Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster
Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 25 Eylül 2014
Geçerli Tarih: 04 Mayıs 2024, 14:34
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=19191
Tasarruf olmadan kalkınma olmaz
Eskilerin ticarette edindiği bir düstur var: ’’Para
kazanmakla değil, tasarrufla çoğalır. “ Ekonomide de kalıcı refah ve
sürdürülebilir büyüme, tasarrufla sağlanır. Maalesef bizde ortalama tasarruf
oranı, yani kamu ve özel, toplam tasarrufların Milli Gelire oranı yüzde 12’ler
düzeyine geriledi. 2002 yılına kadar bu oran yüzde 20’nin üstünde idi.
Ortalama tasarruf oranının düşmesine rağmen, üç yıl öncesine
kadar Milli Gelir büyüdü. Ne var ki bu
büyüme, ithalata bağımlı ve dış kaynak girişine dayalı bir büyüme oldu.
Tasarruf yaratmadan büyüme sürdürülemezdi. Bugün gerek kısa vadeli yabancı
sermaye girişi ve gerekse dış borçlanma sınıra dayandı. Türkiye’nin yeniden
büyüme sürecine girmesi yıllar alabilir.
Yatırımların seviyesini tasarruf seviyesi belirler. Ekonomide büyüme
olması için yatırım, yatırım yapılması için ise tasarruf gerekir. Küreselleşme
sürecinde, tasarrufun anlamı da küreselleşti. Tasarruf yetersizliğinin sermaye
hareketleri ile çözülmesi sağlandı. Tasarruf fazlası olan ülkeler tasarruf eksiği
olan ülkelere tasarruflarını aktardılar.
Bizim gibi, tasarruf açığı olan ve bu açığı dış kaynaklarla
kapatan ülkeler açısından üç önemli noktayı gözden uzak tutmamak gerekir:
Birincisi, iç tasarruf açığının finansmanı için sermaye
ihraç eden ülkelerin sağladıkları dış
kredi faizleri uluslararası faiz oranlarının üstünde oluyor. Yani büyümesi
bizim gibi dış kaynağa bağlı olan ülke ekonomileri kırılgan olduğu için, faiz
maliyetleri de yüksektir.
Dünyada dış kredi faizleri yüzde 2 veya en fazla yüzde 3
iken, bizde son yıllarda bankaların aldığı dış kredi faiz oranları yüzde 6’ya
kadar çıktı.
İkincisi, tasarruf oranı düşük olan bizim gibi bazı
gelişmekte olan ülkeler, bu açığın finansmanı için, özelleştirme sınırlarını
aşarak, kamu alt yapı yatırımlarının gelirini iskonto ettirdiler. Ayrıca
bankacılık sektörü ile özel sektörde birçok kârlı işletmenin yönetimi yabancı
sermayeye geçti. Türkiye’de TÜİK’in verilerine göre 2012 yılı itibariyle,
imalat sanayiinde üretimin yüzde 56,4’ü yabancı kontrolündedir. Bankacılık
sektöründe (katılım bankaları dâhil) yüzde 54,6 pay, sigortacılıkta ise yüzde
67,2 pay yabancı sermayeye aittir.
Üçüncüsü ise cari açık veren gelişmekte olan ülkelerde,
sıfırdan yeni yatırım yapmayan buna karşılık kârlı işletmeleri ve bankaları
satın alan yabancı sermaye giderek daha fazla kâr transfer ediyor. Kamu alt
yapılarının özelleştirilmesi nedeniyle de kâr transferi artmıştır. Reel faizler
düşük olmakla birlikte, dış borcu olan ülkelerde faiz transferi de
yapılmaktadır. Ayrıca yabancı sermayeli işletmeler daha fazla ithal ara malı,
yabancı uzman ve yabancı çalışan kullanıyor. Bu durum cari açığın artmasına ve
bir kısır döngü oluşmasına neden oluyor.
Dördüncüsü, Önemli olan iç tasarruflara dayalı sermaye
birikimi yaratmaktır. 1933’teki devletçiliğin gerekçesi, özel sektörde yeterli
sermaye birikiminin oluşmamış olmasıydı. Devlet bu nedenle devreye girdi ve
birinci beş yıllık sanayi planında hedeflenen yatırımlardan daha fazla alt yapı
ve fabrika yaptı. İşletme açısından sermaye birikimi veya sermaye stoku bir
üretim biriminin belli bir dönemdeki mal ve hizmet üretme kapasitesidir. Bu
kapasiteyi sermaye stoku bina, makine ve teçhizat gibi üretimde kullanılan
aktifleri kapsamaktadır. Ülke açısından ise işletme kapasitelerinin toplamı,
ülke sermaye stokunu ve üretim kapasitesini verir. Ülke düzeyindeki sermaye
stoku içerisinde, tüm işletmelere ait bu yatırımlar ile yollar, barajlar gibi
altyapı yatırımları, konut yatırımları vardır. Bu reel yatırımlar yanında
eğitim ve sağlık gibi insana yapılan yatırımlar ile araştırma ve geliştirme
harcamaları gibi fiziki olmayan yatırımlar da sermaye birikimi içinde yer
almaktadır.
Sonuç olarak: Sermaye birikimi olmadan kalkınma olmaz.