Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Kavramların dili


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 07 Ağustos 2017
Geçerli Tarih: 24 Nisan 2024, 08:06
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=24483


Devletler, rejimler, politikalar, doktirinler, ideolojiler ve bunların yanında daha neler neler! Bütün bunları insanoğlu icat etmiş; huzur ve refahı, özgürlük ve güveni, emniyet ve asayişi de icat etmiş ve etmeye de devam ediyor. Peki insanoğlu, icat ettiklerinin dilinden anlayabiliyor mu? Anlayabiliyorsa ne ala, ama ya anlamıyorsa? O zaman bunun sebebi yine kendisi değil mi? Bir çok kavram hayatımıza girmiş olabilir. Onun diliyle konuşmak,onu her ortamda dile getirmek yeterli olur mu? Onu anlamak da gerekmiyor mu? İcatlar ne kadar doğru, ne kadar mükemmel ve ne kadar düzgün olursa olsun, onu uygulayacak olan insandır.insanın toplum içindeki davranışları, hal ve hareketleri, ilişkileri, onun "kavramların dili"nden ne kadar anlayıp anlamadığını gösterir. İnsanlar her makam ve her mevkiye gelebilir. Her şeyi de yapabilir. Yapmasının önemli olduğu kadar, yaptığını bozmaması da önemlidir. Yapılanı korumak, ona sahip çıkmak, gelecek kuşaklara taşımak çok daha önemli değil mi? Hatta bir milletin devletine sahip çıkması, onu gözü gibi koruması ve "insanı yaşat ki devlet yaşasın" diyen, Şeyh Edebali'nin oğlu Osman gazi'ye nasihatı unutmadan, devlet kavramının en kutsal kavram olduğunun da unutulmaması gerekir.İnsan da "yaratılanların en hayırlısıdır" 

İnsanlar, derebeyi, kral, sultan, hükümdara değil, onların üstünde ve ötesinde devlet denilen sürekli ve soyut varlığa itaat yolunu tesbit ederek uygulama yoluna girmişlerdir. Devlet, sosyal bir gerçek olarak, siyasal kuruluşların en genişi, en gelişmişi, en iyi örgütlenmişi ve en kapsayıcı olanıdır. Devleti oluşturanlar ise insanlardır.Devletin düzenini, işleyişini, otoritesini,  devleti idare edenler sağlar;ayrıca vatandaşlarının temel haklarını,özgürlüklerini korumak, mallarını, canlarını, güvenliklerini, huzur ve sükununu sağlamak da devletin görevidir. Çağdaş ve hukuk sistemini de yine devleti idare edenler yerine getirirler.  

Montesguieu şöyle der: "Eğer kendim için faydalı olup da aileme zarar verecek bir şey öğrenseydim onu aklımdan çıkarırdım. Eğer ailem için faydalı olsa bile vatanım için faydalı olmayan bir şey bilseydim onu unutmaya çalışırdım. Eğer vatanıma hayırlı olan, ama Avrupa'ya hayırlı olmayan veya Avrupa için hayırlı olup da insanlık için zararlı olan bir şeyden haberim olsaydı, ona, bir cürüm diye bakardım."

18. yüzyılında ünlü Fransız düşünürü tarafından yapılan bu "önem sıralaması", Avrupa'da bazı siyasetçilerin "idealden ideolojiye" geçiş sürecinde sıkça kullandıkları bir düsturdu. Halen de öyle. Nitekim,bazı ideolojik tartışmaların geçmişi, 18. yüzyıl başlarına kadar dayanmaktadır. Bugün de dünya üzerindeki hemen her toplumda, büyük öneme haiz olan, tartışılan ideolojik tartışmalar,kavram olarak da sistemlerde kendine yer etmiştir. Bu tartışmalar, siyasi olarak iç ve dış politikaları her dönem derinden de etkilemiştir; elbette gücüyle etkilemeye ve yönlendirmeye de  devam etmektir.

İnsanoğlu neyi arıyor? Zenginlik ve para, özgürlük ve huzur.. Bulabilmiş mi? Belki bazıları bulmuş olabilir. Ama ya yığınlar! Hayır..  Sebebi kim? Ta kendisi! Yani insan doğasında olan, durmadan dinlenmeden, insana dair ne varsa alt üst eden, yıkmaya çalışan, hatta yıkan, tahrip eden, bozan ve doğayı yaşanmaz hale getiren, bir döngü içerisinde, güya toplum yararına ama, aslında kendi çıkarına bir sürü işlere kalkışır ve bir çok olumsuzluklara sebebiyet verir. İnsana ait icatların ne kadar doğru, ne derece mükemmel ve uygun olduğu konularında akıl yürütmeden önce, bütün bunları ortaya koyarak, doğru mu, yanlış mı veya dürüstçe mi, haklı mı, haksız mı diye bakmasında da yarar vardır. 

İnsanın toplum içindeki davranışlarının temelinde insanca bir yaşam ve "Yaşamı sürdürmek" amacı ya da bunun uzantısı "güvenlik ve asayiş" isteği ile "bencillik" vardır. Zaten toplum felsefesinin temelinde "bencillik" ve "faydacılık" ilkeleri yatar. Güvenlik ve asayiş isteği, insanın doğasında vardır. Bu istek çoğalınca veya toplumun üzerine yönelince, toplum üzerinde baskı ve korku yaratır; güven ve asayişsizlik sorunu oluşmasına yol açar. Güvensizlik ve asayişsizlikten kurtulmak için başkalarının üzerinde egemenlik kurmaktan başka bir seçeneğin kalmadığı düşüncesine kapılabilir bazı insanlar. Başkalarının üzerinde egemenlik kurmaya çalışmak ise, kavga ve kargaşa doğurur; sonra da savaşlara yol açar. Zaten herkesin herkesle bir savaşı yok mudur? 

Tarihe bakınca da: İnsan yaşamı çoğu kez, yalnız , yoksul, fakir, zalimce ve kısadır. Hayvanlar alemine bakınca ise, şiddetin bireysel frenleri olduğunu görürüz. Aynı türden gelen hayvanların hiçbir zaman ölümüne savaştıkları görülmez; yenen yenileni esirger. İnsan türünde ise, bu koruyucu özellikler bulunmaz. İnsanların aksine hayvanlar, birbirlerini anlayabilir, birbirleriyle kavga etmeden iletişim de kurabilirler. İnsanlar öyle mi? İkiyüzlü, bencil, yüreği kin dolu, nefret yüklü, sevgi ve saygı yoksunu, yardımlaşma ve bölüşme fakiri... 

Ağaçlar nasıl tohumlarına göre çeşit çeşitse, insanlar da kişilik ve yazgılarına göre çeşit çeşittir. İnsanların ne kadar küçük ve basit bir hayatı olursa o kadar mutlu ve o kadar az sorunu olur. Dünyayı yöneten ihtiyaçtır. İnsanlar ihtiyaç duymadıkça ender olarak çalışırlar. Doğal yapıyı düzeltmek için, eğitim yeterli olmaz. Aydınlar çok düşünür, çok okur, çok araştırır, bunun için de çok bilgilidir, bu nedenle de çok şüphe ve kuşku duyarlar. Bazı insanlar, harika işlerin arkasından giderler ve harika işler yaparlar. Bazı insanlar da, ne olduğunu kendisinin dahi bilmediği,garip garip işlerin arkasından giderler ve bunun sonucu olarak da garip işler yaparlar.

İnsanın kendinden habersiz, haline bakmadan, tabiat düzenini bozmaya kalkması, ona kafa tutması, tahrip etmesi veya yıkıp tarumar etmesi,topluma bir yarar getirmediği gibi,bir çok zarar getireceğini düşünmediğini gösterir. Ağaçlar tohumlarına göre çeşit çeşittir. İnsanlar da kişilik ve yazgılarına göre çeşit çeşittir. Masum olan veya masum görüntüsü veren insanlar... En iyi düzenbazlar ise, hiç kimsenin dikkatini çekmeyen yumuşak huylu,ağırbaşlı, karıncayı incitmeyen, etrafa gülücükler saçanlardır. Bu tür insanlar, en tehlikeli ve en sakınılması gereken insan tipleridir. Fakat, gel gör ki, kendilerini kolay fark edilemeyen paravanlarda sakladıkları için, onların sinsi tuzaklarına düşmek nerdeyse imkansız gibidir. 

Her insanın bir aptal yanı vardır. Ama hiç kimse diğer insanlardan daha aptal olduğunu düşünmez. Akıllı insanlar da, aptal insanlarla olmayı düşünmez. Toplumda, karamsar olan, kötümser düşünen, çekimser davranan ve iyimser olan insanlar vardır. Ama dobra dobra, kendine güvenen, özgün bir ruh ile yüreğinin sesini dinleyen insanlar da vardır. Zayıf karakterli,kırıcı ve incitici olan insanların olduğunu da göz ardı etmeden, iftira eden, çamur atan, yalan konuşan, aldatan ve kandıran, insanlar çok daha tehlikeli ve zararlı olduğunu bilmek gerekir. Eğer insanlık bugün bir yerlere geldi ise, bunu sadece ve sadece özgür ve cesur insanlar sayesinde gerçekleştirmiştir. 

Bir insanın bir milletin tamamından daha akıllı ve daha yetenekli olduğu düşünülemez. Ama milleti de millet yapan, yasaları ve idarecileridir. Bu ikisi olmazsa, Nasrettin Hoca'nın uğradığı hana benzer: Hoca yolculuk sırasında yol üstündeki bir handa konaklamış. Han'da eski mi eski, her tarafı dökülüyormuş. Ha çöktü ha çökücek. Nasrettin Hoca içeri girip de etrafa bir bakınca içine korku düşmüş. Pek belli etmemeye çalışmış ama, içi rahat değilmiş. sonunda bir punduna getirip hancıya; "Yahu" demiş, "senin bu tavan da ne kadar gıcırdıyor! Sanki beşik mübarek! Bir o yana bir bu yana !.." Ama Hancı hiç oralı olmamış. Sözü şakaya getirerek;" Ağzını hayıra aç Hoca!" demiş. "Bu gıcırtı, beşik gıcırtısı değil" Tavan tahtaları Hak'ka tesbih çekiyor!" Hoca gözlerini Hancının gözlerine dikerek; "Peki ama, ya bu tavan böyle tesbih çeke çeke aşka gelir de secdeye kapanırsa, bizim halimiz ne olacak?.."

Yalan gerçekler karşısında ezilme duygusudur. Onun dışa vurumudur. Dolandırıcılar, yalanın ne kadar cüretkâr olursa o kadar inandırıcı olacağını bilirler.Ayrıca yalancıların,hem bellekleri zayıftır hem de dünyada yaşayan bütün canlı türleri içerisinde, en korkak ve sefil olanıdır. Niccolo Machiavelli bir sözünde şöyle der: "İnsanlar o kadar basit kafalı ve acil ihtiyaçlarının baskısı altındadır ki, bir hilekâr aldatılmaya hazır bir sürü insan bulabilir." Dünyada, sözleri ve hareketleri ile nereye gittiğini bilen, ağzından çıkanı duyan, doğruyu ve yanlışları gösteren insanlara her zaman yer vardır. Dünyada en iyi ve en mükemmel şey, namuslu bir insan olmaktır. "Adalet varsa rezalet yoktur." sözünün ne kadar doğru bir söz olduğunu, adaletin olmadığı bir yerde çok daha anlam kazanır.  

Aristokrasi ve zenginler, arkalarına aldıkları yasalarla toplumu olabildiğine sömürmeye çalışırlar. İyilerin gözden düştüğü, itibarları yok edildiği, daha değersiz, daha kötülerin de, aksine servet ve itibar sahibi oldukları bir dünya da, halkın bezginleşmesi, kaderine isyan edecek bir duruma gelmemesi düşünülebilir mi? Her siyasi düşüncenin kendine ait bir ekonomik çevresi vardır. Siyasal kurumlar ile sosyo-ekonomik  yapılar arasındaki ilişkiler tam ve doğru olmadan toplumun ihtiyaçları karşılanamaz. 

Gök yaratan değil, yaratılandır. Her insanı Allah yarattı. Bunun için insan mukaddestir. İnsanlar arasında, kul olarak bir farklılık da yoktur. Ama Allah, insanların huylarını, düşünce ve iradelerini ayrı ayrı ve kimini güçlü, kimini de zayıf yaratmıştır. Bu zayıflıkları gidermek, yok etmek ve ortadan kaldırmak için de, insanların birbirlerine yardım etmeleri, kötü günde ve iyi günde bir ve beraber olmaları gereklidir; zayıf ve güçsüz insanların da toplum içinde insanca yaşamaları sağlanmış olsun.  


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster