Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Türkiye,AKP İktidarından Nasıl Kurtulur?


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 05 Ocak 2016
Geçerli Tarih: 19 Nisan 2024, 11:40
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=22440


Türkiye,AKP İktidarından Nasıl Kurtulur? Prof. Dr. Korkut Boratav

Prof. Dr. Korkut Boratav, bu ülkenin yetiştirdiği, dünyada ve Türkiye’de bütün olumsuz gelişmelere rağmen, devrimci ve sosyalist işçi sınıfı hareketine sadık kalan, dürüst, akıllı ve yiğit bir Marksist iktisatçıdır. Prof. Dr. Boratav, http://sendika8.org internet sayfasında yayınlanan “2016’da AKP’nin Fay Hatları” başlıklı son makalesinde AKP iktidarından kurtuluşun yollarını göstermektedir.

Bu son makalesinde “Kürt Sorunu”, “Başkanlık Sistemi ve Yeni Anayasa tartışmalarını” ve AKP iktidarına karşı oluşabilecek bir “Anti-faşist Cephe” yi AKP iktidarının “fay hatları” olarak tanımlayan Boratav, Anti-faşist Cepheyi ise “Sosyalist bir çekirdeğin” etrafında “demokrat” olanların birleşebileceği bir platform olarak tanımlıyor. Ona göre “Anti-faşist cephe” içinde sosyalistlerle birlikte “Liberaller”, “Sosyal demokratlar”, laiklikten ve bağımsızlıktan yana olan antiemperyalist “Cumhuriyetçiler” de yer alabilirler. Ancak Prof. Dr. Boratav, bu makalesinde yanılmaktadır!

Prof. Dr. Boratav’ın yanıldığı birinci nokta, kendisinin “Kürt Sorunu” olarak adlandırdığı, aslında bir “terör sorunu” olan bu sorunda AKP puan kaybetmiyor, aksine kazanıyor. Çünkü AKP, son beş yılda “Açılım” politikalarıyla güçlenmesine bizzat kendisinin neden olduğu PKK ile şimdilik savaşır görünüyor. AKP'ye puan kazandıran bu mücadelede de gerekli ve kaçınılmazdır.

Prof. Dr. Boratav’ın yanıldığı ikinci nokta, AKP iktidarına karşı CHP yönetimindeki sosyal demokratların, liberallerin, ulusalcıların ve sosyalistlerin birlikte “Anti-faşist” bir cephe kurulabilecekleri hayalidir. Henüz gerçek olmayan böyle bir cephenin de AKP iktidarı için bir kırılma noktası, bir “fay hattı” olması da zaten imkânsızdır.

Sayın Boratav’ın “Anti-faşist” cephe konusundaki en önemli yanılgısı, bu cephede CHP yönetiminde olan sosyal demokratların, liberallerin, ulusalcıların ve çeşit çeşit sosyalistlerin öyle kolayca bir araya gelebileceklerine inanmasıdır. Çünkü ülkemizde bu ideoloji ve düşünce akımları arasında öylesine uzlaşmaz ve aşılamaz bazı farklılıklar ve çelişkiler var ki bunları bir araya getirmek hemen hemen imkânsızdır! Nasıl olacak ta Avrupa sosyal demokratların tamamen kuyruğuna takılan, ABD ve F. Gülen hareketi ile son yıllarda yakın işbirliği yapan CHP yönetimi ile ulusalcılar birlikte çalışacaklar? Hele liberallere ne demeli? Onlar değil miydi “Yetmez ama evet” ile AKP’yi 12 Eylül 2010 referandumunda destekleyerek bugünkü gücüne kavuşmasını sağlayanlar? Ayrıca sosyalistler bu ülkede Maşallah kırk parça! Prof. Dr. Boratav hangi sosyalistlerle bu cepheyi kurabileceğini, hatta onların böyle bir cepheye öncülük yapabileceğine inanıyor acaba? Kürtçülüğü savunan sosyalistler de var; PKK’ya arka çıkan sosyalistler de var; eski Sovyet sosyalizmini aynen Türkiye’de inşa etmek isteyen sosyalist veya komünistler de var! Hepsi birlikte kırk tilki gibi, aynı ülkede siyaset yapıyorlar ama hiç birinin kuyruğu birbirine değmiyor!

Sayın Boratav’a göre ”Türkiye’de faşizme biçimsel geçişin en kritik adımı, başkanlık sistemine” geçiştir. Bu da çok açık bir yanılgıdır. Bir defa ülkemizde RT Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği Ağustos 2014’ten beri “Yarı Başkanlık” sistemi zaten fiilen uygulanmaktadır. Ancak buna rağmen bugün Türkiye’de tam anlamıyla faşist bir rejimin olduğu söylenemez. Kaldı ki AKP’nin girişimiyle başlayan “Yeni Anayasa” ve “Başkanlık” sistemi tartışmaları da yeni değildir. Bilindiği gibi 2011 yılında “Yeni” anayasa yazmak amacıyla mecliste kurulan “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” 2013 yılında başarısızlığa uğrayarak dağılmıştır. Ayrıca seçmen; 12 Haziran 20 11, 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerin hepsinde de AKP’ye iktidar olma görevi yüklediği halde tek başına yeni bir anayasa yapma yetkisini tanımamıştır.

Prof. Dr. Korkut Boratav’ın yanılgısının ana kaynağı; Türkiye’deki son siyasi durum ile ilgili bu analizini, DÜNYA çapındaki güçler dengesi yerine Türkiye içindeki yerli güçler dengesine dayandırmasıdır. Çünkü bugün Türkiye’deki olup biten siyasi olayların ana öznesi, belirleyicisi, son tahlilde karar vericisi yerli güçlerden çok yabancı emperyalist güçlerdir. Elbette emperyalizm ülkemize doğrudan değil, dolaylı olarak, taşeronları veya işbirlikçileri üzerinden müdahale etmektedir.

Dolayısı ile Türkiye’deki siyasi olaylara dünyaya egemen olan emperyalizmin rolü penceresinden bakmak gerekir. Çünkü ülkemiz söz yerindeyse dünyanın merkezi olan, petrol ve doğal gazın, suyun çok zengin olduğu, deniz ulaşımı bakımından üç kıtanın birleştiği, İran Körfezi, Süveyş Kanalı vs. gibi stratejik deniz ticaretinin bulunduğu bir coğrafyada yer almaktadır. Kısaca ülkemizin stratejik konumu özeldir, istisnadır. Bu yüzden emperyalizm ülkemiz Türkiye’yi 100 yıldır rahat bırakmamaktadır. Emperyalizmin son dönemdeki projesi ise, Ortadoğu’da Irak, Suriye, Türkiye ve İran’daki ulus devletleri parçalayarak, bu ulus devletleri zayıflatmak ve bu bölgede kendi çıkarlarını koruyan ikinci bir İsrail Devleti gibi bir Kürt devleti kurdurmaktır. Ortadoğu ve Türkiye’deki hemen hemen en önemli siyasi olay ve gelişimlerin emperyalizmin bu amacıyla bir biçimde ilişkisi olduğu ve olacağı her zaman akılda tutulmalıdır.

Türkiye siyasetine bu açıdan bakıldığında bir defa AKP’nin ta kendisi, onun kuruluşu, iktidara gelişi, iktidarda 13 yıldır tutuluşu vs. emperyalist bir projedir. Bu gerçek anlaşılmadan ülkemizde AKP iktidarına son vermek çok zordur. Öte yandan emperyalizm, aynı zamanda ana muhalefet partisi olan CHP yönetimini de 2013 yılı Kasım ayındaki Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretinden beri yanına almıştır. Bilindiği gibi CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, CHP yönetiminden oluşan bir heyetle zamanın ABD Ankara Büyük elçisi Ricciardone’nın ikna etmesi sonucu 2013 Kasım ayında ABD’ye gitmiş, orada çeşitli temaslarda bulunmuş, F. Gülen heyeti ile de görüşerek yurda dönmüştür. Ülkemizdeki sosyal demokratların bu ABD ziyaretinden sonra Türkiye’de zamanın Başbakanı ve hükümetine karşı 17 ve 25 Aralık 2013’te yolsuzluk operasyonları ve aynı zamanda yoğun bir “tape” savaşı başlatılmıştır. Ancak bütün bu yolsuzluk ve hırsızlık suçlamalarına rağmen zamanın Başbakanı RT Erdoğan kendisini ve hükümetini ustalıkla savunarak suçlamaları şimdilik savmayı başarmıştır.

Kısaca Türkiye siyasetinin görünmeyen fakat güçlü öznesi emperyalizmdir. Nasıl emperyalizm PKK terör örgütünü Türkiye’ye ve hatta bazen de İran’a karşı “yıpratıcı” ve “kanatıcı” bir güç olarak kullanıyorsa, tıpkı onun gibi AKP ve RT Erdoğan’ı da emperyalizm, Türkiye’deki ekonomi ve siyaseti tam kontrol altına almak için de kullanmaktadır. O halde Türkiye’deki siyasi kutuplaşma veya cepheleşme sadece AKP’ye göre düşünülemez! Çünkü AKP, arkada azmettirici olan emperyalizmin Türkiye’deki birçok tetikçisinden sadece birisidir. Türkiye’nin ana düşmanı emperyalizmdir! Emperyalizmin Türk halkına karşı kullandığı araç sadece AKP yönetimi değildir. PKK terör örgütü, 30 yıldan beri emperyalizmin hizmetinde Türkiye’yi, ordusunu ve ekonomisini yıpratmaya devam etmektedir. PKK’nın legal temsilcisi HDP, hatta ana muhalefet partisi olan CHP yönetimi ve “Türk milliyetçisi” olarak geçinen meclisteki diğer muhalefet partisi MHP yönetimi bile, kritik anlarda AKP’ye destek vererek, büyük ölçüde emperyalist politikalardan yana duruş sergilemektedirler.

Türkiye’deki parlamenter demokrasi, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin yasalarıyla tamamen yozlaşmış; bu şekilde Türk siyaseti çok az ellerde tekelleşmiştir. Tekelleşen Türk siyasetini de emperyalist güçler, Ankara’daki Büyük Elçilikleri, devlet Başkanları veya diğer politikacıları üzerinden ortak zirve toplantıları, ikili görüşmeler vs. gibi siyasi mekanizmalarla Türkiye’de mecliste temsil edilen siyasi parti liderlerini etki ve denetim altına alabilmektedirler.

AKP 13 yıldır iktidardadır ve en azından 4 yıl daha iktidarda kalacaktır. 2019 yılında seçimle AKP’nin iktidardan düşmesi çok zordur; çünkü geçmiş ve gelecekteki seçimlerin şaibeli olması bir yana, seçimler hiçbir zaman bütün siyasi partiler için eşit koşullarda yapılmamıştır ve gelecekte de yapılmayacaktır. % 10 seçim barajı, meclisteki partilerin aldığı hazine yardımları, büyük ve holdingci sermayenin bu partileri finanse etmesi, holdingci havuz medyasının tek taraflı olarak hükümet partisini ve en çok mecliste temsil edilen siyasi partileri desteklemesi vs. gibi faktörler, ülkemizde artık seçimle iktidarın değişemeyeceğinin en açık kanıtıdır. Kısaca AKP, seçimlerde mutlak üstündür, seçimle iktidardan gitmez!

Türkiye’de ordu, geçmişte birçok askeri darbeler yapmıştır. Bu darbelerin 27 Mayıs 1960 darbesi hariç hemen hepsi emperyalizme ve Türkiye’deki işbirlikçi egemen gerici güçlere yaramıştır. Artık TSK komutanlarının bunca kötü deneyimler, baskı, karalama, kumpas davalar, taşıdığı ve taşıyacağı riskler bakımından bir askeri darbeyle AKP’yi devirme ihtimali de hemen hemen hiç yoktur!

Halkın demokratik ve anayasal gösteri ve protesto hakkını kullanarak AKP hükümetini yıpratıp düşürmesi de artık çok zayıf bir ihtimaldir. Türkiye çapında “Hükümet İstifa” sloganlarıyla tahminen 7-8 milyon yurttaşın katıldığı 2013 Haziran “Gezi” direnişinin hüsranla biten sonu, bu yolun da AKP’den kurtulmak için kapalı olduğunu göstermektedir. 13 yılda devletin ve toplumun önemli güç odaklarını kontrolü altına alan AKP, tam anlamıyla halkın demokratik haklarına karşı adeta bir baskı mekanizması kurmuştur. Bağımsız olması gereken yargıyı büyük ölçüde kendisine bağlayan ve güçlü bir polis örgütünü arkasına alan AKP iktidarı, Haziran direnişinde 7 kişinin ölümüne, 9 bin kişinin yaralanmasına ve yüzlercesinin tutuklanmasına neden olarak ne derece gaddar olduğunu göstermiştir.

AKP ve onun halen lideri konumundaki Cumhurbaşkanı RT Erdoğan; geçmiş yıllardaki bütün başarısızlıklara rağmen “yeni” anayasa ve “Başkanlık” sistemi konularında halen ısrar etmektedirler. Çünkü Türkiye’de başkanlık sisteminin gerçekleşmesi demek, RT Erdoğan’ın sultanlığının ilanı demektir. Ama bu başkanlık sisteminden son tahlilde en kazançlı çıkacak olan yine de de emperyalizm olacaktır. Çünkü emperyalizm; şimdiye kadar Türk siyasetini 12 Eylülden miras kalan bozuk demokrasi sayesinde sadece meclisteki üç dört siyasi lideri kendine bağlamakla kontrol ederken, Başkanlık sisteminin uygulanmasıyla bu kontrol artık sadece ve tamamen Başkan olan TEK bir kişiyi bağlamakla kolaylaşacaktır.

Anlaşılan Türkiye’de emperyalizme başkanlık sistemi de yetmiyor! “Yeni” anayasa ile emperyalizm, taşeronları olan meclisteki siyasi partiler üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devletine “ulus” karakteri veren “Türk Ulusu” kavramını tasfiye etmeye, “Özerklik” veya “Yerinden Yönetim” gibi yönetim unsurlarını da “yeni” anayasaya sokarak devletin birleşik merkezi yapısını bozmaya çalışmaktadır.

Sonuç olarak Türkiye; Prof. Dr. Korkut Boratav’ın önerdiği gibi AKP’ye karşı bir “Anti-faşist” cephede değil, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine karşı ANTİEMPERYALİST bir cephede birleşmelidir. Bu cephede bütün vatanseverler yer alacaktır. Karşı tarafta ise emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri olan başta AKP yönetimi olmak üzere, CHP ve MHP yönetimleri, PKK ve onun legal örgütü olan HDP de vardır!

Ancak bu cepheleşmedeki ana sorun; antiemperyalist bu cephenin hangi siyasi partinin girişimiyle ve kimin öncülüğünde kurulacağı ve hangi sosyal sınıflara dayanacağı konusudur. Elbette teorik olarak bir gerçeği peşinen söyleyebiliriz: Antiemperyalist milli cephede; vatansever olan ve işçi sınıfı, köylüler, esnaf, aydınlar vs. gibi sınıf ve kesimlerin üyesi olan her kişi, her türlü meslek odası ve iş sahibi yer alabilecektir. Bu antiemperyalist cephede yer alan bütün vatanseverlerin desteklediği bir siyasi ortamda; işçi sınıfının demokratik ve kitlesel katılımlı, başarılı bir GENEL GREVİ, çok kısa zamanda AKP’nin İKTİDARDAKİ SONUNU getirecektir!

Fakat en başta işçi sınıfının böyle bir cephede yer alabilmesi için, öncelikle Türk-İş’in sermayenin kontrolünden, DİSK ve KESK ’in de bölücü Kürtçü siyasetten mutlaka kurtarılmış olması şarttır. Peki, bu görevi kim üstlenecek? İşte bütün mesele de burada düğümlenmektedir! Gerçek sosyalistler kadrolaşıp bir siyasi parti kurmadan bu sorunların hiç biri çözülemez!


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster