Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Tezgâhlara Düşenler Meydan Dayağı Gibi...


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 04 Mayıs 2013
Geçerli Tarih: 05 Mayıs 2024, 17:37
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=14276


Neler oluyor böyle?

Kara mizahın en şaşalı tarihi yazılırken ülkemde hala birilerinin “iyi şeyler oluyor” diyebilmesi ne garip…

Her türlü kelime ve anlam kargaşasının yaşandığı, her gün yeni bir olumsuzluğa imzaların atıldığı şu günlerde hala iktidarın iyimser oyunlar sergilemesine göz yumanların edinimleri ne?

Tezgâhlara düşenler neler peki?

Alanları daraltmaya çalışarak sıralamaya kalkarsak bile epey vaktimizi alacak bu, biliyorum.

Öncelikle 1 Mayıs gerçeği.

Nedir meydan?

Meydan; özgürlüktür, özgürdür, meydan; demokrasidir, demokratiktir, açıklıktır meydan, netliktir, şeffaflıktır. Atılan her adımın herkes tarafından görülmesidir.

O nedenler meydanlara erler, yiğitler çıkmıştır bu ülkenin tarihinde her vakit.

Halayların çekildiği, oyunların oynandığı, demokratik bir ülkede onaylamadığın şeylerin protestosunun yapıldığı, pankartların açıldığı, sloganların atıldığı yerlerdir meydanlar.

Peki, neden bu protestolardan, pankartlardan, sloganlardan korkarlar kapı arkasındakiler…

17 yaşındaki bir genç kızın gözüyle bakamasa bile onu dinleme büyüklüğünü neden gösteremez koca devlet.

17 yaşında bir genç kız…

Elbette bunun üzerinden yürümek gerekmez 1 Mayıs 2013 olaylarının üzerine ama olayın en dramatik sahneleri bunlardır.

İnsanın kanını donduran sahnelerdir bunlar, insanı çileden çıkaran sahneler.

Hani bu vatan anaysa devlet de babaydı.

Bir babanın yapacağı iş midir 17 yaşındaki bir çocuğu militan ilan etmek, terörist ilan etmek.

Bu ülke TERÖRİST’in ne demek olduğunu iyi biliyor çünkü yıllardır şehit vermekte bu uğurda.

EY! BABALARIN BABASI, DEVLET BABA, sen 17 yaşındaki bir çocuğa terörist dersen senin babalığından şüphe duymaz mı bu millet.

Hoş, anayı satışa çıkaran bir babanın da karakterini sorgulamak gerek.

Sadece kişilik bozukluğu demek yeterli sanırım.

Kalkmışlar bir de “orantılı güç kullanıldı” demezler mi…bu nasıl bir pişkinliktir Allah aşkına.

Dünya milleti kınadı, benim 1 Mayıs gerçeğini sündürmemin de bir anlamı olmasa gerek. Barikatların iki yanında da vardır yüreklerine dank edecek… Vicdan meselesi bu, illa ki bir noktada açık verecek.

Gelelim çözüm sürecinin geldiği noktaya.

Memnun muyuz acaba bu durumdan.

Kim istemez barışı, kim istemez halkların ve hakların özgürlüğünü, kim istemez uzlaşmayı.

Madem gelinecek olan son nokta buydu, bu nokta yeni mi keşfedildi, üç gün önce, üç yıl önce değişik olan durum neydi.

Hala şeffaf olmayan noktalar, İmralı süreçlerinin kapalı kapılar ardında gerçekleşmesi, halkın bu konuda hala yeterli şekilde aydınlatılmamasının altında yatan gerçek sebep nedir?

Yine meydan korkusuyla olmasın.

Bir isyanın, yeni bir 12 Eylül öncesinin çağrılabilir olması olmasın sakın.

Hakların ve halkların özgür bırakılmasını yıllardır istiyor ve yazıyoruz ama Apo’nun serbestliği, ülke bütünlüğünün bölünürlüğü tarihe beyaz sayfalarda geçmeyecektir, bunu da biliyoruz.

Türkiyeli olmayı kabullenemeyenlerin bütünlükten söz etmesi, barıştan söz etmesi ne kadar mümkün geliyor size de.

Bu ülkenin insanları neden pkk nin neler istediğini bütün netliğiyle bilmiyor, neden her gün yeni bir taş düşüyor eteklerden.

Bu neden bu kadar anormal geliyor ki insanlara.

Nasıl pkk bana vatan haini gözüyle bakıyorsa, benim de Öcalan’a o gözle bakıyor olmamdan doğal ne olabilir ki.

Anayasa için onunla yapılan pazarlıkların benim gözümdeki hükmü ne olabilir ki.

Benim aklım yok mu, vicdanım yok mu ki bu topraklarda yaşayan etnik halkların haklarını kendilerine teslim edemiyorum.

Haklarını diyoruz farkındaysanız, topraklarını demiyoruz.

Çünkü bu topraklar hepimizin ve burası da TÜRKİYE.

Burada yaşayan her insan da Türkiyeli.

Beni kökeni, konuştuğu dili ve inancı bağlamaz.

Herkes kendi dilinde ve dininde ısrar edebilir benim ettiğim kadar ama meseleyi daha farklı çatılar altına taşımak bu ülkeyi enikonu böldürür.

Hani çözüm süreciydi, hani barıştı, birlikti, bütünlüktü hani.

Hani ne sizden, ne de bizdendi artık.

Pazarlıklar dışarıda yapılıyor, içeride halkın başı eziliyor.

90 yıllık T:C nin kime ne zararı dokundu ki bu güne kadar.

T.C nedir, TÜRKİYE CUMHURİYETİ değil midir?

Ee! Sizler nerelisiniz, nerede yaşıyorsunuz, Türkiye de değil mi?

Yapmayın Allah aşkına.

Kavram kargaşasından boğulacaksınız, artık yeter.

İçimden kusmak geliyor.

Bakın, hiç Kürt kelimesi geçirmedim yazımın içinde. Çünkü benim sahip olduğum fakat kendilerinin olmadıklarını düşündükleri her türlü hakka sahip olmaları temennimdir ve bu kavgayı vermelerini her zaman haklı buldum. Onlarla beraber hak savundum. Anlattım, yazdım, okudum, onayladım.

Bu mesele türk-kürt meselesinin çok farklı bir yerinde duruyor.

Ana diliyle eğitim almak isteyen alsın, vergisini ödemek isteyen ödesin, muayene olmak isteyen olsun, savunulmak isteyen savunulsun, türküm demek istemeyen demesin, andımızı okumasın ama Türkiye cumhuriyeti topraklarında yaşadığını da unutmasın lütfen.

Ben de bir lazım, çerkezim, ermeniyim, rumum.

Peki, o zaman bölelim Türkiye’yi.

Burası kürdistan, burası ermenistan, burası lazistan, burası çerkezistan gibi mi yapalım.

İyi, yapalım.

Bundan daha iyi olacağını mı düşünüyorsunuz.

Bakın Türkiyede ki Türklerin de hak savaşı, özgürlük savaşı, demokrasi savaşı var.

Bu savaş sadece size ait değil.

Sorun etnik kökeni türk olanlarsa onların da sizin gibi savaşları var.

Neden mi, adlarıyla anılan topraklarda kimlikleriyle anılamıyor artık insanlar.

Konuşmaktan korkar, yürümekten çekinir oldular.

Söylemeyen dillerin suskunluğu çığ gibi büyüdü.

Özgürlük isteyen bir tek sizler değilsiniz bu ülkede.

Yani yalnız değilsiniz demeye getiriyorum. Herkesin bir özgürlük savaşı, demokrasi savaşı olduğunu söylüyorum.

Neyse.

Ben adıma yıllardır arkadaş edindiğim, aynı yemeği, aynı mesaiyi, aynı yatağı paylaştığım insanlara kırgınım.

Kırgınım da nasıl kırılacaksın ki azizim.

Bana yenge diyeni var, abla diyeni var, teyze diyeni var, dostum diyeni var.

Hadi buyur buradan yak.

İki ucu boklu değnek.

Mesela ben yeğenimi görmeye, beş vakit yanımdaki dostuma selam vermeye nereye gideceğim?

Vay benim ülkem.

Ne belalı başın, ne karışık aşın var. Allah sana selamet versin.

Meclisin haline bakıyorsun içler acısı. Beni temsil eden vekilleri gördükçe hangi kanada olursa olsun insanın verdiği oya lanet edesi geliyor.

Ulan biz sizi oralarda birbirinize birilerini peşkeş çekin diye mi seçtik, egolarınızı bileyin diye mi taşıdık oralara.

Allah sizi de bildiği gibi yapsın emi.

Milletin vekili olmak demek bir diğerinin vekilliğinde temsil ettiği seçmene ana avrat küfretmek mi.

Sen oraya çıkınca beni temsil ettiğini nasıl unutursun, ya sen bunlara nasıl prim verirsin.

Mesele vekil olmak ya da olmamak değil efendiler, adam olmak ya da olamamak. Ama suç sizde değil ki, sizleri oraya taşıyan bu cahil ellerde.

Aklınızı başınıza alma zamanı gelmedi mi.

Bütün dünya ağzını bırakıp başka taraflarıyla gülüyor artık bize.

Akil adamları devreye soktunuz, milleti birbirine kattınız.

Bizim onlar kadar aklımız yok muydu da saldınız bu insanları üzerimize.

Sizin sözünüzün geçmediği yerlere mi ulaşsın istediniz yoksa bu akıllılar.

Ne diyeyim ben size.

Demirtaş, ajitasyon yapıp tansiyonu yükseltmeye gerek yok. Bu ülke yıllardır zaten aynı ajitasyonun içinde. Oralarda nöbet tutanlar bu ülkenin çocukları. Elbette ki kimsenin savaş istediği yok ama taleplerin de bir ucu olmalı, bir tarafından tutulmalı. Açık ve net bir şekilde şudur, denmeli. Şu olursa böyle olur, olmazsa budur denmeli. Her gün bir taleple çıkılmamalı, halkın aklı karıştırılmamalı, tepkisi ya da beğenisi her gün bölünmemeli ve insanlar yorulmamalı artık.

Biz çok yorulduk ey karar merkezleri.

Hani bizi bir bok yerine koymuyorsunuz ya işte o sizi de pisletecek yakında.

Siyasette her şey mübahtır belki ama inanın bunun bile bir sınırı vardır.

Her güzel oluşum netlikten ve doğrudan geçer.

İktidar yalakalığına soyunmanın bir getirisi yok.

Kendi ulusal gücüne, milli iradesine güvenmeyen bir halkın üzerinde oynanan dış güçlerin oyunlarını gördük biz.

Fazla uzağa değil, Akçakale sınır kapısına bakmak bile yeterli.

Hayırdır. Yoksa kandilli kapısı kapanıp Akçakale kapısı mı açılıyor.

Bütün bunlar olurken başka neler oluyor.

Avrolar, dolarlar havada uçuşuyor.

Gökten para yağıyor memleketin üzerine.

Türkiye tarihinin en büyük ihalesine imza attı bile.

7650 hektarlık alanın % 90 ının orman olduğu söyleniyor hem de İstanbul ‘un merkezinde.

Ne güzel değil mi.

Sinop da peşkeş çekildi nükleer santrale.

Arkadaşların babalarının çiftliği ya burası.

Atı alan Üsküdar’ı mı geçer artık bilinmez. Ama bizim dünya gözüyle sırat köprüsünden geçtiğimiz kesin.

Ha!

Küçük gibi duran meselelere değinmiyorum bile.

Yok efendim yargı elden gitmiş, yok efendim basın özgürlüğü yokmuş, yok efendim Ergenekoncusu, balyozcusu, işçi yürüyüşleri, öğrenci eylemleri, hesler, grevler gibi gibi.

3 çocuk demiş 5 e çıkmış, milletin yatak odaları gündeme taşınır olmuş, giyim kuşamlara müdahaleler oluyormuş, milli içkiler değişiyor, içme yasakları geliyormuş, beraberinde andıkları şekli ile özgürlük dibine vurmuşken özel hayatlar bile cendere altına alınmış, din üzerinden siyaset almış yürümüş falan filan.

Bunlar biraz da psikolojik iç savaş bana göre.

Bu tür manevi değerlerle oynamak iyi bir psikolojik baskı oluşturmakta…

Nereden çıktık yola.

1 Mayıs’ın ardından ve dünden bugüne tezgâhlara düşenler.

Bitmeden yetişin derim ben.

Herkes bir şeylerden nasibini alıyor bu ülkede nasılsa.

Kimi pastalardan payını, kimi sus payını, kimi orantısız güçlerden payını…

Tazyikli su ve biber gazı yemek istemiyorsanız safınızı seçin, bal yalamak istiyorsanız da safınızı seçiniz.

Türkiye de artık böyle bir gerçek var.

Jeep’e binenlerin % 80 i muhafazakâr.

Arkanızdan Atatürk resimlerini indiriniz, milli bayramlarda bayrak asmayınız, istiklal marşını okumayınız, hakkınızı aramayınız, konuşmayınız ama susmayınız da.

Susmanın suç olduğu bir zamanın geleceğini unutmayınız.

İktidarı pohpohlayınız.

Göt öpünüz mesela, sağınızda solunuzda iktidara yakın kim varsa.

Akşamları sokağa çıkmayınız, çıkıp da hele hele içkili bir yere girmeyiniz. Çocuklarınızı üniversitelere göndermeyiniz, hatta ve hatta liselere de. Allah muhafaza militan olup çıkarlar sonra. Siz TV de diziler de izlemeyiniz. Müge Anlı izleyiniz, bugün ne giysem izleyiniz, ulusa seslenişi izleyiniz, arada sesini açınız TV nin ki duysunlar sizin nelerle meşgul olduğunuzu. Bankalardan kredi çekiniz, gidiniz devre mülk tatil yapınız.

Bir önerim bile olacak size yer olarak.

Capris Otel.

Sektör oldukça büyüdü, biliyorsunuz. Gidiniz bol bol alışveriş yapınız, avm lerden çıkmayınız, kredi kartlarından geçiniz. Bir ay boyunca ödemeye uğraşınız ki başınızı kaldırıp neler oluyor diye etrafa bakmaya fırsatınız olmasın. Hem bunlar sizin işiniz değil ki. Sizin yerinize bi güzel düşünenler, düzüşenler, düş kuranlar var.

İnsanın kendi memleketine, hele hele üzerinde yaşıyorken kendi memleketine özlem duyması da bir başka oluyor beeee…

“Memleketim, memleketim, memleketim, ne kasketim kaldı senin ora işi ne yollarını taşımış ayakkabım, son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, Şile bezindendi. Sen şimdi yalnız saçımın akında, enfarktında yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim, memleketim, memleketim...”


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster