Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Din,siyaset,demokrasi ve AKP


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 25 Ağustos 2014
Geçerli Tarih: 28 Nisan 2024, 08:16
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=18754


Din,siyaset,demokrasi ve AKP

Şu soruyu sıkça duyarsınız. İslam ile demokrasi bir arada olur mu? Mevcut duruma baktığımızda bu soruya “evet” yanıtını vermek zordur.
İslam ile cumhuriyet olmaktadır. İran bunun örneğidir. Ancak demokrasi, temel hak ve özgürlüklere, kişi hak ve özgürlüklerine dayandığı için, İslam ile birlikte uygulanması bu hali ile zordur. Hatta giderek birbirleri ile çatışırlar.
Samsun’da görevli ve aslen Trabzon Şalpazarı’ndan olan din adamının Sis Dağı şenliklerini izledikten sonra, “kadınlı erkekli horon oynamak günahtır” açıklaması, bu zorluğa işarettir.
Başka örnekler de verilebilir.
İslam, bu hali ile sosyal yaşama müdahaleci, kadını ikincilleştiren (cahiliye devri etkilerini koruyan), özgürlükleri sınırlandıran bir hâl arz etmektedir.
Antalya Belediyesinin sadece kadınlara yönelik plaj açması da bu açıdan ele alınmalıdır. Taciz ve benzeri durumlara karşı kadını korumak amacıyla yapıldığı söylenen ve Başkan Türel’in açılışta “pozitif ayrımcılık” yaptık demesi aslında psikolojide mantığa bürünmedir.
Son zamanda yapılan pek çok uygulamada ‘mantığa bürünme’ savunmalarını görmek olanaklıdır.
Bu sorunların temelinde akıl, din ve laiklik konusu vardır. Akıl mı öndedir yoksa inanç mı öndedir?
Günümüz uygulamalarında, siyasetçiler ve onların etkisi altında kalmış siyasal dinciler daha çok inancı öne almaktadır.
‘Biat kültürü’ dediğimiz olgu bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Oysa Ortaçağa gittiğimizde İslam’da akıl önde idi. Abbasiler döneminde kurulan Mutezile Mezhebi, bu duruma örnektir.
Mutezile, Akaid esaslarını aklın ışığı altında ele alıp değerlendiren, sorunlara aklın ölçüleri doğrultusunda çözüm getirmeye çalışan bir mezhepti.
İslam dinini akıl ile yorumlamayı amaçlamıştır.
1126 yılında Avrupa’da Katolik Kilisesinin, “skolastik dönem” denilen baskıcı ve akıl dışı uygulamalarının yaşandığı yıllardır.
O yıl Endülüs’te Kurtuba’da İbn-i Rüşt doğmuştur. İbn-i Rüşt, Endülüs Medreselerinde öğrencilerine, “Akıl inançtan önce gelir. Gerçek inanca akıl yoluyla ulaşılır” demektedir.
Oysa o yıllarda Katolik Kilisesi halkı Endüljans, Aforoz ve Enterdi uygulamaları ile baskı altında tutmaktadır.
Galileo, tıpkı İbn-i Rüşt gibi Aristo ekolünden gelmektedir. Ortaçağ da kilise öğretisine dayalı bilim anlayışında devrim yaratmıştır.
Kilisenin , “dünya merkezli evren” yerine Kopernik’in, “güneş merkezli evren” kuralını benimsemiş ve bu fikri nedeniyle de engizisyon mahkemelerinde (Katolik Kilisesi yargısı) yargılanmıştır.
Galileo ile aynı dönemin aydını olan Luther, teolog olmasının da etkisiyle, Katolik kilisesinin din dışı uygulamalarına tepki göstermiştir.
1517’de Almanya’da Wittenberg Kilisesi kapısına 95 maddelik bildiri asarak Endüljans (para ile Katolik kilisesinden alınan af kâğıdına) karşı çıkmıştır.
Ortaçağ Avrupa’sında atılan bu adımlar, reform hareketlerini başlatmış ve reform hareketleri sonrasında, Katolik kilisesi kendisini düzenlemek zorunda kalmıştır.
Endüljans, Aforoz ve Enterdi uygulamasına son verilmiştir. Eğitim kilisenin elinden alınmış ve laik eğitim başlamıştır.
Bu süreç de diğer faktörlerin de etkisi ile Avrupa’da Rönesans’ın ve aydınlanmanın doğmasında etkili olmuştur.
Avrupa, aydınlanma devrimini yaşarken, doğu İslam toplumları, Mutezile Mezhebini yasaklamış, İbn-i Rüşt’ün öğretisinden giderek uzaklaşmıştı.
Akıl ve bilim yerini inanca bırakmıştır…
Avrupa’da ki gelişmelere, “gâvur icadı” denmesinin nedeni budur.
Bu süreç, giderek İslam dinini hiç hak etmediği halde tutucu, baskıcı ve Katolik etkilere açık hale getirmiştir.
Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal Atatürk, devrimleri ile Türk aydınlanmasını başlatmış olsa da, soğuk savaş süreci ile karşı devrimci hamleler görülmeye başlanmıştır.
Medreselerin yerini laik eğitim veren okulların alması, reform ile eğitimin dinsellikten (kiliseden) kurtarılmasına benzetilebilir.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” düşüncesi aklı ve bilimi öne çıkaran bir anlayışın ifadesidir.
Ne yazık ki bu süreç, Köy Enstitülerinin kapatılması (Marshall Yardımlarına karşılık) ile kesintiye uğratıldı.
Türkiye ABD Eğitim İşbirliği Anlaşması ile de yeni bir sürece evrildi.
Soğuk Savaş döneminde ABD, ülkemizde “Yeşil Kuşak” politikalarını uygulamaya koydu. Bu politikaların sonucu olarak da eğitim, laik özden uzaklaştırıldı.
12 Eylül sonrasının ABD politikası olan “ılımlı İslam” ile de yeni adımlar atılmaya başlandı.
Özellikle de AKP döneminde bu ‘adımlar’ hızlandı…
4+4+4 uygulaması buna örnektir.
TEOG tercih sistemi de örnektir. Çok sayıda öğrencinin zorunlu olarak İHL’lere yönlendirilmesi bu durumun göstergesidir.
Laik özden, bilimsellikten uzaklaştırılan bir eğitim süreci ile ülkemiz karşı karşıyadır.
Erbakan, “Rektörler İmam Hatiplilere selam duracak” diyordu. Neredeyse her rektör ya İmam Hatip çıkışlı ya da o düşünceyi benimseyenlerden oldu!
Okul yöneticileri iktidara yakın sendika üyeleri arasından atanır hale getirildi. Son yapılan puanlama rezaleti ile de bu yol sonuna kadar açıldı.
Avrupa, eğitimde laik bilimsel bir model ile gelişirken, biz laikliği bir kenara iten, bilim dışı, akıl dışı bir eğitim süreci ile geleceğe oy deposu yetiştirmeye çalışıyoruz.
Bunun sonucu olarak da “biat kültürü” giderek güçlenmektedir. AKP’nin bunca yaptıklarına karşın tabanında desteğinin sürmesinin nedeni de bu “biat kültürüdür.”
Demokrasi özgür düşünce ortamında gelişir. Varlığını devam ettirir.
Bunun içinde İslam dininin, orta çağ Avrupa’sındaki gibi siyasal iktidara destek amaçlı kullanılmasından vazgeçilmelidir.
Dini en fazla yıpratan; ticarete, tarikata ve siyasete alet edilmesidir.
Bu nedenle İslam dini de kendisine batılı merkezlerce dayatılan ‘Katolik’ etkilerden kurtarılmalıdır. Bir İslam Reformu gereklidir.
Hem de acilen…


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster