Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


EMPATİ


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 07 Mart 2012
Geçerli Tarih: 18 Mayıs 2024, 19:00
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=8822


 

Bugün kendimce bir durum değerlendirmesi yapayım dedim. Elbette ki aklım yettiği, gözüm gördüğü, yüreğim hissettiği şekliyle. Ben sade bir vatandaşım, oldukça sade. Siyasete bulaşmamış, inançlarını reklamlaştırmamış, kişiliğini işporta tezgâhlarında satılığa çıkarmamış, ideallerinin ipliğini çekmemiş bir vatandaş. Haliyle eli ayağı bir yere uzanamayan, ülkesinde olup biteni ekran karşısında izlemekten başka komedisi olmayan sade vatandaşlara da ancak işporta tezgâhları düşüyor. Öyle büyük AVM lerde yer edinemiyor kendisine. Marka değil çünkü.

Hayrete de düşmüyor değilim hani zaman zaman. Günlerce, aylarca çıkmak bilmeyen yasa tasarıları bir yanda, gece mesaisi ardından doğan günü selamlayan kanunlar bir yanda. Sürüm sürüm sürünesice davalar bir yanda, bir çırpıda kesilip atılanlar diğer yanda. Herkesi yaka paça içeri alıyorsun, kimilerini şartlı salıyorsun, sonra adamlar ortadan kayboluyor ve sen haklarında müebbet çıkarıyorsun. Enteresan. Tek kale oynanan mahalle maçlarına döndü siyaset. Yazanlar, çizenler içeride, şakşaklar laklaklar dışarıda. Dedim ya, ben sade vatandaşım. Her kanalı izlerim. Gördüklerim bunlar. Anlamam öyle suyun altından gideni, içinde boğulanı, üzerinde yüzeni. Gördüğüm bu benim. Bir farklılaşma, bir ayrışma, bir ayrıştırma gidiyor. Buna biz halk dilinde çifte standart diyoruz. Kafam biraz basıyorsa bunun altında yatanı görür gibiyim ya, neyse. Şimdi “dominant teyze” gibi baskın karakteri oynamayalım. Sadece gördüğümü söyleyeyim yeter.  Hani her türlü pislenmiş topu “tek millet, tek dil” önermesine atarken son yıllardaki tüm girişimlerin de “tek din” oluşumuna hizmet ettiğini düşünüyorum artık. (geleceğim buna)

Uyuyan bir toplum muyuz, unutan bir toplum muyuz anlamadım gitti. Unutuyor olsak geleceğe bakar, sürekli geçmişle hesaplaşmaktan bugünü de geçmiş yapmazdık ya neyse. Unutmuyor olsak içerideki aydınlar kendilerini bu kadar yalnız, Van gerçeğinin ardındakiler kendilerini bu kadar çaresiz hissetmezdi. Uyumuyor olsak çıkar mıydı onca kanun, olur muydu onca müdahale. 19 Mayıs kutlamalarını soğuk gerekçesiyle iptale kalkan bir yönetim Van da ki çocukların üşüyen ellerini, ayaklarını, yüreklerini ne kadar düşünüyor acaba. Yıllarca okuyoruz mesela bir meslek edindirme çatısı altında sonra mezun oluyoruz ve yine okuyoruz, ta ki bir kadroya yerleşinceye ya da yaş sınırına takılıncaya kadar. Kafamızı sınavlardan kaldırıp dünyaya bakmaya fırsatımız mı var ya da eğitimin özel alanlarına para akıtmaktan. Adam gelmiş 30 yaşına, bitirmiş 2 üniversite hala ebeveynine bağımlı, neden peki? KPS gibi bir gerçeği var da ondan. Neden peki, uyuyoruz da ondan. Pompalanan bir terör, öfkeli gibi gözüken iktidar ve yine uyuyan halk. Uyumuyor olsa bilmez mi iktidar istemediği sürece bitmez bu terör. Herkes uyuyor, herkes. Muhalefetinden, halkına kadar, işçisinden memuruna, emeklisinden öğrencisine, köylüsünden kentlisine kadar. Bu kadar uyuyan içinde haklı olarak tek çalışan kanat ise iktidar. Kamulaşan, kadrolaşan bir din perspektifi içindeyiz ve uyuyoruz. Peki İnsanları bu denli uyutan şey ne?

“Din halkın afyonudur” sözü geliyor aklıma. En hassas olduğumuz nokta sanırım. En yalan olduğumuz alan da o. Peki bu nasıl bir çelişki. Kendimizi bile en çok kandırdığımız alan değil mi din?  Siyaseti dine saklıyoruz, sosyal olayları dine saklıyoruz, eylemleri, planları, dokümanları dine saklıyoruz, psikolojiyi, sosyolojiyi, felsefeyi dine saklıyoruz, eğitimi dine saklıyoruz. Din, tabiri caizse en alaylı olduğumuz kör nokta O kadar çok kulaklar doludur ki bu konu ile ilgili, okuma gereği bile duymaz kişi. O biliyordur neyin nasıl yapılacağını ve nasıl düşünüleceğini. Namaza gittiği caminin imamı, evde yaptığı sohbetin hanımı öğretmiştir ona bütün bilmediklerini. Pek çok şarlatanın din adı altında öne sürdükleri “günah” ve “sevap” kavramları bir yığın safsata ile doldurulmuştur ne yazık ki.

 

Sizin de çevrenizde var mı hala, günah olduğuna inandığı için televizyon seyretmeyen insanlar, sanki kumanda onların elinde değil de televizyonun elindeymiş gibi. Çok saçma geliyor değil mi?  Ne yaparsanız yapın bu gerçeği değiştiremiyorsunuz. O biliyor ve ondan iyi bilme şansınız yok. Pek çok yollarla eşini ya da kızını “günah” gerekçesiyle erkek doktora götürmeyenlere tanıklık ediyorsunuz muhakkak ama kızına günah diye oyuncak bebek almayan ya da oğluna top almayan babalara tanıklık ettiniz mi? peki ya hala günah diye giyeceği iç çamaşırına bile yasak gelen kızlarınız var mı etrafınızda?  Yine “günah” adı altında ölmekte olan çocuğuna organ bağışlamayan hatta ve hatta kan veremeyen ebeveynlere ne dersiniz, ya da ne bileyim aynı bahçede oynayan kardeş çocuklarının onların deyimi ile az serpilince birbirlerine haram gözüyle bakmalarına. Benim pek diyecek bir şeyim yok onlara, hani söylenecek sözüm tükendiğinden değil, terbiyem müsaade etmediğinden.

 

Bunları neden mi yazdım. Geliyorum aklımdaki hesaplara. İnsanlar yavaş yavaş aydınlanmaya, önünü görmeye başladı, doğru bildiği yanlışları algılar oldu, din istismarının altında ezilen kız çocuklarının gözü açılmaya başladı derken hemen bir göz hapsi… Ne demek mi göz hapsi. 4+4+4 den yola çıkacak olursak; okula başlama yaşını 6 ya çekip ilk 4 yıldan sonra alan seçimi getirince ve imam hatip liselerinin de orta bölümünü açınca hedef vurulmuş oldu

( ki bunu özellikle yazdım. Ufak bir araştırma yaptım da net üzerinden hayrete düştüm. O kadar çok alanda meslek lisesi ya da teknik lise var ki ama nedendir bilinmez bütün meslek liselerine orta bölüm açmaktan bahsetmiyorlar hiç. Böyle bir yasa çıkarmadan önce alt yapısını oluşturmalısın ve sonra da ben bütün alanları açtım demelisin ki alan yönlendirmesi yapasın. Hangi meslek lisesinin orta bölümünü açmış ya da açacakmış ki ilk 4 yıldan sonra alan seçimine gitsinler çocuklar. Türkiye genelinde 90 tane güzel sanatlar ve spor tabanlı lise varken 550 nin üzerinde İmam Hatip Lisesi var. Kaldı ki İ.H.lisesinin meslek alanı nedir Allah aşkına. Din görevlisi yetiştirmek. Siz tepeden de gayet iyi yetiştiriyorsunuz, bu işi eğitimcilerden iyi yapıyorsunuz nasılsa)

9 yaşını henüz bitirmiş bir kız çocuğunun aklını kullanarak, ne olmak istediğine karar verdiğini düşünerek dini eğitim alanlarına yeşil ışık yaktık. 9 yaşındaki bir çocuğun cinsiyet ayrımının önde olduğu eğitim birimlerinde okuması isteniyor hatta ve hatta bununla da yetinmeyip, “ senin okula bile gitmene gerek yok, sen sakın sokağa çıkma, ben senin için zorunlu eğitimin üzerini açtım ve açık öğretim adı altında evine kadar getirdim” deme cüretini gösteriyoruz.

Yani bir çeşit göz hapsinde 9 yaşını aşmış kız çocukları. Allah vere de sesler biraz yükseldi ve bu yapılanma ikinci zorunlu 4 yıl sonrasına atılacak denildi. Yani göz hapsinin yaşı 14 e alındı ya da alınacak artık. Ama sadece açık kısmının.

Her şekli ile atılmış bir adım… İki ileri bir geri… Ne oldu, açık öğretimde ki atak geri çekilirken ilk 4 yıl sonrası alan seçimi kaldı. İyi güzel de kardeşim alan seçimi derken neden hep İ.H.Liselerinin orta kısımlarını anıyorsunuz. Tek meslek lisesi o mu? Şimdi saydırmayın bana onlarca meslek lisesini burada. Ama “insanın fikri ne ise zikri de oymuş” derler ya.

Bu ne aymazlık, bu ne kendini bilmezlik, bu ne özgüvendir içi koflaşmış olan. Siz kim oluyorsunuz da benim hareket alanımı daraltmaya çalışıyorsunuz? Dindar nesil yetiştirmenin adı ne zamandan beri zorunluluk haline geldi? Biliyorum ben de seçim hakkımın olduğunu elbette ama o çocukları yönlendiren aileleri sizin yönlendirdiğinizi, ta içlerine kadar girdiğinizi, attığı adımları takip ettiğinizi bilmediğimi mi sanıyorsunuz?

Nerden mi biliyorum. Anlatayım size o zaman.

 

Başka tercih hakkı olmadığından ya da öyle uygun gördüğünden artık, özel bir dershanenin öğrencilerinin okumayı bile bırakacak kadar kelime-i tevhit çektiğini biliyor musunuz siz, kalem kutusunda kelime-i tevhit çekmesi için dijital tespihler taşıdığını ya da? Kim daha çok çekerse ödüllendirileceğinden haberiniz var mı? Evden çıkarken giydiği çoraba dikkat ettiklerini biliyor musunuz o çocukların? Neden peki?  Namaz vaktinde dersliğin birinin mescit yapıldığı alanda ayakkabılarını çıkarıp namaz kılacağı için. Erkekler bölümüne geçtiği için, erkek arkadaşıyla konuştuğu için, etek boyunu onlara göre ayarlayamadığı ya da giydiği gömleğin yakasını ne kadar açacağını bilemediği için azarlanan, hırpalanan, eğitim konusunda gözden çıkarılan öğrencilerden haberiniz var mı?

Ne diyorum ben, elbette var, değil mi?

Ötekileştirmenin en yalın örnekleri değildir de bunlar ya nedir sizce? Kendilerine ters gelen davranışlarını aileleri çağırıp çocukları onların bile gözlerinden düşürme çabalarını, onlara sanki fahişelermiş gibi ya da potansiyel fahişeler gözüyle baktıklarını, bunu dikte ettiklerini, aileleri bu yönde konumlandırdıklarını. Daha ne saymalıyım. Okunması için eve gönderilen kitapları ve o kitaplardan yapılan sınavları, ailelerin neler okuduğu yönündeki anketleri,  vs. vs. vs. Bu sadece tek bir birimin yapmış olduğu eylemler.

 

Ve kalkmış dindar gençlikten bahsediyorsunuz. Ayrımcılığın tohumlarını atarken bunu nasıl yapacaksınız, soruyorum sizlere. Sizin haddinize mi benim imanımı, inancımı sorgulamak, yeterli görmemek ve ben yetiştireceğim demek? Siz kimsiniz Allah aşkına. Benden daha iyi bildiğinizi iddia eden siz, neyi benden daha iyi biliyorsunuz acaba? Kadın olmanın ya da erkek olanın gereklerini mi, kadının ya da erkeğin islamiyette ki yerini mi? Onların önce insan olduğunu ne çabuk unutuyorsunuz. Önümüzde 8 Mart gibi bir reklam panosu daha var. Ne afişler asacaksınız kim bilir hatta asmaya başladınız bile. Bir de üstüne üstlük çok iyi şeyler yaptığınızı düşünerek ve bundan da cesaret alarak yılın dindarlarını, ahlaklılarını filan seçmeye kalkmalar.

Yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi emreden bir inancın içinde olduğunuzu nasıl unutursunuz? En büyük günahı, din açısından en büyük yanlışı yaptığınızı ne zaman kabul edeceksiniz? Bu soytarılıklara bir son verin artık. Dinin pazarı, reklamı olmaz. Din, insanın kendini en özgür ve en huzurlu hissettiği alandır. İnsanların huzurlarını, özgürlüklerini çalmaya ne hakkınız var.

Size göre “maymun gözünü açtı, kapatmak lazım” öyle mi? siz de biliyorsunuz ortamdaki ahlaki çöküntünün açık-kapalı, inanan-inanmayan gözetmediğini. İslam dininde ne zamandan beri ayrımcılık, zorbalık, insani haklara saldırı bir hak haline geldi?

 

Asıl sorunun alaylı ya da okullu olmak olmadığını siz benden daha iyi biliyorsunuz, peki bu neyin kapılarını zorlamaktır. Bir yandan mollalara kadro veriyor, diğer yandan din eğitimini tabana yaymaya çalışıyorsunuz. Hani alaylı olmaktan kurtulsun bu insanlar, doktor da olsalar, avukat da, mühendis de dinlerini bilsinler hesabı mı bu hesap. Okuyarak öğrensinler. Mollaların kadroda işi ne o zaman.

Çok samimi olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Ama bana hiç mi hiç samimi gelmiyor bu ataklarınız. Çünkü insanlar siz istediniz diye Allah’ı anmayacaklar, siz istediniz diye Allah’a yönelmeyecekler. Bunun bir gönül işi olduğunu, inanç meselesi olduğunu nasıl unutursunuz. Siz ki hem bir alaylı hem de okullusunuz.

 

Ben bunları sürekli yazıyorum ve yazacağım. Çünkü insanlığın bütün dinlerin temelinde yatan sevgi ve saygıdan, güven ve paylaşımdan geçtiğine inanıyorum. Kıldığım namazın ya da tuttuğum orucun hesabını kimseye vermek istemiyorum, çetelesini tutmak ya da tutturmak istemiyorum. Bunu nasıl yapacağımı da bilmiyorum açıkçası. En makbul namazın gece namazları olduğunu bilirken herhangi bir makama bağlı olarak kameralar mı yerleştirmeliyim evimin her odasına yoksa nette bir site mi açacaksınız her vakte bir tıklama ya da her oruç günü için hangi butona basacağız. İslam dininin en dışa dönük, sosyal içerikli şartı olan zekâtı ihtiyacı olanların gözüne soka soka gerçekleştirmek, yaptığım iyiliğin suyunu çıkarmak istemiyorum.

Duymuşsunuzdur “askıda kahve” hikayesini. Okuduğumda insanlığımdan utanmıştım. Siz de utanın biraz.

Ama siz kalkmış Müslümanlığı bir reklam panosuna çevirmişsiniz. Işıklı neonlarla süslü bir reklam panosu. Bu kadar soytarılık yetmez mi acaba. Ben sizin her gece kaç rekât namaz kıldığını sorguluyor muyum, zekâtını kime verdiğinizi ya da. Hangi okulu yaptırdın, hangi çocuğa burs verdin, hangi fakiri doyurdun, evlendirdin, hangi sokak çocuğunu evlat edindin, hangi sokak hayvanlarına sahip çıktın(ız) diyor muyum? Sizde ki bu cüret nerden geliyor? Ben bu ülkenin insanıyım, bu devletin bir ferdiyim. Siz benim insanlık haklarımı korumaya yemin ettiniz, bununla da görevlisiniz.

Unutmayın, bu göreve sizi bu insanlar getirdi. Bana beğenme ve beğenmeme haklarımı kadınsam kadın, çocuksam çocuk olma haklarımı geri verin. Ben can almadığım, can yakmadığım sürece beğenmeme hakkına sahip olmalıyım, yürüme, protesto etme, eleştirme, yazma-çizme, düşünme-düşündürme hakkına sahip olmalıyım ve ben inanma özgürlüğüne sahip olmalıyım.

Ben inançlarımı ve düşlerimi, dolayısıyla da özgürlüğümü satışa çıkarmadım. Ama siz de haklısınız. Satılacak yer kalmadı değil mi bu topraklar üzerinde. Artık sıra satın almaya geldi.

 

Ben kim miyim, ben halkım… En azından %50 sini temsil ediyorum. Benim %50 adına konuşma hakkım var ama sizin %50 adına icraat yapma hakkınız yok. Siz bütün icraatlarınızı %100 ü düşünerek yapacaksınız. Bunun “istersek” diye bir konumlandırması olamaz, bu bir zorunluluk, bu bir görev. % 50 si gibi düşünüyor olabilirsiniz ama diğer %50 için empatı yapacaksınız. Çifte standarda tabi tutulan halk, üzgün ve kırılgan olur, kırılgan halk ya suskunlaşır, zayıflar, beceriksizleşir ya da isyankâr olur, asi olur. Uyutulan, uyuşturulan halk yalan olur, nerede, ne zaman ne yapacağı belli olmaz, uyuşmuş bir halkla yola çıkılmaz. İnanan bir halk ile yola çıkabilir insan, inanan ve güvenen. Bu güveni hak ettiğinizi düşünmüyorum. Sizinle de hiçbir şekilde yola çıkmıyorum.

İşte şimdi gerçekten özgürüm. Önemi var mı bu özgürlüğü nerde ve nasıl yaşadığımın?

 

6 mart 2012/ sevgi dündar


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster