Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Teknolojik bağımlılık ve Filistin


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 01 Ağustos 2014
Geçerli Tarih: 05 Mayıs 2024, 02:45
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=18514


TEKNOLOJİK BAĞIMLILIK VE FİLİSTİN


Bugün, aşağı yukarı hepimizin evinde, işyerinde, ofisinde, çantasında bilgisayarlar, internetler bulunmakta ve kullanılmaktadır. Cep telefonları ise, vaz geçemediklerimizin başında gelmektedir. Otobüste dolmuşta müzik dinlediğimiz, vapurda tranvayda oyun oynadığımız ve hiçbir yerde elimizden düşüremediğimiz, kulağımızdan ayıramadığımız cep telefonu sayesinde, sevgiliye ulaşmakta, arkadaşlara görüşme, uzaklarda olan ana baba, eş dost ve akrabalarla haberleşme artık çok kolaylaşmış, hatta elimizdeki telefonun tuşuna basma mesafesi kadar yakınlaşmıştır. Ancak, teknoloji harikası denen bu aletlerin bizlerden birşeyleri alıp götürdüğünü, yok etmekte olduğunu hatta bazılarını yok ettiğini, bir daha da geri gelir mi gelmez mi bilinmeyenlerin arasına göndermiş olduğunun bilmem farkında olanlarınız var mı? Gerçi farkında olsak da olmasak da, bu teknoloji harikaları hayatımızdaki yerini almaya hızla devam etmekte, süratle yaygınlaşmaktadır. Teknoloji tabii ki hayatımızdaki yerini alacak, uzay çağında yaşadığımız bir zamanda teknolojinin hayatımızın her alanına girmesi ve yerini alması gerekir. Fakat, yerini alırken de, hayatımızdaki bazı alışkanlıklarımızı değiştirmesine, bazı iyi ilişkilerimizin bizleri terk edip gitmesine de musaade edilmemeli diye düşünüyorum. "Ah nerde o eski bayramlar" diyenlerin de özlemlerine hak verveden geçmeyelim. 


Mesela sevgiliye çekilen hasret, arkadaşlara duyulan özlem, teknolojiye duyduğumuz özlemden daha mı fazla, daha mı az? Bir "alo" mesafesi kadar yakın olan, heran her saniye beraber olduğumuz, sesini duyduğumuz sevgiliye olan hasret, teknolojilerin hayatımıza girmediği yıllarda olduğu gibi yine heyacan veriyor mu? Eşimizle dostlarımızla ve yakın arkadaşlarımızla, akrabalarımızla, komşularımızla birarada olmak, hep birlikte piknik yerlerine, plajlara, konserlere gidip eğlenebilmek acı ve tatlı günlerde yine birbirimizin derdini paylaşıp sevinçlerine ortak olabiliyor muyuz? Toplu taşıma araçlarında, yaşlılara hürmet ve saygı, onlara yer verme, hal hatır sorma, teknolojinin görevinin olmadığını da biliyor muyuz?  Ayrıca, hastaları ziyaret, düşküne yardım, yetimin başını okşama, ağlayanın gözyaşını silme, iyi günde kötü günde birliktelikler sessiz sedasız aramızdan ayrılıp gitmesine de müsaade edecek miyiz? Sevgiliye duyulan hasret ve özlem, kavuşma heyacanı hiçbir teknolojiyle yaşanabilir mi?  Hayatımızın vaz geçilmezlerinden bir tanesi olan televizyonların,  çeşitli modelleri ve gelişmiş teknolojik özellikleri ile duvarlarımızdaki yerini almaya başlasa da, yine de aile içindeki muhabbetin tadı bir başka olmuyor mu? Hayatımızın bir parçası haline gelen teknoloji harikaları, her ne kadar bizleri rahata erdirip huzura kavuştursa da, çağ atladığımızı falan zannetmiş olsak da, ülkemizdeki bazı gelişmelerin, bazı olumsuzlukların ardarda gelmesini, yaşanıyor olmasını, nelerin yapılıp nelerin yapılmadığını veya nelerin yapılmak istenildiğini teknolojilerden görüp öğrensek de, teknolojileri kendi çıkarlarına hizmet etmesi için, bazı bilgilerin gözlerden kaçırılmasının mümkün olabileceği akıllardan çıkarılmaması da gerekmez mi? (iyileri tenzih ederim) ama, maalesef gözlerden ve dikkatlerden kaçırılanların yarın hepimizin geleceğini ilgilendirmesi bakımından çok önemli olduğunu hala anlayamayan, ya da anlamamakda ısrar edenlerin olabileceğini de akılların bir köşesinde tutmak gerekir. Teknoloji, (Bilgisayar ve cep telefonu, v.s.) insanı kendisine bu kadar bağımlı kılarsa, onu elinden, kulağından, gözünün önünden ayıramaz, hayatından çıkaramaz duruma getirirse, etrafımızda olanlardan herşey bittikten sonra haberimiz olursa, teknolojinin bir öneminin kalabileceğinden emin olabilir miyiz?


Ülkemizde, siyaseten yapılan işler, yapılmak istenenler, geleceğe dönük plan ve projeler, kendi insanlarımızın yararına, faydalanmasına, ülkenin kalkınmasına, milletin menfaatine olması hepimizin ortak dileği dir. Bunun aksini düşünenlerin var olduğunu zannetmemekle beraber, yapılanların yanlışlığını, hatalı oluşunu da özgürce dile getirecek ortamların olması gerekmez mi? Geçmişte yapılan iyi işlere bakarak, bugün daha da iyisini yapmaya çalışmak hepimizin görevi olsa da, daha fazla ülkeyi idare edenlerin görevi değil midir? İşbaşındakiler, geçmişi kötüleyerek, yapılanların yanlış olduğunu söyleyerek belki günü kurtarabilirler, ancak, kendi yaptıklarını, yarınlarda başkaları da değerlendirirken aynı yolu izleme ihtimalini de gözardı etmemeleri de gerekir. Ülkemizin kalkınması, dünya devletleri arasında hak ettiği yeri alması hepimizin ortak dileği değil midir? Öğle ise, ülkemizin dünya ülkeleri arasında yanlızlığa sürüklenmesini, yanlız bırakılmasını, söz sahibi olamamasının nedenlerini araştıralım, yanlış yapanlara da yanlışlarını söylemekten çekinmeyelim, söyleyenleri de azarlamayalım. Ülkemizin, gerek ekonomi yönünden, gerek siyasi yönden, gerek askeri yönden sözünün üstün, bileğinin bükülmez olmasını kim istemez ki? Fakat ülkenin toprakları yabancılara satılırsa, milli servetleri özelleştirme adı altında yok edilirse, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri eşe dosta peşkeş çekilmeye devam edilirse, ülkemiz dünyadaki yerini alabilir diye düşünmek hayalcilikten öteye geçebilir mi? İçişlerimizde yapılanlar bizim insanımızın yararına ve huzuruna dönük yapılabilir; yapılmalıdır da. Ancak ülkemizin dünyada söz sahibi olabilmesi için, topraklarımızın satılması, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yabancıların işletmesine açmak mı gerekir? Bugün Filistin topraklarında yaşanan katliamlar, zulümler, geçmişte topraklarını İsrail'e satmış olmalarından meydana gelmiyor mu? 


Her ne kadar bazıları yapılan yanlışları ve hataları anlamamakta ve görmemekte ısrar ediyor olsa da, bazıları görmekte, anlamakta, yanlışlarda ısrar edilmesini gördüğü için de endişelenmektedir. Çün kü geçmiş tarihimizde yapılan yanlışlar, yanlışların getirdiği olumsuzlukları insanlar hatırlayınca, tarihimizi inceleyince endişelenmesi gayet normaldir. Unutulmasın ki, bu toprakları Kurtuluş Savaşı vererek, vermek zorunda kalarak kendimize yurt edindik. Doğudan, Batıdan, Güneyden, Kuzeyden, ülkemizi işgal etmeye yeltenen Haçlı Orduları olduklarını da kimse unutmasın, unutturmaya da çalışmasın! Ayrıca, Orta Doğu da İsrail devleti kurulurken, Arapların yaptığı yanlışlar ve hatalar, bugün dünyanın gözleri önünde başlarına İsrail bombası olarak yağdığı halde hiç bir ülkeden ses çıkıyor mu? 1916 yılında, İngilizlerin kışkırtmalarıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlıya karşı ayaklanırlarken başlarına yağacak bombaları tahmin etmiş olsalardı, paraya biat ederken endişelenmiş olsalardı, İsrail'e toprak satarlar mıydı? Vijdanını körelten ve kullanmayan, çıkarcı, bencil, vefasız, sevgisiz, şefkatsiz idareciler ve onların yönetimi altında olan toplumların başlarına nelerin geldiğini tarihi gerçekler sayfalar dolusu yazmıyor mu? Yazıyor ama, okumayan toplumların bundan haberi bile olamıyor. Okumayan toplumlar, ancak cami önlerinde, kahvehanelerde, otobüste, dolmuşta, parklarda, eşdost ziyaretlerinde dedikodu ve bolca gıybet yaparak herşeyden haberdar olduklarını zannederler.


Gerek siyasi alanda, gerek sosyal alanda, gerek hayatın gerçekleriyle yüzyüze gelindiğinde, herşey karmakarışık, herşey içiçe girmiş, kimin haklı kimin haksız olduğu belli olmayan, kimsenin kimseye itimadı ve güveninin de kalmamış olduğunu görmemek mümkün müdür? Bu güvensizlik ve itimatsızlıkların yaşanmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi de, iç ve dış siyasette yaşanan olumsuz gelişmeler, gücü yeten gücü yetene misali kavgasız gün ve huzurun olmaması, insanların birbirlerine karşı olan güven ve itimatını sarsmaz mı? Kadınların iffetlerine, kahkaha atmalarına bukadar karışılması da insanlarda itimat ve güven duygusu erozyonu yaratmaz mı? Ayrıca bazı medya kuruluşlarının gerçekleri milletin gözünden kaçırarak yanlı ve taraflı yayın yaptığını açık açık belli eder hale gelmesi insanlarda güven ve itimat duygusunu sarsmaz diyebilmek mümkün mü? komşu ülkelerle yaşadığımız siyasi ve ekonomik sorunlardan, asayiş sorunlarından insanlarımızın haberdar olması haberalma özgürlüğü gereği değil midir? Mesela, komşu ülkelerde yaşanan savaşlar, terör olayları, mezhep çatışmaları, kadınlara ve kızlara tecavüz edildikten sonra katledilmeleri, islam adına katliamlar yapmayı kendilerinde bir hak olarak gören islam kisvesine bürünmüş olan caniler ve masum insanların başlarını keserek katleden maskeli şeytanları, herkesin görüp izlemesinden, gördükten sonra da ders almasından korkulacak ne olabilir ki? Butür caniliklerin ülkemizin tam sınırında yaşanıyor olması, insan olan herkesin vijdanlarını sızlatmaz mı, yüreklerini yakmaz mı, insanlığından utandırmaz mı? İşte bunun için son zamanlarda kimsenin yüzü gülüyor mu, (Tuzu kuru olanlar hariç) kimsenin neşesi yerinde mi, eskiden olduğu gibi selam verip selam almak yaygın mı, düşenin elinden tutanların olduğunu göreniniz, duyanınız var mı?


Türk milleti bu duruma kendi kendine mi geldi sanıyorsunuz? İçimizdeki yabancı hayranı kiralıklar ve satılıkların hiç bir günahının olmadığını kim söyleyebilir ki? Türk milleti'nin geleneklerini yıkmaya, maneviyatını bozmaya, milli değerlerini yıkmak için uğraşan maskeli şeytanların hiçbir günahı ve vebali yok diyebilmek mümkün mü? Asırlar öncesinden Türk milleti'ni dönüştürmek ve yozlaştırmak için çabalar sarf edildiği bilinmiyor mu? Osmanlı'nın hangi yabancı güçler tarafından yıkılıp yok olduğunu halâ anlayamamış olanların aramızda dolaşıyor olmaları insanda huzur ve rahatlık bırakır mı? Osmanlı'nın son dönemlerinde yapılan yanlışlıkların, Osmanlının sonunu hazırlamamıştır diye konuşan zavallılar, kimin ağzı ile konuştuklarını sanıyorsunuz? Böyle konuşanların kim ya da kimler olduklarını, ya da kimin torunları olduklarını bilmeyenler varsa ki olabilir, okusunlar şanlı tarihimizi öğrensinler! ve orada, herşeyin açık açık yazıldığını, koca bir imparatorluğun nasıl ve kimler tarafından yıkılıp yok edildiğini de görecek ve anlayacaklardır.  Türk milleti'nin içinde yuvalanmış olan Batılı yıkıcı güçlerin maşaları, ihanet şebekeleri, paraya ve mevkiye biat eden yöneticilerin bulunuyor olması, (İyileri tenzih ederim) milletin birliği, topraklarının bütünlüğü, bayrağının ebedi dalgalanması tehlikeye düşermi diye endişe duymamak nasıl mümkün olur ki? Söylemlere ve yapılanlara bakınca, her insanın ülkesinin geleceği için endişeye ve telaşa düşmemesinin mümkünü kalır mı? ATATÜRK ve silah arkadaşları, Türk Kurtuluş Savaşı verirken, içimizdeki hainlerin, parayla namuslarını takas edenlerin bu millete yaptıkları kötülükler bugün de hortlayabilir mi diye insanların endişe etmeleri gayet normal değil midir? Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar, temellerini atarken içimizdeki hainlerin engellemelerine rağmen atmayı başarmış olmaları hepimizin gurur kaynağı olmalı dır. Türk Kurtuluş Savaşı'nı veren kuvvet, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kuvvetdir. Bu kuvvet, Çanakkaleyi'de geçilmez yapan kuvvet değil midir?  


Türk askerinin başına çuval geçirenler, geçmişin kuyruk acısının intikamını almak istemiş olamazlar mı? B.O.P. projeleri geliştirenler, planlayanlar, uygulatmak için içimizden parayla kiralık adamlar tutmuş olamazlar mı, geçmişte böyle kiralıkların tutulduğunu tarih kitaplarından okuyup öğrenmedik mi? Bugün Filistin topraklarında adeta soykırım yapan zihniyet, Türkiye toprakları üzerinde de kirli emelleri olan zihniyetle aynı değil diye düşünebilir miyiz? Çocukları katleden, hastaneleri bombalayan, binlerce masum insanı şehit eden İsrail hükümet yetkilileri, acaba rahat yastıklarında uyku uyayabiliyorlar mı? Kerkükdeki Türkmen kardeşlerimizi katleden caniler sürüsüne de dur demeyenler rahat yastıklarında uyuyabiliyorlar mı? Asaf Hüseyin "Orta Doğu'da devlet ve terör" adlı kitabında bakın neler yazıyor: M.Ö. 12. asırda bu topraklar Filistinlilere aitti. Daha sonraki yıllarda Haçlı Seferleri esnasında Filistin, Hrıstiyanların eline geçiyor. 1187 senesinde Sultan Selahaddin, Filistin'i Hrıstiyanlardan geri alıyor. 1514 senesine kadar Araplar bölgenin yönetimini ellerinde bulundururlar. Daha sonra Filistin, Türklerin egemenliği altına girer ve bu durum 1917 senesine kadar devam eder. Filistin halkı Arap karakterini hiç değiştirmeksizin 1917 senesine kadar rahatça yaşamıştır diye de devam edip gidiyor...


Bir yahudi vatanı tesis etme fikri ilk kez Theodore Herzl tarafından ortaya atılmıştır. Herzl, ölümünden önce Yahudi devletinin kurulmasına katkıda bulunur umuduyla, Batı'nın ve İslam aleminin belli başlı güç merkezleri ile temas kurmuş, bunların gönlünü almaya çalışmıştır. O sıralarda Filistin yönetimini elinde bulunduran Osmanlılara yanaşmıştı. Filistin'in Yahudilere verilmesi halinde, Yahudilerin Osmanlıların mâli problemlerinin tamamını çözeceği taahhüdünde bulunmuştur. Bu teklife Türkler, içinde bulundukları son derece berbat mâli duruma rağmen "hayır" demişlerdir. Herzl, bu kez deLord Rothschild'in yardımıyla İngiliz hükümetine başvuruyor. Ekim 1902'de Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain ile buluşur. Davalarına destek olmaları durumunda bundan İngilizlerin de kârlı çıkacağını söyleyerek, sözlerine şöyle devam eder: Eğer İngiltere yardımcı olursa on milyon Yahudinin kalbini feth etmiş olacaktır. İngiltere bir anda dünyanın dört bir yanına  yayılmış on milyon sadık dost kazanacaktır...2 Kasım 1917'de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Filistin'de bir İsrail vatanının tesisi çalışmalarını İngiltere'nin destekleyeceğini ilan etti. A.B.D'nin de destekleriyle İsrailin bağımsızlığı 14 Mayıs 1948 de ilan ediliyor... 

                                                                                          

Bugün Orta Doğu'da yaşanan olayların gerçek nedeni,  Büyük İsrail Devletini kurma hayallerinin plan ve projesi değil midir? Kimbilir belki de B.O.P. bu plana hizmet için kurulmuştur! Türk'ün Türk'e, Arabın Araba, Müslümanın müslümana ettiğini, sahip çıkmadığını, özellikle dış siyasette yanlız bıraktığını bu zamana kadar gördük, böyle devam edip giderse de daha çok göreceğimizi tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Ama caddelerde, sokaklarda eline mikrofonu alan televizyoncular, İsrail'in Filistin topraklarında giriştiği katliam hakkında, Kerkük'de Türkmenlere yapılan zulüm ve katliamlar hakkında insanlara görüş ve düşünceleri soruyorlar:  Bizim insanımızda maaşallah, mikrofonu görünce, kendisini filozof mu zannediyor, alim mi zannediyor bilinmez, başlıyor konuşmaya...  İnsanlık adına utandığını, İsrail'i kınadığını, hatta ALLAH'a havele ettiklerini falan söylüyorlar, ama Türkmenlere Işid teröristlerin uyguladığı zulm hakkında, bir kaç insan dışında kimsenin bilgisinin ve haberinin dahi olmadığı ne yazık ki görülüyor. Sokakdaki insanların, İsrail'e tepkili olması, protesto etmesi İsrail'in katliamlarını önlemeye yetiyor mu, yetmiyor tabii. birkaç bomba eksik atmasına, çocukların katledilmesine mani oluyor mu, olmuyor tabii. Peki o zaman ne yapmak gerekir? Dışişlerinin yetkisini kullanmasını, hükümetin dışişleri konusunda kimseye taviz vermeden, nutuk atmanın dışında etkili ve kararlı tavırlar almasını, en önemlisi de: İsrail'den ithal edilen binlerce tona ulaşan, ayçiçeği ve domates tohumu ithalatına son verilmesinin kararını bir an önce alması da gereklidir.  Bunun için de öncelik, hükümete her konuda destek olanların gereken uyarıları yapmaları gerekir. Nutuk atmayla, sert söylemlerle İsrail'in saldırılarının, katliamlarına devem etmesinin durmayacağı görüldüğü halde, bizler hala cami önlerinde, kahvehane köşelerinde, parklarda ve otobüs duraklarında hep lak lak edip İsrail'in bu saldırılarını durduracağını sanıp kendimizi avutuyoruz. Oysa İsrail'in saldırılarını kararlı ve dirayetli bir dış politikanın durduracağını bildiğimiz halde boş boş konuşup zaman geçiriyoruz. (Yani bana dokunmayan yılan bin yaşasın) öğlemi? Ülkemize karşı öteden beri kin ve nefret besleyenlerin, islamiyetin bayraktarı olan Türkler'i, içerden ve dışardan zayıflatarak, güçsüz bırakarak, verimli topraklarını binbir entrikalarla ele geçirip yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de işletip kendi emelleri için kullanmanın planlarını yapmadıklarını düşünmemenin mümkünü var mı? Hrıstiyan aleminin asırlardır Türk milleti'ne, birliğine ve bütünlüğüne, dini islama, düşmanca tavırlar sergiledikleri bilinmiyor mu? Birlik ve beraberliğini, maneviyatını, milli ülküsünü, ülke ve bayrak sevgisini nasıl yaparız da yıkarız diye yüzyıllardır planlar yaptıkları bilinmiyor olabilir mi? Türk milleti'ni millet olmaktan çıkarıp, başka bir millet yapmanın gayretleri içerisine girdikleri, dini islamı ılımlaştırmak adına yıkma, bozma ve hatta yeni bir islam anlayışı icat etme gayretlerinin olduğu da bilinmiyor olabilir mi? 


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster