Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Yeşili bekleyen ressam: Serpil Odabaşı


Açıklama: Röportaj: Murat Köylü
Kategori: Röportaj-Söyleşi
Eklenme Tarihi: 08 Ekim 2010
Geçerli Tarih: 22 Kasym 2024, 03:44
Site: Görele Sol Platformu
URL: https://www.gorelesol.com/haber_detay.asp?haberID=1965


Yesili bekleyen ressam: Serpil Odabasi

(Röportaj: Murat Köylü)

 

Sevgili Serpil, son derece üretken bir sanatçisin. Hem bu verim, sadece resimlerinden, sergilerinden dogmuyor. Özellikle alternatif yeni medyada siklikla söylesilerin yayinlaniyor. Toplumla kurdugun direkt, samimi ama son derece sorgulayici iliski yalnizca resimlerinden olusmuyor. Ben bu söylesinin, bu iletisimi daha da zenginlestirmesini umuyorum.

 

Iskenceden, ayrimciliktan, fiziksel ya da psikolojik siddetten beslenen bir ressamsin. Peki, diger hayvanlara ve canlilara tüm yok ediciligi ile uygulanmaya devam eden dini ve hümanist temelli irkçilik hakkinda ne düsünüyorsun?

Insanin, dogaya tek egemen güç gibi davrandigini ve bunu yaparken de vahsetini mesrulastiran gerekçeler ürettigini düsünüyorum. Kapitalist sistem herseyi tüketmek üzerinden kendini var ettigi için, hersey mübah olabiliyor. Ormani yakmak da, hayvana zulüm de olagan karsilaniyor. Çünkü aslolan rekabet ve kar. Kapitalizmin; dogaya da, insana da, kültüre de düsman oldugunu düsünüyorum. Bu nedenle elbette rahatsizim. Ancak kendi alanlarimizi da olusturamadigimizdan bizler de bu zincire onun birer parçasi olarak istegimiz disinda da olsa katiliyoruz. Ormanlarin yakildigi alanlara dikilen konutlarda yasayarak, zulümlerle üretilen etten beslenerek, plastik ürünleri tüketmek zorunda birakilarak ya da hiç ihtiyacimiz olmayan bir yigin ivir ziviri satin alarak bizler de bu var olma biçimine katkida bulunmus oluyoruz. Hümanist modern akil da insan merkezli oldugundan hayvanlarin ya da ekolojik degerlerin yok edilmesini, insan yarari için kurban edilmesini mesru görüyor.

Kapitalizm de dinsel ve hümanist degerleri içsellestirerek oradan bir yer ediniyor yasamlarimizda. Kurban bayramlarinda heryerde akan oluk oluk kan dinin geregi olarak sunuldugundan bir rahatsizlik yaratmiyor, Ya da yasanan rahatsizlik hijyen ile ilgili oluyor. Ögrencilerimle sohbet ederken, hayvanlarin alanlarini isgal ettigimizi söylüyorum. Hayvanlari bize ait caddelerde, bilmedikleri bir dünyanin içinde, trafik isiklarini ve diger pek çok seyi ögrenmek zorunda biraktigimizi vurgularim bazen. Ya da kendi yasam alanlarinda onlari hapsediyoruz. Önemli olan bu yüksek konutlarda, bu islek caddelerde insanin ne kadar tüketebilecegiyken, kimsenin bir aracin altinda kalan ya da türü tükenen bir hayvanla ilgilenmeye vakti de yok zaten. Ilgilenene de anormal muamelesi yapiliyor. Aslolan her durumda tüketimken, tüketen de tükettiren de bir histeri halinde, kendini kaybetmis halde bütün bu vahseti dini ya da akli nedenlerle mesrulastiriyor.

Sadece kapitalizm de degil. SSCB deneyiminde de gayet türcü, otoriter, erkek egemen, ekolojik etikten uzak bir yapi vardi. Umutsuz oldugumu itiraf edince insanlar bana kiziyor; ama onlarin kizmasini da göze alarak dogayla uyum içinde, ona hükmetmeden esit mesafeyle yasamak için çok geç kalindigini, bu anlamda pek umudumun kalmadigini da eklemeliyim.

 

Yakin bir gündem oldugu, ayrica senin cesaretini ve net tutumunu bildigim için özellikle merak ediyorum. Kurban ritüeli sende neler uyandiriyor?

Bu derin bir konu aslinda. Her kültürde kurban ritüelleri olmus ve bu form degistirerek hala devam ediyor. Urartulular’da var bu, Frigyalilar’da da… Günümüzde renk ve biçim degistirerek de olsa bunlar sürüyor. Bazen bir insani gözden çikararak, bazen bir kültürü, bazen de dogayi; bir seyleri baska bir seylere feda ediyoruz sürekli. Yok etmek için hep akla uygun gerekçeler araniyor ve bulunuyor da… “Yok edilmeli çünkü” ile baslayan cümleler bazen iktisadi bir lanetli pay ile ilgili olarak, bazen bir namus cinayeti, bazen de estetize edilmis törensel bir gerekçe gibi çikabiliyor karsimiza…

 

Ispanya’daki boga güreslerini de unutmamali. Kurban diyince, aklima çocuklugum geliyor. Sen de, resimlerinde erkek egemen iktidarin; çocugu nasil kusatarak, kendine dönüstürdügünü anlatiyorsun. Rakel Dink’in deyisiyle de, “Bir bebekten katiller yaratan bir iktidar bu.” Itaat ve feda etmek, iskencenin ve travmanin estetize edilmesi, iktidarin kaniksanmasi, acinin, ölümün, kutsallastirilmasi ve normallestirilmesi. Sünnet hakkinda neler düsünüyorsun?

Resimlerimde bu tip konulari dillendirirken amacim bu acilarin kaniksanmasini saglamak ya da bu acilari fetislestirmek olmadi. Daha ziyade bir bellek kaydi tutmak istedim; zaten sadece aci üzerinden var olmayi problemli buluyorum. Daha önce de belirttigim gibi, statükoyla alay etmenin keyifli yanlarini da sunmaya çalisiyorum.

 

Sünnet mevzusuna gelince… Her kültür kendi degerlerini yaratir, dis dünyaya karsi kendini o degerler üzerinden korur ve yeniden üretir. Bunun kurbanlari da çogu zaman çocuklar ya da kadinlar olur. Elbette rahatsiz edici ama ben buradan oraya “Hey bu yaptiginiz bana göre yanlis!” demeyi de biraz modernist ve sakincali bir tavir olarak gördügümden, sosyal süreçlerin zamanin kendi dinamigi içerisinde evrilecegini düsünüyorum. Bu nedenle de çok müdahil olmak istemem. Çesitli saglik örgütleri ve sivil toplum kuruluslarinin söz üretmesi, müdahil olmasi daha dogrudur, diye düsündüm simdi.

 

Sözde evrensel bir kültür ve buna bagli bir yaptirim gücü önermek için degil ama; Deleuze’in çok sevdigim bir sözü var: Çocuklar politik tutsaklarimizdir. Erkek sünneti de, gerçek bir tecavüzdür bence. Ataerkil sistemin çocuk zihnine ve bedenine yönelttigi en travmatik saldirilardan biri.

Orda da bir ritüel var tabii, kutsamayla baslayan bir erkek olma ve erkekligin yüceltilmesi hali. Erkekligin yüceltilmesi de milliyetçi, ataerkil militarist ve heteroseksist söylemi çogaltan olumlayan bir sey. Bu yüzden; bunca alkis, onay, ödül, hediye alinan durumlarin karsisinda sesimiz ciliz kaliyor.

 

Yeniden ekolojiye ve çevreye gelelim. Türkiye’deki çevre hareketleri ile ilgili düsüncen nedir? “Vatan topragi kutsaldir” mottosu ile örgütlenen, fasizan onursal baskanlari, ormanlari yakan bir orduya mensup hatiri sayida rütbeli destekçisi ve böylece yüz binlerce üyesi olan örgütlerin hareketin basini çektigi bir ülkede yasiyoruz.

Çevre hareketi politik de olmak zorundadir bence. Tüm ayrimciliklarla derdi olan, milliyetçilikle ve ataerkiyle hesaplasabilen bir ekoloji hareketi çok daha güçlü ve gerçekçi olabilir, diye düsünüyorum. Çünkü bunlar birbirinden bagimsiz degil, bir zincirin halkalari gibi… Sözünü ettigin devlet ya da sermaye destekli çevre hareketleri Hasankeyf’i görmüyor. Ya da 3. köprüyü… Ya da petrol ve otomotiv sanayisini, küresel isinmayi… Firat’in dogusunda yakilan ormanlar, köyler için de ses yükseltilmeli ve söz üretilmeli. Ekoloji dedigimiz sey organik domatesle sinirli bir sey degildir ki. Çevre hareketi, karsimizda çok kollu, çok güçlü duran bu bütünsel sisteme karsi söz üretmek durumundadir. Yapilan, çok siddetli akan bir nehire ters yönden kovayla su dökmek gibi biraz. Koca koca sirketlere, ordulara, sermayeye karsi “bu betonlarla, bu fosil yakitlarla günümüzü ve gelecegimizi tüketiyorsunuz” diyebilmek gerçekten radikal bir durustur. Bu mesele, bütün insanligin çevresinde örgütlenebilecegi hayati bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Çünkü, doga adina elde edilebilecek kazanimlar, sosyolojik yapilanmalari, kapitalizmi, yasam biçimlerimizi kökten ve pozitif anlamda degistirebilecek mekanizmalara sahiptir. Burada bir fabrikaya sadece “atiklarini buraya dökme” demis olmuyoruz. Gelecegi de hem doganin hem insanin lehine insa etme firsati doguyor. Türkiye’deki çevre hareketini desteksiz, ciliz ve sesi kisik buldugumu belirtmeliyim.

 

Sence nasil bir çevre ve ekoloji mücadelesi örgütlemeliyiz? Örnegin, Istanbul sahilleri oldukça önemli bir eyleme taniklik etti. 2 Milyon Istanbullu, olasi üçüncü köprü için kesilecek 2 milyon agaç ile sembolize edilen bir kampanyanin simdilik son ayagini gerçeklestirdiler.

Bu biraz da vicdanlarla ilgili bir sey. Fedakarlik yapmak da gerekiyor. Hem özel arabaya bineyim, hem konforlu bir hayat süreyim, hem de ekoloji ya da doga üzerine söz üreteyim. Havada kalan bir durum. Bu vicdanin olusturulmasi da yine zaman ve emek isteyen bir süreç. Bu tür ekolojist aktivizmin yayginlasmasini, güç kazanmasini saglamak için insanlarla yan yana olabilmek önemli. Tarlabasi’nda da, Hasankeyf’te de insanlarin sesine ses katabilmek önemli, diye düsünüyorum. Sadece Istanbul, Ankara gibi kentlerde bazi butik eylemlerle sinirli kalmaktan çok, bunlarin ayaklarini olusturmak, paslasmak, dayanismak gerekir herhalde…

Hem sosyal ve politik dayanisma ile, hem de her bir birey kendi alaninda bu kovalarla ters yöne su dökebilirse, bu nehirin hizina ragmen bir seyler degisebilir. Kendi adima; olabildigince sade yasamaya çalisiyorum. Uzun vadede kendimizi tam olarak kurtarmamiz mümkün degilse de, kentle, kentteki modern hastaliklarla bir mesafem var. Kendimi korumaya çalisiyorum. Üzerimize boca edilen tüketim kültürü ve aliskanliklarina iliskin. Hem yasam biçimim de hem yaptigim islerde olabildigince sadelesme egilimim var. Ögrencilerimle farkindalik atölyeleri yapiyorum. Uzun uzun konusup tartismaya ve bu konuda is üretilmesini saglamaya çalisiyorum. Her birinde bu anlamda bir vicdan yaratma çabam var. Tabii bir yerden baslayinca ipin ucunu kaçiriyorum ve zaman yetmez oluyor. Dogayla baslayip engellilere, etnik ve cinsiyet temelli ayrimciliklardan gündelik yasamda kullandigimiz argümanlara kadar uzanan bir yelpaze halini aliyor. Ögrencilerim bir süre sonra yaptiklari esprilerde bile daha özenli hale gelmis oluyor bu da beni mutlu kiliyor.

 

Bugünün sanatini, sanatçisini, kozmopolit ve giderek küresellesen bir dünyanin neresinde görmek istersin? Bu baglamda, kendinde sanatini ve mücadeleni tatmin etmeyen neler görüyorsun?

Kendi adima bu tip misyonlar yüklenmeyi sorunlu görüyorum. “Aydinlatmaci, öncü” gibi benzetmelerden olabildigince kaçiniyorum. Modernizmin bu yönünü de elestiriyorum. Bu topyekün bir süreçtir. Sadece sanatçilarin ya da sadece doktorlarin, sadece belli bir alanin insanlarinin çabasina konu olmaktan ziyade; her insanin tek tek derdinin olmasi gereken bir magduriyettir doganin ve insanin içler acisi hali. Herkesin isini gücünü birakip yasadigi alanin bu anlamda derdine düsmesi gerektigini düsünüyorum. Ha, bu arada Tarkan gibi yürekli desteklere ihtiyacimizin olmadigini da söyleyemem tabi. Öncülükten ziyade destek ve söz üretmek, ruh ve canlilik katmak kiymetlidir kanimca.

Kendi yaptigim islerde ve durusumda yüzlerce rahatsiz oldugum ayrinti sayabilirim. Alternatif bir yasama alani olusturmak gibi bir özlemim var. Çayimi döktügüm zaman, çöp degil dogada dönüsebilen bir sey olmasini isterim. Odun sobasi yakmak ve ayagimi topraga basmak isterim. Fakat bütün bunlari olusturmak bile ciddi bir ekonomik güç de gerektirdiginden büyük kentlerin bize dayatilan her türlü gazindan, çöpünden, tüketiminden nasibimizi aliyoruz. Didaktiklikten uzak fakat doga adina dokunuslar yapabilen isler üretmek isterim. Ancak bu çok zor bir sey. Yani didaktik olmadan dogaya ve kapitalizmin vahsetine iliskin söz söylemek için çok çalismak çok düsünmek gerekiyor.

Son olarak kapitalizmin; insani insan, dogayi doga olmaktan çikardigini, bu vahsi güce karsi acilen alternatif yasam alanlari yaratmamiz gerektigini düsündügümü de eklemek isterim.

 

Tesekkür ederim Serpil Odabasi. Sergilerinde yayginlikla kullandigin, ters yüz edilmis bir söylem var: Yoklugum varligina, diyorsun. Iyi ki varsin; iyi ki resim seninle var olabiliyor.

Çok tesekkür ederim. Bu bir yolculuk; nereye evrilecegini kestirmek güç. Sagolun, siz de iyi ki varsiniz.

(Röportaj: Murat Köylü)

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster