Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Türkler ve Arap Kutsallığı


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 19 Aralık 2017
Geçerli Tarih: 29 Nisan 2024, 09:51
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=25718


Tarihin her devrinde, türlü türlü kan taşıyan, türlü türlü dil konuşan,çeşit çeşit âdet ve ananelere bağlı olan milyonlarca insanın,aralarındaki farklılıklara bakmadan,sen ben kavgalarını bir tarafa bırakarak, bir inanç veya fikir etrafında toplanıp, imparatorluklar kurmuşlar, aralarından yöneticiler seçmişlerdir. Böylece kurulan imparatorluklar, veya devletlerin en büyüğüne, en güzeline sahip olup, dini ve milli inançlarını üzgürce yaşamışlar, birbirlerini seven, yardımlaşan, çeşitli ırklardan, büyük insan topluluklarını,bozulmadan yaşatmayı başarmışlardır. 

Bir topluluğu ayakta tutan temel esasların en önemlisi de, çalışkanlık, adalet, iyilik, saygı ve sevgi gibi milli ve dini düşüncelerin kuvvetli olmasıdır. Türkleri, Sakarya kenarından, kısa bir zamanda, Viyana kapılarına götüren, Çanakkaleyi geçilmez yapan kuvvet, işte bu kuvvettir. 

Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türkler gücünü, fetihler sonrasında büyük ve üstün bir devlet kurarak ve bu devletin içinde huzur, refah ve saadetten almaktadır. Aşağı yukarı, her millet,aynı olmasa da benzer gayelerin peşinden giderler.Milletlerin çapına, kabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber,ana hatlar bakımından hepsi de birbirine benzer. Benzemeyen ise, milli üstünlük inancıdır, büyüme ve gelişmek isteğidir. Fakat biraz da talihi olmasıdır. Eğer bir millet talihli değilse, hele hele, ekonomisi ve askeri gücü kuvvetli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok olmaktır. Türk Milleti, tarih sahnesine çıktı çıkalı, hep güçlü ve hep kuvvetli olmuş, kuvvetini ise, tarihten gelen milli ülküsünden almıştır. Türk milleti; Gazi Mustafa Kemal'in öncülüğünde, 1923'te kurduğu Cumhuriyet'le güç ve kuvvet kazanmışsa, bu onun, damarlarında dolaşan kanın asil olduğundandır. Cumhuriyet'le birlikte, Türk Milleti hurafelere değil, gerçek islama inanmış, Arap kutsallığı ve din diye yutturulan bütün akıldışı ve mantığa uymayanlarla savaşarak adeta kendine gelmesini bilmiştir. Yüzyıllar önce etkisi altına girdiği Arap Kültür Emperyalizmi'nden sonra, 19, Yüzyılda karşılaştığı Batı Emperyalizmiyle savaşmış, aklını, yürekliliğini ve kararlılığını kullanarak bağımsızlığına kavuşmuştur. 

Aklını ve mantığını bir tarafa bırakıp kullanmayanlar, heveslerine kapılanlar, kibirlenip böbürlenenler, hurafeleri din edinenler,Allah'ın hükmüne başkalarını ortak koşanların, hangi dine göre, hangi kitaba uyarak amel ettiklerini inanın anlamak mümkün değildir. İnancımızın kaynağı Kur'an'a, abdestsiz dokunmayı yasaklayan bu zihniyet, hırsıza, uğursuza, yalancıya, iftiracıya,yetim malına el uzatanlara, zulm edip can yakanlara, aldatıp kandıranlara bırakın "Ne oluyor, ne yapıyorsunuz" diye sormayı,alkış tutup methiyeler düzmekte, iyilik ve yardım sever olarak görmektedir. "Ben bir uyarıcıyım; sakın kimse sizi aldatmasın. Sakın ha! Yaratıcınızdan başka bir ilaha ibadet etmeyiniz; şayet birileri sizi yanlış yola davet edecek olursa aramızda Haded (Teymdâ' da bir dağ) var deyiniz. (Hadis)

Kur'an'a göre, insanların dillerinin farklı oluşu, tıpkı renklerinin farklılığı gibi, Allah'ın ayetlerindendir: "Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir.  Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır." (Rûm, 22) Renk ve dil farklılığının, tıpkı yerlerin ve göklerin yaratılması gibi bir ayet olarak tanıtılması, dil ve renk farkının Allah'ın varlığa koyduğu kanunlarından olduğunu ve doğal oluşlar gibi normal karşılanması gerektiğini gösterir. Kur'an'ın hiçbir yerinde, herhangi bir dilin, örneğin Arapça'nın, üstün olduğu, kutsal olduğu,farklı bir tanrısal ayet olduğu yolunda ne bir açıklık, hatta ne de bir ima vardır. Yine Kur'an'a göre, her peygamber, getirdiği mesaj rahat anlaşılsın diye, içinden çıktığı toplumun diliyle vahiy almıştır.  Tanrısal vahyi, peygamberin hitap ettiği toplumun diliyle indirmek, böylece mesajı anlaşılır, peygamberi de meramını iyi anlatır kılmak sünnetullah (Allah'ın tavır ve tarzının bir gereğidir) "Biz hiçbir peygamberi, kendi toplumununkinden başka bir dille göndermedik ki onlara açık seçik beyanda bulunsun..." (İbrahim, 4) 

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, kutsal olan, vahyin getirdiğidir, vah'yin indirdiği dil değil. Çünkü tüm dillerle vahiy gelmiştir.Türk Milleti, Arap Kutsallığı'na inanır hale gelirken,dilini, örf ve âdetini de değiştirmeyle karşı karşıya gelmiş, din diye yutturulan bazı hurafelerin ışığında, yolunu bulmaya çalışmıştır. Hiç bir ırk ve dine karşı peşin hükümlü değilim ve olmadım da. Ama bazı bilmiş ve bindirilmiş kıt-aların, üstün gördükleri veya göstermeye çalıştıkları ırkların hepsini de Allah'ın yarattığı ve hepsinin de Adem'den ve Havva'dan türediği gerçeğini bilmeyecek kadar da akılsız olmadığımı düşünüyorum. İslam adına, İslami kılıflara sokarak, bazı hurafe ve uydurmaları, kitaplar yazarak, gazeteler çıkararak, mecbualar yayınlayarak, milletin temiz ve saf duygularını, kendi düşünce sistemi doğrultusunda sömürmekten hiç mi hiç, hicap duymayanların var olduğu da bir gerçektir.   

İslam dünyasının içine düştüğü veya düşürüldüğü bugünkü durumu net olarak anlamak ve görmek için: "Sadakaların en kıymetlisi, zalim hükümet adamları yanında söylenen doğru sözdür." ve "Ümmetim, zalime zalim demekten çekinecek bir hale gelirse, Allahü teala onlara yardım etmez" (Hadis) Peygamber Efendimizin sözlerini, islam dünyası, eğer tam olarak anlamış olsalardı, bugün yaşadıkları kargaşa ve kavgaların hiçbiri olmazdı. Herkes barış içinde yaşardı, adalet olurdu, hak ve hukuğa saygı, hoşgörü ve iyi niyet olurdu; hırsızlık ve ahlak dışı olaylar da olmazdı. Görüldüğü üzere, dikta ve zulm üzerine kurulan yönetimleri, islamiyet kesin bir dille reddetmektedir; baskı ve zulme boyun eğen topluluklara da yardım etmemektedir.

Onun içindir ki,mal ve mevki hırsı, insanı yer ve bitirir. Medh edilmeyi sevmek ve istemek de, insanı kör ve sağır eder. Bu konuda bir çok Hadis vardır. Bunlardan birkaçı: "İki aç kurt, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, mal ve şöhret hırsının yapacağı zarar daha çoktur. Medh edilmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder, kabahatlerini, kusurlarını görmez olur.Doğru sözleri, kendisine yapılan nasihatleri işitmez olur. Mevki ve şöhret sahibi olmak arzusu, insanlarda üç şeyden hasıl olur: birincisi sebeb, ikincisi nefsin arzularına kavuşmaktır. Nefs, arzuların, haram yollardan elde edilmesini ister."  Nasihat etmek kolaydır. Peki nasihati kabul etmek kolay mıdır?Hele ki nefslerine uyanlara,dünya malının peşinde koşanlara bırakın nasihat etmeyi, doğru da söylense yanlış anlarlar.

İnsan her zaman haklı olamaz. Her zaman da doğru işler yapamaz. Diğer insanlarında, fikirleri ve düşünceleri vardır. Onlarda kendi bildiklerinin doğruluğuna inanırlar, kendilerinin her yaptığını doğru kabul ederler. Ama ortak akıl denen çok seslilik, bütün bu düşüncelere yön verir ve elekten geçirerek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterir. Görmeyenler veya görmek istemeyenler, kendi bildiklerini, kendi yaptıklarını doğruluğuna inanır ve başkalarının da bunlara inanması için büyük çaba sarf ederler. Hatta bunlar, içinden çıktığı ırkına ve milletine hakaret eder, aşağılar, hatta kafir olmakla suçlamaktan da çekinmez. Ama, Arap'a ağlar, gözyaşı döker, methiyeler düzer, övgüler sıralar, hatta Arap kutsallığına inanır. Kendi vatanını, yurdunu sevmediğini söyler ve kötüler, bayrağına saldırmaktan da utanmaz. Bu tür davranış içerisinde olanların, İmanı zayıf, inancı körelmiş ya da göstermeliktir."Vatan sevgisi imandandır" demiş Peygamber Efendimiz.

Hangi ırk, hangi din, hangi renk ve düşünce sistemi olursa olsun,ilm içermeyen, ilme uymayan ve ilme dayanmayan her iş, zararlı ve faydasız işlerdir. Allahü teâlânın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilm, mal, mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile olanlara, bu ilm zararlı olmaz mı? Halbuki, dünya ve dünya malına düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir şeydir. Ders vermek, vaaz etmek ve dini yazı, kitap, mecbua çıkarmak, ancak, Allah rızası için olursa faydalı olur.Mevki, mal ve şöhret kazanmak için faydalı olmaz. Bu belaya düşmüş, dünyayı ve dünya malını seven din adamları, hakikatta dünya adamlarıdır. Bunlar, ilmi kötüye kullanan kötü alimlerdir. Ayrıca bunlar, din ve iman hırsızlarıdır. Halbuki bunlar, kendilerini din adamı, ahiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanır. Mücadele Suresi bu gibi insanlar için şöyle demektedir: "Onlar, kendilerini müslüman sanıyor. Onlar son derece yalancıdır. Şeytan onlara musallat olmuştur. Allahü teâlâyı hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. Şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. Biliniz ki, şeytana uyanlar ziyan etdi. Ebedi saadeti bırakıp sonsuz azaba atıldı." 

Bakara Suresi de şöyle der:"Cahiller, ahmaklar, dünyadaki zevk ve lezzetlere kavuşmak için, dinlerini, imanlarını verdi. Ahiretlerini satıp, dünyayı, şehvetlerinin istediklerini aldılar. Kurtuluş, yolunu bırakıp, helâke koştular. Bu alış verişlerinde bir şey kazanmadılar. Bunlar, ticaret ve kazanç yolunu bilmedi. Çok ziyan etti."  Bir kimse, Allahü teâlâ için ibadet eder ama, başkasının görmesi de hoşuna giderse veya ibadetinde başkasından bir karşılık, mesela, bir (Aferin!) sözü beklerse, o kimse, şirkten kurtulmuş olmaz ve halis muvahhid olmaz. Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Küçük şirkten korununuz!" "Küçük şirk nedir?" diye sorulunca, "Riya" buyurdu. Yani başkasına göstermek için ibadet etmektir.(1)

Suudi Arabistan'da, İngiliz casuslarının tuzaklarına düşen sözde din adamları ve o din adamları, İngilizlerle beraber, hayal kurup, hurafeler üretip, sonra da din diye dayatırken, Arap kutsallığı neredeydi acaba? Halen, İngiliz islamına göre amel eden Suudi Arapları, İslamiyeti yıkmak, müslümanları birbirlerine düşürmek, asayişini bozmak ve güvenini sarsmak, bu yolla topraklarını ya işgal etmek ya da sömürmek için, İngiltere'de kurulmuş olan (İskoç mason teşkilatı)nın emirlerine halen âmede olmaya devam etmiyorlar mı? Filistin topraklarını, kana bulayan, halkına zulm eden, yakıp yıkıp yok eden islam düşmanı zalim Emperyalistlere,övgüler yağdırıp, methiyeler düzenlerin nasıl kutsal oldukları, ibretle ve nefretle izlenmiyor mu? 

(1) Saadet-i Ebediyye

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster