Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


"Neme gerek"


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 23 Şubat 2015
Geçerli Tarih: 02 Mayıs 2024, 11:22
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=20552


"NEME GEREK"

 

Osmanlı İmparatorluğu, Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman Gazi tarafından 1299 tarihinde kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nu kuranlar, Oğuzların Bozok Kolunun kayı Boyuna mensupturlar. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan sona erdiği tarihe kadar 36 Padişah gelip geçmiştir.  Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklu Devleti'nin yerine kurulmuş bir Türk İmparatorluğudur. Yanlız şunu da belirtmeden geçmeyelim: Fatih Sultan Mehmet Han, Türk kökenli Vezir, Çandarlı Halil Paşa'yı  azletmesinden ve sonra da onu boğdurarak öldürtmesinden sonra, Osmanlıya devşirme sistemini getirmiştir. Yani bu düpedüz bir "kulluk" sistemidir de denebilir. Osmanlı İmparatorluğu'nda Fatih'ten sonra hiç bir Türk ne Paşa olabilmiştir, ne de vezirliğe getirilmiştir. 

Fatih Sultan Mehmet zamanından beri halk sokaklarda "Padişahım sen çok yaşa" diye tezahüratlar yapmaya başlamışlar, ama padişahım çok yaşa'dan sonra "Türkiyem sen çok yaşa" demeyi akıllarına getirememişler. 


Yanlız  Fatih Sultan Mehmet Han kendi yaptırdığı camiye (Fatih camii) cuma namazına giderken, saraydan cami harimine kadar, yol boyunca "Hünkarım çok yaşa" diye tezahüratlar yapıldığını, ancak Fatih Sultan Mehmet cami harimine girer girmez "çok yaşa" tezahüratları kesildiğini de belirtmek gerekir. 

Neden?... Çünkü İslam'ın mabetleri kullara değil, ALLAH'a yönelme yeridir. Kul kişi padişah olsa da ALLAH'ın önüne geçemez, zaten padişah böyle densizliklere izin vermez, verse bile, imam müdahale edermiş. İmam padişahtan korkmadan ihtar da edermiş. İmam bir yanlışı bildirmek için padişahtan korkmazmış, çünkü o zaman imamın ALLAH'ı vardı. Sıkıysa, soytarılık yaparak cami avlusunda "padişahım çok yaşa" diye bir bağırsalardı. Bakalım ne olurdu? (1)  


Bugün padişahlığa özlem duyanlara, padişahlık rüyaları görenlere, bırakın "padişahım çok yaşa" diye tezahürat yapmayı,  bilmem neresinin "kılı" olurum diyenleri de gördük. Onlar kimin neresinin kılı olmaya devam etsinler, ben sizlerle Osmanlı İmparatorluğu adlı kitaptan bazı bilgiler paylaşmak ve Kanuni Sultan Süleyman'a Fransa kralı'nın annesinin yazdığı bir mektuptan bahsetmek istiyorum:

Alman İmparatoru Şarlken, 24 Şubat 1525 tarihinde Fransa'ya saldırır ve yaptığı savaşta Fransa kralı François'i mağlup ederek, bütün Avrupa kıtasına hakim olduğunu ilan eder. Zira daha önceden de, İspanya krallığı ile Felemenk'i (yani, Belçika, Hollanda ve Lüxemburg) ele geçirmişti. Savaş sonunda Fransa kralı esir düşer. Bunun üzerine François'nin annesi, dünyanın en büyük hükümdarı olarak tanıdığı Kânuni'ye, Jean Frangipani ismindeki elçiyle bir mektup gönderir.  "Padişahlar padişahı" diye başlayan mektubunda şunları yazar: 


"Oğlum Fransa kralı, Alman İmparatoru tarafından hapsedilmiştir. Oğlumun kurtuluşunu İmparator Şarlken'in insafına bırakmıştım. Halbuki kendisi, umduğumuz bu insanlığı yerine getirmedikten başka, hakaretle muamele etmektedir. Şimdi, dünyaca tastik edilen azamet ve şanınızla, oğlumu düşmanın pençesinden kurtararak büyüklüğünüzün gösterilmesini siz Şahlar Şahından istirham ediyorum."

Bu mektubu okuyan Kânuni, yardım dileyen bir kimse için Türk gelenek ve göreneklerini nazarı itibara alıp,şu şekilde bir mektup yazarak elçiye verir:

"ALLAH'ü teâlâya hamd-ü senâlar ve O'nun sevgili Resulü Muhammed Mustafa'ya (S.A.V.) dua ve selamlarımızdan sonra, malumunuz olsun." 

Ben ki; ... Sultan Bâyezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım...


Sen ki,Fransa vilayetinin kralı Françesko'sun. Dergâh-ı Selâtin-penâhıma yarar ademin Frankipani ile mektup gönderup, bazı ağız haberleri dahi ısmarlayup, memleketinize düşman müstevli olup, el-an hapiste idüğü i-lâm idüp, halâsın hususunda inayet ve medet-i isti'da eylemişsin. Her ne demiş isen, benim paye-i serir-i âlem-masirime arz olunup tamam ma'lum oldu. Padişahlara, sığınmak ve habsolunmak aceb (utanılacak şey) değildir.

Gönlünü hoş tutup âzürde olmayasın. Öyle olsa bizim âbâ-i kiram ve ecdâd-ı izâmımız daima def-i düşman  ve feth-i memâlik için seferden hâli olmayup, bizim dahi anların tarikine salik olup, her zemanda memleketler ve kaleler fetheyleyüp, gece gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. 

Hak Sübhanehû ve teâlâ hayrlar müyesser eyleyüp meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuşsa vücûda gele...


Bu mektup gönderildikten sonra, Kanuni sefer hazırlıklarına başlar ve Viyana üzerine yürür. Bu mektuptan haberdar olan Alman İmparatoru ise, Viyana'nın savunmasını kardeşi Avusturya kralı Ferdinand'a bırakıp kendisi, Almanya'nın kuzeyine çekilir. 


Ayrıca, cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han'ın, Yahya Efendi hazretlerine bir att-ı şerif gönderdiğinden ve; "Ağabey! Sen ilahi sırlara vakıfsın, bilirsin. Kerem eyle de bize Osmanoğullarının akibetinin ne olacağını haber ver. Nesli kesilip yok mu olacak. Yok olacaksa, bu hangi sebeptendir" diye suâl eder. Hatt-ı şerifi okuyan Yahya Efendi eline kalem kâğıt alıp; "Kardeşim! Neme gerek" diye iri harflerle yazıp Kanuni'ye gönderir. Kanuni, Yahya Efendi'den gelen mektubu okuduğunda hayretler içinde kalır. Mektuptan birşey anlamamıştır. Derhal bir kayık hazırlanmasını emreder ve bu bilmece sözün manasını anlamak için Yahya Efendi'nin dergahına gelir. Yahya Efendi'yi görür görmez; "Ağabey! Ne olur gizlemeyip, sualime cevap veriniz. Biz de ona göre hareket edelim" der. Yahya Efendi bunun üzerine tebessüm ederek; "Biz cevap verdik. Bu sözümü anlayamamana şaşarız" der.

Kanuni; "Nasıl?" deyince, Yahya Efendi şöyle buyurur:


"Zulüm,haksızlık yayılsa, işitenler de; "Neme gerek" dese ve onu önlemeye çalışmasalar, sonra koyunu kurt değil de çoban yese, bilenler de bunu söylemeyip gizlese, fakirler, muhtaçlar, gariplerin feryadı göklere çıkıp bunları taşlardan başkası işitmese, işte o zaman felâkettir. Neslinin o zaman yok olmasından korkulur. Hazinelerin boşalır. Askerin itâat etmez olur ve yolundan gitmezler. Yok olmak mukadder olur." Biliyorsunuz! Yahya Efendi, Kanuni

Sultan Süleyman'ın süt kardeşidir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılma sürecine nasıl geldiği, nasıl yıkıldığı, hangi idarecilerin keyfi uygulamalar sonucu yok edildiği, Yahya Efendi'nin Kanuni'ye verdiği mektuptan anlaşılmıyor mu? Kanuni Sultan Süleyman, 1520 yılında Osmanlı tahtına oturmasından 400 sene sonra Osmanlı yıkılmıştır.


Türkiye Cumhuriyeti'nin nasıl kurulduğunu hepimiz biliyoruz dur. Hatta geçmişte neler yaşandığını ve ne zorluklarla bugünlere gelindiğini de bilmeyenimiz yoktur. Ama yarınlarda ne olacağını, ülkemiz ne gibi tehlikelerin içine sokulabileceğini insanlarımızın yüzde kaçı biliyor acaba? Etrafımızda yaşanan olumsuz olayları, içimizdeki hainlerin ve dış düşmanların ülkemiz üzerindeki planlarını da insanların yüzde kaçı biliyor dersiniz? Lafa gelince herşey açık ve şeffaf, herşey milletin bilgisi dahilinde, herşey gözler önünde olmaktadır, öğle mi? Evet! milletin gözleri önünde bazı şeylerin olduğu söylenebilir. Fakat bazı olaylardan ve ülkenin güvenliğini ilgilendiren görüşmelerden ve yapılan pazarlıklardan milletin bilgisinin olduğu söylenebilir mi? Mesela, ülkenin birliğini, dirliğini, geleceğini ve güvenliğini yakından ilgilendiren bazı görüşmelerin, yapılan pazarlıkların içeri hakkında kaç insanın bilgi sahibi olduğu söylenebilir? İnsanlar kendi güven ve gelecekleri, ülkenin birliği ve bekası hakkında yalan ve yanlışsız bilgi alma hakkına sahip değiller mi? Ama çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapar"diyenlerden, "hamile kadının sokakta dolaşması terbiyesizliktir" diye ahkam kesenlerden, "dekolte giyene tecavüz ederler" diye konuşan densizlerden, "6 yaşındaki kız çocuğu ile evlenebilirsiniz" diyen sapıklardan, kadınların mini etek giymelerini eleştirenlerden, hatta kadınlar hakkında ahkâm kesenlerden herkes haber alma hakkına sahip! 


Din kisvesine bürünmüş olanları, okumuş aydın ayağına yatarak, (iyileri tenzih ederim) millete akıl vermeye, milleti kendi düşünce ve kendi istikametinde yönlendirmeye çalışanları hemen hemen akşam sabah Tv. ekranlarından, gazete sayfalarından görüp okumuyor muyuz? Bir de din adına, din kisvesi adı altında kadınların ne giyip ne giymeyeceğine, nasıl oturup, nasıl kalkacağına karışanları da görüyoruz elbet. Görüyoruz da, bunlara hak ettikleri cevabı verecek gerçek din adamlarını, ilm irfan sahiplerini görebiliyor muyuz? Mersin'de gencecik bir kız, bir yaratık tarafından hunharca öldürülüp yakılması, daha önceleri ve sonrasında katledilen bir çok kadının ve erkeğin vebal ve günahından sorumlu olanları da görüyor muyuz? 12 yıldır ülke yönetiminde söz sahibi olan bir iktidar ve onların idaresi altında bulunan bütün vatandaşların sorumluluğu, can ve mal emniyeti ve güvencesi iktidarın sorumluluğu altında değil se, işlenen bunca cinayetlerin, tecavüzlerin, iş kazalarında hayatlarını kaybedenlerin, en küçük tartışmaların bile öldürmeye kadar götürülmesi, sevginin yerini nefretin, hoşgörünün yerini şiddetin almasının günahı ve vebali kimin ya da kimlerin sorumluluğu altındadır?


Ayrıca kadınların ne giyip giymeyeceğine, nasıl oturup nasıl kalkacağına karışanların ve hamileliklerine varıncaya kadar herşeylerine dil uzatanların, kadınlara yönelik şiddet ve katliamlarda hiç mi günahı ve vebali yok sanıyorsunuz? Yaratıkların tecavüzlerine uğrayan küçücük kızların, yakılarak katledilenlerin, bıçaklanarak öldürülenlerin, sokak ortasında darp edilerek yaşam hakkının ellerinden alınan kadınların, töre adına diri diri gömülerek ölüme terk edilen kadınların vebâli ve günahı kendilerini kuşatıp sarmayacak mı sanıyorlar? Zalimlere ve hırsızlara ve haramzadelere, milletin malını talan eden ve doymak bilmeyen gözü açlara, yakıp yıkanlara ve doğayı tahrip edenlere sesini çıkarmaya çekinenlerin, ama kadını hedef tahtasına koymaktan çekinmeyenlerin de yaşanan bunca olumsuzlukların vebalinde ve günahında hiç payları yok diyebilenler olur mu acaba? Yanlış yapanların da, hatalı işlere imza atanların da, adam öldürenlerin de, namus ve ırza tecavüz edenlerin de, milletin canına ve malına kast edenlerin de vebali ve günahı sebep olanlardan çok, onlara fırsat tanıyanların üzerinde değil midir?  "Neme gerek" denilirse, "bana ne" diye burun kıvırılırsa "Abdülhamid'in Derin Devleti" kitabını yazan Metin Hasırcı'nın dediği gibi: "Padişahım çok yaşa" diyerek hepimiz ya el etek öperiz, ya da "adaletin ruhuna fatiha" okuruz, veyahutta, hepimiz  "alınları secdeli, çalıyorlar ama çalışıyorlar" diye alkışlar dururuz. Büyük Ortadoğu (BOP) Projesinin asıl amacının ne olduğunu, nasıl bir proje olduğunu Suriye'de yaşanan olumsuzluklara bakınca hepimiz görüyoruz ve anlamaktayız. Eğer görüp de hâlâ anlamamış olanlar varsa da, ozaman onların, Abdülhamid'in şu söylediklerine dikkatlerini çekmek isterim:


Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu olan Sultan 11. Abdül Hamid şöyle diyor: "Büyük devletler içinde en çok çekinilmesi gereken İngiltere'dir" "İngilizlerin Arabistan'ı yutmak istediklerini ve işgal ettikleri Mısır'daki gafil Hıdiv'i de, halife yapıp bütün İslam alemini kendi çıkarları yönünde gütmek istediklerini ve İngiltere'nin Rusya'ya karşı oynamak için Büyük Bulgaristan'ı gerçekleştirmek istediğini, bunun da tabii Devlet-i Âliyye'nin aleyhine bir plan olduğunu" da düşünüyordu. İngiltere,Fransa ve Rusya'nın Hristiyan azınlıkları kışkırtan ve hele hele İngiltere'nin meşrutiyeti teşvik eden davranışları 11. Abdülhamid'i ürküten konuların başında geliyordu. 

Fakat, İngilizler'e Kıbrıs'ı rüşvet olarak vermek mecburiyetinde kalan Sultan 11. Abdülhamid, zar-zor bir sulh antlaşması sağlıyor, peşinden de, Meclis-i Mebusan'ı çok uzun bir tatile sokuyordu ve devlet idaresini önce meclisten daha sonra da Babıâli'den evim dediği Yıldız Sarayı'na taşıyordu. 


(1) A. Nedim Çakmak


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster