Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Medya,Yalan ve Demokrasi


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 04 Aralık 2016
Geçerli Tarih: 07 Mayıs 2024, 00:15
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=23987


MEDYA, YALAN VE DEMOKRASİ

Toplumlara ve dünyaya giderek biraz daha yakından bakıldığında, görünen şudur ki: İnsanlar, tarihlerinde ilk kez, kıtlığı ve cehaleti yok edecek araçları ellerine geçirdikleri halde, bunları kullanmıyorlar; ve her ikisi de artarak sürüp giderken, kaynakları gaspeden bir azınlık her gün biraz daha fazla, kaynakları tüketip yok etmeye çalışıyor. Bu toplu cinayetin ilk suçsuz kurbanları da, geleceğimiz olan milyonlarca çocuktur. Geleceğimiz olan çocuklarımız için dünya, en korkunç bir sefaletin dışında, onlara, en ufak bir yaşama, büyüme, anlama ve hareket etme şansı bırakmıyor. Bu,başta gelen adaletsizlik asla bir yazgı olamaz; olsa olsa, iktisadi bağımlılık ve sınır tanımayan sosyal eşitsizliklerin sonucu olabilir. Bu eşitsizliklerin ve ayrılıkların boyutları genişlerken, zengin ülkelerde yağmacılar daha da palazlanmakta ve dünyanın en az dörtte birini, insan olma saygınlığından ve o biçimsel olarak herkese tanınmış hakları kullanmaktan yoksun bırakıp dışlıyorlar.

Suçsuz kurbanlar ve suçlu yağmacılar çağını yaşadığımızın en bariz örneklerinden bir tanesi de: Gelirler ve emek, bölüşülmesinde yaşanan adaletsizliktir. Avrupa, dünyanın ayrılıkçı bir bölgesi olmuş, ülkemiz de ise, milyonlarca yoksul ve yardıma muhtaç insan başı çekmekte; işsizler ordusu oluşmakta ve büyük işsiz kitlesinin yarısı yıllardan beri işsizdir. Devlet ise, kendi işsizini açlığa ve yoksulluğa mahkum ederken, kendi ülkelerinden kaçarak, Türkiye'ye sığınanlara yardım yapmaktadır. Diğer yanda, dünya zenginliklerini ellerine geçirmiş olanlar, ekonomik dayatmalarla piyasa mekanizmalarını ve sosyal kazanımları tasfiye etmekte; zenginler, yıldan yıla biraz daha zenginleşirken, yoksullar da biraz daha fazla yoksullaşıyor. Gerçekten, gelir ve servetlerdeki eşitşizlikler başka adaletsizliklerin taşıyıcısıdırlar ve onları gitgide çoğaltan bir süreç halinde geliştiriyorlar. En az ücretle çalışmak zorunda bırakılanlar, en zahmetli işlerde çalıştırılırken, en az ödüllendirilenlerdir de. 

Günümüz demokrasilerinde, özgür yurttaşlar, gitgide bir tuzağa yakalanmış gibi hissederlerse  kendilerini, ve bir tür yapışkan doktrin ziftine batmış haldelerse sanki: O doktrin, direnen her fikri belli etmeden kuşatıp sarıyor; dizginliyor, karıştırıyor, felce uğratıp sonunda boğuyor demektir. Adı, "tek düşünce"değil midir o doktrinin? Kamuoyunun gözleri önünde ve her yerde hazır olan güvenlik güçlerinin izin verdiği tek fikir değil de nedir? Haber ve bilgilenme sistemine olan güven bunalımı, günden güne artarak çoğalmakta, doğru bilgi kanalları ise yok denecek düzeylere inmedi mi? İnsanlar, yalan ve yanlış bilgilerle kafasının karıştırıldığını söylerken, özgür ve bağımsız bir haber alma kanallarının tıkalı olmasından da şikayet etmektedirler. Oysa demokrasilerde bunların olmaması gerekir değil mi? Ayrıca, propaganda makinesi, fikirleri bozup horlamanın ötesinde, kurnaz bir reklam mekanizmasını harekete geçirmiş durumda da olmaması gerekir. 

Şu nokta çok önemlidir: Çağdaş toplum, sarsıcı bir modernite içinde yüzüp duruyor; ne döneceği burun bellidir, ne belli bir amaç arkasındadır, ne de olacaklar hakkında açık bir fikir sahibidir. İçinden geçtiği bunalımın niteliği hakkında derin derine düşünmeye ne zaman girişeceğini kestirebiliyor mu? Şununda altını çizmek gerekir: Ne istediğini bilmeyen veya bilipte söyleyemeyen bir toplumun,politikasından çok kültürü hastadır. Kültürü hasta olan toplumların, her türlü izmlerin tacirliğini yapanlara hizmet eden bir kültür içinde yaşamaları kaçınılmazdır. Çağımızın en etkili ve en tesirli silahı olan medya gücü, milletin doğru haber almasını ve çıkarlarını değil de kendi çıkarını korursa; çıkarları için de, her çeşit yalanı doğruymuş gibi yayarsa, olmadıkları olmuş gibi, yapılan yanlışları da doğru yapılmış gibi gösterirse, millet kime inanır, gerçekleri kimden öğrenir? "Medya, yalan ve demokrasi" üçgeni, bütün toplumu içine almak ve sonra onları bu üçgen içinde tutarak şekillendirmek için siyasi otoritenin emrine girmekten de çekinmediğini bütün millete gösterebilmektedir.

Yeni bir yüzyılın eşiğinde eğitim, herkesin kendinde taşıdığı insan olma yeteneklerini geliştirmek, insan olmayı öğrenmek demektir. Demokrasi ise, belli bir insan fikrine dayanır. Yurtseverlik, hoşgörü anlayışı, insan haklarına ve hukuka saygıdır. Ne var ki, söz konusu erdemler hiç de doğuştan gelmezler; öğrenmekten gelir. Böylece, eğitimsiz demokrasi düşünülemez. Demokrasinin -görecede olsa- rayına oturduğu ülkelerde eğitimin kız erkek ayırt etmeden yaygınlaşması ve demokratikleşmesinin rolü göz ardı edilemez. Kısacası, eğitimle demokrasi iç içedir. Demokrasinin "laik" bir zeminde yeşerip geliştiği de göz önünde tutulursa, eğitimle demokrasi ve laiklik arasındaki sıkı ilişki de anlaşılmış olur. 

Günümüzde eğitim için yaşamsal önemdeki ikinci sorun, bütün dünya gençleri üzerinde, medyanın, özellikle de televizyonun etkili olduğudur. Bütün ülkelerde yerini tartışmasız almış olan televizyon, onun görsel ve sesli bombardımanı, gençleri, daha okula başlamadan önce biçimlendirmekte, yönlendirmektedir. Her ülkede, binlerce hatta milyonlarca genç, okula, ailelerinden edindiklerinden çok, televizyon önünde geçirdikleri bitip tükenmez saatlerin izlenimleri ve görüşleriyle gelmektedirler. Televizyonun kimi zaman olumlu etkilerini göz ardı edemeyiz. Zorunlu haberleri onunla öğreniyor ve milyonlarca insanı ilgilendiren ortak deneyimlere ve heyecanlara, gözlerimizle de görerek tanıklık ederiz. Ancak, olumlu etkileri olduğu gibi olumsuz etkileri de vardır. Mesela, tek seslilik,özellikle de tüketim ve israfa yönelten reklamlar, o kadar iyi yapılıyor ve izlenecek yolu öylesine kesinlikle çiziyor ki, sonunda, onları edinecek imkanları olmayanlarla olanlar arasında büyük bir bir uçuruma yol açabiliyor.   

Sonra da açılan bu uçurumda, toplum arasındaki insani ilişkiler, ahlaki, manevi ve milli değerler kaybolup bir daha geri dönmemek üzere yok olup gider. Medya, yalan ve demokrasi üçgeni bütün toplumların, hele hele bizim gibi eğitim ve kültür seviyesi düşük olan toplumlarda, onarılması asırlar sürebilecek hasarlar meydana getirmesi gözlerden uzak tutulmaması da gerekir. Zaten medyanın, insan üzerindeki etkileri, dizi filmler, evlenme programları gibi izlenme rekorları kırmasından belli olmuyor mu? Eğitim ve kültürel etkinlikler, yerini, paparazilere terk etmedi mi? Yalana yalan, yanlışa yanlış, kötüye kötü diyebilecek olan insanlara, televizyon ekranlarını kapatmış olduğu da görülmüyor mu? Her insanın, doğruları bilmeye ve doğrularla beraber  yanlışları da bilmeye hakları yok mudur? Yüce kitabımız Kur'an,"araştırın,istişare edin,sorgulayın,sorgulamaktan korkmayın"demiyor mu? Allah'tan korkanlar, yalan konuşmaz, kimseyi aldatmaz ve kandırmaz. 

Yalanı gerçekmiş gibi anlatanlar, ona buna iftira atanlar, olmayan bir şeyi olmuş, varmış gibi gösterenler, haksızlık ve zulm edenler, hırsından gözleri dönenler, kendi çıkarı için halka yalan söyleyenler, halka en büyük kötülüğü yapmıyorlar mı? Kötülük kimden gelirse gelsin kötüdür. Dünyadaki savaşlar, insanların katledilmesi, tabiatın yakılıp yok edilmesi, suların kirletilmesi, ekili alanların ranta ve talana açılması da insanlığa en büyük kötülük değil de nedir? Bazı olaylar halktan gizlenirse, bilmesinin ve öğrenmesinin önüne engel koyulursa, halkın birbirine olan güven ve itimatının sarsılması önlenemez duruma gelmez mi?  


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster