Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Gizle
Açıklama: Önemli olan asker ya da sivil tarafından yapılması değildir
Kategori: Güncel
Eklenme Tarihi: 19 Ağustos 2015
Geçerli Tarih: 13 Mayıs 2024, 09:29
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/haber_detay.asp?haberID=21873
Sivil darbe nedir?
Nasıl yapılır?
Üzerinde yaşadığımız
topraklar,üç önemli dert nedeniyle nefes almakta zorluk çekiyordu.
Gelin bu üç derdin ne
olduğunu hatırlamaya çalışalım:
•Bu ülke oldum olası
radikal İslam sorunuyla boğuştu.
•Hep bir doğu
sorunumuz, bir başka deyişle Kürt problemimiz oldu.
•Cumhuriyeti kuran ana
unsurlardan biri olan “asker aydın zümre” ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği
konusunda kendisinin yegane karar verici olduğunu düşündü.
Şimdi de isterseniz bu
üç unsuru yakından görmeye çalışalım.
***
Radikal İslam ile
başlayalım:
Hepimiz biliyoruz ki bu
sorun gökten zembille inmedi.
Osmanlı’dan günümüze
kadar süren bir problem.
Şöyle geriye dönüp bir
hatırlayın...
Osmanlı ne zaman
yüzünü batıya dönse, radikal İslam “Bok yeme otur!” narasıyla ayağa kalktı.
İlk baskı makinesinin
kullanılmasından, askeri düzeni iyileştirmeye, eğitim sistemine çeki düzen
vermekten, adaleti ehlileştirmeye kadar her konuda, radikal İslam ülkenin hep
engelleyici gücü oldu.
Osmanlı’nın ardından,
Cumhuriyet’in kurulmasıyla girişilen eğitim reformları esnasında, çağdaş
medeniyetlerden ne kadar geri kaldığımızı gördük.
Bu açığı gidermemiz,
mesela gelişmiş anlamda fizik, kimya, matematik, tıp, mühendislik gibi
konularda eğitim sağlayabilmemiz, Nazi rejiminden kaçan eğitimciler sayesinde
olabildi.
Ancak onlarla
birlikte, modern anlamda üniversitelere kavuşabildik.
Mustafa Necati ve
Hasan Ali Yücel ikilisinin yaptığı eğitim reformuyla, batı uygarlıklarını neredeyse
yakalamak üzereydik...
Ama olmadı!
Radikal İslam buna
izin vermedi.
İsterseniz, radikal
İslam problemini şimdilik sadece eğitim örneğiyle sınırlı tutalım, yoksa yazı
amacından sapacak.
***
Dedim ya üç ana
problem diye ve ikincisi olarak Kürt meselesinden söz ettim.
Gelin şimdi de bu
konuya göz atalım kısacak:
Doğu problemimiz de
gökten zembille inmedi.
Osmanlı da az
boğuşmamıştı bu problemle.
Genç Türkiye
Cumhuriyeti, devraldığı bu problemi eskinin metotlarıyla çözmeye kalkınca
olanlar oldu...
Dersim İsyanı ile
başlayan ve o günden bu yana süren, zaman zaman azalmış gibi görünse de alttan
alta hep devam eden bu problem de ülkenin yakasını bir türlü bırakmadı.
Nedeni malum:
Başlangıçta ülkeyi
yöneten güçler ve eğilimlerce “bir problem” olarak görülmedi.
Böyle olunca, çözümü
için uygulanan metotlar doğal olarak sonuçsuz kaldı.
(İsterseniz gelin bu
konuyu da burada bırakalım. Az önce dediğim gibi, amacımız bu meseleyi masaya
yatırıp enine boyuna tartışmak değil. Sadece böyle bir problem olduğunu tespit
etmek ve üçüncü en önemli konuya geçiş sağlamak.)
***
Evet, geldik üçüncü
önemli probleme.
Demiştik ya hani
“asker aydın zümre, ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda kendisinin
yegane karar verici olduğunu düşündü” diye, işte bugünkü konumuz bu ve tabii
devamı da var.
Gerçek şu: Bu ülke
askeri diktatörlüklerden çok çekti!
Türkiye
Cumhuriyeti’nin tarihi, bir anlamda İhtilaller ve Darbeler Tarihi’dir.
Ama gün geldi, devran
döndü ve ülkenin bu meselesi, bir an sanki ortadan kalkmış, kaldırılmış gibi
göründü.
Sevindik!
Önceki ihtilallerden
hesap soruldu.
“Emekli darbeciler”
itibarsız hale getirildi.
“Yapma ihtimali olanlar”a
ahlaksız bir savaş açıldı!
Türkiye’nin rütbeli
tüm askerleri, ülke sathında ve tüm toplum kesimlerinin gözden düşürülmeye
çalışıldı...
Eyvallah...
(Bu konuyu da uzun
uzun tartışmayacağım!)
***
Başta sıraladım ya
hani “ülkenin üç ana problemi vardı” diye.
İşte onlardan birinden
“kurtulduk” diye sevinmemiz gerekmez mi?
Ne sevinmesi, zil
takıp oynamak lazım...
Öyle değil mi?
***
Değil.
Biz, ülke olarak, bir
problemi çözerken ötekini, hatta ötekilerini üretme uzmanıyız.
Geçmişte de böyleydi,
şimdi de böyle.
Üstelik şimdi, daha da
fazla böyle.
***
Peki, acaba kim ister
bunu?
Eminim kimse istemez.
Peki, acaba neden
böyle oluyor dersiniz?
Aynı dilden konuşmuyoruz
da onun için!
Siyasi parti, ordu,
muhalefet, iktidar, serbest seçim, sosyal sınıf, demokrasi, din, azınlık,
anayasa, meclis, temsil, hasılı kelam modern dünyanın her birine bir anlam
yükleyip, konuştukları zaman “aynı şey”i anladığı bu kavramlar bizde her telaffuz
edene farklı “şey” söylüyor.
(Bu konuyu da
isterseniz çok uzatmayalım. Ama ileride mutlaka konuşalım.)
***
Asker’in tahakkümünden
kurtulduğumuza şöyle doyasıya sevinemedik bile.
Hani bir kaç yıl, bir
kaç on yıl filan...
Ülkenin en büyük üç
probleminden üçüncüsü neredeyse aynı gün şekil değiştiriverdi.
Ne mi oldu?
Bu kez de ülkede sivil
bir darbe gerçekleşti.
“Yahu sivilin darbesi
mi olur?” filan demeyin.
Bal gibi olur.
Eğer bir toplum kesimi
öteki ya da ötekiler üzerinde tahakküm kurmaya kalkarsa, asker ya da sivil
tarafından yapılmış olsun, buna darbe denir.
Tarih okuyanlar bilir,
örnekleri çoktur.
***
Askeri ya da sivil
güçlerle, bir trendi yakalar ve iktidarı ele geçirirsiniz ve “Oldu da bitti maşallah!” dersiniz...
Bundan böyle artık
herkesin sizin koyduğunuz kurallara göre hareket etmesi gerektiğini söyler,
yasaları da buna göre düzenlersiniz...
Siz buna belki
demokrasi adını verirsiniz ama gerçekte öyle değildir.
Buna, bal gibi
diktatörlük denir.
***
İşte ispatı:
Kenan Evren ve
arkadaşları bir sabah iktidarı ele geçirdiler ve artık her şey değişti deyip
bir Anayasa yaptılar.
Ülke tam 34 yıldır bu
Anayasa ile yönetiliyor.
Oysa 12 Eylül darbesi
sadece birkaç yıl sürdü.
Kuralları ise, hala
yürürlükte.
Sizce bu yönetim bir
diktatörlük değil miydi?
***
Önemli olan asker ya
da sivil tarafından yapılması değildir.
Gerçekleşen darbe midir,
değil midir ona bakılır.
Bir trendi
yakalarsınız, yetecek kadar oy alırsınız, ülkenin yönetiliş tarzında önemli
değişikliklere yol açarsınız.
Gün olur devran döner
ve insanlar yaptıklarının yanlış olduğunu, daha önce oylarıyla verdikleri bazı
kararların kendilerinden yana değil kendilerine karşı olduğunu düşünürler.
İşte tam bu anda
“Madem öyle, tamam o zaman sizin dediğiniz olsun!” dediğiniz zaman size
demokrat derler.
Yoksa “Eeee, ne
yapalım kabul etmeseydiniz. Bir kere ettiniz. Kurallar değişti. Şimdi sittin
sene bu kurallarla yönetileceksiniz” (mesela 34 yıl) dediğiniz an adınız
diktatöre çıkar.
***
Şu anda Türkiye’de
olan tam da budur!
Bir trendi yakalayıp
halkın oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı, ülkenin sistemini o trendde aldığı oyları
gösterip şekillendirmeye çalışmaktadır.
Oysa gün olmuş, devran
dönmüştür...
Eski çamlar (hoş artık bardaklar çamdan değil camdan yapılıyor
ya) bardak olmuştur...
***
Dedim ya “Türkiye’nin
bir batı uygarlığı olmasına –isteyen parmak kaldırsın- daha çok var” diye.
Ve hani, bir sürü
kavram sıralayarak bunların içini hepimiz farklı dolduruyoruz diye de ilave
etmiştim...
İşte bu sözlerime bir
ince ayar yapmam lazım!
Yoksa yanlış
anlaşılmalara yol açabilir.
Aslında bu durum (yani
sözlerin içini farklı doldurma hali), sözlerin anlamlarını bilmemekten
kaynaklanmıyor.
Biz doğulular,
kelimeleri de bütün öteki konularda olduğu gibi işimize geldiği gibi eğip
bükmeyi seviyoruz.
Kabul edelim bunu!
Her fırsatta nasıl
erdemlerimizle öğünüyorsak, kötü yanlarımızı telaffuz etmekten de
kaçınmamalıyız...
***
Neden mi söyledim
bunu?
Şundan:
Sayın Cumhurbaşkanı da
biliyor yaptığının yanlış olduğunu.
Tıpkı Kenan Evren ve
ötekiler gibi...
Diktatöre dünyanın her
yerinde diktatör derler.
Asker de olsa sivil de
olsa.
***
Hasılı kelam Sevgili
Bayanlar, Baylar ve Çocuklar,
Türkiye’nin üç büyük
problemi vardı.
Üçüncüsü ve en
önemlisi biri gidip öteki gelen “askeri diktatörlük”ler idi.
Şimdi de üç büyük
problemi var.
İkincisi bildiğiniz
gibi... Bir başka deyişle, doğu cephesinde yeni bir şey yok!
Birincisi ve üçüncüsü
ise şekil değiştirdi.
Radikal İslam iktidar
oldu... Eğitimden, adalete her alanda görebilirsiniz bunu...
Üçüncü büyük probleme
gelince:
Askeri diktatörlükler
sona erdi. Yerini sivil olana bıraktı.
***
Umarım ve dilerim, bir gün askeri ve siviliyle herkesin “demokrasi”den aynı “şey”i anladığı noktaya geliriz.