İlkbahar geldi ama sevinci boğazımızda düğümlenip
kaldı. Her geçen gün kadınlar ile eşcinseller ve translara yönelik yeni saldırı
ve tecavüz haberleri içimizi dağlıyor.
En son Siirt'te -kadın erkek sınır tanımadan- gencecik
insanlara yönelen vahşetin bir "feodalite meselesi" ya da "eğitimsizlik ve
yoksullukla" sınırlı olmadığını artık herkes görüyor. Bu durum, görmezden
gelerek kurtulduğumuzu zannedebileceğimiz bir şey değil.
Çünkü sanayileşmiş ve eğitim düzeyi yüksek Ege'de,
Akdeniz'de ve Marmara'da gerçekleşen benzer trajediler de gündeme geliyor.
Erkeklerin failleri olduğu şiddet, taciz ve tecavüzün bir "köy meselesi" ile
veya "geri kalmışlık" ile sınırlı olmadığını geç de olsa fark etmeye ve
kentlerin de bunun asli alanlarından birisi olduğunun nihayet ayırdına varmaya
başlıyoruz.
Bunlar aslında hiç de yeni şeyler değil. Sadece artık
sorunun büyüklüğünden ve vahametinden kaçamayacak hale geldik. Artık en yaman
örtbas etme çabaları bile yetersiz kaldığından, onları giderek artan bir biçimde
gazetelerin birinci sayfalarında görmeye başladık.
Ancak, yalnızca mağdurların cesaret edip de dile
getirebildiklerini, medyanın cinsiyetçi yaklaşımlarıyla bize çarpıtarak
yansıttığı kadarıyla bilebiliyoruz.
Erkeklerin toplumsal iktidarı
Bilebildiklerimizin buz dağının görünen kısmı olduğu
düşündüğümde, bunları gerçekleştirenlerle aynı cinsiyetten bir birey olarak
dehşete kapılıyorum ve utanç duyuyorum.
Çünkü benim de bir parçası olduğum cinsiyetten
bireyler, bu eylemleri fiilen gerçekleştirmeseler de bu bitmek bilmez suçların
sonuçlarından dolaylı da olsa yararlanarak toplumsal iktidardan pay
alıyorlar.
Kadınlar ve translara yönelik -en geniş anlamıyla-
sözlü ve fiziksel şiddet vakaları onları sindirerek, bu fiilleri aktif olarak
gerçekleştirmeyen, lakin alttan alta da olsa onay veren tüm erkeklere de
toplumsal iktidar sağlıyor.
Ataerkilliğin bu en dolaysız ve artık gözle
görülebilecek hale gelen tahakküm kurma stratejilerinin yanında gündelik
yaşamımızın bir parçası haline gelmiş olan daha "sıradan" olaylar da
cabası.
Bilindiği üzere, kadınlar ile eşcinseller ve trans
bireyleri ikincilleştirme ve baskı altına almanın nispeten dolaylı, kanıksanmış
ve "daha ince" yolları da bulunuyor.
Ataerkil ideoloji, erkek egemenliğinin toplumsal
meşruiyet zeminini hazırlarken, baskı ve tahakküm kurma pratiklerinin toplumdaki
tüm bireyler tarafından kanıksanmasını sağlıyor. Ataerkil ideolojinin en önemli
araçlarından biri de, (pro)feminist bir alan olan erkeklik incelemelerinin
sıklıkla vurguladığı erkek ayrıcalıkları.
Toplumda iktidar sahibi olmanın erkekler için ezeli ve
ebedi, doğal bir hak olarak görülmesine dayanan erkek ayrıcalıkları, erkeklerin
özel ve toplumsal alanlarda fiilen sınırsız ve sorgulanamaz bir biçimde diğer
herkesten öncelikli oldukları hissiyle pervasızca yaşamalarını
sağlıyor.
Erkeklerin, sırf erkek oldukları için, çocukluktan
itibaren, her şeyi diğer bireylerden daha çok hak ettikleri fikrinin sürekli
hatırlatılmasıyla yetişmelerine dayanan erkek ayrıcalıkları, yetişkinliğe
ulaştıklarında erkeklerin toplumun geri kalanından kendilerine itaat ve hizmet
etmesini beklemelerine yol açıyor.
Bunların erkeğin -kendisi yapmak yerine- karısından
"ayaktayken bir bardak su getirmesini" istemesinden, çocukların bakımıyla
ilgilenmeye tenezzül etmemesine, cinsel ilişkiyi sadece kendisi haz alacak
şekilde yönlendirmesinden, evdeki sorunlarda şiddetli öfke patlamalarına
sığınmasına değin uzanan birçok sonucu var.
Takdir-i ilahi mi?
Ayrıcalıklarla yetişen erkekler, kendileri aksi yönde
davransalar bile kadınlardan kendilerini aldatmamalarını bekliyorlar. Ev işleri
söz konusu olduğunda kıllarını bile kıpırdatmıyor, ailenin ve toplumun doğal
reisi olarak itaat bekliyor, bunlara aykırı davranan kimselere gerekli
gördüklerinde sözlü ve fiziksel şiddet kullanmayı kendilerine hak olarak görüyor
ve ev dışının kadınlar, eşcinseller ve trans bireyler için cehenneme dönmesini
takdir-i ilahiymişçesine olağan karşılıyorlar.
Erkek ayrıcalıkları, heteroseksüel erkeklere son
derece geniş ekonomik ve siyasal kazançlar yaratıyor. Çoğu zaman kadınların
erkeklerden daha düşük ücretler karşılığında çalışmak zorunda bırakılmaları,
kadın emeğinin görünmezleştirilmesi, avantajlı sektörlerin erkekler tarafından
tutulmuş olması, parlamentoda kadınların sınırlı siyasal temsili bunun en
bilinen örnekleri.
Eşcinseller ve translar konusunda toplumun durumu,
heteroseksüel kadınlarınkinden bile daha vahim. Tüm bunların fonunda ise
kadınları, eşcinselleri ve transları aşağılayan fıkralar
anlatılıyor.
Erkeklerin insanlığın doğası gereği ezelden beri
ayrıcalıklı olduğu yanılsaması aracılığıyla, erkekler toplumun şımarttığı
çocuklar veya mutlak ve sınırsız bir iktidara sahip krallar gibi
yaşıyorlar.
Gerçekte erkek ayrıcalıkları, erkeklerin de farkında
olmasalar da, toplumsal iktidardan pay alabilmek için erken yaşlardan itibaren
duygularına yabancılaşmaları sonucunda derin sorunlar yaşamalarına yol açıyor.
Her şey bir yana, suça ortak olmamak ve insanca yaşayabilmek için erkeklerin
erkek ayrıcalıklarından derhal vazgeçmesi gerekiyor.
Bir erkek olarak, bana toplumsal iktidardan "pay"
sağlayan böylesine çirkin ve insanlık dışı ayrıcalıklarla daha fazla yaşamak
istemiyorum. Olmaz olsun böyle ayrıcalıklar, olmaz olsun böyle
iktidar!