Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Toprağın bereketi, barışın gücü


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 10 Haziran 2017
Geçerli Tarih: 29 Nisan 2024, 03:21
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=24351


Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların, toprağın altından çıkan bütün değerlerden, üstünde yetişen bütün nimetlerden yararlanma hakları vardır. Ancak, o nimetlerin tüm insanların hizmetine adilce sunulması ve hakça paylaşılması da gerekir. Eğer adilce ve hakça bir paylaşım olmaz ise orada kargaşa ve kavgalar olabileceği, can ve mal emniyeti sorunları ile karşı karşıya kalınabileceği ihtimal dışı değildir.Kavga ve kargaşadan  yararlanmak isteyen, kendine bir fırsat doğmuş gibi gören bazı insanlar da çıkabilir ve  her şeyi, kendine aitmiş gibi, kendine sunulan bir bereketmiş gibi görebilir ve bütün bunları tek başına ele geçirmeyi, kendine kazanç sağlamayı ve bu amaç doğrultusunda davranmayı, üstelik de yağmalamayı, yakınlarına da yağmalatmayı düşünebilir; hem de gelecek kuşakları düşünmeden, adeta "benden sonrası tufan" der gibi davranışlar içerisine girebilir. İşte bu da, toprağın verimsizleşmesine, bereketsiz hale gelmesine yol açar.Verimsiz olan ve bereketsiz hale gelen topraklar üzerinde yaşayan insanlar, bir zaman sonra, birbirlerine kin duyar, nefret eder duruma gelirler ki, bu da hem kendilerinin hem de ülkenin huzurunu ve asayişini bozabilir, güvensiz ve itimatsız bir ortam oluşmasına da yol açabilir. 

Bütün insanlar, ülkesinde barış içinde yaşamasını,adalet, hak ve hukukun üstün olmasını isterler ve bunların kaybolup gitmemesi için de mücadele verirler. Ancak, ülkeleri idare edenlerin de bu hakların uygulamasında taraf tutmaktan, yanlı davranmaktan da kaçınmaları gerekir ki, insanların da devletine olan saygısı ve güveni artsın; ülkedeki insanlar barış içinde yaşasınlar. Adaletin olmadığı, hak ve hukuka güvenilmediği bir ülke de, huzursuzluk ve gelecek endişesi, kaygı ve tasalanma duygusu yaşanmaz diyebilmek ne kadar mümkün olur? Hatta baskı, korku ve zulüm yaşanabileceği endişesine de yol açabilir ki, bu da barış içinde yaşamanın zorlaştığı anlamına gelir. Demem o dur ki, bir ülke de, adalet olmazsa, hak ve hukuka saygı kaybolursa, insanlar arasındaki saygı ve sevgi de ortadan kalkar; sevgi ve saygının olmadığı bir yer de ise,  kargaşa olur, asayişsizlik meydana gelir; insanlar arasındaki barış da,güven ve itimatta kaybolur gider. Barışın bozulduğu, güven ve itimadın sarsıldığı bir yer de, kin ve nefret olmaz, kargaşa ve kavga yaşanmaz diyebilmek de mümkün değildir. İnsan hayatına kast eden, yaşamı zorlaştıran, ülkenin kalkınmasına, aydınlık geleceğine, ekonomisine, milli ve manevi değerlerine zarar verecek olan asayişsizlik ve kargaşa, tıpkı bir kanser hücresi gibi, bütün her şeye sirayet eder ve güzel olan ne varsa eritir ve yok edip ortadan kaldırır. 

Hangi görüş ve hangi düşünce olursa olsun, insanı ezen, özgürlükleri kısıtlayan, hak ve hukuksuzluğa neden olan siyasi görüş ve düşünce sistemi içinde yaşamak istemez. Zaten İslam'da insanı ezen, zulm eden bir yönetim sistemini reddeder. İslam düşüncesine göre, hiçbir kimse otokrat (mutlak hükümdar) olamaz. Siyasi iktidarlar gelip geçicidir. Gelip geçici olan siyasi iktidarların asıl  dayanağı, vekalet ve velayettir.Bu manada hükümetlerin şüphesiz halka karşı sorumlu olmalarıdır. Bunun dışında hiçbir şahıs ve zümre için mutlak mülkiyet ve hakimiyet hakkı yoktur. Zira her şeyin gerçek sahibi Allah'tır. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde "ben" yerine "biz" zamirini kullanır ve Müslümanlara dua etmesini öğretirken de Fatiha Suresinde olduğu gibi "biz ancak Sana ibadet eder ve Biz yalnız senden yardım dileriz." şeklinde yine "ben" yerine "biz" zamiriyle emir buyurur.  Hz. Peygamberimiz: "Hepiniz, aynı gemide yolculuk eden kimseler gibisiniz. Geminin batmasına yol açacak gaflet ve hıyanet girişimlerine, neme lazım diyemez ve müsaade edemezsiniz "diye buyurmaktadır.   

Bir ulusun yönetiminden sorumlu olanlar, geçmiş tarihleriyle birlikte, dünya siyasetini, dünya siyasetine yön verenleri,ekonomisini, sanayisini çok iyi incelemeli, kendi ülkesindeki yer altı ve yer üstü varlıklarını da kendileri işleyebilmeli, ülkenin ve halkın yararına olacak yatırımları da gerçekleştirmek için gereken çabayı göstermelidir. Çaba gösterirken de, demokrasi ve insan haklarından, milli birlik ve adalet duygusundan ayrılmamalıdır. Eğer bir ülkede milli birlik  ve adalet yoksa, milli demokrasi de yok demektir. Unutulmamalıdır ki, Milli Kurtuluş Savaşı veren ve bu savaşı, M.Kemal Atatürk önderliğinde zaferle sonuçlandıran Türk milleti, bütün İslam alemine de ilham olmuş bir millettir. Bu büyük millet, topraklarını kanıyla sulayarak vatan yapmıştır.Şehit kanlarıyla sulanan toprak, verimli ve bereketli olmaz mı? Ancak, toprağın işlenmesi, ekilmesi gerekir ki,bereketli ürünler alınabilsin.Böylelikle belki elin oğlundan saman ithal etmekten de kurtulmuş olunur. Sonra da,sanayii de,ilim de, bilim ve teknik de, ileri ülkelerle yarış edecek duruma gelelim. Toprağı işlemeden, ekip dikmeden topraktan ürün almak mümkün olmadığı gibi,adalet,hukuk,özgürlük ve barışın olmadığı yerde de verimden, bereketten söz etmek mümkün olmayacaktır. İşte onun içindir ki, barış, adalet, hak ve hukuk olmayınca bereket de bacadan çıkar gider ve dine imana bakmadan, barıştan yana olanların, adalet, hak ve hukukun tarafında yer alanların kasalarını doldurur.  

"Her işin başı sağlık"diyorsak,barış ve özgürlük,hak ve hukuk, adalet ve herkesin hakkına saygı da demeliyiz. Saygı ve sevginin, hak ve hukukun, barış ve adaletin olmadığı yerde, ne olabilir ki? Demem o ki, barışın olmadığı hiç bir yerde, verim de olmaz, bereket de yok olur, dirlik ve düzen de bozulur. Ama ağaca düşman olmaz, tarım alanlarını talana açmaz,toprağa hainlik etmezsen, yeşil örtüyü koruyup ona sahip çıkarsan, hele hele bütün bunları barış ve kardeşlik türküleri söyleyerek yaparsan,toprağın bereketi de artar,verimi de. Ne hazindir ki, maddi kazancından başka bir düşünce taşımayan insanlar, dünyamızı çöl haline getirmek için adeta yemin etmiş gibi saldırdıkça saldırıyor, doğanın dengesini daha çok nasıl bozarım diye çaba harcıyorlar. Fakat ne hazindir ki,cahil olan veya cahil bırakılan, sormaya ve sorgulamaya korkan insanların toprakları, bir zaman sonra, Kenya gibi olmaktan kurtulamaz. Ne demişti Kenya'nın kurucusu, Jomo Kenyatta: "Batılılar Afrika'ya geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı"      

Bütün dünyanın her yerinde, bazı kimseler vardır ki, her türlü zulüm ve sömürüye karşı çıkmadan hatta boyun eğerek,adalet ve hürriyetten yoksun olarak yaşamakta, böyle yaşamayı da kendisi seçmekte adeta kendine bir hayat biçimi olarak görmektedir. Zalim ve hazin zihniyetlerin oluşturduğu bu sistemin destekçileri ise, maldan, mülkten ve paradan yana taraf olmuş ve olmaktadırlar. Bu durum, dün de böyleydi, bugün de böyle ve devam edip gitmektedir.Şuurunu, benliğini ve insanlık onurunu kaybetmeyen hiç bir insanın kabul edemeyeceği zulüm  ve zalimane uygulamaların olması da sömürü düzeninin hazin bir sonucudur. İnsanları aldatmak, yalanla dolanla kandırmak, olmayanı olmuş, yapılmayanı yapılmış gibi göstermek, gayretsiz ve emeksiz köşe dönücüleri de sömürü düzenin vaz geçilmezleri olarak insanların karşısına çıkmaktadır. 

Gayretsiz, yani emeksiz olan her şey, sahte ve aldatıcıdır. Zulüm ve zillet altında ezilenler, fakirlik ve işsizlik altında kıvrananlar, namuslar pazara çıkıp aile yuvaları dağılırken, bunları görmezden gelenler, kendine dert etmeyenler,insanlık adına utanıp sıkılmayanlar, hangi dinden, hangi ırk ve düşüncede olursa olsun, içinin acımamasına,yüreğinin burkulmamasına imkan yoktur.Yüce Allah, hürmet etmeyi, bütün mahlukata şefkat ve merhametli olmayı, iyi davranmayı emrediyor. İnsanlara hayırlı ve yararlı hizmet götürmenin, mutluluk ve esenlik dilemenin zor olmadığı, güleryüz görmek için, güleryüz göstermenin şart olduğu bir ortamın oluşmasına herkesin ve her kesimin katkı sağlaması da gerekmektedir. 

Barış içinde yaşayan, barışla toprağı kazan, barış içinde çalışan, barışla yiyip paylaşan bir milletin, toprakları da bereketli olur, milleti de özgürce,huzur ve barış içinde yaşar. Hergün kavga, her gün döğüş, her daim birbirlerinin gözünü oyacak durumda olan toplumların, toprakları da verimsiz olur, dağları da ormansız kalır, meraları da otsuz olur, dereleri de susuzluktan kurur. Ülkemizin bereketli topraklarında, kardeşçe yaşamalıyız, bir ve beraber olmalıyız, barış içinde yaşamalıyız ki,ülkemizin her tarafından bereket fışkırsın, fabrika bacalarından dumanlar yükselsin, herkesin işi ve aşı olsun,mutluluk türküleri söylensin. Yabancı küresel firmaların ürettiklerini kullanmak zorunda olmaktan da kendimizi kurtarmış olalım.Bir kez daha diyorum ki, eğer barış olmazsa, kara topraktan çok güzel bir kokuyla ve göz alıcı bir renkle çıkan gül bile açmaz.Birbirimize karşı saygılı olursak, sevgiyle birbirimizin yüzüne bakarsak, sevgi sözcükleriyle konuşursak ve hiç kimseyi de, renginden dolayı, inancına ve düşüncesine ve tipine bakarak ötekileştirmezsek "Toprağın bereketi ve barışın gücü "yle çok daha huzurlu, çok daha güçlü hale geliriz. Kâlbimizdeki kini, dilimizdeki nefret söylemini de terk etmeliyiz. 

Herkesi azarlamakla,diş gıcırdatıp parmak sallamakla, kin ve nefret dilini bırakıp,barış dilini kullanmadıkça,toprağın bereketini artırmak mümkün hale gelir mi? Küreselleşmenin alabildiğine çarpıcı hale geldiği, iletişim araçlarının bizi dünyanın şu ya da bu noktasına anında temasa geçmemizi sağladığı, ama akıl ve mantıkdışı olayların hergün artarak yaşandığı bir zaman diliminden geçmekte olduğumuzu da görmeliyiz. Ekonomik alanda ise, sürdürülebilir bir kalkınma modelinin,bir türlü kurulamaması ve gelir dağılımında adil bir bölüşümün olmaması ve olmamasının yarattığı bir "sosyal dengesizlik" ten yakamızı kurtarabiliyor muyuz? Yaşadığımız bütün  olumsuzluklardan, yakamızı kurtarmamızın yolu, eğitim ve her konuda eğitilmiş bir toplumdan geçmekte olduğunu da bilmeliyiz. Hatta Türkiye Cumhuriyetini kuran irade, "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşaklar" yetiştirmeyi rejimin geleceği için elzem gördüklerinden, eğitim konusuna daha da büyük bir duyarlılıkla eğilmişlerdir.

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster