Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 03 Ağustos 2016
Geçerli Tarih: 04 Mayıs 2024, 01:56
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=23487
Cumhuriyet,TBMM ve Din
29 Ekim 1923’te
kurulan Cumhuriyet’in temelleri Türk-İslam sentezi felsefesi üzerinden
atılmıştır. Yani tek devlet, tek millet, tek din mantığı esas alınmıştır.
Padişahlık rejimi
kaldırılmış, ülke Cumhuriyete geçmiştir. Ancak, cumhuriyetin birçok kuralı
işletilmemiştir. Sadece göreceli bir meclis oluşturuldu ve adına da demokrasi
denildi. Ne yazık ki bugüne kadar bizi hep böyle oyaladılar.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin son 50 yıllık tarihinde meydana gelen birkaç olayı göz önüne
aldığımızda nasıl bir demokrasiye sahip olduğumuz ortaya çıkıyor.
Dönemin Türkiye İşçi
Partisi Milletvekili Çetin Altan Meclis kürsüsünde ünlü şair Nazım Hikmet’i
övdüğü için TBMM çatısı altında korkunç bir saldırıya uğradı.
Leyla Zana’nın meclis
kürsüsünde ettiği milletvekili yemininde Türk ve Kürd halklarının kardeşliğini
vurgulayan Kürdçe bir cümle kurduğu için milletvekilleri tarafından masalar
yumruklanarak psikolojik linçe maruz kaldı. Üstelik on yıl cezaevinde yatırılarak
bedel ödetildi.
Merve Kavakçı Meclis
genel kuruluna türbanlı girdiği için yine milletvekilleri tarafından masalar
yumruklanmak suretiyle psikolojik linçe tabi tutuldu.
İşte Türkiye Büyük
Millet Meclisi böylesi bir gelenekten geliyor. Böylesi gelenekten gelen bir
mecliste evrensel çerçevede demokrasi çıkar mı?
Ne yazık ki kötü
mirası olan meclise, darbeler geleneğinden gelen orduya sahip olan bir Türkiye
gerçeği ile karşı karşıyayız.
İşte demokrasinin
gelişmediği ülkelerde toplumlar “Demokrasi” denilen şeyle kendilerine benzeyen
yöneticilerini belirlerler.
Diğer taraftan; birçok
ülkede olduğu gibi Türkiye’de de dinin devletin kontrolünde olduğu bilinen bir
gerçektir. Dolayısıyla devlet kontrolüne giren her din halk üzerinde bir nevi
afyon etkisi yaratabilir.
Hal böyle olunca da
cemaat-tarikat-siyaset bağlamında birçok örgütlemenin oluşması önlenemez.
Taliban, El Kaide,
IŞİD vb. İslami olduğunu iddia eden örgütler için TBMM’de hep şu tez ileri
sürüldü; “Onların geçek İslam’la alakası yok, İslam’ı yanlış yorumluyorlar.”
Peki! Eğer öyle ise, İslam’ı doğru yorumlayan kimler? Suudi, Katar, Masır,
İran… Kim acaba!
Irkçı ve gerici
sistemlerle yönetilen bir ülkede halklardan bahsetmek mümkün değildir.
Dolayısıyla bu tür sistemlere karşı demokrasi mücadelesi kaçınılmaz olur.
Papazın durumuna
düşmemek için; Liberal demokratların, sosyal demokratların, sosyalistlerin,
Kürdlerin, Alevilerin, demokrat Müslümanların, ezilen tüm azınlıkların ve
emekçilerin yani tüm demokratik sivil toplum örgütlerinin çok acilen birlikte
mücadele etmeleri gerekir. Aksi halde bir şafak vaktinde polis sizi-bizi almaya
geldiğinde papaz gibi çaresiz kalabiliriz.
Dün; Hallacı Mansur,
Pir Sultan, Seyit Rıza, Mazlum Doğan, Yılmaz Güney, Hrant Dink ve Ahmet
Kaya’nın yaşamını ve mücadelesini günümüze nasıl taşıdıysak, bugün de, yarın da
aynı şekilde mücadele sürecektir.