Her yıl olduğu
gibi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle kadın sorunları yazılı ve
görsel medyada yeniden tartışılıyor. Yıllardır tartışılan kadın-erkek
eşitsizliğinin tarihsel kökenine, bugün geldiği ve yarın gelmesi muhtemel
noktalara ilişkin Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi sosyal Antropolog Prof. Dr.
Tayfun Atay ile yaptığımız sohbette yanıt aradık. Atay, erkek üstünlüğüne dayalı
toplumsal düzenin kadınlar açısından olduğu kadar erkekler açısından da ezici
bir problem olduğunun altını çiziyor. Kadınların ezilmişliği nasıl yaşadığını
anlamak kadar, erkeklerin eril iktidar konumlarını sürdürmek pahasına
yaşadıkları toplumsal baskının da hafife alınmaması gerektiğini
belirtiyor.
»Kadın
ve erkek arasındaki eşitsizliğinin tarihsel ve kültürel nedenleri nelerdir?
Büyük
olasılıkla 10 bin yıl önce gerçekleşen tarım devrimi sonrasında ortaya çıktı
kadın-erkek eşitsizliği. Böyle bir tarihsel eşik arkeolojik ve antropolojik
bulgular temelinde öne sürülmekte. Tabii ki bu konularda kesin ve mutlak
konuşmak uygun olmaz. Ama insanlık tarihindeki ikinci eşitsizlik diye
düşünülebilir. İlk eşitsizlik insan türünün içerisinde yer aldığı doğa
karşısında üstün konuma geçmesiyle ortaya çıkan insan-doğa eşitsizliği. İkinci
eşitsizlik ise tarım devriminden sonra büyük topraklar üzerinde gerçekleşen
tahıl tarımının sonucu olarak o toprağın işlenmesi, korunması sürecinde erkek
fiziksel gücünün önem kazanması ile birlikte kendisini gösteren, buna eşlik eden
mülkiyetin ortaya çıkmasıyla ilişkilenen erkeğin kadın üzerindeki eşitsiz
yükselişidir. Tabii bu eşitsizliği iktisadi temelde insan türü içerisinde
cinsiyet farkı tanımaksızın iktisadi temelde ortaya çıkan efendi-köle
eşitsizliği de tamamlıyor, besliyor, destekliyor. İnsanlığın tarıma geçmesiyle
birlikte ortaya çıkan yoğun üretim, mülkiyet ve nüfus artışının devlet kurumunu
koşulladığını da bir diğer güçlü iddia olarak belirtmek mümkün…
»Tarım
devrimi sonrasında kadın ve erkeğin eşit olduğu topluluklar yok mu?
Var
tabii. Zaten az önceki iddialar en çok çağdaş örneklerden besleniyor. Dünya
üzerinde avcılık-toplayıcılıkla yaşamını sürdüren, çapa tarımcılığı yapan, daha
küçük bir toprak parçası üzerinde yaşamını sürdüren, küçük nüfuslu bazı insan
topluluklarında kadın ve erkek arasında eşitsizliğin daha az olduğunu görüyoruz.
Tahıl tarımı hayata geçtikten sonra tarihsel olarak belirdiğini söylediğimiz
eşitsizlik bu topluluklarda yok. Özellikle bitki toplayıcılığın hâkim geçim
biçimi olduğu gruplarda tam bir kadın-erkek eşitliğinin ortaya çıktığını
görüyoruz. Bunun yanı sıra, avcı-toplayıcılık desteğinde çapa tarımı ile geçinen
gruplarda da kadın ve erkek arasındaki ilişkinin nispetten eşit olduğuna işaret
eden bulgular var.
»Günümüz
kadınlık ve erkeklik rolleri ve davranışlarının kökenleri de bu tarım devrimi ve
sonrasına dayandırılabilir mi?
O
dönemde toprağın üretim gücünü keşfeden ve tarımsal faaliyetle geçimini daha
kolay sağlamaya başlayan grupların dünyasında müthiş bir rekabet ortaya çıkıyor.
Tarımcı köylülere tarım dışı farklı grupların yağma amaçlı saldırısı ya da
tarımcı köylülerin kendi arasındaki, özellikle sulu tarıma geçildikten sonra su
kaynaklarına yakınlık ve uzaklık meseleleri gibi gerilimler, insan yaşamında
çatışmacı ve savaşın yoğun olduğu bir durum ortaya çıkartıyor. Tabii erkeklik
halinin bununla örtüşen bir yanı olduğunu biliyoruz. Böyle bir ortamda erkeğin
öne çıkması söz konusu oluyor. Başka bir nokta ise kadının üretim sürecindeki
yeri, bu sürecin merkezinde olup olmadığı… Büyük ölçekli ve insan ve hayvan
gücüne dayanan tahıl tarımında kadın, genelde bu sürecin dışında ve evdedir.
Yani erkeğin üretim sürecinde, kadının ise evin düzeninin sağlanmasında etkin
olduğu bir iş bölümü söz konusu... Dolayısıyla ev içi ve ev dışı yaşam çok
keskin sınırlarla ayrılıyor ve burada kadının evle erkeğin ise ev dışı yaşamla,
bir anlamda ‘hayat’la ödeştirilmesi ortaya çıkıyor. Bunlar da erkek iktidarını
yapılandıran ek gelişmeler.
»Yüzyıllardır
süregelen erkek iktidarı, günümüz kadın hareketine sizce nasıl bakıyor? Acaba
kendi iktidarını kaybetme korkusuyla görmezden geldiği söylenebilir mi?
Bu,
dünyada bir coğrafyadan diğerine farklılık gösteren bir durum sanırım. Batı’da
bugün erkeklerin kadın hareketine, feminist harekete ilgisinin daha fazla
olduğunu görüyoruz. Türkiye’de ise feminist hareketin özellikle 1980-sonrasında
ortaya çıkışından bugüne kadar gelen süreçte daha yeni yeni erkek ilgisinin
belirmeye başladığı söylenebilir. Ama öte yandan genel bir izlenim olarak
belirtmek gerekirse kadınlar da feminist hareket içerisinde erkeği görüp görmeme
konusunda çok istekli değil.
»Feminist
hareket içersinde erkekler de olmalı mıdır, kadın-erkek arasındaki eşitsizliği
en aza indirme mücadelesinde erkeklerin de var olması ne anlam ifade ediyor?
Feminizm,
kadın-erkek eşitliğini savunan bir ideoloji. Dünyadaki pek çok sorunun,
sıkıntının ancak her iki cins arasındaki eşitsizliğin ortadan kalkmasıyla,
mevcut erkek iktidarının yok olmasıyla giderileceğine inanan ve bunun için
mücadele edenlerin hareketi. Bu hareket sonuçta erkeği de içine alabilecek bir
hareket. Böyle düşünen feminist çevreler de var. Sonuçta kadının ezilmişliğinin
erkek açısından da yarattığı hasarlar var. Çünkü erkek iktidarı, erkeği de ezen
bir iktidar. Sonuçta erkekliği hayata geçirme noktasında erkeklerin de çok
örselendiğini, benliklerinin, insanlıklarının hasara uğradığını söyleyebiliriz.
Hiçbir erkeğin erkek iktidarını toplumsal süreçlerde hayata geçirirken o kadar
da rahat, mutlu olduğunu düşünmüyorum. Öyle ya da böyle değişik düzeylerde ve
aşamalarda bu rol, kimlik ve pratik, erkeği yıpratıyor. Bir içsel bir reddediş
de var sıklıkla, fakat toplumsal beklentiyi karşılamak ve toplum dışına
itilmemek için bu kimliği hayata geçirme durumunda kalınıyor. Bu istenmedik bir
şey ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bir erkeklik sorunu var, kadın sorununa ek
olarak. Ben bunun altını çizme yolunda, ‘erkeklik en çok erkeği ezer’
diyorum.
»Kadın
erkek arasındaki eşitsizlik giderilebilir mi, ya da sizce giderilmesi için neler
yapılmalı?
Bu
bir süreç… Bu süreç içersinde biz bir noktadayız. İnsanlık tarihinde on bin yıl
öncesinde ortaya çıkmış bir kurumdan bahsediyoruz. Ondan önce insan dünyasında
bu bakımdan daha eşitlikçi toplumlar mevcuttu. Bu, umut verici bir nokta. Çünkü
durumun ebedi ve evrensel olmadığını bize gösteriyor. İnsanlık tarihinin belli
bir aşamasında ortaya çıktıysa bir aşamasında da yok olur. Evet, evrensel de
değil, çünkü hâlâ az da olsa eşitlikçi toplumlar var. Hem ekonomik anlamda, hem
doğa ile ilişkisi anlamında, hem de kadın-erkek ilişkisi anlamında eşitlikçi
toplumlar var. Çok önemli istisnalar mevcut yani ve bu istisnalar kaideyi bozar!
Kaidenin bozulabileceğine inanmak bizim hareket noktamız olabilir.
»Kadına
yönelik şiddetten bahsedecek olursak bunun görünürlüğünde nasıl bir değişim var?
Kadın
üzerindeki şiddet ilginç bir şekilde üst sosyoekonomik gruplarda da sıklıkla
karşımıza çıkıyor. Evet, alt sosyoekonomik kesimlerde var ama eğitim düzeyi
yüksek, profesyonel meslek sahibi insanların dünyasında çıkması, sanırım erkek
iktidarının eskisi kadar rahat olmadığına işaret ediyor. İktidarının
nimetlerinden yararlanan erkek, kadının iş yaşamında, kamusal alanda,
üniversitelerde, medyada daha etkin biçimde söz ve mali anlamda da güç sahibi
olmaya başlamasıyla ciddi bir rahatsızlık içersine giriyor. Buna bağlı olarak da
kadına yönelik şiddet toplumun üst sosyoekonomik kesimlerinde kendini göstermeye
başlıyor.
Hukuksal
kazanımlar topluma yansımadı
»Türkiye’de
kadın sorununa ilgi nasıl değerlendirilebilir?
Türkiye’de
feminist hareket çok yeni. Cumhuriyetin başından itibaren Kemalist kadın
hareketiyle birlikte ciddi kazanımlar var. Ama toplumsal, kültürel düzlemde
baktığımızda aslında siyasal/hukuksal kazanımların kültürel düzlemde çok kök
salmadığını görüyoruz. 1980 sonrasında feminist hareketin önü açılıyor. Burada
da sosyalist hareketin 12 Eylül darbesiyle yaşadığı kırılmanın yarattığı boşluğu
tespit ve teslim etmek gerekir. O süreçte Türkiye’de feminizm ciddiye alınmadı.
80’li yıllardan bugüne geçen 30 yıllık sürede ise kadın hareketinin büyük bir
emek ve mücadeleyle yabana atılamayacak bir noktaya geldiği söylenebilir. Ama
feminist harekete erkek ilgisinin hâlâ çok sembolik kaldığını ve ne yazık ki
ciddiyetten uzak olduğunu görüyoruz. Sembolik ilgi de ‘kadın da insan’, ‘onların
da hakları olacak’, ‘erkeği de yaşama hazırlayan, yetiştiren kadın’ gibi gayet
vasat bir takım gerekçelerden öteye gitmediğini görüyoruz. Halbuki korkunç bir
iktidar mekanizması altında kadın kadar erkeğin de ezildiğini bilmek
gerekir.
Medyanın
eril bir söylemi var
»Medyadaki
cinsiyete dayalı ayrımcı söylem medyada kadın istihdamının artmasıyla azalabilir
mi?
Medyanın
eril bir söylemi var. Elbette kadınların medyadaki yerinin artması söylemi
değiştirecektir. Ama şöyle de bir kaygım var. Eril dil kullanan kadınlar da
mevcut. Düzen böyle işlemeye devam ederse bu artacak. Rekabetçi bir sistem
içerisinde yönetici konuma kadının gelmesi onun erkek rollerini benimsemesine
yol açacak ve erilleşen kadınları göreceğiz. İstiyoruz ki kadının daha yoğun
biçimde bu hayatın içindeki varlığı, onun erilleşmesine yol açmasın. Tersine,
kadın dilinin, kadın ruhunun, kadın aklının hayata hâkim olduğu bir noktaya bizi
getirsin. Ama işte böyle bir risk var. İktidarı yok edemediğimiz noktada,
kadının hayatın içinde her bakımdan önem kazanmasının en istenmedik sonucu,
erkek iktidarının ‘unisex’ olarak yoluna devam etmesi olur.
09
Mart 2010
Meltem Ercan Birgün
URL:
http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1268137718&year=2010&month=03&day=09