Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Kadın-Erkek Arasındaki Eşitsizlik, Evrensel ve Ebedi Değildir


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazarları
Eklenme Tarihi: 03 Ağustos 2012
Geçerli Tarih: 17 Mayıs 2024, 08:49
Site: Görele Sol Platformu
URL: http://www.gorelesol.com/yazar.asp?yaziID=11468


Kadın-Erkek Arasındaki Eşitsizlik, Evrensel ve Ebedi Değildir - Tayfun Atay
Her yıl olduğu gibi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle kadın sorunları yazılı ve görsel medyada yeniden tartışılıyor. Yıllardır tartışılan kadın-erkek eşitsizliğinin tarihsel kökenine, bugün geldiği ve yarın gelmesi muhtemel noktalara ilişkin Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi sosyal Antropolog Prof. Dr. Tayfun Atay ile yaptığımız sohbette yanıt aradık. Atay, erkek üstünlüğüne dayalı toplumsal düzenin kadınlar açısından olduğu kadar erkekler açısından da ezici bir problem olduğunun altını çiziyor. Kadınların ezilmişliği nasıl yaşadığını anlamak kadar, erkeklerin eril iktidar konumlarını sürdürmek pahasına yaşadıkları toplumsal baskının da hafife alınmaması gerektiğini belirtiyor.


»Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğinin tarihsel ve kültürel nedenleri nelerdir?

Büyük olasılıkla 10 bin yıl önce gerçekleşen tarım devrimi sonrasında ortaya çıktı kadın-erkek eşitsizliği. Böyle bir tarihsel eşik arkeolojik ve antropolojik bulgular temelinde öne sürülmekte. Tabii ki bu konularda kesin ve mutlak konuşmak uygun olmaz. Ama insanlık tarihindeki ikinci eşitsizlik diye düşünülebilir. İlk eşitsizlik insan türünün içerisinde yer aldığı doğa karşısında üstün konuma geçmesiyle ortaya çıkan insan-doğa eşitsizliği. İkinci eşitsizlik ise tarım devriminden sonra büyük topraklar üzerinde gerçekleşen tahıl tarımının sonucu olarak o toprağın işlenmesi, korunması sürecinde erkek fiziksel gücünün önem kazanması ile birlikte kendisini gösteren, buna eşlik eden mülkiyetin ortaya çıkmasıyla ilişkilenen erkeğin kadın üzerindeki eşitsiz yükselişidir. Tabii bu eşitsizliği iktisadi temelde insan türü içerisinde cinsiyet farkı tanımaksızın iktisadi temelde ortaya çıkan efendi-köle eşitsizliği de tamamlıyor, besliyor, destekliyor. İnsanlığın tarıma geçmesiyle birlikte ortaya çıkan yoğun üretim, mülkiyet ve nüfus artışının devlet kurumunu koşulladığını da bir diğer güçlü iddia olarak belirtmek mümkün…

»Tarım devrimi sonrasında kadın ve erkeğin eşit olduğu topluluklar yok mu?

Var tabii. Zaten az önceki iddialar en çok çağdaş örneklerden besleniyor. Dünya üzerinde avcılık-toplayıcılıkla yaşamını sürdüren, çapa tarımcılığı yapan, daha küçük bir toprak parçası üzerinde yaşamını sürdüren, küçük nüfuslu bazı insan topluluklarında kadın ve erkek arasında eşitsizliğin daha az olduğunu görüyoruz. Tahıl tarımı hayata geçtikten sonra tarihsel olarak belirdiğini söylediğimiz eşitsizlik bu topluluklarda yok. Özellikle bitki toplayıcılığın hâkim geçim biçimi olduğu gruplarda tam bir kadın-erkek eşitliğinin ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun yanı sıra, avcı-toplayıcılık desteğinde çapa tarımı ile geçinen gruplarda da kadın ve erkek arasındaki ilişkinin nispetten eşit olduğuna işaret eden bulgular var.

»Günümüz kadınlık ve erkeklik rolleri ve davranışlarının kökenleri de bu tarım devrimi ve sonrasına dayandırılabilir mi?

O dönemde toprağın üretim gücünü keşfeden ve tarımsal faaliyetle geçimini daha kolay sağlamaya başlayan grupların dünyasında müthiş bir rekabet ortaya çıkıyor. Tarımcı köylülere tarım dışı farklı grupların yağma amaçlı saldırısı ya da tarımcı köylülerin kendi arasındaki, özellikle sulu tarıma geçildikten sonra su kaynaklarına yakınlık ve uzaklık meseleleri gibi gerilimler, insan yaşamında çatışmacı ve savaşın yoğun olduğu bir durum ortaya çıkartıyor. Tabii erkeklik halinin bununla örtüşen bir yanı olduğunu biliyoruz. Böyle bir ortamda erkeğin öne çıkması söz konusu oluyor. Başka bir nokta ise kadının üretim sürecindeki yeri, bu sürecin merkezinde olup olmadığı… Büyük ölçekli ve insan ve hayvan gücüne dayanan tahıl tarımında kadın, genelde bu sürecin dışında ve evdedir. Yani erkeğin üretim sürecinde, kadının ise evin düzeninin sağlanmasında etkin olduğu bir iş bölümü söz konusu... Dolayısıyla ev içi ve ev dışı yaşam çok keskin sınırlarla ayrılıyor ve burada kadının evle erkeğin ise ev dışı yaşamla, bir anlamda ‘hayat’la ödeştirilmesi ortaya çıkıyor. Bunlar da erkek iktidarını yapılandıran ek gelişmeler.

»Yüzyıllardır süregelen erkek iktidarı, günümüz kadın hareketine sizce nasıl bakıyor? Acaba kendi iktidarını kaybetme korkusuyla görmezden geldiği söylenebilir mi?

Bu, dünyada bir coğrafyadan diğerine farklılık gösteren bir durum sanırım. Batı’da bugün erkeklerin kadın hareketine, feminist harekete ilgisinin daha fazla olduğunu görüyoruz. Türkiye’de ise feminist hareketin özellikle 1980-sonrasında ortaya çıkışından bugüne kadar gelen süreçte daha yeni yeni erkek ilgisinin belirmeye başladığı söylenebilir. Ama öte yandan genel bir izlenim olarak belirtmek gerekirse kadınlar da feminist hareket içerisinde erkeği görüp görmeme konusunda çok istekli değil.

»Feminist hareket içersinde erkekler de olmalı mıdır, kadın-erkek arasındaki eşitsizliği en aza indirme mücadelesinde erkeklerin de var olması ne anlam ifade ediyor?

Feminizm, kadın-erkek eşitliğini savunan bir ideoloji. Dünyadaki pek çok sorunun, sıkıntının ancak her iki cins arasındaki eşitsizliğin ortadan kalkmasıyla, mevcut erkek iktidarının yok olmasıyla giderileceğine inanan ve bunun için mücadele edenlerin hareketi. Bu hareket sonuçta erkeği de içine alabilecek bir hareket. Böyle düşünen feminist çevreler de var. Sonuçta kadının ezilmişliğinin erkek açısından da yarattığı hasarlar var. Çünkü erkek iktidarı, erkeği de ezen bir iktidar. Sonuçta erkekliği hayata geçirme noktasında erkeklerin de çok örselendiğini, benliklerinin, insanlıklarının hasara uğradığını söyleyebiliriz. Hiçbir erkeğin erkek iktidarını toplumsal süreçlerde hayata geçirirken o kadar da rahat, mutlu olduğunu düşünmüyorum. Öyle ya da böyle değişik düzeylerde ve aşamalarda bu rol, kimlik ve pratik, erkeği yıpratıyor. Bir içsel bir reddediş de var sıklıkla, fakat toplumsal beklentiyi karşılamak ve toplum dışına itilmemek için bu kimliği hayata geçirme durumunda kalınıyor. Bu istenmedik bir şey ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bir erkeklik sorunu var, kadın sorununa ek olarak. Ben bunun altını çizme yolunda, ‘erkeklik en çok erkeği ezer’ diyorum.

»Kadın erkek arasındaki eşitsizlik giderilebilir mi, ya da sizce giderilmesi için neler yapılmalı?

Bu bir süreç… Bu süreç içersinde biz bir noktadayız. İnsanlık tarihinde on bin yıl öncesinde ortaya çıkmış bir kurumdan bahsediyoruz. Ondan önce insan dünyasında bu bakımdan daha eşitlikçi toplumlar mevcuttu. Bu, umut verici bir nokta. Çünkü durumun ebedi ve evrensel olmadığını bize gösteriyor. İnsanlık tarihinin belli bir aşamasında ortaya çıktıysa bir aşamasında da yok olur. Evet, evrensel de değil, çünkü hâlâ az da olsa eşitlikçi toplumlar var. Hem ekonomik anlamda, hem doğa ile ilişkisi anlamında, hem de kadın-erkek ilişkisi anlamında eşitlikçi toplumlar var. Çok önemli istisnalar mevcut yani ve bu istisnalar kaideyi bozar! Kaidenin bozulabileceğine inanmak bizim hareket noktamız olabilir.

»Kadına yönelik şiddetten bahsedecek olursak bunun görünürlüğünde nasıl bir değişim var?

Kadın üzerindeki şiddet ilginç bir şekilde üst sosyoekonomik gruplarda da sıklıkla karşımıza çıkıyor. Evet, alt sosyoekonomik kesimlerde var ama eğitim düzeyi yüksek, profesyonel meslek sahibi insanların dünyasında çıkması, sanırım erkek iktidarının eskisi kadar rahat olmadığına işaret ediyor. İktidarının nimetlerinden yararlanan erkek, kadının iş yaşamında, kamusal alanda, üniversitelerde, medyada daha etkin biçimde söz ve mali anlamda da güç sahibi olmaya başlamasıyla ciddi bir rahatsızlık içersine giriyor. Buna bağlı olarak da kadına yönelik şiddet toplumun üst sosyoekonomik kesimlerinde kendini göstermeye başlıyor.

Hukuksal kazanımlar topluma yansımadı

»Türkiye’de kadın sorununa ilgi nasıl değerlendirilebilir?

Türkiye’de feminist hareket çok yeni. Cumhuriyetin başından itibaren Kemalist kadın hareketiyle birlikte ciddi kazanımlar var. Ama toplumsal, kültürel düzlemde baktığımızda aslında siyasal/hukuksal kazanımların kültürel düzlemde çok kök salmadığını görüyoruz. 1980 sonrasında feminist hareketin önü açılıyor. Burada da sosyalist hareketin 12 Eylül darbesiyle yaşadığı kırılmanın yarattığı boşluğu tespit ve teslim etmek gerekir. O süreçte Türkiye’de feminizm ciddiye alınmadı. 80’li yıllardan bugüne geçen 30 yıllık sürede ise kadın hareketinin büyük bir emek ve mücadeleyle yabana atılamayacak bir noktaya geldiği söylenebilir. Ama feminist harekete erkek ilgisinin hâlâ çok sembolik kaldığını ve ne yazık ki ciddiyetten uzak olduğunu görüyoruz. Sembolik ilgi de ‘kadın da insan’, ‘onların da hakları olacak’, ‘erkeği de yaşama hazırlayan, yetiştiren kadın’ gibi gayet vasat bir takım gerekçelerden öteye gitmediğini görüyoruz. Halbuki korkunç bir iktidar mekanizması altında kadın kadar erkeğin de ezildiğini bilmek gerekir.

Medyanın eril bir söylemi var

»Medyadaki cinsiyete dayalı ayrımcı söylem medyada kadın istihdamının artmasıyla azalabilir mi?

Medyanın eril bir söylemi var. Elbette kadınların medyadaki yerinin artması söylemi değiştirecektir. Ama şöyle de bir kaygım var. Eril dil kullanan kadınlar da mevcut. Düzen böyle işlemeye devam ederse bu artacak. Rekabetçi bir sistem içerisinde yönetici konuma kadının gelmesi onun erkek rollerini benimsemesine yol açacak ve erilleşen kadınları göreceğiz. İstiyoruz ki kadının daha yoğun biçimde bu hayatın içindeki varlığı, onun erilleşmesine yol açmasın. Tersine, kadın dilinin, kadın ruhunun, kadın aklının hayata hâkim olduğu bir noktaya bizi getirsin. Ama işte böyle bir risk var. İktidarı yok edemediğimiz noktada, kadının hayatın içinde her bakımdan önem kazanmasının en istenmedik sonucu, erkek iktidarının ‘unisex’ olarak yoluna devam etmesi olur.

09 Mart 2010 Meltem Ercan Birgün

URL: http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1268137718&year=2010&month=03&day=09

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster