerini kapayan din adamlarina”; savas bittikten sonra geçmis ve gelecekteki ölümleri görmezden gelip ahkâm kesenlere; ellerindeki nimeti bilmeyip, “asklarini habire hirpalayanlara”; özetle “sanki... gibi” yapanlara “kendinize gelin” diye haykiriyordu.

Yeryüzünü tümden degistirmek isteyenlere ve yeryüzünde hiç ama hiçbir seyin degismemesini isteyenlere, “hiçbir düs, savasi, bombalari, cinayetleri hakli kilmaz” diyordu.

“Serüvene kosmak için trenler bekliyorsan, günesi yakalayip gözlerine yerlestirmek için, beyaz yelkenlilerin seni gelip almasini bekliyorsan… Yarina inanmak için günbatimini görmen, gerekiyorsa... Umudu, yasatmak için yarinlari bilmen gerekiyorsa... Derin görünmek için can sikintisina, iyi kalpli görünmek için zayifliga ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacin varsa... Demek ki hiç bir sey anlamadin” diyordu.

Neyse ki; tüm kötülüklere, çirkinliklere, yozluklara, öfke ve kine karsi ask vardi. “Birbirimize sunabilecegimiz, paylasabilecegimiz, yalniz asksa...

Sevmenin gücü sonsuzdur Brel’de. O, sevdigine “yagmur yagmayan ülkelerden topladigi, inci damlalari sunacaktir”, “ölümden sonra bile topragi kazip sevgilisinin vücudunu isikla ve altini kaplayacaktir”, yeter ki onu terk etmesin... Sevdigine, yepyeni sözcükler icat edecektir... Ona rastlamadigi için üzüntüsünden ölen kralin öyküsünü ya da artik sönmüs bir volkanin yeniden nasil ates püskürdügünü anlatacaktir... Ama o isterse, hiç konusmayacak, artik hiç aglamayacak, yalnizca, gizlenip; onu seyredecektir. Yeter ki, sevdigi onu terk etmesin... Sevgilisinin gölgesi, elinin gölgesi, hatta köpeginin gölgesi olmaya razidir, yeter ki onu terketmesin…

1978’de ölen, artik sarki söylemeyen Jacques Brel hâlâ en popüler ozanidir…[24]

Sonra da, “Müzigini hep yaninda tasi… Hiç beklemedigin anda, ‘hayat’ seni dansa kaldiracaktir,” diyen Leonard Cohen…

Dünya üzerindeki en iyi sarki yazarlarindan biri olarak degerlendirilen Leonard Cohen, nam-i diger Karanliklar Prensi, müzisyenligi kadar sair kimligiyle de önemlidir. Özellikle sarki yazarligindaki basarisi edebiyatla kurdugu bagda yatiyor demek abarti olmaz. Bundandir her sarkisi bir siir, her siiri de ayni zamanda bir sarkidir onun. Hatta müzikten önce siire bulasir.

O, “Gücün, kasin ve paranin kiskacina sikismis” insanlari “boka batmis acizler” olarak degerlendirirdi.[25]

* * * * *

Ölümünden önce yazdigi “Dostlar beni hatirlasin” siirindeki temennisi gerçeklesti Veysel’in. Kaygilanmasina hiç gerek yoktu büyük ozanin.

21 Mart 1973’te yitirdigimiz Âsik Veysel, bu kirk yil süresince unutulmadiysa daha nice kirk yillar devrilse de hatirlanir.

Kolay mi? “Güzelligin on para etmez/ Bu bendeki ask olmasa/ Eglenecek yer bulamam/ Gönlümdeki kösk olmasa// Senden aldim bu feryadi/ Bu imis dünyanin tadi/ Anilmazdi Veysel adi/ O sana âsik olmasa,” derdi O…

Ve canana duyulan ask, bundan daha yalin ve etkili nasil anlatilabilir ki?

Hayatin sirrini bulmus, bize de fisildamis gibidir: “Kim okurdu kim yazardi/ Bu dügümü kim çözerdi/ Koyun kurt ile gezerdi/ Fikir baska baska olmasa,” derken…

Âsik Nesimî Çimen de Onun yolundaydi…

Bir an hatirlayin: Tasavvuf sairi Nesimî XIV. yüzyilda inançlari yüzünden derisi yüzülerek öldürülmüstü. Mahlasini ondan alan Kul Nesimî’nin XVII. yüzyilda öldürüldügü söylenir. Yüzyillar sonra Âsik Nesimî’nin de onlarca aydinla birlikte Sivas’ta yakilmasi bir rastlanti midir? Degil elbette…

Devrimci gecelerde, basinda kasketi, kocaman gögsünde ufacik kalan curasiyla, kibirsiz, abartisiz, vakur Nesimî Çimen, pek çok sair, yazar ve aydinimizla birlikte, “Halep ulemasi”nin, ham sofularin torunlari tarafindan Sivas’ta yakilarak katledildi.[26]

Geçerken animsatalim: Halk Oyunculari’nin 1967’de Tunceli’de oynamaya çalistigi ‘Pir Sultan Abdal’ oyununa düzenlenen polis baskiniyla baslayan olaylarda, oyunda Pir Sultan’dan deyisler söyleyen Nesimî’nin gözaltinda biyiginin yarisinin tek tek yolunmustu…

Ve, “Ben sosyalist bir sanatçiyim, amacim sosyalist mücadeledir. Öyle devrimciyim, solcuyum demekle olmaz, yetmez. Evet, kimsenin askeri degilim. Simdi yüzde yüz destek verdigim, Türkiye’nin önüne müthis bir ufuk açtigina inandigim Gezi Direnisi’ni böyle kullanmaya çalisanlar da var. Ben bunu yapmam. Gezi’nin rüzgârina yamanmadim, yamanmam,” diyen ‘Tanri Baba’, ‘Daglarina Bahar Gelmis Memleketimin’, ‘Aciyi Bal Eyledik’, ‘Terk Etmedi Sevdan Beni’, ‘Haydi Gülümse’ gibi dillere düsmeyen besteleriyle halk ozani Rahmi Saltuk…[27]

Sonra ayni kesitten; “Sesim dünyadaki, Türkiye’deki adaletsizlige isyan, içim dolup tasiyor ve böyle fiskiriyor,” diye haykiran Selda Bagcan…[28]

Bir de, besteleri, müzikleriyle yillarca hayatimiza dokunan Zülfü Livaneli… Yasami ve sanatiyla uzun ve zorlu bir yolculuktu Livaneli’ninki... O da bu yillar içinde milyonlarca yol arkadasi buldu kendisine; dinletti, izletti, seyrettirdi, okuttu, etkiledi, yol gösterdi. Müzikle basladi yolculuguna... Radyolara giremeyen Alevî türkülerini kulagimiza aktardi. Disari çikamayan hapishane ezgilerini derledi. Mirildananlarin mahpushanelere tikildigi agitlar yakti... Ülkenin yarim asirlik tarihine, her hâline taniklik etti, bizi de tanik olmaya davet etti. Kimi zaman umutlar saçarak... Kimi zaman acilardan bir türkü tutturarak...

Kimi zaman bir nehir gibi akip giderek... Bazen duvarlari yikalim diyerek, bazen kan çiçeklerini hatirlatarak... Bazen yalan dünyayi isaret ederek... Bazen uzak bir mezrada “memik oglan”in mezari basinda durarak. Aski da eksik etmedi. Teri ilaç olanlarin, nefes nefese sevdalananlarin, ölümüne bir çift güvercin olarak göge yükselenlerin hikâyesini notalara dönüstürdü…[29]

Bir de “Sair ceketli çocuk” denilip; “Ölümsüzler mahallesi”nin yürekli çocugu olarak anilan Kazim Koyuncu…

Sairin dedigi gibi “her ölüm erken ölüm”dü de, Kazim’in ölümü çok erkendi. En yakisikli zamaninda kaybettik, en devrimci, en üretken döneminde göçüp gidiverdi önümüzden. “Iste gidiyorum, bir seyler istemeden...” diye diye… Bir söylesisinde “Bizde duygular radikal” diyordu…[30]

Bugün daha iyi anlasiliyor ki, Kazim Koyuncu, cesur bir insandi; kardeslesmenin köprüsüydü. Asagidaki sözleri O’nun durusunu ve felsefesini anlamak açisindan önemli ipuçlari içeriyor zaten: “Hiç basimizdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlik saatlerine, ara sira kopsa da firtinalara, bir gün bogulacagimiz denizlere, eski günlere, neler olacagini bilmesek de gelecege, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akisini düze çikarmaya çalisan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kisotlar’a, Ates Hirsizlari’na, Ernesto ‘çe’ Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevismelere, sadece düsleyebildigimiz olamamazliklara, üsürken isinmalara, her seyden sicak annelere, babalara ve tadini bütün bunlardan alan sarkilara kendi sicakligimizi gönderiyoruz. Kötü seyler gördük. Savaslar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, aglayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme kosan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her seye ragmen bu yeryüzünde sarkilar söyledik. Tesekkürler dünya.”[31]

Nihayet Victor Jara… Sili’de 1973’deki ABD destekli darbe sirasinda katledildi O…[32]

Devrimci müzisyen Victor Jara müzigine kaynak olarak, Latin Amerika’nin geleneksel müzigini ve folklorik ögelerini aldi ve bunlari çoksesli hâle getirdi Yeni Türkü adinda bir grup kurarak müzige devam etti. Yeni Türkü kisa zamanda emperyalizmin ve sömürgeciligin karsisinda bir simge hâline geldi. Artik Jara’nin sarkilari fabrikalarda, okullarda, sokaklardaydi. Içten coskulu hüzün bulanik dirençli sesi Sili sinirlarini asarak dünyanin dört bir yanina ulasti.

Jara, 1970 seçimlerinde Sili’deki sol muhalefetin sesi Halkin Birligi (Unidad Popular)’ni ve Salvador Allende’yi destekledi. 11 Eylül 1973’teki Augosto Pinochet’nin düzenledigi fasist darbenin hemen ertesinde Santiago Üniversitesi’nde gözaltina alindi ve binlerce kisiyle birlikte -bugün adi verilen- Sili Santiago Stadyumu’na getirildi. Yüreginde, postallarla çignenen ülkesinin ve katledilen yoldasi Allende’nin acisi vardi. 16 Eylül 1973’de acimasizca katledildi. Hem de önce, bir daha gitar çalamasin diye parmaklari kirilmisti.

Sili’deki Pravda muhabiri Vladimir Çernisev, Jara’nin son anlarini söyle anlatiyordu:

“Víctor Jara dudaklarinda sarkiyla öldü. Onu yanindan hiç ayirmadigi yoldasi, gitariyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve sarki söylemeye basladi. Öbür tutuklular, gardiyanlarin ates açma tehdidine ragmen melodiye eslik etmeye basladilar. Sonra bir subayin emri ile askerler Víctor’un ellerini kirdilar. Artik gitar çalmiyordu, ama zayif bir sesle sarki söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasini parçaladilar ve diger tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astilar.”[33]

 

3 Agustos 2016 11:13:13, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Newroz, Haziran 2017…

[1] Ludwig von Beethoven.

[2] Serdar Türkmen, “Sarkilarin Ideolojisi (6)”, http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=20688

[3] Cenk Özbay, “Bitti Diyorsam Laf Degil”, Radikal Iki, 13 Eylül 2009, s.11.

[4] Ahmet Say, “Tarihsel Bir Bagimsizlik Bildirisi”, Evrensel, 28 Nisan 2015, s.16.

[5] Aydin Büke, Beethoven-Müzigin Dönüm Noktasi, Can Yay., 2014.

[6] Evin Ilyasoglu, “Beethoven 245 Yasinda”, Cumhuriyet, 23 Aralik 2015, s.16.

[7] Metin Celal, “Beethoven”, Cumhuriyet Kitap, No:1289, 30 Ekim 2014, s.12.

[8] Özlem Ertan, “Beethoven ve Fazil Say”, Taraf, 28 Nisan 2014, s.13.

[9] Lewis Lockwood, Beethoven, Çev: Ebru Kiliç Is Bankasi Kültür Yay., 2014.

[10] “Beatles’in En ‘Kibirlisi’ mi?”, Aydinlik, 10 Ocak 2015, s.16.

[11] Çaglayan Çevik, “Bir Jimi Hendrix ‘Deneyimi’…”, Radikal Kitap, Yil:13, No:680, 28 Mart 2014, s.20.

[12] Ali Bulunmaz, “Jimi Hendrix’in Hayati: ‘Sifirdan Baslamak!’…”, Cumhuriyet Kitap, No:1261, 17 Nisan 2014, s.6.

[13] Jimi Hendrix, Sifirdan Baslamak: Benim Hikâyem, Çev: Avi Pardo, Domingo Yay., 2014.

[14] Zülal Kalkandelen, “Baskiya Müzikle Direnenlerin Özgür Vicdani”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2015, s.17.

[15] Refik Durbas, “Yüregin Sesi: Joan Baez”, Birgün, 2 Temmuz 2015, s.2.

[16] Zeynep Oral, “Her Yer Direnis Her Yer Joan Baez”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2015, s.17.

[17] “Tansu Çiller-Erbakan koalisyon dönemi. Çiller basbakan. Efes konseri öncesi Kusadasi’nda, denizde yüzüyoruz. Kiyidan feryat figan çagiriyorlar. Basbakanlik’tan araniyor. Telefonun ucundaki elçi, bir “rica” iletiyor. “Acaba Joan Baez bu aksam konserde, Bulgaristan’da dilleri yasaklanan, adlari degistirilen soydaslarimiz için birkaç cümle söyler mi?” Aracilik yapiyorum. Hiç duraksamadan aninda yanitliyor: “Elbet, ama bir sartla söylerim: Bulgaristan’daki Türkler için konustugum kadar, Türkiye’deki Kürtler için de konusursam...” Ahizenin öte yanindaki kibar ses haykiriyor: “Aaaa! Terbiyesiz kadin!” Küt telefon kapaniyor. (Zeynep Oral, “Türkiye’den Joan Baez Anekdotlari”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2015, s.20.)

[18] Zeynep Oral, “Bizim Ülkemizde Ne Oluyor?”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2015, s.21.

[19] E. Ahmet Tonak, “Darbeye Karsi Konser Vermisti”, Radikal, 6 Subat 2014, s.26-27.

[20] Asya Robins, “Sonrasinda Her Sey Degisti”, Radikal, 5 Nisan 2014, s.10.

[21] Kahraman Çayirli, “Gökyüzünün Çökmesine Engel Olan Adam: David Bowie”, Taraf, 14 Ocak 2016, s.10.

[22] Nil Kural, “O Bir Siyah Yildizdi!”, Milliyet, 12 Ocak 2016, s.4.

[23] Mehmet Tez, “David Bowie’nin Ardindan”, Milliyet, 12 Ocak 2016, s.4.

[24] Zeynep Oral, “Iyi ki Ask Var...”, Cumhuriyet, 21 Kasim 2014, s.15.

[25] Leonard Cohen, Sevda Kitabi, Çev: Gökçen Ezber, Aylak Kitap, 2015.

[26] Babasi Nesimi Çimen’i Madimak’ta yakanlar idamla yargilanirken idamin kaldirilmasi için imza veren Mazlum Çimen, “Bütün Madimak yakiliyor, insanlar öldürüldü. O günden bu yana cami, kapisi kirilan bir camii, Kur’an kursu gördünüz mü? Alevîlerin böyle bir terbiyesi de var. Biz hiç kimseye saldirmadik. Düsünün ki babamlari yakanlar idamdan yargilaniyor ama o dönemde idama karsi çikan dördüncü imza benimdi. Madimak saniklari idam talebiyle yargilanirken biz idam yasasini kaldirdik. Ben idama karsi çiktim,” (Ceren Çiplak, “Mazlum Çimen: Adi Darbeyse Iyisi Olmaz”, Cumhuriyet Sokak, 24 Temmuz 2016, s.16.) der…

[27] Gamze Akdemir, “Tüm Türkülerim Kaptan Yoldas, Oglum Baran Için”, Cumhuriyet Pazar, No:1437, 6 Ekim 2013, s.3.

[28] Nazan Özcan, “Isyanin 40 Yillik Sesi”, Radikal, 30 Eylül 2013, s.25-27.

[29] Nebil Özgentürk, “Iyi ki ‘Sanat’ Diye Bir Liman Var”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2016, s.20.

[30] Nebil Özgentürk, “Karadeniz’in Saygin Çocugu”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2015, s.17.

[31] A. Hicri Izgören, “Sair Ceketli Çocuk”, Gündem, 25 Haziran 2015, s.15.

[32] “Victor Jara’nin Namuslu Gitari”, Kizil Bayrak, No:2015/35, 11 Eylül 2015, s.32.

[33] “Victor Jara’nin Katili Yargilandi”, 20 Haziran 2016… http://direnisteyiz3.org/victor-jaranin-katili-yargilandi/


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster